top of page
  • Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Suna Kan, Tuncer Gülensoy, Tolga Aşkıner, Sabri Ülker, İbrahim Delideniz, Sümer Tilmaç




Bugün 12 Haziran. Tolga Aşkıner, İbrahim Delideniz, Sümer Tilmaç ve Sabri Ülker'in ölüm yıldönümü. Suna Kan'ı geçen yıl, Prof. Dr. Tuncer Gülensoy'u da önceki yıl 11 Haziran'da yitirdik.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.

Suna Kan kimdir?




Suna Kan (21 Ekim 1936, Adana - 11 Haziran 2023, İstanbul), Türk keman virtüözü.

"Harika Çocuk" olarak yeteneği küçük yaşta tespit edilen sanatçı, Türkiye'nin en iyi keman virtüözlerinden birisi olarak tanındı; uzun yıllar Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nda solist ve başkemancı olarak görev yaptı. 1971'den bu yana "devlet sanatçısı" unvanını taşır.


1936 yılında, Adana’da dünyaya geldi. Babası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Viyola sanatçısı Nuri Kan’dır. Beş yaşında iken babasından keman öğrenmeye başladı; daha sonra aile dostları Hulusi Karsel’den keman dersleri aldı . Ankara Devlet Konservatuvarı sınavlarını kazandı ve bu okulda Avusturyalı eğitimci Walter Gerhardt ile başladığı temel keman öğrenimini İzzet Nezih Albayrak ve Gilbert Back ile sürdürdü; son olarak Liko Amar ile çağdaş müzik eserleri çalıştı.

İlk resitalini 18 Nisan 1946'da Ankara Devlet Konservatuvarı'nın konser salonunda verdi. Mozart'ın 5. Keman Konçertosunu seslendirdiği bu resital nedeniyle “Harika Çocuk” olarak anıldı ve eğitimine Avrupa’da devam etmesi gerekliliği gündeme geldi. 1948’de isme-özel olarak çıkarılan “İdil Biret ve Suna Kan’ın yabancı memleketlere müzik tahsiline gönderilmesine dair kanun” (Harika Çocuk Yasası) ile yurt dışında öğrenim görmek için devlet bursu alma imkânı doğdu. Yasanın çıkmasından bir süre sonra ailesiyle birlikte önce Roma’ya gitti; birlikte çalışacağı eğitimcinin hayatını kaybettiğini öğrenince Paris Konservatuvarı’na gönderildi[1]. Paris’te Gabriel Bouillon ile çalışan Suna Kan, 1952 yılında konservatuvarı birincilikle bitirdi.

Okulu bitirdikten sonra da Gabriel Bouillon ile repertuvar çalışmalarına devam etti ve uluslararası yarışmalara katıldı. Viotti Yarışması birincilik ödülünü (1955), Münih Yarışması İkincilik ödülünü (1956), Long-Thibaud Yarışması Paris Kenti ödülünü (1957) kazandı.

1957’de yurda döndü ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası solist sanatçılığına atandı. 1960 yılında müzisyen ve müzik eleştirmeni Faruk Güvenç ile evlendi [3]. Bu evlilik Faruk Güvenç’in 1982’deki ölümüne kadar sürdü.

1960 yılında Türkiye'nin ilk konser piyanisti Ferhunde Erkin'le kurduğu keman-piyano ikilisi ile yurdun pek çok yerinde oda müziği konserleri ve resitaller verdi. İkili yurt dışında da çeşitli merkezlerde resitaller verdi. Daha sonra Almanya'da öğrenimini tamamlamış Gülay Uğurata ile bir ikili oluşturdu. Tam 29 yıl birlikte çaldılar.

Suna Kan, 1970'li yılların başında orkestra şefi Gürer Aykal ve eşi Faruk Güvenç ile Ankara Oda Orkestrası'nın kuruluşunda yer aldı. Orkestra, yurt dışında yüzün üzerinde konser verdi; çeşitli plaklar yaptı. Sanatçı, 1977-1986 arasında Ankara Oda Orkestrası'nda başkemancı ve solist sanatçı olarak yer aldı.

