Alâettin Bahçekapılı yazdı...
İster sonyaz deyin, ister sonbahar; günler kısalıp mevsim yazdan kışa doğru koşuşturduğunda, çoğumuzun içini bir hüzün kaplar; öyle ya, yapraklar dallardan sararıp düşmektedir; "aşkımız gibi çöpçüler süpürmeden" altın sarısı kaplar yerleri, sokakları, ağaç altlarını... Sonyazda en çok da bu görüntü hüzünlendirir insanı, belki de korkutur; ölümü anımsatır...
Aslında, "mutlak gelecek olandan" neden korkar ki insan... Kaçınılmazı kabullenmek, içselleştirmek bu denli zor olmamalı; hele dünyanın "binbir türlü gailesi" altında tükenmişliği, ezilmişliği yaşamaktan bıkmışsak, belki de kurtuluştur ölüm... O zaman ya ölümü içselleştireceğiz, ya da "asılacağız" yaşamaya. Yoğun geçirmediğimiz, ilgisiz kaldığımız, ihmal ettiğimiz günleri, ayları, yılları bir kez daha yaşayamayacağımıza göre, içinde bulunduğumuz an'ın değerini bileceğiz... An'la birlikte içinde yaşadığımız çevrenin/toplumun, hem geniş anlamda, hem dar. Ailemizin, komşularımızın, kentlilerimizin yakın uzak herkesin değerini daha bir öne çıkaracağız. Yoksa Behçet Necatigil'in o çok bilinen şiirindeki eleştiriyi göğüslememiz gerekir:
"Vakit Olmadı
sevgileri yarınlara bıraktınız
çekingen, tutuk, saygılı.
bütün yakınlarınız
sizi yanlış tanıdı.
bitmeyen işler yüzünden
(siz böyle olsun istemezdiniz)
bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
kalbinizi dolduran duygular
kalbinizde kaldı.
siz geniş zamanlar umuyordunuz
çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
yılların telaşlarda bu kadar çabuk
geçeceği aklınıza gelmezdi.
gizli bahçenizde
açan çiçekler vardı,
gecelerde ve yalnız.
vermeye az buldunuz
yahut vakit olmadı."
Comments