top of page
Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Torun-Babaanne yazısı: 'İstanbul-Kore hattı...'


CanayAkın Akın - Nebahat Akın yazısı...



İYİ Kİ DOĞDUM…

TEŞEKKÜRLER ANNE… TEŞEKKÜRLER BABA…



Hayatıma dokunanlara ve hayatına dokunduklarıma sevgiyle...


Sancıyla, sevinci aynı anda yaşayan annelere…


Yarın 1 Şubat! İlk çocuk... İlk torun... CANAYAKIN...


Ağladım güldüm, canım yandı evet, ama sayenizde güzel insanlar tanıdım. Teşekkürler Annem... teşekkürler Babam...


İLK YAŞAM...

Anne karnında bir yaşam... tam 9 ay 10 gün... Her geçen gün yavaş yavaş büyüyor, gelişiyordum. Hep uyuyordum... Derken duyduğum sesleri algılamaya başladım. Bazen sesler yükseliyor, ne olduğunu bilemediğimden korkuyor, üzülüyor uykularım kaçıyordu. Ama beni sevip de benimle konuştuklarında hoşlanıyor, küçücük odamda sevinçle dolaşıp duruyordum. Göbek bağıyla annemin yediklerine ortak oluyor, yaşantıma devam ediyordum. Annemin kokusunu tanıyor çok seviniyor, ‘benimdir’ diyerek ona sarılıyor, coşuyordum.


İlk sesler arasında, babamın sesini de tanıdım. Babamın eve gelişi bana mutluluk veriyordu. Babam, annemi kucaklıyor beni de okşayarak, “nasılsın, büyüdün mü” diye benimle konuşuyordu. Hemen bütün gün müzik dinliyordum, klasik müzik iyi gelirmiş diye duymuşlar besbelli; haklı olduklarını onaylıyorum… Birlikte dinlerken mutluluk tekmeleri savuruyordum, annemin karnına... Annem, mutlu olduğumu tekmelerimden anlıyor, küçük odamda dolaşırken onun da mutlu olduğunu seziyordum.


Ben hayatımdan memnun, mutlu mutlu yaşantıma devam ederken evin içinde anlam veremediğim bir telaş başladı. …bebek gelecekmiş. Konuşuluyor, harıl harıl hazırlıklar yapılıyor. Uyuması için beşik, dikkat çeken oyuncaklar, banyo küveti, küçük küçük kıyafetler, yüzünü tırmalamasın diye eldivenler, çorap patik bebek bezleri... bi de hastaneye götürmek için ayrı bir valiz hazırlandı.

Bebek hastaneden mi gelecek bilemiyorum. Bu ne haldir, bu telaş nedir? Kim gelecek? Anladığım kadarıyla, gelen oğlan bebek herhalde, bazen de oğlumuzun adı ne olsun seslerini duyuyorum... Karar vermek zor olsa da, babam, eskiden beri düşündüğü, CANAY dedi. Adı soyadıyla birleşince bir anlam kazanır diyerek adı CANAYAKIN olsun diye karar verdiler. Söz aramızda, ben de sevdim bu adı. CANAYAKIN hoş bir seda...


Son günlerde bizim evimiz hep telaşlıydı... Gene telaş içinde ZEYNEP KAMİL Çocuk Doğum Hastanesine gidildi. Bebek irice olduğu için sezeryanla doğum kararı verildi.

Doktor Karsel Figen Ertekin, tam saat 15:20’de beni çekti yerimden, hızla. Ölüyorum sandım, beni almayın buradan ben küçücük odamda çok mutluyum, ölmek istemiyorum, beni almayın buradan... diye çığlık çığlığa bağırmaya başladım. Doktor beni sarıp sarmalayıp annemin koynuna bıraktığında, hâlâ o güzel yaşantımdan kopardınız diye avaz avaz çığlıklar atarken, annemin kokusunu duydum... Kokusunu tanıdığım annemin memesini emmeğe alışırken rahatladım... Uyumuşum...”


Sarıl memeye/uyu da büyü.../CanayAkın bebek.