Geniş bir repertuvarı olan ünlü kemancı, Türk bestecilerinin keman için ürettikleri repertuvarın önde gelen yorumcularından birisidir. Necil Kazım Akses'in Keman Konçertosu'nun ilk çalınışını gerçekleştirmiştir; sık sık yorumladığı Ulvi Cemal Erkin'in Keman Konçertosu'nun en iyi yorumcularından biri kabul edilir; Ahmet Adnan Saygun'un Keman Konçertosu'nu da birçok kez icra etmiştir. Türk sanatına katkı ve hizmetlerinden ötürü 1971'de Devlet Sanatçısı unvanına layık görüldü. Türkiye'nin ilk kültür bakanı olan Talât Sait Halman'ın Cumhurbaşkanlığı Konser Salonu'nda düzenlemek istediği Itri konserine şiddetle karşı çıkmış, hatta Başbakan Nihat Erim'e mektup göndererek 'alaturka müzik o salonda icra edilirse devlet sanatçısı unvanımı geri iade ederim' demiştir. Talât Sait Halman'ın bütün uzlaşmacı çabalarını geri çevirerek Itri konserinin iptal edilmesine neden olmuş, bu olay sonucunda Talât Sait Halman Kültür Bakanlığı görevinden istifa etmiştir.

1988 yılında diplomat Halit Güvener ile evlendi ve sefire olarak Macaristan’da bulundu.

Sanatçı, 1996 yılında Sevda - Cenap And Müzik Vakfı Onur Altın Madalyası ile ödüllendirildi. 1997 yılında Müşerref Hekimoğlu'nun yazdığı "Suna Kan: Öz Şarkısını Duyuran Keman" adlı kitap Sevda - Cenap And Müzik Vakfı tarafından yayınlandı.

Mayıs 2017'de sağlık sorunları nedeniyle uzun bir süre konser vermediğini anımsatarak "Kemanın kutusunu şimdilik, bu dünyadan gidinceye kadar kapattım" ifadelerini kullandı. 11 Haziran 2023'te 86 yaşında hayatını kaybetti.

Ödüller

  • 1955: Viotti Yarışması

  • 1956: Temtobant yarışması

  • 1957: Long-Thibaud Yarışması ("Paris Kenti Ödülü")

  • 1958: Vitring yarışması

  • 1959: Münih Yarışması

  • 1965: Kulitibang yarışması

  • 1971: Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı unvanı

  • 2018: 8. Sadri Alışık Anadolu Tiyatro Oyuncu Ödülleri - Onur Ödülü

Beraber Çalıştığı Orkestralar

  • Bamberg Senfoni

  • Fransa Ulusal Radyo Senfoni

  • Londra Senfoni

  • Los Angeles Filarmoni

  • Moskova Senfoni

Beraber Konser Verdiği Ünlü Şefler ve Solistler

  • Andre Navarra (Solist)

  • Frederick Riddle (Solist)

  • Gotthold Lessing (Şef)

  • Hans Rosbaud (Şef)

  • Igor Bezrodni (Solist)

  • Istvan Kertesz (Şef)

  • Louis Fremaux (Şef)

  • Michel Plasson (Şef)

  • Pierre Fournier (Solist)

  • Walter Susskind (Şef)

  • Yehudi Menuhin (Solist)

  • Zubin Mehta (Şef)


Tolga Aşkıner kimdir?



18 Şubat 1942 tarihinde Divriği, Sivas‘da doğmuştur. İstanbul’da Darüşşafaka Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nü bitirdi.

Tolga Aşkıner, Konservatuvar Dee yönetmen olarak amatör çalışmalar yaptı. 1960’ta İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda çalışmaya başladı. Daha sonra Arena ve Dormen Tiyatrosu, AST gibi topluluklarda çalıştı. Ayfer Feray ve Nisa Serezli Topluluğu’na katıldı.


Nisa Serezli ile 1968 yılında evlendikten sonra , Nisa SerezliTolga Aşkıner Tiyatrosu’nu kurdular. Çok sayıda oyunda rol aldı. Bazı oyunların da yönetmenliğini yaptı.

