top of page
  • Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Vedat Türkali, Ali Faik Cihan


Bugün 29 Ağustos. Yazar, senarist, şair Vedat Türkali'nin ve sosyalist yargıç, yazar Ali Faik Cihan'ın ölüm yıldönümü.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.




Fotoğraf: Okan Özer/AA

Yazar, senarist, şair Vedat Türkali, 97 yıllık ömründen geriye çok sayıda eser, koca bir mücadele ve İstanbul'a verilen bir söz bıraktı: Bekle bizi!

Türkiye sosyalist hareketinin çınarı ve edebiyatın direniş kalemi olarak kabul edilen usta yazar ve sinema emekçisi Vedat Türkali; senarist, şair ve roman yazarıydı. 2016’da Yalova’da hayata kapadığı gözleri, 97 yıl boyunca çok şey görmüş, görmeyen gözlere de çok şey göstermişti. Onlarca senaryosu bulunan Türkali, senaryolarına ve romanlarına cumhuriyetin her dönemine ettiği tanıklığın izlerini taşıdı. Bir Gün Tek Başına ve Mavi Karanlık gibi romanları Türkiye edebiyatının en büyük eserleri arasında yer alan Türkali, Türkiye’nin ilk politik işçi filmi Karanlıkta Uyananlar filminin de senaryo yazarıydı. İlk gençlik yıllarından itibaren yaşamının her döneminde politik bir kişi olan Türkali, TKP'nin eski üyelerindendi. Karakterlerinde Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli hatta Kemal Tahir gibi isimlerin yaşam ve söylemlerinden aktarımlar yaptı. Vedat Türkali, 1942’de evlendiği eşi Merih Pirhasan’la 31 Ekim 2013’te vefat edene kadar birlikte yaşadı. 1944’te doğan kızı Deniz Türkali oyuncu ve 1951’de doğan oğlu Barış Pirhasan kendi gibi senarist, yönetmen, şair ve yazar olacaktı. Vedat Türkali, 29 Ağustos 2016 tarihinde Yalova Devlet Hastanesi'nde 97 yaşında hayata veda etti.

DOĞUMU VE GENÇLİĞİ: YER SAMSUN, 1919’UN MAYISI Vedat Türkali, asıl adıyla Abdulkadir Pirhasan, 13 Mayıs 1919’da Samsun’da Kürkçüoğlu Mahallesi’nde doğdu. Vedat Türkali’nin ilk soyadı Demirkan’dı ama Pirhasanoğulları'ndan geldiği için 1950'li yıllarda mahkeme kararıyla Pirhasan soyadını aldı. Ancak eserlerini Vedat Türkali takma adı ile yazdı. Vedat Türkali, ilkokul, ortaokul ve liseyi Samsun’da okudu. Samsun Lisesindeki öğrenimin ardından İstanbul’a giderek askeri öğrenci olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden 1942 yılında mezun oldu. Aynı yıl eşi Merih Pirhasan'la evlendi. İSTANBUL ŞİİRİ NASIL YAZILDI? Salkım salkım tan yelleri estiğinde Mavi patiskaları yırtan gemilerinle Uzaktan seni düşünürüm İstanbul Binbir direkli Halicinde akşam Adalarında bahar Süleymaniyende güneş Hey sen güzelsin kavgamızın şehri Bu dizelerle başlayan İstanbul şiirinin şairi Vedat Türkali, şair olduğunu söylemekten imtina etti. Bir söyleşisinde, “Ben şiirden çok iyi anlarım. Çok da kullanırım. Ama şiiri anlamak başka bir şeydir, şair olmak başka… Nazım varken, Yahya Kemal varken insan şiirden ürker” sözleriyle neden kendine şair demediğini anlattı. Vedat Türkali, “Bekle Bizi İstanbul” adıyla bilinen “İstanbul” şiirini hiç gelmeyecek bir yoldaşını beklerken, Konya Akşehir’de yazdı. Hakan Güngör, Evrensel’de yayınlanan “Vedat Türkali’nin yumruğu yalnızca yazı yazmak için indi” başlıklı yazısının bir bölümünde şiirin yazıldığı koşulları anlatmıştı. Mücadele için bekleyiş, doğum yapacak eşine ve İstanbul’a özlem ona Akşehir’de “İstanbul” şiirini yazdırmıştı. Güngör, Vedat Türkali’nin ölümü ardından yazdığı yazıda “Vedat Türkali öldü diyorlar, pek emin değilim. 'Bir Gün Tek Başına' ölmezken, 'Mavi Karanlık' ölmezken, 'İstanbul' şiiri ölmezken Türkali ölür mü?” demişti.