İKİNCİ DOĞUŞUM…

Okul yaşım geldi. Annem, babam elimden tuttu, okula gidiyoruz. Onlar gibi ben de seviniyorum, sevinçliyiz. Okulun ne olduğunu anlattıkları kadar biliyordum. İlk eğitimime mahallemizdeki Sağlık Meslek Lisesi Anaokulunda, benim için “pembe okul”da başladım. Öğretmenimizin sıcak davranışı, cıvıl cıvıl neşeli çocuklarla bir arada olmak, birlikte oynamak, gülmek, yemeklerimizi bir arada yemek beni bağladı ve okuldan çok hoşlandım. Evim annem, babamla yaşamak güzeldi, ama nedense okuldaki zaman hiç bitmesin istiyordum. Gene birlikte resim yapmak, şarkılar söylemek, şiirler öğrenmek, oyunlar oynamak, arkadaşlarımla birlikte olmak isterim… Anaokulum ve çocukluğumu artık bulamayacağım ve anılarımda yaşatacağım daima...


Sonra gene mahallemizdeki ATA İLKOKULU ve 4 + 4 + 4 ile ortaokulla birleştirilmiş yeni bir sistem… Öğretmenlerimiz de bu konuya yabancı, belli bir kurs almamışlar… Bilinmez bir sona doğru gidiyoruz. Cem Karaca’nın, bir şarkısında “bindik bir alamete/ gidiyoz kıyamete” dediği gibi, bilinmedik bir eğitim yolu...


Ama olsun, gene sayenizde ikinci kez doğdum. Bu yeni okulumda ve çevremde güzel insanlar tanıdım... Güldüm... Sevdim... Teşekkürler anne... Teşekkürler baba...

Arkadaşlarımı sevdim sevildim, oynadım güldüm, kavga ettik... küstük, barıştık. Her yıl bir yaş büyüdüm, bir sınıf yükseldim. Yükseldikçe daha çok şey öğrendim, boyum uzadı, bilgilerimiz arttı. Doğruyu yanlışı ayırt etmeye başladım. Olayları, olanları gördükçe gücü elinde tutanlarla hayatı yaratanların arasındaki farkı fark ettim. Gazete, dergi, kitaplar yönümü bulmaya yardımcı oldular.



Bugüne kadar yaşadıklarımdan öğrendiğim kadarıyla, insanlar eleştirebilecek birini bulabiliyorsa, kendinin de en az karşısındaki kadar eleştirilebilir olduğunu unutmamalıdır. “Onun yerinde olsaydım” diyerek duygudaşlık (empati) yapmak, yapabilmek büyük meziyettir. Çünkü insanlar kusurlarıyla doğru ve yanlışlarıyla vardır. Aslında belki de bizi de insan yapan şey biraz da hatalarımızdır.

Bir arada yaşadıklarımızla aramızda küskünlükler, yanlışlar, pişmanlıklar kırgınlıklar vardır. Ne kadar güler yüzlü olursak olalım hayatın gerçeğinde iyiler kötüler, güzellikler, çirkinlikler, zenginlikler, yoksunluklar yaşantımızda bizi şekillendirir.


Hesap soracaksan, önce kendi yanlışlarını görüp de kendine sormalısın.

Seveceksen de önce kendini sevmelisin. Kendiyle barışık olmayan, kendini sevmeyen başkasını sevemez. İhtiyacımız olan tek şey hayata olumlu ve ılımlı bakmak. Hoşgörüyle birbirimize tutunalım sevelim, sayalım ve değer verelim, her şeyden önce insanlık bizde kalsın...



ŞİMDİ AYRILIK ZAMANI

Dünyaya bir kez çocukken bakarız. Gerisi hatıradır. (Louise Glück)



Bir insanın yaşam öyküsünü kaleme almak keyifli, ama bir o kadar da zor. Yazarken hem içten hem de cesur olmak gerekir.

CanayAkın, dinlemiyor görüntüsüyle kendini yönlendiren, gösterişten hoşlanmayan bir çocuk. Gerek evde gerekse okuldaki durumunu; duyduklarım, gördüklerim kadarıyla yazmaya çalışıyorum; elbette ki tam olarak duygu ve düşüncelerini yansıtamam, farkındayım.