Tolga Aşkıner, 1968 yılında tiyatro oyuncusu Nisa Serezli ile evlendi. Eşinin öldüğü 25 Ağustos 1992 tarihine kadar da evli kaldılar.

1985 yılında Turgut Özakman‘ın Töre adlı oyunuyla Avni Dilligil Tiyatro Ödülleri En İyi Yönetmen Ödülü’nü aldı.

Adem ile Havva (1985), Kocanızı Tazeleyin, Kime Niyet Kime Kısmet (1986), Hollywood Bulvarı (1987), Cennetlik Kaynana (1990) oyunlarını yönetti. Nisa Serezli‘nin ölümünden sonra Nisa Serezli – Tolga Aşkıner tiyatrosu’nun yerine Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Sevgi Birliğini kurdu (1993). Bu tiyatroda Canım adlı oyunu yönetip oynadı.

Tolga Aşkıner, 12 Haziran 1996 tarihinde İstanbul’da gırtlak kanseri nedeniyle tedavi görmekte olduğu ŞişliEtfal Hastanesi’nde 54 yaşında ölmüştür. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda eşi Nisa Serezli’nin mezarının yanına defnedildi.

Rol Aldığı Bazı Tiyatro Oyunları : 1993 – Canım (oyun)- Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Sevgi Birliği 1992 – Bir Tutkunun Yüzyılı : (Yazarlar gurubu; Füsun AKATLI, Gökhan AKÇURA, Recep Bilginer, Ümit DENİZER, Turgut DENİZER, Genco Erkal, Tarık GÜNERSEL, Macit Koper, Zihni Küçümen, Mücap Ofluoğlu, Sevgi SANLI, Semih Sergen, Engin ULUDAĞ, Haşmet ZEYBEK ve Haldun Taner) Bu gösteri Muhsin Ertuğrul‘un 100. Doğumyılı Kutlamaları çerçevesinde yaklaşık 150 tiyatro sanatçısının işbirliğiyle gerçekleştirilmiştir ve bu büyük tiyatro adamının hayatını anlatmaktadır. – Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali 1992 1990 – Cennetlik Kaynana : Irma-Walter Friner – Karaca Tiyatrosu 1987 – Hollywood Bulvarı Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu 1986 – Kime Niyet Kime Kısmet : Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu 1986 – Kocanızı Tazeleyin : Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu 1985 – Adem ile Havva : Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu 1985 – Paşa Annem : Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu 1985 – Ah Şu Gençler : Turgut ÖzakmanNisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu 1985 – Töre : Turgut ÖzakmanNisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu

Filmleri ve Dizileri : Oyuncu: 1994 – Tuzak (TV Filmi) 1994 – Gülşen Abi (Ali Rıza) (TV Dizisi) 1994 – Aylaklar (Sinema Filmi) 1993 – Hayri Beyin Son Aşkı (Hayri Bey) (Sinema Filmi) 1992 – Sessiz Karanlık (Sinema Filmi) 1992 – Eda Hanım (TV Dizisi) 1992 – Burnumu Keser misiniz? (TV Dizisi) 1983 – Çıplak Ayak (Kemal) (TV Dizisi) 1976 – Caniko (TV Dizisi) 1970 – Yaban Gülü (Pakize’nin sevgilisi Kenan) (Sinema Filmi) 1965 – Güzel Bir Gün İçin (Sinema Filmi)


Sabri Ülker kimdir?



Cumhuriyetin ilk kuşak sanayicilerinden, Türkiye’nin öncü girişimcilerinden Sabri Ülker, 1920 yılında Kırım’da doğdu.

Sabri Ülker, 1920 yılında Kırım’da doğdu. Hayatının çocukluk dönemi, Kırım’daki Sovyet ihtilalinin etkisiyle oldukça zor geçti. Zorlu çocukluk anıları ona Ülker’i kurduğunda “Biz her insanın, hangi ülkede yaşarsa yaşasın, güzel bir çocukluk geçirme hakkına sahip olduğuna inanıyoruz” sözünü söyletti.

