top of page
  • Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Şemseddin Sami, Adnan Adıvar, Hasan Esat Işık,Zeyyat Selimoğlu,Kartal Tibet,Sabri Ülgener, Fuat Umay




Bugün 1 Temmuz. Şemseddin Sami, Adnan Adıvar, Hasan Esat Işık, Zeyyat Selimoğlu, Sabri Ülgener, Fuat Umay ve Kartal Tibet’in ölüm yıldönümleri.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.

Kartal Tibet kimdir?



27 Mart 1938'de Ankara'da doğdu. Türk sinema oyuncusu, yönetmen, senarist.


Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Uzun yıllar Ankara'da tiyatro oyunculuğu yaptı. Suat Yalaz'ın 1960 yılında yarattığı çizgi roman karakteri Karaoğlan'ın sinemaya uyarlanan Karaoğlan: Altay'dan Gelen Yiğit adlı filminde başrolü üstlendi. Dönemin jönlerinden Cüneyt Arkın'ın çizgi roman karakterleri Malkoçoğlu ve Kara Murat olarak seyircinin karşısına çıkması, bu tür macera filmlerinin popülerliğini arttırdı.



Karaoğlan'ın Orta Asya'da başlayan serüvenleri, Kartal Tibet'in başrolü üstlendiği 1966 yapımı Karaoğlan: Baybora'nın Oğlu ve Karaoğlan: Camoka'nın İntikamı, 1967 yapımı Karaoğlan: Bizanslı Zorba ve Karaoğlan: Yeşil Ejder ve 1972 yapımı Karaoğlan Geliyor adlı filmlerle devam etti. Tibet daha sonra Sezgin Burak'ın yarattığı Tarkan'ı, 1969'da sinemaya uyarlanan Tarkan adlı filmde canlandırdı. Bu filmi 1970'de Tarkan: Gümüş Eyer, 1971'de Tarkan: Viking Kanı, 1972'de Tarkan: Altın Madalyon ve 1973'de Tarkan: Güçlü Kahraman takip etti. Tosun Paşa filmiyle 1976 yılında oyunculuğu bırakıp yönetmenliğe başladı. Önemli filmleri arasında Ölmeyen Aşk, Dağlar Kızı Reyhan, Senede Bir Gün, Sultan, Zübük, Gol Kralı ve Şalvar Davası yer alıyor. 2007 yılında Kanal D'de yayınlanan Zoraki Koca adlı televiyon dizisini yönetti. 2008 yılında Show TV'de yayınlanan Hayat Güzeldir dizisinin yönetmenliğini üstlendi. Evli ve iki çocuk babasıdır. 1 Temmuz 2021'de aramızdan ayrıldı.


Aldığı ödüller

2006 Antalya Altın Portakal Film Festivali Yıldırım Önal Anı Ödülü

2002 Antalya Altın Portakal Film Festivali Yaşam Boyu Onur Ödülü


Rol aldığı tiyatro oyunları

Caligula : Albert Camus - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1960

Ekmek Parası : Félicien Marceau - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1959


Filmografi

Oyuncu

1960'lar

Karaoğlan: Altay'dan Gelen Yiğit (1965) - Karaoğlan

Hıçkırık (1965)

Serseri Aşık (1965) - Doktor / Kartal Tibet

Ölmeyen Aşk (1966) - Ali

Çalıkuşu (1966) - Kamuran

Baybora'nın Oğlu (1966) - Karaoğlan

Kanunsuz Yol (1966)

Yiğit Kanı (1966)

Beyoğlu'nda Vuruşanlar (1966)

Fatih'in Fedaisi (1966)

Ben Bir Sokak Kadınıyım (1966) - Ferdi

Ölüm Temizler (1966)


Bir Millet Uyanıyor (1966) - Yüzbaşı Davut

İnsan Bir Kere Ölür (1966)

Camoka'nın İntikamı (1966) - Karaoğlan

Arzunun Bedeli (1966)

Siyah Gül (1966)

Damgalı Kadın (1966)

Son Gece (1967) - Yüzbaşı Faruk

Parmaklıklar Arkasında (1967) - Ali Erhan

Osmanlı Kabadayısı (1967) - Deli Murat

Kader Bağı (1967) - Korkusuz Bill

Ölünceye Kadar (1967)

Zeyyat Selimoğlu kimdir?



(d. 31 Mart 1922, İstanbul - ö. 1 Temmuz 2000, İstanbul), Türk yazar ve çevirmen.

Zeyyat Selimoğlu, Alman Lisesi'nden sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Hikâyelerinin yanı sıra, Almanca'dan çevirileri ve radyo oyunları ile tanındı. Rize'nin Köylerinden başlıklı yazısı ile Cumhuriyet gazetesinin 1949-50 Yunus Nadi Armağanı'nı kazanarak edebiyat dünyasına ilk adımını attı. Koca Denizde İki Nokta başlıklı oyunu ile 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda Başarı Ödülü'ne layık görüldü. Zeyyat Selimoğlu, 2000 yılında İstanbul’da, Nişantaşı'ndaki evinde öldü. Tek romanı olan Tutkunun Köşeleri'nde sınıf atlama ve zenginleşme idealini konu edindi.

Hikâye Kitapları

  • Kavganın Sonu ve Başı (1955)

  • Direğin Tepesinde Bir Adam (1969) Sait Faik Hikâye Armağanı, 1970)

  • Kıçüstünde Toplantı (1971)

  • Koca Denizde İki Nokta (1973; Türk Dil Kurumu Hikâye Ödülü),

  • Karaya Vurdu Deniz (1975)

  • Deprem (Uzun Hikâye, 1976)

  • Soyunanlar (1980)

  • Çiçekli Dağ Sokağı (1982)

  • Gemi Adamları (1984)

  • Bir Şarkı Gibiydi (1987)

  • Aramızdaydı O Gün (1990)

  • Denizlerin İstanbul (1992)

  • Derin Dondurucu İçin Öykü (1995; Haldun Taner Öykü Ödülü, 1994)

  • Bahar Yorgunluğu (1998)

Roman

  • Tutkunun Köşeleri (1982)

Çocuk Kitapları

  • Yavru Kayık (1979)

  • Martılar Adası (1979)

  • Uyumsuz Nuri (1981)

Çevirileri

Şemseddin Sami kimdir?



