Bugün 29 Kasım. Türk müziği bestecisi Hammamizade İsmail Dede Efendi'nin 178. ölüm yıldönümü. Jon Türk hareketinin önderlerinden Abdullah Cevdet'in de 92. ölüm yıldönümü bugün. Besteci Necip Celal Andel 67 yıl önce ayrıldı aramızdan. Prof. Dr. Server Tanilli de 13 yıl önce... Gazeteci Hasan Pulur'u da 9 yıl önce yitirdik.
BRT Yayın Grubu olarak tüm bu değerlerimizi saygıyla anıyoruz.
İsmail Dede Efendi kimdir?
Hammamizade İsmail Dede Efendi, 9 Ocak 1778 tarihinde İstanbul Şehzadebaşı’nda doğdu. Doğumu Kurban Bayramının ilk gününe denk geldiğinden kendisine İsmail adı verilmiştir. Babası Süleyman Ağa o zaman ki Suriye Eyaletinde bulunan Sayda valisi Cezzar Ahmed Paşa’nın mühürdarıdır. Fakat paşanın halka yaptıklarını kaldıramadığından istifa ederek İstanbul’a gelmiştir. Şehzadebaşı’ndaki Acemoğlu Dede Efendi Hamamını satın alıp işletmeye başlamış ve annesi Rukiye Hanım ile evlenmiştir. Daha sonra Altımermer Kurusebil Mahallesi’ndeki Çavuş Hamamını satın alıp işlettiği için İsmail Efendi’ye “Hammamizade” denmektedir. DERSLERE BAŞLIYOR İlköğrenimini Hekimoğlu Ali Paşa Camisi’nin yanında bulunan Çamaşırcı Mektebi’nde tamamladı. Burada iken sesinin güzelliğinden dolayı İlahici başı seçilmişti. Bir okul programında Anadolu Kesedarı (zamanın esnafına ait paraları ücret karşılığı tutup istedikleri zaman veren kişi) Uncuzade Mehmed Emin Efendi kendisini fark etmiş ve kendisine ilahiler besteleyip ders vermeye başlamıştır. Okul bittiğinde 1794 yılında Maliye Nezareti Başmuhasebe Kalemi Katip Yardımcılığına başlamış, bir yandan çalışıp bir yandan derslere devam ederken aynı zamanda Yenikapı Mevlevihanesinde Şeyh Ali Nutki Dede’den ders almaya başlamıştır. Burada neyzen Abdulbaki Nasır Dede’den ney üflemeyi öğrendi. 1798 de Mevlevihane’de çileye girdi. SARAYDAKİ GÖREVİ Çilede iken bestelediği buselik makamındaki “Zülfündedir benim baht-ı siyahım / Sende kaldı gece, gündüz nigahım / İncitirmiş seni meğer ki ahım / Seni sevdim odur benim günahım” dörtlüğü ile başalyan şarkı tüm müzik çevrelerinde konuşulmuş aynı zamanda saraya kadar uzanmıştır. Müzisyen olan III.Selim kendisini saraya çağırarak bu şarkıyı kendinden dinlemiştir. III.Selim onu saraya hanende (ses sanatçısı) olarak almak isteyince, Şeyh Nutki Dede 1001 gün sürecek çilesinin son senesini affederek kendisine Dede unvanını da vermiştir. Bu sırada yine çok yankı uyandıran Hicaz makamında “Nakış” şarkısını besteledi. 1802 yılında saraydan bir kadınla evlendi.
ACILARI TARİFSİZ 1804 yılında şeyhi Nutki Dede Efendi, 1805 yılında oğlu, 1808 de annesi ve 1810 yılında diğer oğlu yaşamını yitirdi. Bu kendisinde çok büyük bir etki bıraktı. Türk musikisinde ilk defa kişisel bir mersiyenin işlendiği büyük oğlu için yazdığı ve bestelediği Bayati makamında “ Bir gonca femin yâresi vardır ciğerimde” şarkısı bunun kanıtıdır. 1808 yılında III.Selim öldürülünce IV.Mustafa musiki konusunda pek çalışma yapmamış ve Dede Efendi saraya uğramaz olmuştur. Bir yıl sonra II.Mahmud başa gelince saraya Musahib-i Şehriyari (padişahın en yakınındaki bir nevi danışman) olarak geri döndü. Müezzin başı oldu. Saraydaki bu görevleri Abdülmecid zamanında da devam etti. Ama Abdülmecid zamanında başlayan batılılaşma musikiyi de etkiledi ve Batı Musikisinin etkileri görülmeye başladı.