Kırım’da yaşanan sıkıntılara dayanamayan ailesi 1929 yılında İstanbul’a göç etti. 9 yaşında İstanbul’a gelen ve Kadırga İlkokulu’na kaydolan Sabri Ülker’in hafızasında o günlerin izi hiç silinmedi. O günleri şöyle anlatmıştı:

“Çok acılı anlarımız, günlerimiz ve aylarımız geçti. Unutmak mümkün mü? Bütün bağ, bahçe ve tarlalara el konularak, ´Hepsi devletindir, baştan dağıtacağız’ dendi. Güzelim bağ ve bahçeler tanınmaz hale geldi. Eğitimli, çalışkan ve kendi düşüncelerinde olmayan insanları Urallar´a Sibirya´ya sürmeler ve toplu kurşuna dizmeler başladı. Dr. Jivago filmindeki sahneler her tarafta yüzlerce defa tekrarlandı. Babamızı ve bizi defalarca bu sürgün kafilelerine soktular.”

Sabri Ülker ilkokuldan sonra İstanbul Erkek Lisesi'ne kaydoldu. Orta ikinci sınıfta iken parasız yatılı sınavını kazanarak Bilecik Lisesi'ne gitti. Ortaokulu Bilecik'te, liseyi Kütahya'da okudu. Yüksek öğrenim için Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Mekteb-i Âli'sine kaydolduğunda 2. Dünya Savaşı da başlamıştı.

Ülker kuruluyor

Sabri Ülker, yüksek öğrenimini bitirdiğinde, savaş da sona erdi. Savaş yıllarında bisküvinin tadını unutan çocuklar için Ağabeyi Asım Ülker’le birlikte bisküvi üreteceklerdi. İki kardeş daha çocuk yaşlarında ve ilk gençliklerinde Besler fabrikasında çalışmışlardı. Ayrıca, aile bir süre şekerleme dükkanı işletmişti. Bu tecrübelere güvenerek, Sabri ve Asım Ülker Nohutçu Han’daki atölyede kendi bisküvi işlerini kurma kararına vardılar. Sabri Ülker daha sonra o günleri şöyle anacaktı: “Tahmin edersiniz 1944’te, 2.Dünya Savaşı’nın sorunlarını yaşayan genç cumhuriyetimizde üretim aletlerini bulmak çok zordu. 1944 yılı sonbaharında sabahın erken saatlerinde, İstanbul’un o zamanlardaki iş merkezi sayılan, Eminönü´ndeki Nohutçu Han´a geldim. Üçüncü kata çıktım ve hafifçe alçak bir yapıdan geçerek içeri girdim. Yaklaşık 100 metrekarelik alandaki kazanları, kepçeleri, kalıpları, arkada duran fırını ve diğer aletleri tek tek inceleyerek; ‘Bu işi başarmalıyım’ dedim.”

Aslında bu işi başarmaları iki kardeş için gerçekten mucize gibi bir şeydi. Atölyenin sahibi, burasını daha önce başkalarına da satmıştı. Alanlar da beceremeyip, eski sahibine daha düşük fiyattan geri satmışlardı. Atölyenin sahibi Asım ve Sabri Bey’in de öncekiler gibi bu işi başaramayacaklarını düşünüp “göreceksiniz birkaç ay sonra bana geri satacaklar” demekten çekinmemişti. Ve bu lafı ederken de bir bildiği vardı. Çünkü makineler çok eskiydi ve sürekli bozuluyordu. Yedek parça olmadığından yeniden çalıştırılmaları çok zordu. Sabri Ülker eski makineleri tamir etmeyi de öğrendi. Küçük atölyede ilk yıl günde 200 kilo bisküvi üretildi…

Bugün Ülker’in iki haftalık üretimiyle dünyadaki herkese bir bisküvi sağlayabileceği gerçeği gösteriyor ki, Sabri Ülker başarmıştı. Sabri Ülker gelecek nesillere, ana işi gıda ve içecek olan Yıldız Holding’i bıraktı. 2012 yılı itibariyle Türkiye dahil 10 ülkede üretim yapabilen, 54 fabrika ve 300 markası olan, 80’inin üzerinde ülkeye ihracat gerçekleştiren Yıldız Holding ülkemiz ve dünya ekonomisine katkıda bulunuyor.