YÜZYILIN ORTASINDA CEZAEVİ İLE TANIŞTI Vedat Türkali, üniversite eğitimi ve evliliğinin ardından öğretmen subay olarak o dönem Konya, Akşehir’de olan Maltepe Askeri Lisesi'nde ve İstanbul Kuleli Askeri Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. 1951'de siyasi eylemleri sebebiyle tutuklandı, 9 yıl ceza aldı, 7 yıl sonunda koşullu olarak serbest kaldı. 1958’de cezaevinden çıktığında işsizdi. Cumhuriyet gazetesinde düzeltmenlik yapmaya başladı. Bu işi onun “Yeşilçam Dedikleri Türkiye” adlı romanını yazmasına da vesile olacaktı. Romanda, adını vermeden gazetenin yöneticisi Nadir Nadi Abalıoğlu’yu eleştirince Cumhuriyet gazetesindeki işinden oldu. BİR GÜN TEK BAŞINA VE GÜVEN Türkali, Rıfat Ilgaz ile beraber “Gar Yayınları” adlı yayın evini kurdu. Daha sonra Yılmaz Güney ile tanıştı. Onun yüreklendirmesi ile 1960 yılında “Dolandırıcılar Şahı” ile senaristliğe başladı. Senaryosunu yazdığı onlarca filmde toplumsal sorunlara değindi ve gerçekçi bakış açısını elden bırakmadı. Vedat Türkali asıl ününü 'Bir Gün Tek Başına' adlı romanıyla duyurdu. Türkali eserinde, 27 Mayıs öncesindeki Türkiye aydınlarının bunalımını yansıttı. Türkiye Yazarlar Sendikası ve Barış Derneği yöneticilik ve üyeliklerinde bulundu. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Aydınlar Dilekçesi ve Barış Derneği'nin davalarından yargılandı. 90’lı yıllarda yaşadığı Londra’da “Güven” adlı romanını yazdı. Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) tarihçesi niteliğinde kaleme alınan Güven'in ilk adımları 1956 yılında Türkali cezaevindeyken atılmıştı. Fatih Polat, Vedat Türkali’nin romancılığını Bir Gün Tek Başına ve Güven üzerinden anlattığı yazısında şöyle diyor: “Vedat Türkali romancılığı 1974 yılında okurla buluşan ilk kitabı ‘Bir Gün Tek Başına’ ile güçlü bir çıkış yapar. 31 yıl sonra basılan ‘Güven’ ise, yazarın ağır bir emek süreci sonunda kaleme aldığı romanıdır. Diğer romanları da okurda özgün bir tat bırakır ancak onun romancılığında bu iki romanın yeri ayrıdır.” SİNEMA KUŞAĞI, TELEVİZYON KUŞAĞI Vedat Türkali, kimi için “Bekle Bizi İstanbul” şiirinde, “Tophanenin karanlık sokaklarında/Koyun koyuna yatan” çocukları anlatan şairdir. Kimi için, Günsel ve Kenan’ın aşkının romanı Bir Gün Tek Başına’yı kaleme alan büyük yazardır. Kimi içinse, Karanlıkta Uyananlar’ın senaristidir... Yukarıdaki cümlelerle anlatıyor Şair Ayşegül Tözeren Vedat Türkali’yi Evrensel’de yayınlanan yazısında. Tözeren, Türkali’nin sinemayla ilişkisini anlattığı yazıya şöyle giriş yapmıştı: Yazar, sinemayla ilişkisini anlatırken, kendi kuşağını, “sinema kuşağı” olarak adlandırmayı seçiyor, bir sonraki kuşağıysa “televizyon kuşağı”… Televizyonu sinemanın evlere sızması olarak niteliyor Türkali… Kitap okuma oranlarının düşük olduğu Türkiye’de, tanınırlığını büyütenin sinema olduğunun da farkında: “İyi satan kitaplar bizde on binlerle ölçülür; sinemanın ise on bir milyon seyircisi var. Hem de çoğunlukla abece’yi bile sökemeyenlerden.” Sinema kuşağının senaristi Vedat Türkali “O ŞEHİR ZAFER ŞARKILARINI YİNE DE BEKLEYECEKTİR” Nuray Sancar... Vedat Türkali’yi ölümünün ardından Evrensel’de anlatan kalemlerdendi. “Ölümüne kadar geçen, neredeyse bir asırlık zaman içinde Türkiye’nin dönüm noktalarının, siyasal çatışmaların, sosyal ilişkilerdeki değişimin ve bütün bunların dünyadaki altüst oluş süreçleriyle ilişkisinin edebiyat için muazzam bir kaynak olduğunu en iyi bilen entelektüellerden biri olarak sahip olduğu şansı sonuna kadar kullandığı söylenebilir” diyordu Sancar “Boşuna çekilmedi bunca acı, bekle bizi!” başlıklı yazısında. Şu cümlelerle son buluyordu yazı: Biz’dir Vedat Türkali. Tophane’nin karanlık sokaklarındaki kirli çocukların, 15-16 Haziran destancısı işçilerin, örgütünü arayan militanların, Kürtlerin, öteki ezilenlerin; itilip kakılanların adına söylemiştir ne söyleyecekse.Bilir; boşuna çekilmemiştir bunca acı. O şehir/ülke şimdi haramilerin elindeyse bile, orada, mavi patiskaları yırtan gemileriyle “kavgamızın şehri” zafer şarkılarıyla geçişimizi bekleyecektir.Vedat Türkali’yi kaybetmiş olabiliriz; ama o şehir zafer şarkılarını yine de bekleyecektir. “Süleymaniye’de güneş” kaybolmayacaktır.