Şemsettin Sami (d. 1 Haziran 1850, Frashër, Arnavutluk – ö. 1 Temmuz 1904, İstanbul)

  • Şemsettin Sami, dilci olarak tanınsa da edebiyatın birçok türüyle de ilgilenmiştir.

  • Türk edebiyatı tarihinde “ilk yerli roman” olma özelliğine sahip olan “Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat adlı eseri kaleme almıştır.

  • Edebiyat tarihimizdeki ilk telif Türkçe roman olan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eser 1872-1873 yıllarında bölüm bölüm yayımlanmıştır.

  • Hadika adlı gazetede uzun süre gazetecilik mesleğini icra etmiştir.

  • Hadika deneyiminin ardından bazı dergi ve gazeteler çıkararak yayıncılıkla ilgilenmiştir.

  • Şemsettin Sami Tarafından Çıkarılan Önemli Gazeteler:Trablusgarp Vilayeti,Sabah

  • Şemsettin Sami Tarafından Çıkarılan Önemli Dergiler: Tercüman-ı Şark, Aile,Hafta.

  • Roman Çevirileri: Şemsettin Sami Türk romanı için iki önemli çeviriye imza atmıştır: Robenson Cruoze ve Sefiller.

  • Şemsettin Sami, Orhon Yazıtları ve Kutadgu Bilig adlı eserleri Türkiye Türkçesine aktarmıştır.

Eserleri Kısa Özet:

Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat (1872)

Kadının toplumsal konumu ve evlilik kurumu romanın ana konularını oluşturur.

Gençlerin birbirlerini görüp tanımadan evlenmek mecburiyetinde bırakılmalarının onları sevk edeceği fenalıklar ve evlenmede genç kızların görüşlerinin alınmamasının onları içine düşüreceği facialar işlenmiştir.

Romanda tesadüfler, ilk görüşte aşk, kılık değiştirme, aşk ıstırabıyla hasta olma v. b motifler vardır ki bunlar Tanzimat romanının kurgu anlamındaki eksikliklerinin sonucu olarak kullanılmış motiflerdir.

Şemsettin Sami’nin Tiyatro Türündeki Eserleri

  • Gave: Konusunu Şehname’den alan bir oyundur.

  • Besa yahut ahde Vefa: Yemini için oğlunu öldürmek zorunda kalan bir babanın trajedisi ele alınmıştır. Eserin adında geçen “besa” Arnavutlar için çok önemli olan ve gereklerinin yerine getirilmesi zaruri olan meşhur bir yemin türüdür.

  • Seydi Yahya: Konusunu Endülüs tarihinden alan bir oyundur.

Şemsettin Sami’nin Dil ve Sözlük Çalışmaları

Şemsettin Sami, Türk dilinin sadeleştirilmesi yolunda önemli değerlendirmelerde ve girişimlerde bulunmuş bir aydındır.

Şemsettin Sami, ‘Osmanlıca’ terimini reddetmiştir. Bu dilin “Türkçe” olarak adlandırılmasını öne sürmüştür.

Sözlük Türündeki Eserleri

Kamus-ı Türkî

  • 1900 yılında yayımlanmıştır.

  • Eseri inceleyen II. Abdülhamit, Şemsettin Sami’yi ödüllendirmiştir.

  • Adında “Türk” sözcüğünün geçtiği ilk sözlük çalışmasıdır.

  • Kamus-ı Türk’nin “İfade-i Meram” başlıklı ön sözü edebiyat ve dil tarihimiz açısından önemli belgelerden biridir.

  • İfade-i Meram adlı bu önsözde Şemsettin Sami Türkçe hakkındaki görüşlerini dile getirmiştir. Bu ön sözde kısaca Tük dilinin geçmişinden, temel özelliklerinden, dilin işlevlerinden ve kitabının içeriğinden ve sistematiğinden bahsedilmiştir.

  • Eserde Arapça ve Farsça kelimeler Türkçede kazandıkları anlamları ile verilmiştir. Sözcüklerin cümle içindeki kullanımlarına dair örnekler de mevcuttur.

  • Bu eser aynı zamanda sanatçının milli dil bilincine ve Türkçü bir anlayışa sahip olduğunun göstergesidir.

Kamusû’l Ârabî

  • Yarım kalmış bir sözlük çalışmasıdır.

  • Arapça-Türkçe bir sözlüktür.

  • Arapçanın ses ve biçim bilgisi üzerine geliştirdiği bakış açısı eseri dil tarihi açısından önemli kılmıştır.

Kamus-ı Fransevî

  • Fransızca- Türkçe bir sözlüktür.

  • Diğer sözlük çalışmalarına göre daha gölgede kalmıştır.

Ansiklopedi

Kamusû’l Â’lâm

  • 6 ciltlik bir hacme sahiptir.

  • Türkçe olarak hazırlanmış “ilk ansiklopedi” olması açısından kültür tarihimiz için önemlidir.

  • Dönemin şartlarına göre geniş bir dağarcığa sahiptir.

  • Eser özellikle Fransa’da büyük bir ilgi ile karşılanmıştır.