Sabri Ülker’in başarısının sırrı

Sabri Ülker başarısının sırrını şöyle anlatıyordu: “Başarının temelinde önce, bıkmadan, usanmadan çalışma gelir. İkincisi dürüst çalışma, üçüncüsü ise kaliteli çalışmadır. Üretilen bir malın iyi olması, müşteriye cevap vermesi, yani aldığı paranın karşılısını vermesi gerekir. Dört; tanıtmaya çok önem verilmeli. Bunun üzerinde geniş bir şekilde durmak istiyorum... Reklama ilk günden itibaren önem verdik, şimdi de veriyoruz, daima vereceğiz...1950´den beri Ülker´in reklamını yapmaktayız. Özellikle, kaliteli bir malın reklamı yapıldığı zaman, elde edilen netice büyük oluyor."

“Akşama babacığım, unutma Ülker getir”

Türkiye’de reklamın öneminin çok da bilinmediği yıllarda “Akşam babacığım unutma Ülker getir” klasiği, Sabri Ülker’in çocuklar için, Türkiye için Ülker için istediği her şeyi anlatan bir cümleydi. Her eve, her çocuğa ulaşmak ve bunu lezzetli, sağlıklı, hijyenik, kaliteli ürünlerle yapmak.

Sabri Ülker bugün vizyon diye tanımlanan onun zamanındakilerin “ileri görüşlülük” diye tanımladığı bir haslete sahipti. Türkiye’nin 1990’larda tanıştığı ”iş fikirlerini”, o çok daha önceden keşfetmiş ve Ülker’de hayata geçirmişti. Bu özellikleri ile Türk sanayinin ve gıda sektörünün öncü girişimcilerindendi. Uluslararası firmalarla rekabet edebilmek için büyük bir öngörüyle 1974 yılında Ülker’de Araştırma ve Geliştirme departmanını kurdurdu. 1980’lerden itibaren Ülker’in üretim çeşitliliği de zenginleşti. 1980’lerde, ithal ürünlerle başarılı bir rekabet sınavı verildi.

Dünyaya entegre olma fikrini de Sabri Ülker küreselleşme akımından çok önce geliştirdi. 1980’lerden 2000’lere uzanan süreç, Ülker’in dünyaya da entegre olduğu yıllardı. Sabri Ülker o dönemdeki öncü yaklaşımlarını şöyle anlatıyordu: “Türkiye’de dışardan uzman getiren ilk bisküvi şirketiyiz. En iyi uluslararası uzmanlarla çalıştık. Birçok yabancı şirketle ortaklık kurup onların ustalık ve deneyimlerinden faydalandık. Bazı şirketlerimizi halka açtık. Önceliğimiz her zaman müşterilerimizin sağlığı oldu. Bu nedenle ilk olarak biz bir hijyen departmanı kurduk. Tüm küresel gelişmeleri takip edip, dünyanın hızına yetiştik. Kapasitemizi artırmak için yatırım yaptık, yeni fabrikalar kurduk, iş olanakları sağladık. Böylece müşterilerimizin kalbini kazanan yeni ürünler üretmeye başladık.”

Mütevazı bir hayat

Sabri Ülker’in iş hayatındaki başarısının ardında, mutlu özel hayatının da büyük etkisi vardı. Sevgili eşi Güzide Hanım’la mütevazı bir yaşam seçtiler. Ve çocuklarını da, torunlarını da mütevazı yaşam biçimine özendirdiler. Güzide Hanım ve Sabri Bey’in hayatlarındaki en büyük acı evlatları Ali Ülker’i küçük yaşta kaybetmeleri oldu. Kaybettikleri evlatlarının anısını, adını verdikleri torunları Ali Ülker’de yaşattılar. Diğer evlatları Ahsen Özokur ve Murat Ülker hem ailenin mütevazı değerlerini hem de Sabri Ülker’in iş değerlerini benimsedi.

Zaten Sabri Ülker de hayatının sonuna değin onların yanında yer aldı. Sabri Ülker, 2000 yılında Ülker Grubu’nun onursal başkanlığını üstlendi. Ondan yönetim bayrağını Holding İcra Kurulu Başkanlığı’nı üstlenen Murat Ülker aldı. Sabri Ülker son günlere kadar fikirleriyle Ülker Grubu’na yol göstermeye devam etti.