Çünkü miras bizdedir usta. Boşuna çekilmedi bunca acı, bekle bizi! ONLARCA SESİN YÜZ BİNLERCE SESE KATTIĞI ŞARKI: BEKLE BİZİ İSTANBUL Türlü edebi ve politik nedenlerle bu Vedat Türkali derlemesinin pek çok yerinde geçen İstanbul şiiri Onur Akın tarafından bestelenmiş, 1994’te yine Onur Akın’ın kurduğu Grup Baran tarafından hazırlanan Yediveren albümünde yer almıştı. “Tophanenin karanlık sokaklarındaKoyunkoyuna yatanKirli çocuklarınla bekle biziBekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi” sözleri 12 Eylül darbesince ezilmeye çalışılan, 90’larda yeniden fışkıran toplumsal mücadelenin şiarlarından olmuştu. Aynı yıllarda Edip Akbayram tarafından da seslendirilen şarkı, “Haramilerin saltanatını yıkacağız” diyenler için etkisini hep sürdürdü. Şarkı, Yönetmen Kazım Öz’ün Bahoz Filminde Vedat Yıldırım’ın yeniden uyarlaması ile seyirci ile buluşmuştu. “Bekle Bizi İstanbul”, Ferhat Tunç’tan Sevinç Eratalay’a, İlkay Akkaya’dan Birol Topaloğlu’ya, Kardeş Türküler’in çok sesli korosuna kadar onlarca ses tarafından yeniden yeniden hayat buldu. Büyük Çınar’ın “Bekle dinamiti tarihin/Bekle yumruklarımız/Haramilerin saltanatını yıksın/Bekle o günler gelsin İstanbul bekle/Sen bize layıksın” diyerek verdiği müjde böylece onlarca sesten yüz binlere, milyonlara ses oldu. VEDAT TÜRKALİ’NİN ESERLERİ Romanları: 1974 - Bir Gün Tek Başına 1983 - Mavi Karanlık 1986 - Yeşilçam Dedikleri Türkiye 1989 - Tek Kişilik Ölüm 1999 - Güven (2 cilt ) 2004 - Kayıp Romanlar 2009 - Yalancı Tanıklar Kahvesi 2014 - Bitti Bitti Bitmedi Vedat Türkali’nin Filmleri: Yönetmen : 1965 - Sokakta Kan Vardı (Sinema Filmi) 1972 - Kopuk (Sinema Filmi) 1972 - Korkusuz Aşıklar (Sinema Filmi) Senaryo : 1960 - Dolandırıcılar Şahı (Sinema Filmi) 1961 - Allah Cezanı Versin Osman Bey (Sinema Filmi) 1961 - Kızıl Vazo (Sinema Filmi) 1961 - Otobüs Yolcuları (Sinema Filmi) 1961 - Seni Kaybedersem (Sinema Filmi) 1961 - Tatlı Bela (Sinema Filmi) 1962 - Belalı Torun (Sinema Filmi) 1962 - Bir Gecelik Gelin (Sinema Filmi) 1962 - Şehirdeki Yabancı (Sinema Filmi) 1962 - Üç Tekerlekli Bisiklet (Sinema Filmi) 1962 - Ümitler Kırılınca (Sinema Filmi) 1964 - Ayrılan Yollar (Sinema Filmi) 1964 - Duvarların Ötesi (Sinema Filmi) 1964 - Erkek Ali (Sinema Filmi) 1964 - Karanlıkta Uyananlar (Sinema Filmi) 1964 - Kızgın Delikanlı (Sinema Filmi) 1965 - Sokakta Kan Vardı (Sinema Filmi) 1972 - Kopuk (Sinema Filmi) 1972 - Korkusuz Aşıklar (Sinema Filmi) 1972 - Malkoçoğlu Kurt Bey (Sinema Filmi) 1974 - Bedrana (Sinema Filmi) 1975 - Kara Çarşaflı Gelin (Sinema Filmi) 1977 - Güneşli Bataklık (Sinema Filmi) 1979 - Üç Film Birden 1984 - Eski Filmler 1986 - Fatmagül'ün Suçu Ne (Sinema Filmi) Eser: 1975 - Bir Gün Mutlaka (Sinema Filmi) 1986 - Fatmagül'ün Suçu Ne (Sinema Filmi) 2010 - 2011 - Fatmagül'ün Suçu Ne? (TV Dizisi) Şiir: 1979 - Eski Şiirler Yeni Türküler Oyun: 1971 - 141. Basamak 1976 - Bu Ölü Kalkacak 1985 - Dallar Yeşil Olmalı Anı: 1985 - Bu Gemi Nereye 1989 - Savunmalar 2001 - Komünist VEDAT TÜRKALİ'NİN ALDIĞI ÖDÜLLER 1965 - Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Senaryo Ödülü, Karanlıkta Uyananlar 1970 - TRT Oyun Ödülü (Dallar Yeşil Olmalı) 1974 - Milliyet Yayınları Roman Yarışması Birincilik Ödülü- 'Bir Gün Tek Başına' adlı romanıyla 1976 - Orhan Kemal Roman Armağanı 1977 - Altın Portakal Film Şenliği en iyi senaryo ödülü, Kara Çarşaflı Gelin 2016 - Beyaz Martı Edebiyat Onur Ödülü'ne layık görüldü.