————————————————-

Şemseddin Sami’nin Eserleri

Roman

  • Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat (1873)

Oyun

  • Besa yahut Ahde Vefa (1874)

  • Seydi Yahya (1875)

  • Gâve (1876)

  • Mezalim-i Endülüs (basılmadı)

  • Vicdan (basılmadı

Çeviri

  • Florian, Galatée 1773

  • Dumanoir & d’Ennery, İhtiyar Onbaşı (1874)

  • Daniel Defoe, Robinson Crusoe

  • Victor Hugo, Sefiller (1880, son cildi eksik)

  • Ali bin Ebi Talib Efendimizin Eş’ar-ı Müntehabeleri (1900, Ali bin Ebu Talib’e atfedilen Divan’dan çeviriler)

Sözlük ve Ansiklopediler

  • Kamus-ı Fransevî (1882-1905, Fransızca-Türkçe sözlük)

  • Kamus-ı Fransevî (1885, Türkçe-Fransızca sözlük)

  • Küçük Kamus-ı Fransevî (1886, Fransızca-Türkçe sözlük)

  • Kamus-ül Âlam (6 cilt, 1889-1898, genel ansiklopedi)

  • Kamus-ı Arabî (1898, Arapça-Türkçe sözlük, tamamlanmadı)

  • Kamus-ı Türkî (2 cilt, 1899-1900, tıpkıbasımları 1978, 1998)

Dilbilgisi Kitapları

  • Usul-i Tenkit ve Tertib (1886)

  • Nev’usul Sarf-ı Türkî ((1891, modern Türkçe gramer)

  • Yeni Usul Elifba-yı Türkî (1898)

  • Usul-i Cedid-i Kavaid-i Arabîye (1910, yeni usul Arapça ders kitabı)

  • Tatbikat-ı Arabîye (1911)

Ayrıca “Cep Kütüphanesi” dizisinde astronomi, jeoloji, antropoloji, İslam medeniyeti tarihi, kadınlar, mitoloji, dilbilim üzerine kitapçıklar yazdı. Letaif adlı iki ciltlik fıkra derlemesi, Emsal adlı dört ciltlik özlü sözler derlemesi, okullar için alfabe ve okuma kitapları yayınladı. Ayrıca Arnavutça bazı eserleri ve Abetarja e Shkronjëtoreja adlı gramer kitabı vardır.

Adnan Adıvar kimdir?



Bilim tarihçisi, hekim, sağlık bakanı (D. 1881, Gelibolu – Ö. 1 Temmuz 1955, İstanbul). Tam adı Abdülhak Adnan Adıvar’dır. Kadı Ahmet Bahaî Efendi ile Sabiha Hanımın oğludur. Türk Cumhuriyet tarihinin ilk bilim tarihçisi ve I. Türkiye Millet Meclisi (TBMM) Hükümeti’nin ilk sağlık bakanıdır. Ayrıca, Türkiye’nin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucularından olup, ünlü romancı Halide Edip (Adıvar)’in ikinci eşidir. Mahalle Mektebinden sonra, Hamdi Bey’in Aksaray’daki Medrese-i Edebiye’sinde ve Şehzadebaşı’ndaki Nümune-i Terakki’de okudu. 1899’da Dersaadet İdadîsi (Vefa Lisesi)’ni bitirdi. Mekteb-i Tıbbiye’yi Mülkiyenin (sivil tıp okulu) üçüncü sınıfına geçtiği yıl arkadaşlarıyla birlikte kaçtığı Almanya’da Berlin Tıp Fakültesini bitirdi, aynı yerde asistan olarak çalıştı, Zürih’te uzmanlık eğitimi gördü.

İstanbul’a döndükten sonra hekimliğe başlayan Abdülhak Adnan, bir yandan da Hilâl-i Ahmer (Kızılay)’in örgütlenmesinde çalışıyordu. Meşrutiyetten (1908) sonra Tıbbiye Mektebine müderris (öğretim üyesi) oldu, daha sonra iki yıl kadar bu fakültenin müdürlüğünü yaptı. Trablusgarp Savaşı patlak verince, Kızılay müfettişi olarak Aziziye karargâhında çalıştı (1911). Buradan İstanbul’a dönünce, Haydarpaşa’daki Tıp Fakültesi’nde açılan Yaralı ve Kolera Hastahanesi’ni yönetti. Sahra sıhhiye müfettişi ve yedek subay tabip binbaşı olarak Birinci Dünya Savaşı’na Trablusgarp cephesinde Hilâl-i Ahmer Müfettişi olarak katıldı, daha sonra aynı kuruluşta genel sekreterlik yaptı.

1917 yılında, o sırada Lübnan’da eğitimci olarak görevli bulunan yazar Halide Edip ile evlendi. Halide Hanım’ın babasına verdiği vekâlet ile nikâhları Bursa’da kıyıldı. Adnan Bey’in ölümüne kadar süren bu evlilikten çiftin çocukları olmadı.

Abdülhak Adnan, Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) imzalandıktan sonra düşman işgallerine karşı İstanbul’da kurulan ilk gizli direniş örgütü olan Karakol Cemiyeti’nin kurucularından birisi oldu. 1919’da, Mütareke’den sonra Osmanlı Mebusan Meclisine İstanbul milletvekili olarak girdi. M. Emin Yurdakul, Yusuf Akçura vd. ile birlikte Millî Türk Fırkasının kurucuları arasında yer aldı. 1919’da yapılan Osmanlı Mebusan seçimlerine Milli Türk Fırkası’nın adayı olarak katıldı ve İstanbul’dan mebusu seçildi. İngilizlerin, 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal etmelerinden sonra Meclisi Mebusan kapatılmıştı. Haklarında idam kararı çıkarılan ve padişah tarafından 24 Mayıs 1920’de idamlarını onayladığı ilk altı kişi arasında Mustafa Kemal ile birlikte Adnan Bey ve eşi Halide Hanım da vardı. Ancak Adnan Bey eşi ile birlikte Milli Mücadeleye katılmak üzere 19 Mart 1920 günü at sırtında İstanbul’dan yola çıkarak 2 Nisan 1920’de Ankara’ya ulaştılar; 23 Nisan 1920 günü açılan ilk TBMM’nin açılışında hazır bulundular.