Sabri Ülker 2010 yılında, hayat arkadaşı Güzide Ülker’i kaybetmenin acısını yaşadı. Sabri Ülker, Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmanın yanı sıra, toplumsal gelişmeye katkıda bulunmak konusunda da öncü rol üstlendi. Türkiye'nin eğitim altyapısını güçlendirmek için Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak projeleri destekledi. Gelecek nesillere daha yaşanır bir Türkiye ve dünya bırakabilmek için sivil toplum kuruluşlarıyla koordinasyon içinde çalışmanın önemine inandığını ifade eden Sabri Ülker, TEMA Vakfı’nın kurucuları arasında yer aldı. Onun teşvikiyle Ülker, TEMA’nın köylerin kalkınmasına yönelik projelerini destekleyen ilk kurum olma özelliğini taşıyor

Yıldız Holding kurucusu Sabri Ülker 12 Haziran 2012 tarihinde vefat etti


İbrahim Delideniz kimdir?



(1901 İstanbul - 12 Haziran 1985 İstanbul) /Tiyatro-Sinema Oyuncusu-Seslendirme Sanatçısı /


İstanbul'da doğdu.Denizcilik Okulu'nda okudu.Sanat yaşamına İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda başladı.Ayrıca Raşit Rıza ve Lale Oraloğlu Tiyatrosu'nda oynadı.1946 yılından başlayarak tiyatronun yanı sıra sinema oyunculuğuna başladı ve sanat hayatında oyunculuğunu birlikte götürdü.Ayrıca radyo oynlarında ve yerli-yabancı filmlerde seslendirme yaptı./

BAŞLICA FİLMLERİ : Senede Bir Gün(1946) - Domaniç Yolcuları/Unutulan Sır(!946) - Dinmeyen Sızı/Sonsuz Isdırap(1949) - Vatan ve Namık Kemal(1951) - Lale Devri(1951) - Barbaros Hayrettin Paşa(1951) - Allahaısmarladık(1951) - Yavuz Sultan Selim Ağlıyor(1952) - Son Gece(1952) - Günahını Ödeyen Adam(1952) - Halıcı Kız(1953) - Beklenen Şarkı((1953) - Affet Beni Allahım(1953) - Son Şarkı(1954) - Leylaklar Altında(1954) - Kadın Severse(1955) - Kara Çalı(1956) - Son Mektup(1957) - Kahpenin Aşkı(1957) - Sokaktan Gelen Kadın(1961) - Utanmaz adam(1961) - Zorla Evlendik(1962) - Gurbet Yolcuları(1962) - Daima Kalbimdesin(1962) - Çam sakızı(1962) - Poyraz Osman(1964) - Isdırap Çocukları(1964) - Kadın İsterse(1965) - İsyancılar(1965) - Hazreti Yusuf'un Hayatı(1965) - Dokuzuncu Hariciye Koğuşu(1967) - Sevimli Frankeştayn(1975)

Sümer Tilmaç kimdir?