Ülkemizdeki yanlış yönetimler, 4+4+4 ile başlayan eğitim, özel okullar, dershaneler, zengin fakir ayırımı, tek adam yönetimiyle başlayan kimlik ayrılıkları, savaşlar -bu savaşlara katkılarımız-, şehitlerin gelmesi, hak adalet, hukuk, yasa tanımazlığı, tutuklamalar, işkence ve açlık grevleri derken hayat pahalılığı, alın terimizin karşılığını alamama, gazetelerin kapanması gazetecilerin, akademisyenlerin tutuklanması, dünya çapındaki Boğaziçi üniversitesine atanan kayyım, ülkemizin doğusundaki belediyelere atanan kayyımlar ve belediye başkanlarının tutuklanması, her gün gelen zamlar... zamlar... zamlar... paramızın değerinin her gün biraz daha düşmesi ülkemizi yaşanmaz hale getirdi. Beyin göçü başladı. Hele pandemi döneminde, canla başla çalışan doktorlar karşılık bulamadılar, üstelik “giderlerse gitsinler” sözü tuz biber ekti beyin göçüne. Bu arada lise son sınıf öğrencileri de başka başka ülkelerde okumak için yol arayıp buldular.


Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, pire berber iken ülkenin birinde bir kral yaşardı. Koca koca küplere sığmayan Halil İbrahim plastik kaplara sığamadı göç eyledi.


Kadıköy, Acıbadem’de bir çocuk doğdu büyüdü, okudu ilmek ilmek, çizdi yolunu ve kanatlanıp uçtu taa Kore’ye... KORE nire... bilemeyon. Baba ocağı, ana kucağı. Gülücüklerde hüzün, dudaklarda öpücük, kalplerde özlem oldun şimdiden. CanayAkın’ım benim.




GÜNEŞİN SOFRASINDAYIZ

Şimdi sevinme zamanı...


27 Mart pazar günü “tak tak tak” kapı çalındı.

CanayAkın’mış gelen.

Bayram değil seyran değil,

Tek tek kucaklayıp öptü bizi.

Biz hepimiz ayakta, şaşkınlığımız dorukta...

Kore’ye gidiyorum, orada okuyacağım.

Yavaş yavaş anlattı... mutlu olduk sonuçta.


Sevindik biz, hem de çok çok

Çok çok çok çok çok çok...

Sevincimi anlatacak

Başka da kelime yok.


Sevgideğer CANAYAKIN, kendi gücünle yürüyorsun görüyoruz.

Zor bir yolculuktur yaşamı kendi ellerinle kurmak.

Gideceksin Kore’ye -Kore İleri Bilim ve Teknoloji Enstitüsü’nde- okuyacaksın. Doğaldır ki ayrılık zor, yolun zorlu... Aşarak menzile ulaşacaksın. İşte o zaman... işte o zaman... Saygıdeğer CANAYAKIN olarak döneceksin sılaya.


Birdenbire büyüdün, gözlerimde canlandı

Akın soyu Kore’den dünyaya yankılandı.

Sevincimi anlattım belki ben, abartarak

Tarihe not düşürdüm, gözyaşlarım akarak.


Neboş Babaanne (28 Mart 2022)

Yolun uzun gurbet şartları çetin. Bilmediğin, görmediğin bir yere gitmek için yola koyuldun. Güçlü azminle istediğin doğrultuda, yani yüreğinin götürdüğü yere gidiyorsun. İnancım tam, başaracaksın. Göbek bağın burada, bir gün mutlaka dönersin. Kucaklaşacağımıza inanıyorum, önümüzde göreceğimiz güzel günlü çok yıllar var. Bekleyeceğim seni, söz vermesem de kararlıyım beklemeye…

İlk andaki duygularımı sıcağı sıcağına yukarıda yazmıştım. Okulunu bitirip döndüğünde de ilk duygularımı yazarım diye düşünüyorum.

Yolunu bilmezsin, dilinden anlamazsın, ana yok, baba yok, Neboş yok, hısım akraba yok, dayı bibi yok, şaşkın ördek misali bindik alamete gidiyoruz kıyamete... bunlar çok eskidendi.