Adnan Bey, Ankara’da oluşturulan ilk TBMM Hükümetinde Sıhhiye ve İçtimai Muavenet (Sağlık) Bakanı oldu. 2 Mart 1921’de Meclis İkinci Başkanlığına seçilince bakanlıktan ayrıldı. Dahiliye Vekili (İçişleri Bakanı) Refet Bey’in cepheye gittiği dönemlerde (28 Eylül 1920 Konya cephesi, 9 Kasım 1920 Güney cephesi) vekâleten İçişleri Bakanlığı görevini yürüttü. Savaş yıllarında Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kurucuları arasında yer aldı. Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasından sonra Ankara hükümetinin temsilciliği göreviyle İstanbul’a gitti.

Abdülhak Adnan Bey, çeşitli görüş ayrılıkları nedeniyle 9 Kasım 1924’te Halk Fırkası (CHP)’ndan ayrıldı, ikinci grup (muhalif) milletvekillerinin arasına katıldı. 17 Kasım’da çok partili politik yaşama geçiş denemesi sırasında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na geçti. Partinin 1925 Haziran’ında kapatılmasından sonra Mecliste bir süre bağımsız milletvekili olarak görev yaptı. 30 Ocak 1926’da milletvekilliğinden çekilerek İngiltere’ye gitti. On dört yıl İngiltere ile Fransa’da yaşadı. 17 Haziran 1926’da Atatürk’e karşı planlanan İzmir’deki suikast girişiminde bulunanlar arasında yer aldığı iddiasıyla gıyaben İstiklal Mahkemesi’nde yargılanarak aklandı.

Adnan Bey, Fransa’da yaşadığı sürede Paris Doğu Dilleri Okulu’nda sekiz yıl boyunca Türkçe öğretmeni olarak görev yaptı. Yurtdışında yaşadığı dönemde Bertrand Russell’ın The Problems of Philosophy (Londra 1911) adlı eserini Felsefe Meseleleri adıyla Türkçeye çevirerek 1935 yılında İstanbul’da yayımladı. Bu çalışma ile İngilizlerin kullandığı felsefe diline aşina olmayı amaçlamıştı. Yine yurtdışında bulunduğu sırada La Science chez les Turcs Ottomans (1939) adındaki ünlü eserini yayımladı. İngiltere’de, Encyclopedia Britanica’nın “Türkiye’nin Yeni Zaman Tarihi” bölümünü yazdı.

Adnan Adıvar yurda döndükten (1939) sonra Maarif Vekaleti (Milli Eğitim Bakanlığı) tarafından İslam Ansiklopedisi Yazı Kurulu Başkanlığına getirildi. Bu ansiklopedinin Yayın Kurulu Başkanı olarak Türk kültür hayatına büyük katkıda bulunmuş olan Adıvar’ın yazdığı ansiklopedi maddelerinden kimileri; Ali Kuşçu, Ebu’l-Kâsım Zehrâvî, Fârâbî, Hârizmî, İbn Bâcce, İbn Haldûn ve Kınalızâde gibi önemli maddelerdir. 1944 yılında bilim tarihimiz açısından önemli bir başka Tarih Boyunca İlim ve Din adlı eserini İstanbul’da yayımladı. Bu eserde din ve bilim ilişkilerini tarihi gelişimi içinde inceledi.

1946-50 yıllarında Demokrat Parti (DP) listesinden seçilerek, bağımsız İstanbul milletvekilliği yaptı. 1947’de kurucularından olduğu Doğu Araştırmaları Derneği’nin başkanlığına seçildi.

Adnan Adıvar, gerek bilim ve düşünce tarihiyle ilgili araştırmalarında, gerek kitap halinde derlediği deneme ve makalelerinde insanlık sevgisi, eşitlik, demokrasi, bilim, düşünce ve sanatın özgürlüğü, geleneklerin çağdaş yaşayışı zenginleştirecek yönleri gibi temaları işledi. 1950 yılında Meclisten ayrıldı ve bilim alanındaki çalışmalarına döndü. 1 Temmuz 1955 günü İstanbul’da vefat etti, eşi Halide Edip’in yanında Merkezefendi Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Adnan Adıvar, Cumhuriyet döneminde bilim tarihi alanında yapılan ilk çalışmalara katılmış; bu çalışmaları sırasında, Molla Lütfi’nin Sunak Taşının İki Katının Alınması Hakkında adlı kısa bir risalesinin elde bulunan üç nüshayı karşılaştırarak Fransızcaya çevirmiştir. Çeviriyi Adnan Adıvar ile Henry Corbin yapmış; çalışmanın eşgüdümünü Şerafettin Yaltkaya yürütmüştü.

Son yıllardaki araştırma yazılarını Cumhuriyet gazetesi ile Yeni Ufuklar dergisinde yayımladı. Bertrand Russell gibi batı düşünürlerinin kitaplarını Türkçeye çevirdi. Milletlerarası Şark Tetkikleri Cemiyetinin kuruluşuna da katılan Adnan Adıvar, bu kuruluşun ilk başkanı oldu.

Dr. Adnan Adıvar İçin Ne Dediler?

Adnan Beyi bu şöyle böyle taraflariyle değil, ona mahsus bir halin câzibesi içinde sevdim. Bütün vekarlı görünüşünü kalıplayan derin bir âhenk ve muvazene içinde, fikirlere, hâdiselere ve insanlara karşı içli ve anlayışlı bir duruşu vardı. Bu ‘kâmil’ hali, onun hüviyeti üzerinde, bütün onu tanıyanların saygısını buluşturuyordu. Gençliğinde de böyleydi herhalde. Çünkü bu hüviyet onda, geniş ve çeşitli bir kültürün cilâladığı tabiî bir hâldi, bir mîzaçtı. Onun kendi kendine daima uygun, rahat ve düzgün, ütülü görünüşü, hiç bir zaman, hiç bir yerinden pot vermemiştir.” (Peyami Safa)

ESERLERİ:

ARAŞTIRMA-İNCELEME: Faust’a Dair Bir Tahlil Tecrübesi (İstanbul 1939), Les Sicience Chez le Tures Ottomans (Paris 1939), Osmanlı Türklerinde İlim (ilk baskı Fransızca, 1939; 2. bas. 1943), Tarih Boyunca İlim ve Din (2 cilt, 1944), Bilgi Cumhuriyet Haberleri (1945), Dur Düşün (1950), Bizans’ta Yüksek Mektepler (1953), Hakikat Peşinde Emeklemeler (1954).