15 Temmuz 1948'de Malatya'da dünyaya geldi. Giritli Hasan Bey ile Türkmenistan göçmeni Rehber Hanım'ın çocuğu olan Tilmaç, 1964'te Arena Tiyatrosu'nda oyunculuğa başladı. İstanbul Belediye Konservatuvarından 1968'de mezun olan sanatçı, Münir Özkul ve Gazanfer Özcan'ın öğrencisi olarak yetişti ve kariyeri boyunca Türk tiyatrosu ve sinemasının sevilen isimleriyle aynı sahnede buluştu. Yaptığı bir açıklamada anne ve babasının da tiyatroya çok meraklı olduğunu aktaran Tilmaç, "Her yerde mutlaka bir oyun oynuyorlardı. Annem bana hamileyken ben sahneye çıkmışım. O yüzden sahne hayatım biraz daha fazla" ifadelerini kullanmıştı. "OYUNCULUKTA MÜNİR ÖZKUL VE GAZANFER ÖZCAN'DAN ETKİLENDİ Sümer Tilmaç, yaşamı boyunca 63 tiyatro oyununda sahne aldı. Sadık Şendil tarafından yazılan "Yedi Kocalı Hürmüz" eserinde de rol alan usta oyuncu, yine Şendil'in kaleme aldığı "Kanlı Nigar" oyununda ise başrolleri Münir Özkul ve Altan Karındaş ile paylaştı. Oyunculukta en fazla Münir Özkul ve Gazanfer Özcan'dan etkilendiğini her fırsatta dile getiren sanatçı, sinemada ilk olarak 1966'da Tanju Korel ile Sibel Göksel'in başrolü paylaştığı "Eşkıya" filminde rol aldı. Oynadığı filmlerde birçok kez kötü adam karakterini canlandıran sanatçı, yaptığı bir açıklamada, bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getirmişti: "Almanlarla, Fransızlarla, İtalyanlarla, Amerikanlarla filmlerde oynadım. Fransızların vodvil tiyatrosunun biraz içindeyim. Fransızlar bütün aktörlere 'komedyen' der. Bizdeki komedi anlayışı ise farklıydı. Biraz yamuk olacaktınız, kulağınız başka bir yerde, gözünüz şaşı olacaktı. Biz bunlara gülerdik, böyle algımız vardı. O nedenle o zamanlar bana kötü adam rolünü layık gördüler. Neyse ki bu durum yavaş yavaş değişiyor. Kötü adam rolleriyle başladım, şimdi ise böyle devam ediyor. Yarın bakarsınız tekrar kötü adam rollerine dönerim. Bu durum, oyuncu olmanın gerektirdiği bir zorunluluktur. Şimdi kötü adam rollerini oynayanlara bakıyorum ve hiçbirini beğenmiyorum" Sanatçı, 1993-1997 arasında yayımlanan ve büyük beğeniyle izlenen "Süper Baba" dizisinde canlandırdığı rolle dikkati çekti. "Reis Bey", "Kuruluş Osmancık", "Osmanlı Cumhuriyeti", "Meraklı Köfteci", "Vatandaş Rıza", "Ah Güzel İstanbul", "Gırgıriye", "Kılıbık", "Damga", "Acı Dünyalar", "Kahpe Bizans", "Hemşo" ve "Çakallarla Dans" adlı yapımlarda da oynayan sanatçı, 210'dan fazla film ve dizide rol aldı. KALP KRİZİ SONUCU VEFAT ETTİ "Karaoğlan" adlı televizyon dizisinde de oynayan sanatçı, "Son" filmindeki rolüyle 2002'de verilen 7. Sadri Alışık Ödülleri'nde "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" ödülünü aldı. Kendi yazdığı "Ispanaktan Nağmeler" adlı film için 2005'te yönetmen koltuğuna oturan usta oyuncu, filmin başrolünü de kendisi üstlendi. Sümer Tilmaç, 2010'da vizyona giren, Murat Şeker'in yönetmenliğini üstlendiği "Çakallarla Dans"'ın ardından aralarında "İkizler Firarda", "Şenlikname: Bir İstanbul Masalı", "Pak Panter"in de olduğu filmlerde rol aldı. Katıldığı bir düğünde geçirdiği kalp krizi sonucu 12 Haziran 2015'te hayatını kaybeden sanatçı, vefatından önce "Polis Akademisi: Alaturka" ile "Zilin Sesi" filmleri için kamera karşısına geçti. Tilmaç'ın cenazesi Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verildi. Usta oyuncunun kardeşi Ata Tilmaç da Almanya'da geçirdiği kalp krizi sonucu 2007'de hayata veda etmişti. YAŞAMINI, "SÜMERCE" ADLI OYUNUNDA İŞLEDİ Hayat hikayesini eğlenceli bir dille kaleme alan Tilmaç, vefatından kısa bir süre önce,"Sümerce" adlı komedi oyununu sanatseverlerle buluşturdu. Sahnedeki 50. yılını da Sümerce ile kutlayan sanatçı, oyuna ilişkin şu değerlendirmeyi yapmıştı:

Anılar, yaşanmışlıklar enteresan. Bir şeyler kötüymüş gibi yaşanıyor fakat aradan zaman geçtiğinde mizah oluyor. Bizim de öyle oldu. Bir zamanlar meşakkat diye yapılan her şeyi, bugün bakıldığında aradan geçen zaman içinde çok başka noktalarda düşünmeye başlıyorsunuz. O da çok güzel oluyor.