Şimdilerde bilgisayardan yolunu mahalleni, okulunu, otelini saptayıp, manavı, bakkalı tanır gibi, hatta bütün dünyada geçerli ortak dil İngilizceyi anadilin gibi biliyorsun… Tedirginliğin geçinceye kadar biraz zorlanırsın, ama hiç üzülme Korece de öğrenip başaracaksın.


Yazarken aklıma mülteciler geldi. Onlar savaştan kaçıp evini barkını hatta işini bırakıp, yaşantılarını, dillerini, dinlerini, yolunu yordamını bilmedikleri bir yere yelken açıyorlar ve gittikleri yerlerde aşağılanarak emeklerini satarak yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Bu zorluğu, başına gelmeyen bilmez. Neler çekiyorlar... bi de onlara sor.



Kore’de yalnız olmayacaksın; senin gibi ama başka başka ülkelerden gelen öğrenciler vardır kuşkusuz. Onları tanımak, arkadaş olmak çok güzel. Hepinizin önceliği olan Korece’yi öğrenmek, oraları gezmek tanımak hatta yakın olan Çin, Japonya’ya geziler düzenleyip gitmek ve Çince, Japonca öğrenmeğe çalışmak büyük bir heyecan olsa gerek. Ne güzel, bir dil bir insan. 5 dil beş insan. Senin yerine ben heyecanlanıyorum, canım benim.

Ne kadar çok isterim senin kadar ve senin yaşında olmayı, ışıklı ufuklara yelken açmayı, yeniliklerle kucaklaşmayı... İşte, şimdi, seni yazarken yaşıyorum bu heyecanı.


Eskiden masallarda anlatılırdı; masal kahramanı gözünü kapatıp açınca kendisini yedi dağın ardında bulurdu… İşte, masallar gerçek oldu. İstanbul havaalanından uçağa biniyorsun, 10 saat sonra, “Kore, ben geldim!” diyorsun. Yürüsen yürünmez, arabayla gidilmez, ancak kuş olup da uçacaksın. İyi ki elektronik araçlar var; görüntülü konuşmalar hasret giderecek. Göreceksin, zaman öyle hızla geçecek ki… Sen yaşadıklarını, okulu, gezdiğin gördüğün yerleri anı olarak anlatacaksın bizlere...

Mutluluklar, özlemler, bütün güzellikler başarılarınla beraber yanında olsun tüm yaşam yolculuğunda sevgili CANAYAKIN.



Neboş Babaanne, 17 Nisan 2022




Sevgili CanayAkın,

Büyük tepeyi tırmandıktan sonra, yalnızca tırmanılacak daha bir sürü tepe olduğunu göreceksin. (Nelson Mandela)

Hani derler ya, yazdıkça yazasım geliyor, okudukça okuyasım geliyor, güldükçe gülesim geliyor. Benim de aklımda sen, hep nasıl yardımcı olurum düşüncesindeyim. Biliyorum, dikkate alınmıyorum, ama olsun; kendimi tatmin ediyorum. Mutlu oluyorum ya, bu bana yetiyor. Baban, bana zaman zaman “Neboş’un öğretmenliği tuttu” der. Bu benim için güzel bir eleştiri... zamanlamalarımı ayarlamaya çalışıyorum, elimden geldiği kadarıyla. Belki bir gün hatırlar da okursun düşüncesiyle de yazıyorum.

Benim çocukluğumda acıktık karnımız doysun, gücümüz, kuvvetimiz yerine gelsin diye bilinçsizce yerdik, kilo almak da güzel olmak anlamına gelirdi o zamanın düşüncesiyle. Tekrar tekrar yer çabuk da acıkırdık. Şimdilerde ise, değişen kültürümüzle karın doyurmak değil, beslenmek için neyi ne zaman ve ne kadar yiyeceğimizi öğrendik. Vücudumuz beslendi. Ya ruhumuz… şimdi “minik bir serçe” olan ruhumuzu da sanatla doyuralım. “Müzik ruhun gıdasıdır” biliriz ama bir şarkı, bir türkü mırıldanmayız.