SARAYDAN AYRILMASI VE ÖLÜMÜ İsmail Dede Efendi de saraydan uzaklaştı. 1842 yılında kendi isteği ile padişah tarafından Ahırkapı civarında kendisine bir konak verildi.1846 yılında padişahın izni ile öğrencileri Delalzade İsmail Efendi ve Mutafzade Ahmet Efendi’yi de yanına alarak Hac vazifesini yerine getirmek için Mekke’ye gitti. Burada yakalandığı Kolera hastalığı sonucu Mina denen bölgede 26 Kasım 1846 tarihinde yaşamını yitirmiştir. Mezarı Hz. Hatice’nin ayakucunda olduğu söylenir. ESERLERİ Türk müziğinin ön safhalarında yer alan İsmail Dede Efendi, 500 den fazla beste yapmış birçoğunun güftesi de kendisine aittir. Bunların 300 e yakını günümüze kadar orijinal bir şekilde ulaşmıştır. Türk müziğinin hemen hemen her kolunda (ayin, tevşih, kar, karçe, kar-ı natik, durak, köçekçe, murabba, savt, peşrev, semai, ilahi, saz semaisi, şarkı ve türkü gibi) eserler vermiştir. Dinsel-tasavvufu yapıtlarının başlıcaları; Ferahfeza Mevlevi, Hüzzam ve Saba Ayinleridir. Din dışı yapıtlarının başlıcaları ise şöyle sıralanabilir: Ey çeşm-i ahu hicr ile tenhalere saldın beni(Hicaz), Yine neş’e muhabbet dil-il canım etti şeyda(Hicaz-Yürük Semai), Ey lebleri gonca yüzü gül serv-i bülendim(Acemişiran Ağırsemai), Mah yüzüne aşıkanım(Hicaz şarkı), Bu gece ben yine bülbülleri hamuş ettim(Ferahfeza Yürük Semai
Abdullah Cevdet kimdir?
Abdullah Cevdet Karlıdağ, (d. 1869 Arapgir, Malatya - ö. 1932 İstanbul)
9 Eylül 1869'da Arapkir'de doğdu. 29 Kasım 1932'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Osmanlı siyaset adamı ve düşünür. Jön Türk hareketi ile II. Meşrutiyet döneminin düşünce yapısında önemli etkisi oldu. Mamuret'ül-Aziz Askeri Rüşdiyesi ve Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisi'ni bitirdi. Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'ye girdi. Dindar bir kişi olarak yetişmesine rağmen, okulda yaygın olan biyolojik materyalizmden etkilendi. "Fünun ve Felsefe" kitabı 1897'de Cenevre'de basıldı. Bir felsefe kitabı olan bu eserinde İslam uleması ile biyolojik materyalist düşünürlerin görüşlerini bağdaştırmaya çalıştı. Rusya'dan gelen popülist akımın etkisiyle siyasetle ilgilenmeye başladı. 1889'da İttihad-ı Osmani Cemiyeti'ni kurdu. Bu cemiyer daha sonra İttihat ve Terakki adını aldı. Bir kaç kez tutuklandı. Bir süre okuldan uzaklaştırıldı. 1894'te tıbbiyeyi bitirdi, Haydarpaşa Hastanesi'nde göreve başladı. Kısa bir süre Diyarbakır'a gönderildi. Diyarbakır İttihat ve Terakki şubesini kurdu. Ziya Gökalp ile tanışıp örgüte girmesini sağladı.
1895'te bozgunculuk suçlamasıyla tutuklandı, Trablusgarp'a sürüldü. 1897'de Paris'e kaçtı. Jön Türk hareketi içindeki bölünme sırasında Ahmed Rıza Bey grubuna katıldı. 1987'de Cenevre'ye giderek Jön Türkler'in merkezi yayın organı olan "Osmanlı" gazetesini çıkardı. Batı eserlerinden çeviriler yaptı. Giyom Tel'i çevirdi. 2'nci Abdülhamit'le yapılan anlaşma uyarınca para alarak yazmamama sözü verdi. Ertesi yıl Trablusgarp ve Fizan'daki siyasi tutukluların affı karşılığı tekrar yazmama sözü verdi ve Viyana Sefareti doktorluğuna atandı. 1903'te Avusturya'dan sınırdışı edildi. Cenevre'ye geçip "Osmanlı" gazetesini tekrar yayınlamaya başladı. "İçtihad" dergisini çıkardı, bu ismi taşıyan bir yayınevi kurdu. Halkı Batı kültürü doğrultusunda eğitmek amacıyla eserler yayınladı.