Tilmaç, kendisine hep, "Anılarını yazar mısın?" diye sorulduğunu aktararak, "Ben de onlara hep şöyle bir cevap verdim: Yazmak yerine sahnede bunu anlatmak istiyorum. İyi ki de öyle demişim ve öyle yapmışım." değerlendirmesinde bulunmuştu.

Karakter oyuncusu olarak canlandırdığı her rolle akıllarda yer edinen sanatçı, katıldığı bir televizyon programında, oyunculuğun emek işi olduğuna işaret ederek şunları kaydetmişti: Benim de hoşuma giden, unutamadığım filmler hangileri diye sorduklarında, 'Para alamadığım filmler.' diyorum. Bizim kaderimizde böyle bir şeyler var. Biz bu işten para kazanmaya değil, bu işi yapmaya gelenlerdeniz. Bunu da yüreklilikle söylüyorum. Tabii ki hayatımızı idame ettirmek anlamında para kazandığımız işler de oluyor.


Prof. Dr. Tuncer Gülensoy kimdir?





Tuncer Gülensoy 1939 yılında Uşak'ta doğdu. Gülensoy,1960 yılında ö İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji bölümünde okumaya başladı. Daha sonra  Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne geçti ve buradan mezun oldu. Bir süre öğretmenlik yapan Gülensoy, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nde çalıştı. Daha sonra Ankara Üniversitesi'nde asistan olarak çalışmaya başladı. 1976’da ABD’nin Texas Tech University’de 1 yıl  misafir olarak kaldı.

1980’de doçent oldu. 1980’de Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesine geçti. Burada Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığı, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü (1985-89) yaptı. Profesör olduğu 1989 yılında Erciyes Üniversitesine geçti. Burada Rektör Yardımcılığı, Rektör Vekilliği (1990-92), Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığı görevlerini yürüttü.


1963  yılında Hatice Gülensoy ile evlendi. Gülensoy çiftinin bu evlilikten iki oğlu vardır.

Tuncer Gülensoy 11 Haziran 2022'de vefat etti.



ESERLERİ:

Türk Halk Edebiyatı -1981

Anadolu ve Rumeli ağızları Bibliyografyası (1983)

Prof. Dr. Ahmet Temir’in Hayatı ve Eserleri (1983)

Kürmanci ve Zaza Türkçeleri Üzerine Bir Araştırma (1985)

Trabzon Yöresi Türküleri. Türküler ve Atma Türküler (1985) 

Çerçeve Programa Göre Hazırlanmış Türkçe Ders Notları I- (1985)

Çerçeve Programa Göre Hazırlanmış Türkçe Ders Notları II, (1986 )

Doğu Anadolu Osmanlıcası (1986), 

Die Bemerkungen Über die Lebende Türkische Sparche in den Nomandenstammen (1987),

Kütahya ve Yöresi Ağızları (1988), 

Orhun’dan Anadolu’ya Türk Damgaları (1989), 

Türk ve Kürt Deyim ve Atasözleri (1992), 

Türkçe Dersleri (1992),

 Tunceli ve Yöresi Ağızlarından Derlemeler (A. Buran ile, 1992), 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Ağızları Üzerine Düşünceler (1993), 

Rumeli Ağızlarının Ses Bilgisi Üzerine Bir Deneme (1993), 

Elazığ ve Yöresi Ağızlarından Derlemeler (A. Buran ile, 1994), 

Türkçe’nin Etimolojik Sözlüğü (1994), Orta Asya’dan Kırım’a (1994), 

Türkçe El Kitabı (1994), Eski Yazı ve Osmanlıca Dersleri 1 (1994), 

Anadolu Türk Yer Adları Kılavuzu (1994), Manas Destanı (2002), 

Türkiye Türkçesi Ağızları (2003).

186 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Σχόλια


bottom of page