NOT: Ünlü yazar Vedat Türkali ile vefatından kısa süre önce BRT Yayın Grubu Genel Yönetmeni Alâettin Bahçekapılı'nın yaptığı oylumlu, kapsamlı, önemli söyleşinin haberi için sayfalarımıza bakınız...


Ali Faik Cihan kimdir?


Sosyalist hakim' Ali Faik Cihan: Kibriti çakmak benzini tutuşturmak!

Büyük usta, toplumcu hakim Ali Faik Cihan çok zeki ve çalışkandı. Halkçıydı. Sosyalist idi. İnatçı ve ısrarlıydı. Hakim oldu. Ama hukuk düzeni ona hakim olamadı. Renksiz, kokusuz bir yargı camiasının içinde bir an kibriti çaktı ve benzini tutuşturdu…


“Gelenekten geçmişe süzülüp giden zaman ile birlikte kuvvetimiz, gücümüz sessiz bir nehir gibi boşuna akıp gitmektedir… Yapılacak iş çok kolay. Kibriti çakmak benzini tutuşturmak…” Ali Faik Cihan

Türkiye yargı tarihinin her açıdan müstesna ismi Ali Faik Cihan, nam-ı diğer “Sosyalist Hakim”, 29 Ağustos 2002’de 76 yaşındayken İstanbul’da vefat etti. Her açıdan pek az bulunur bir ısrar ve sebat ile ilmek ilmek örmüştü hayatını ve onun ölümüyle bıraktığı mirası ve dahi boşluğu yeniden ve yeniden hatırlamak için nedenlerimiz her geçen gün daha da çoğalıyor. Bir defa baskı ve zulüm karşısında yargının en uslanmaz ve iflah olmaz çocuklarından birisi ve birincisiydi Ali Faik Cihan. Yükselmek ve terfi etmek üzerine kasten inşa edilmiş bir yargıçlık mesleğinin içinde defalarca tutuklanma, yargılanma ve sürgünler yaşayarak bir “bürokrat” olarak hayatını bir “antik şiir”e dönüştürmüştü. Belliydi ki Türkiye’de yargıçlık bir “meslek” değil “mesleksizlik” hali olarak kurulmuştu ve bunun da egemenler açısından gayet mantıklı ve tutarlı gerekçeleri vardı. O ise Türkiye yargısında bir tragedya ozanı olarak var kalmayı tercih etti. Kasten ve taammüden... Onun müstesnalığı sadece buradan gelmiyor. Ali Faik’in Türkiye yargısının okuryazarlık tarihinde de yeri özeldir ve hâlâ aşılamamıştır. Cumhuriyetin hukukçu geleneğindeki “mevzuat” temelli düşünce rutinlerini toplumsal ve siyasal analizlerle politiko-juridik bir temele doğru taşımıştır o. Cumhuriyet hukukçularının sığ dünyası onun toplumsal ve politik bağlamlı müdahaleleri ile ilk büyük bozulmayı yaşamıştır. O da kasten ve taammüden… KARADENİZ'İN ASİ HAKİMİ Ali Faik Cihan 1926 yılında Rize’nin Fındıklı ilçesinin Meyvalı köyünde doğdu. Bu coğrafi kader toplumsal düzlemde şu demekti o vakitler: Özgürlüğüne düşkün, silaha meraklı ve gündelik dili politikleştirme yeteneği yüksek, ya da her tür yüksek politikayı gündelik dile taşımak becerisine sahip olmak… Ali Faik’in hayatının ilerleyen dönemlerinde de bu karakter özelliklerini birer birer şahit olacağız zaten. İlk gençlik ve üniversite döneminde santral