BİYOGRAFİ: Farabî (1947)

DENEME: Bilimin Sarp Yolunda Cüretkâr Adımlar (6. bas., 2003).

ÇEVİRİ: Felsefe Meseleleri (Bertrand Russel’dan, The Problems of Philosophy adlı eseri, 1935).

KAYNAKÇA: İbrahim Alâeddin Gövsa / Türk Meşhurları (1946Halide Edip Adıvar / Doktor Abdülhak Adnan Adıvar (1956), Peyami Safa / Objektif: 6-Yazarlar Sanatçılar Meşhurlar (1976), Yurt Ansiklopedisi (c. 3, 1981), Milliyet Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (c. 1, 1986), Orhan F. Köprülü / TDV İslâm Ansiklopedisi (c. 1, 1988), Kemal Öztürk / İlk Meclis – Belgesel (1999), TBE Ansiklopedisi (2001), Nuran Yıldırım / “Hekim Kimliği ile Abdülhak Adnan Adıvar ve Tıp Tarihi ve Deontoloji Müderrisliği” (Osmanlı Bilimi Araştırmaları, c. VII, s. 55-86, 2006), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) – Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) – Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Bilim Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 2, 2013) – Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).

Hasan Esat Işık kimdir?



Diplomat, si­yaset ve devlet adamı, dış işleri bakanlarından (D. 1916, İstanbul 1916 – Ö. 2 Temmuz 1989, Ankara). Göz hekimi Esat Paşa’nın oğlu­dur. Galatasaray Lisesi’ni ve Ankara Hu­kuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra 1940 yılında Dışişleri Bakanlığı’na memur olarak girdi. 1945’te Paris başkonsolosluğunda görev aldı. Sonraki yıllarda Bükreş büyükelçiliği müsteşarlığı (1951), Cenevre’de Avrupa ofisi daimi delegeliği (1952) yaptıktan sonra Dışişleri Bakanlığı ticaret ve ticari anlaşmalar genel müdürü oldu (1954-1957). 1957’de Dışişleri Bakanlığının genel sekreter yardımcılığına getirildi. 1962’de Brüksel büyükelçiliğine atandı ve Türkiye ile Avrupa Ekonomik topluluğu iliş­kilerini yürüttü.

Hasan Esat Işık, 1964’te atandığı Moskova’da büyükelçi iken, birinci Suat Hayri Ürgüplü hükü­metinde dışarıdan dışişleri bakanlığına getirildi (Şubat 1965 – Ekim 1965). Bakan­lıktan ayrıldıktan sonra tekrar Moskova bü­yükelçiliğine döndü (1966). Atandığı Pa­ris büyükelçiliğinden, bir Ermeni anıtının dikilmesi nedeniyle Fransız hükümetini protesto ederek yurda döndü (1973). Ay­nı yıl siyasete atıldı ve Bursa’dan CHP mil­letvekili seçildi (1973-1980).

CHP-MSP ko­alisyon hükümetinde (Birinci Ecevit hükü­meti) milli savunma bakanı oldu (Ocak 1974 – Kasım 1974), CHP genel sekreter yardımcılığına getirildi. Güvenoyu alama­yan ikinci Ecevit hükümetinde (Haziran 1977 – Temmuz 1977) ve üçüncü Ecevit hükümetinde (Ocak 1978-Ocak 1979) Milli Savunma bakanlığı yaptı. 12 Eylül 1980’den sonra milletvekilliği son buldu ve beş yıl süreyle politika ile uğraşması ya­saklandı. Halkoylamasıyla yasağı kalktı (6 Eylül 1987). Siyasal çalışmalarını Sosyal Demokrat Halkçı Parti’de sürdürdü. 2 Temmuz 1989’da Ankara’da öldü. Hasan Esat Işık’ın özellikle dış politika konularında çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış çok sayıda makalesi vardır.

KAYNAK: Milliyet Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (11. cilt 1986), Sessiz Ama Derin (Zeynep Atikkan’la Cemal. A. Kalyoncu röportajı, Aksiyon, Cemal A. Kalyoncu 22 Mayıs 1999). Hasan Esat Işık Kimdir? (www.nkfu.com, 22.4.2014).

Sabri Ülgener kimdir?