Yaşadığın coğrafyadan, kültürden uzaklaşıp yeni bir coğrafya, yeni bir kültüre yelken açıyorsun. Kore’de sinema sanatı ileriymiş diye duymuşluğum var. Sanat tabii ki, toplum içindir; anlamak anlatmak için var. Sanata değer vermeyen ülkeler geri kalmıştır, milli gelir dağılımı ölçüsüzdür, zenginler her gün biraz daha zengin, fakirler de gittikçe fakirleşir güçsüzleşirler, hayatın yeknesak düzeni önlenemez hız karşısında bozulur.

Sanat her bireye de lazımdır. Parayı hayatın merkezine koymamalı, tiyatro, sinema, sergi ve müzelere fırsat buldukça gitmeli gezmeliyiz. Kütüphanelerde kültür daha çabuk kavranır diye düşünüyorum, güzel oğlum.



Eskiden beri hep düşünürdüm, çocuklarım balerin olsa diye. Memleketimizde bilen yok, ya da çok az ben de nerede okumuşsam bilemiyorum. “Söz aramızda Korkut, Petek 4-5 yaşlarındayken Akın beni bale ve de opera seyretmem için Samsun’dan Ankara’ya götürmüştü. Büyük opera binasına girdiğim de etrafa bakıp şaşırmıştım. Çok şık giyimli tuvaletli hanımlar, beyler fuayede yüksek yüksek sehpaların kenarlarında, ellerinde kadehleri bi alem di benim için. Kendime baktım sırtımda triko hazır giyim bir tayyör, elimde çanta, ama Akın koyu kahve renkli elbisesiyle, yakışıklıydı. Çocukları otelde bakıcıya bırakmışız, aklımız otelde, kendimiz bu muhteşem yerde çok şaşkınım ama olsun. İçim kıpır kıpır.


Bu duruma ilişkin bir anı anlatayım sana,

İran şahı Prens Ali Rıza Şah Pehlevi karısı prenses Süreyya ile birlikte Rusya da bir kokteyle gidiyorlar Süreyya hem çok güzel hem prenses. Giyiniyor kuşanıyor, takıyor takıştırıyor altın elmas pırlantalı tacıyla daha bi güzel oluyor. Bu ihtişamıyla salona girdiğinde Sefirlerin, Bakanların, Bürokratların eşleri sade kıyafetleriyle törene katılmış, en azından her biri iki üniversite bitirmiş onları görünce kendimden utandım diye yazmıştı. Ama olsun içlerinde en güzel bendim diye de ilave etmişti yazısına. Okumuştum.

Çocuklarım dan geçtim içim de uhde kalmasın dans ve drama yaşantına güzellik katacak inan bana. Ne güzel gitar çalıyorsun, notaları okuyorsun, aldığın ritim dersleri ile alt yapın hazır. Alacağın dans ve drama dersleri, izleyeceğin opera veya büyük dinletiler senin empati yapmana, duruşuna, konuşmana gülmene yardımcı olabilir diye düşünüyorum.

Empatiyi hayatımızdan çıkarmayalım. Dünyanın güzelleşmesi için sanata ihtiyacı var. Hep, her zaman çocukluğumuz içimizde kıpır kıpır olsun.

Biz, toplum olarak her zaman Batı kültürüne koşarız. Doğu kültürü de yabana atılmamalı; örneğin, “Hint müziği, Japon dansları” ünlüdür. Aldığım notlarımdan yazıyorum. Çin’in takma adı Mo Yan olan yazarı, gene Murakami adındaki yazarların kitapları çok okunanlar arasında imiş. Aklında olsun.

Uzakdoğu kuramsal sanatını internet üzerinden araştırıp kısaltılmış kitapları dinlemek, fırsat bulup okumak bu çağın bize verilmiş lütfu inancındayım.

Sevgili CanayAkın var ya, kendin çalıp kendin oynuyorsun çok güzel. Kendi çizdiğin yolda yürüyorsun. Daha da güzel. Hedefini de gördün, o halde yolun açık. Alkışlıyorum…

Zorluklar olacak ki imtihan olsun. (Mevlâna)


Neboş Babaanne

18-04-2022














676 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page