memurluğundan sekreterliğe kadar çok çeşitli işler yaptı Ali Faik. TKP gençlik kollarında da çalıştı. Ankara Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra hakimlik sınavını kazandı. Fakat TKP gençlik kolları üyeliği gerekçe gösterilerek mesleğe alınmadı ve 1955 yılında Adalet Bakanlığı'na karşı Danıştay’da dava açarak kazandı. Mesleğe başlaması bu nedenle 1958 gibi geç bir dönemde gerçekleşti. Türkiye yargısının Ali Faik’i kendisine yakıştıramaması manidardır. Nitekim sabit bir yere de sığdıramamıştır. Ovacık'ta başladı hakimliğe ve Alucra’dan sonra sürgünle Akçaabat’a tayin edildi. YARGIDA YENİ BİR YOL Ali Faik’in mesleki süreci, Türkiye yargısının iki büyük devlet hizbi arasındaki ilk büyük kapışmasının yaşandığı bir dönem olmuştu. 1954-1961 süreci 1926 İstanbul Barosu baskınından itibaren kendi ideolojik ve endüstriyel egemenliğini kurmuş Cumhuriyetçi hukukçuluk ile 1940’lardan itibaren kendi kozasını ören muhafazakar hukukçuluk arasında bir kadro savaşı olarak yaşanıyor ve bu iki büyük gücün çıkarlarının ideolojik düzeyde karşılaştığı bir mücadele meydanı özelliği sergiliyordu. Bugünün çatışmalarının mikro sahalarından birisi de işte bu dönemdir. Ali Faik 1955’de Demokrat Parti'nin yargıyı Cumhuriyetçi hukukçuluktan alma ve işgal etme eğilimine karşı başlattığı mücadelesini 1965’lere doğru Cumhuriyetçi hukukçuluğun mahfillerine kadar genişletti ve hukukçuluğun içinde yeni bir politik ve hukuksal yol hattı doğmuş oldu. Ali Faik Cihan bu anlamda bir ilk “kurucu” olmanın onurunu taşıyor. Türkiye hukukunda ve yargı tarihinde kurucusu olduğu ekol onun en bağlı olduğu adlandırmasıyla “toplumcu hukuk” olarak çağrılabilir. Ali Faik girdiği her işte kendi bağımsızlığında ısrar ederken içeriden ve etkili diyaloglar geliştiriyor, yoğun okuma faaliyeti gerçekleştiriyor, ama edindiği her bilgiyi sadece kendisinde kalmayacak bir politik dolaşımın içine taşıyordu. “Acı ama Gerçek” kitabı 1960 darbesinin hemen ertesinde bu sahici ve samimi karakterinin bir sonucu olarak doğdu. Acı ve üzüntü verici bir yoksulluk gözlemlerinin ardından bir kalkınma, adalet ve hukuk atılımı bekliyordu o dönemde Ali Faik. 61 darbesinin ardından birinci ve ikinci cumhuriyet kavramsallaştırmasını takip ederek “ikinci cumhuriyet” kavramsallaştırmasını, Türkiye’nin toplumsal dönüşümlerini temel alan bir tarihsel anlayış ile ortaya koymuştu. Onu göre “birinci cumhuriyet” bir “kişiler cumhuriyeti” idi. Çünkü “onu yönetenlerin damgası”nı taşıyordu. İkinci Cumhuriyetin ise kapsamlı bir toplumsal, kurumsal ve hukuksal dönüşüm hedefini ortaya koyması gerekiyordu. Esas olarak da “toplumcu” olması gerekiyordu.