8 Mayıs 1911’de İstanbul Cağaloğlu’nda Gümüşhânevî Dergâhı’nda dünyaya geldi. Baba tarafından dedesi olan Safranbolulu İsmâil Necâti Efendi Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî’nin halifelerindendir. Babası Cumhuriyet döneminin ilk İstanbul müftüsü Mehmet Fehmi Ülgener’dir. Anne tarafından soy ağacının İstanbul’da kök saldığı görülmektedir. Annesi Emine Behice Hanım’ın babası Hasan Sabri Paşa’dır. Ülgener’in ailesi tam bir Osmanlı terkibidir. Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Nazım Hikmet Ran, Mehmet Ali Aybar ve Oktay Rifat Horozcu onun kuzenleridir. Ailesi, dedesi İsmâil Necâti Efendi’nin vefat yılı olan 1919’a kadar dergâhtaki şeyh meşrutasında ikamet etti. İlkokula Divanyolu’nda başladı, ardından İstanbul Sultânîsi’nin (İstanbul Erkek Lisesi) ibtidâî kısmına geçti. Ortaöğretimini bu okulda tamamladı. Tahsili sürerken evde babasından şer‘î ilimleri öğrendi, tasavvufa yakınlık duydu. Arapça ve Farsça yanında yine babasından ta‘lik yazısını meşketti. Babasının ilmiye mensubu arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlere katıldı. Kendi gayretiyle Almanca öğrendi. 1932’de İstanbul Dârülfünunu Hukuk Fakültesi’ne girdi. 1935’te mezun olunca Hukuk Fakültesi İktisadiyat ve İçtimaiyat Kürsüsü’nde asistanlığa başladı. Aralık 1936’da kurulan İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne geçti. Burada Alman hocalarının derslerini, kitap ve makalelerini tercüme etti. Bunlardan Alexander Rüstow’un, Ülgener’in Alman tarihçi okuluna yönelmesinde ve Werner Sombart ile Max Weber’i tanımasındaki etkisi büyüktür. Weber sosyolojisini benimsemesi, Ülgener gibi Osmanlı-Türk kültür değerleriyle yoğrulmuş bir genç için ufuk açıcı oldu; onun bilhassa iktisat zihniyeti sahasında özgün eserler vermesine zemin hazırladı. Farklı kültürel ortamlarda aynı ekonomik uygulamanın benzer sonuçlar vermemesinin ardında yatan gerçeğin ancak zihniyet araştırmalarıyla ortaya konulabileceği hususu onun çalışmalarının çıkış noktasını teşkil etti. Bu noktadan hareketle dinin ekonomi üzerindeki belirleyiciliğini gözardı etmeden Osmanlı iktisadî zihniyet dünyasına açıldı ve 1937’de Yakın Şark Türk İslâm Dünyasının İktisat Ahlâkı ve Zihniyeti başlıklı teziyle doktorasını verdi. 1940’ların başında yayımlanan makaleleriyle kendini gösterdi. İktisat Fakültesi’nde İbrahim Fazıl Pelin, Şükrü Baban, Ömer Lutfi Barkan, Ömer Celal Sarc, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Refii Şükrü Suvla ve Orhan Tuna’dan oluşan kadro içinde yer aldı. Özellikle “İktisadî Hayatta Zihniyetin Rolü ve Tezahürleri” başlıklı makalesi hem İktisadî İnhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri adlı baş eserinin, hem de Türk ekonomik düşünce dünyasını anlamaya dayalı zihniyet boyutunu getirecek diğer çalışmalarının habercisi oldu. Sabri Ülgener, bu çalışmalarında iktisat ahlâkı ile (norm) iktisat zihniyeti (reel) arasındaki uyum veya uyumsuzluğu Weber’den aldığı bakış açısıyla sorguladı. Özellikle belli bir yerde ve sınırları az çok bilinen bir zaman aralığında teorik Batı kaynaklarını kullanarak prekapitalist Osmanlı ekonomisinin Ortaçağ sürecini tahlil etti. Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinden İbrâhim Hakkı Erzurûmî’nin Mârifetnâme’sine, fütüvvetnâmelerden divan şairlerinin dizelerine kadar iktisadî zihniyet dünyasına tanıklık edebilecek kaynaklara nüfuz edip 1951’de İktisadî İnhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri adlı önemli eserini neşretti. Aynı yıllarda “İslâm Hukuk ve Ahlâk Kaynaklarında İktisat Siyaseti Meseleleri”, “Ahmed Cevdet Paşa’nın Devlet ve İktisada Dair Düşünceleri”, “Descartes Rasyonalizmine Bir Bakış” ve “İktisat Felsefesi Tarihinde Werner Sombart’ın Yeri ve Şahsiyeti” başlıklı makalelerini yazdı.

1947-1948 yıllarında Harvard Üniversitesi’nde bulunan Ülgener burada Joseph Alois Schumpeter ve Alvin H. Hansen gibi iktisatçıların seminerlerine katıldı. Schumpeter’den ekonomik analiz tarihi, Hansen’den Keynes iktisadının esaslarını inceleme imkânına kavuştu. 1951’de profesör oldu. Tarihte Darlık Buhranları ve İktisadî Muvazenesizlik Meseleleri adlı profesörlük takdim tezi aynı yıl basıldı. 1954-1956 yılları arasında İktisat Fakültesi dekanlığı yaptı. Dış ülkelerde kongrelere katıldı. 1958’de Yeni Delhi’de sunduğu “İslâm’ın İktisadî Gelişmede Para ve Kredi Meseleleri Karşısında Durumu” başlıklı tebliğinde İslâmiyet’in faizi niçin haram kıldığını irdeledi. 1958-1959 akademik yılında Münih Üniversitesi’nde bulundu. 1964-1965 yıllarında misafir profesör olarak Columbia Üniversitesi’nde ders verdi. Türkiye’ye girişine ön ayak olduğu Keynesçi iktisadı, Alman tarihçi okulunun görüşünde yorumladığı az gelişmişlik olgusuyla birleştiren Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme adlı kitabını 1962’de yayımladı. Çeşitli makaleler yanında AK İktisat Ansiklopedisi’nde elliden fazla madde yazdı. 1960’larda Türkiye’de baş gösteren olaylar münasebetiyle kaleme aldığı “Aydınlar Sosyolojisi” başlıklı yazısında Marksizm’e karşı eleştirel bir çıkış yaptı. 1981’de emekliye ayrıldı. 1 Temmuz 1983’te İstanbul Erenköy’de öldü ve Edirnekapı Şehitliği’ndeki aile sofasına defnedildi.