SOSYALİST TÜRKİYE 1961 yılında basılan bu kitabından sonra onun politik tekamülünü gösteren “sosyalist Türkiye” kitabını 1965 yılında yayınlayacaktır. “Acı ama gerçek” kitabı ile “Sosyalist Türkiye” kitabı arasındaki dört yıllık süreç Türkiye solu açısından gelenekten koparak bağımsız varlığıyla belirginleşme ve bir “yeni yol” inşası sürecidir. Hem gelişmeleri hem de aktörleri ile son derece verimli ve öğreticidir. Ali Faik’in yaşamı bu dönüşümü anlamak açısından da öğreticidir. 1960’lardaki TİP’in yükselişi, Gençlik, işçi ve köylü hareketlerinin doğuşu Cumhuriyetçi hukukçuluğun içindeki gerilimi de artırmış ve gelenekçi, milliyetçi ve toplumcu bölünmeler içinde kendine yeni bir yol aramaya başlamıştı. Bundan dolayı Ali Faik’in 1961’deki “ikinci cumhuriyet” talebi 1965’de artık “Sosyalist Türkiye” olacaktır. Kitap yayınlanır yayınlanmaz toplatılır.


Cumhuriyetçi, milliyetçi ve muhafazakar hukukçuluk mahfilleri neredeyse birleşmiş haldedirler. Zamanın Hakimler Kurulu Ali Faik’e meslekten el çektirir. Ayrıca Trabzonda kitaptan dolayı yargılanıp 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılır. Buna karşılık temyizle gittiği Yargıtay da karar bozulur ve Ali Faik yeniden mesleğine döner. Bu kez de Akçaabat’a sürgün edilmiştir. 'TİTREK HAMSİ HÜCRESİ' Ali Faik’in bu süreçte Trabzon'da olması Zülfü Livaneli’nden Ataol Behramoğlu’na ve Hasan Cemal’a kadar birçok ismin içinde yer aldığı özel bir “cemiyet”in teşkilini de sağlamıştı. Burada doğan arkadaşlar çevresi sonradan Türkiye yargı tarihinin en trajikomik örgüt yargılamasının da sebebini teşkil ediyordu. Şizofren bir öğretmenin sayıklamalarını rapora dökmesi sonucu Trabzon’daki bu arkadaş cemiyeti 1971 darbesi sonrası “titrek hamsi hücresi” olarak gözaltına alınmıştı. Ali Faik böylece 1971 darbesinde de tutuklandı ve cezaevinde yattı. 1950’lerden itibaren Ali Faik’in hayatı bir Türkiye yangınının içinden yürüyerek geçmekle ifade edilebilir herhalde ancak.


Emekli olduktan sonra da politik hayatı gibi düşünce hayatı da devam etti. Sosyalist mücadelesini avukat olarak da yürüttü. Maalesef bir anı kitabı yazmadı. Eğer Ali Faik Türkiye’de bir hakim olarak yaşamasaydı varlığına ve bunları yapabileceğine inanmak gerçekten zordu. Bildiğimiz anlamıyla bir “bürokrat”ın böyle antik bir hikayenin kahramanı olmasını, kalbini bir an bile uzun, mutlu ve refah içinde bir mesleğe feda etmemesine şaşırıp kalmazdık… Büyük usta, toplumcu hakim Ali Faik Cihan çok zeki ve çalışkandı. Halkçıydı. Sosyalist idi. İnatçı ve ısrarlıydı. Hakim oldu. Ama hukuk düzeni ona hakim olamadı. Renksiz, kokusuz bir yargı camiasının içinde bir an kibriti çaktı ve benzini tutuşturdu… Biz hâlâ onunla ısınıyoruz… Nur içinde yatasın büyük usta…

Kaynak: GazeteDuvar, 30 Ağustos Perşembe 2018

Orhan Gazi Ertekin

Demokrat Yargı Eşbaşkanı


73 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page