Sabri Ülgener’in sosyolog kimliğinin en değerli ürünü İktisadî İnhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri adlı eseridir. Daha sonra yayımlanan Zihniyet ve Din ile tamamlanan eserde, Batı Avrupa’da ortaya çıkan kapitalistleşme süreci karşısında Osmanlı ekonomisinin çözülmeye girdiği bir dönemde iktisadî zihniyet dünyasının bir tahlilini yapmıştır. Weber’in, kapitalizmin doğuşunda Protestanlığın üstlendiği role dair düşüncelerinden hareketle Ülgener, farklı bir yerde ve farklı bir zamanda Osmanlı ekonomisinin kapitalizme geçememesinin sebeplerini göstermeye çalışmış; İslâmiyet’in belirlediği iktisat ahlâkı (norm) ile yaşanan hayatı şekillendiren iktisadî zihniyetin (reel) Osmanlı gerçeğindeki muhasebesini yaparken özellikle bâtınî tasavvufun rasyonel bir ekonomik bireyin oluşmasını engellediğini ileri sürmüştür. Ülgener’e göre lonca anlayışıyla üretimde içe kapanan ve katılaşan, en küçük bir yeniliğe sert tepki gösteren bir meslek ve sanat taassubunun teşkil ettiği gelenekçiliğin sağlıklı ve uzun soluklu bir iş organizasyonu ortaya çıkaramayacağı bir gerçektir. Ancak bu zihniyet tüketimi teşvik etmekten geri kalmamıştır. Kendini gündelik iktisadî telâş ve kaygının üstünde tutan Osmanlı bireyi bu davranış biçimiyle ekonominin rasyonalizasyonuna mani olmuştur. Osmanlı fertleri zühd küresinin müntesipleridir; maddenin ekonomik yaptırım gücünün farkına varamayan bu insanlar arasında potansiyel olarak maddeyle hesaplaşmaya hazır kişiler de vardır. Ancak bâtınî tasavvufu reddeden Melâmîler’in meydana getirdiği bu kesim de Osmanlı ekonomisinin kapitalistleşmesini gerçekleştirecek güçten yoksundu. Zira Melâmîler şehirli ve orta sınıfa mensup olmadıkları için zühd küresinden riyâzet küresine geçişi gerçekleştirememiştir.

Ülgener’in Melâmîler’le ilgili fikirlerinin arkasında Weber’in İslâm toplumlarında kapitalizmin oluşmamasına ilişkin görüşlerinin eleştirisi vardır. Weber’e göre önce İslâm’ın ilk taşıyıcılarının savaşçılar olması onun püriten bir ahlâk geliştirmesini engellemiştir. Öte yandan İslâm toplumlarında gelişen iktâ, timar ve zeâmet sistemi (prebendal feodalizm) ataerkil (patrimonyal) yönetim ve bürokrasidir. Dolayısıyla ortaya çıkan zihniyet dünyevî bir riyâzet olmayıp bâtınî mistisizmdir. Sabri Ülgener’e göre ise İslâm Weber’in tahlilinde zincirin en zayıf halkasıdır. Varılan sonuçların çoğu -dağınıklılığı bir yana- acele ve tek yanlı hükümlerden öteye geçmez. Ülgener, Weber’in statik, tek boyutlu ve tek aktörlü bir İslâm tablosu ortaya koyduğunu, İslâm tarihinin ilk yıllarına damgasını vuran İslâm’ın saf ve öz çehresiyle ileriki yılların mahallî çehresi arasındaki ayırıma dikkat etmediğini, ayrıca yaptığı mukayeselerde yeri ve zamanı tam olarak belirtmediğini ileri sürmüştür. Weber’in genellikle “katı ve dört köşe” tesbitler yaptığını vurgulayan Ülgener, İslâm’ın mala mal varlığından ötürü değil kibir ve gurura yol açmasından dolayı mesafeli yaklaştığını söyler. Bu noktada Weber’in İslâm’ı feodal bir din şeklinde gösterirken düştüğü hataya dikkat çeker, İslâm’ın feodalizm ve feodal değerlere karşı mücadelesinin önemini belirtir.

Bu tahlilleri yaparken Sabri Ülgener, alışılagelmiş ultra-amprisist anlayışın dışında bir yol izleyerek Osmanlı iktisadî zihniyet dünyasını aksettiren kayıtları dönemin edebiyat ve sanat ürünlerinde bulmuştur. Onun gerçekleştirdiği zihniyet araştırmalarının ışığında bakılacak olursa Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ulaşan iktisadî mirasın, sergilediği atâlet ve hantal yapıdan kurtulup sağlam ve tutarlı bir iktisadî insan modelinin inşasını Cumhuriyet yıllarına bıraktığı görülür. Sabri Ülgener’in iktisatçı kimliğiyle çağdaş Türk düşüncesinde dikkate değer bir yeri vardır. Keynesçi iktisat politikasının sistemli biçimde Türkiye’ye girişinin öncülüğünü yapmış, Alvin H. Hansen’in etkisiyle makro iktisadın entelektüel bir tabana ulaşmasına katkıda bulunmuştur. Bu alanda yayımladığı eserinde Keynesçi modeli az gelişmiş ekonomiler bağlamında sorguladığı için onun duyduğu rahatsızlığın gerisinde akademik hayata intisabıyla birlikte benimsediği Weber’in etkisi yer alır. Hiçbir zaman kolay yola sapmayan Sabri Ülgener’in akademik titizliği eserlerine yansımıştır. Mutedil Türkçe’nin en güzel üslûbuyla kaleme aldığı çalışmalarında siyasal kaygı ve ekonomik çıkardan uzak, Türkiye’nin meseleleri konusunda sorumlu bir aydın tipini ortaya koymuştur. Eserlerindeki bu dikkat ve hassasiyet kendisine çağdaş Türk iktisat düşüncesinde uzun soluklu bir yer kazandırmıştır.

Eserleri. 1. İktisadî İnhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri (İstanbul 1951; bazı değişiklerle birlikte İktisadî Çözülmenin Ahlâk ve Zihniyet Dünyası adıyla, İstanbul 1981, 2006).

2. Tarihte Darlık Buhranları (İstanbul 1951, 2006; Darlık Buhranları ve İslâm İktisat Siyaseti adıyla, Ankara 1984).

3. İktisat Dersleri (I, İstanbul 1952; II/1, İstanbul 1952).

4. Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme (İstanbul 1962, 1966, 1974, 1976, 1980).

5. Zihniyet ve Din (İstanbul 1981, 2006).

6. Zihniyet, Aydınlar ve İzm’ler (Ankara 1983).

Ülgener’in ayrıca çeşitli bilimsel dergilerde yayımlanan makaleleri ve çevirileri toplu olarak A. Güner Sayar tarafından Makaleler: Sabri F. Ülgener (İstanbul 2006) adıyla neşredilmiştir (yayınlarının toplu listesi için bk. Sayar, Makaleler [İstanbul 2006], s. 676-682).


Fuat Umay kimdir?



Hekim, siyaset ve devlet adamı, milletvekili, bakan (D. 24 Şubat 1885, Kırklareli – Ö. 1963, İstanbul). Babası Mehmet Nuri Bey, annesi ise Seniyye Hanım’dır. Doğduğu dönem, Rumeli’nin günden güne kaybedildiği yıllara rastlar. Bu durum onun hayatı bakışında büyük rol oynayacaktır. İlkokulu ve rüşdiye mektebini doğduğu yer olan Kırklareli’de bitirdi. Edirne İdadisinden ve İstanbul Tıbbiyesi’nden mezun olunca (1910) o dönemde Kırklareli’ne bağlı sonra Bulgaristan sınırları içinde kalan Tırnovacık kasabasına atandı. Kısa sürede halkın sevgisini kazanan Dr Mehmet Fuad, hükümet tabibi olarak burada önce frengi salgınıyla mücadele etmek zorunda kalır.

1912 yılının Eylül’ünde Balkan Harbi sebebiyle bölgedeki bir askeri hastaneye tayin olan Dr. Mehmet Fuad’ın bu görevi askerliğine sayıldı. Harp sonrası 28 Ağustos 1913’te memleketi olan Kırklareli Belediye Tabipliği’ne getirildi. Doktorluk mesleğini ifa ederken halkla da sıcak ilişkiler kurdu, yeni bir balkan savaşı tehlikesine karşı Müdafaa-i Milliye Kırkkilise Şubesi’nin kurulmasına öcülük edenler arasında yer aldı. Mondros Mütarekesi’nden sonra, 1919’da Bolu Hükümet Tabipliği’ne atandı. Burada da doktorluk mesleğinin gereği olarak halk ile yakın ilişkiler kurdu, halkın sağlık sorunlarıyla ilgilenmesinin yanı sıra Bolu Musiki Cemiyeti’nin kurulmasına öncülük etti. Bu dönemde Damat Ferit Hükümeti’ne karşı çıkarak Bolu Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşunu sağlayan çalışmalar yaptı.


Büyük Millet Meclisi kurulunca 1 Nisan 1920 tarihinde Dr. Mehmet Fuad Bolu vekili olarak seçildi.1922 yılında Bolu milletvekili iken iki dönem Sıhhiye Vekaleti vekilliği ( Sağlık Bakanlığı ) görevlerini üstlendi. Bolu milletvekilliğinin son günleri onun meşhur Amerika seyahatine rastlamıştır. 1923-1950 yılları arasında yapılan tüm milletvekili seçimlerine Kırklareli’nden girdi ve kazandı.

Bu dönem onun vekilliğinin en verimli; bugünkü manada sivil toplum kuruluşlarının ilk nüveleri sayılan cemiyetçilik faaliyetlerinin en yoğun olduğu yıllar olacaktır. Milletvekilliği döneminde pek çok kanun teklifi ve sual takriri (soru önergesi ) vermiş, bunların arasında en

Himaye-i Etfal Cemiyeti ve çocuklar hakkında verdiği kanun teklifleridir. Bir diğer önemli teklifi ile doğduğu şehrin (Kırkkilise) adı Kırklareli olarak değiştirilmiştir. 17 Mart 1917 yılında İstanbul’da kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin Kırklareli Şubesi’ni kurdu.

Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin adı daha sonra bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından değiştirilerek Çocuk Esirgeme Kurumu oldu. Soyadı kanunuyla kendisine, eski Türk tarihinde “Çocukların koruyucusu kutsal ruh” anlamına gelen “Umay” soyadı Mustafa Kemal Atatürk tarafından verildi.

Bolu Milletvekilliğinin son dönemlerine rastgelen 1923 yılında, Himaye-i Etfal Cemiyeti yararına yazışmalar yapan Dr. Mehmed Fuad’ın çabaları sonucu, ABD’de kurulu olan Türk Tevaün Cemiyeti’nce savaşta yetim kalan Türk çocuklaırnın vaziyetini anlatmak ve yardım toplamak gayesi ile, TBMM’nin 21 Mart 1923 tarihindeki oturumunda 5 ay süreyle Amerika gezisi için izinli sayılmasına karar verildi. Beraberindekilerle 31 Mart 1923 günü vapurla Fransa’dan ABD’ye gitti. New York, Detroit, Chicago, Philederphia gibi 19 ABD kentinde Türk Tevaün Cemiyeti tarafından tertiplenen Himaye-i Etfal cemiyeti yararına gecelere katıldı. Bu gecelerde 85.072 dolar yardım toplandı.

Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin (Çocuk Esirgeme Kurumu) kurulmasına öncülük eden Dr. Mehmet Fuad Umay’ın çeşitli gazetelerde ve dergilerde yayınlanmış makaleleri bulunmaktadır. Özellikle Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin yayını olan “Gürbüz Çocuk” dergisindeki yazıları önemlidir. Yazdığı kitaplardan ilki Osmanlıca kaleme alınmış, daha sonra Latin harflerine çevrilen 1927 İstanbul basımlı “Amerika’da Türkler ve Gördüklerim” isimli kitabıdır. Diğer eseri ise parlamenter hayattan ayrıldığı 1950 yılında Ankara’dan yayımladığı “Seçmenlerimle Başbaşa” isimli kitabıdır. Bu kitap 1920-1950 yıllarına ait milletvekilliği dönemlerini anlatan, bunu yaparken de seçmenine zaman zaman hesap veren samimi br dille yazılmış bir siyasetname olma özelliği taşır.

1914 yılında Mediha Hanım ile yaptığı evliliğinden Mübeşşer ve Esin adında iki kız çocuğu; Turhan ve Tunç isimli iki de erkek çocuğu bulunan, İstiklal madalyası sahibi Dr. Mehmet Fuad Umay, 1963 yılında İstanbul’da vefat etti, Zincirlikuyu kabristanında toprağa verildi.

61 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

留言


bottom of page