1904'te Osmanlı Sarayı'nın baskıları sonucu İsviçre'den de sınırdışı edildi. İçtihad'ı Mısır'a taşıdı, etkinliklerini Kahire'de sürdürdü. "Adem-i Merkeziyet" cemiyetinin üyesi oldu. Bilimsel makaleler yazdı. 1906 Erzurum ayaklanmasında halkı başkaldırmaya çağıran bildiriler hazırladı. 1910'da İstanbul'a döndü. 1911'de İçtihad'ı yayınlamaya başladı. Dergi, yayınlanan dinsel içerikli yazılar nedeniyle sık sık kapatıldı. İttihatçılara karşı tutumunu sürdürdüğü için 1914'te derginin yanını durduruldu. "İkdam" gazetesindeki yazılarıyla ekonomide özel girişimlerin geliştirilmesini ve anglo-sakson eğitiminin yararlarını savundu. Mütareke döneminde İngiltere yanlısı bir tutum izledi. İngiliz Muhibleri Cemiyeti'nin kuruluşunda aktif rol oynadı. Kürt Teali Cemiyeti'nde çalıştı.
Bahailiğin bir dünya dini olarak kabul edilmesini istemesi tepkilere yol açtı. Mütareke dönemindeki etkinlikleri nedeniyle Cumhuriyet döneminde devlet işlerinden ömür boyu uzak tutulması kararlaştırıldı. Yaşamının bundan sonraki bölümünde şiir kitapları yazdı, İçtihad dergisini yayınladı.
Batı'dan belli bilgi ve teknolojiler aktarılırken, geleneksel değerlerinde korunması gerektiğini savundu.
Ekonomik ve toplumsal kalkınma için seçkin kafaların seçilerek özel eğitimle yetiştirilmesini önerdi. İslam dinini düşünceyi kısırlaştırmak ve ulusal uyanışı engellemekle eleştirdi.
Osmanlı milliyetciliği anlayışı yerine, imparatorluk içindeki tüm ulusların eşitliğine dayalı bir birlik görüşünü savundu.
Cumhuriyet döneminde de Arap harfleri yerine Latin alfabesinin kullanılmasını savundu, kadınların toplumsal yaşama katkılarının artırılmasını destekledi. Psikoloji, sosyoloji, eğitim ve tarih alanında pek çok çeviri yaptı. Mevlana'dan bazı parçalarla, Hayyam'ın rubailerini Türkçeleştirdi.
Abdullah Cevdet hakkında en önemli monografi Şükrü Hanioğlu tarafından kaleme alınan Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi (Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1981) başlıklı çalışmadır.
Abdullah Cevdet'in (bazı) Eserleri
Şiir:
Hiç (1890),
Türbe-i Masumiyet (1890),
Tulûat (1891),
Mensur kitabı
Ramazan Bahçeleri (1891)
Düşünce Eserleri:
Dimağ (1890),
Fizyolacya-i Tefekkür (1892),
Fünun ve Felsefe (1897),
Çevirileri:
Weber'den "Asırların Panoraması",
Gustave Le Bon'dan "Asrımızın Hususu Felsefiyesi"
Hayyam'dan "Rubaiyat"
Mevlana'nın Divanından Seçmeler
Gustave Le Bon'dan "Dün ve Yarın" (1921),
Gustave Le Bon'dan "İlm-i Ruh-i İçtimai" (1924),
Gustave Le Bon'dan "Ameli Ruhiyat" (1931).
Necip Celal Andel kimdir?
Necip Celal Andel, (d. 1908 - ö. 1957), Türk kemancı ve besteci. İlk Türk tango bestecisidir. Bestelediği 11 tango, Türk tango dağarının en önemli eserlerindendir. Mazi, Özleyiş (Kemanımla Ona Bir Ses...) gibi tango parçaları en tanınmış eserleridir. Yaşamı İstanbul'da dünyaya geldi. Nazır Mehmet Celalettin Bey'in oğludur. İlk müzik öğretmeni Tahir Sevenay idi. Bir hastalık sonucunda genç yaşta gözleri ileri derecede bozulunca tedavi için Almanya'ya gitti ve müzikle ilgisi orada derinleşti. Profesör Habermann'dan keman ve kompozisyon dersleri aldı. Yeteneği sayesinde pek çok sazı çalacak düzeye ulaştı. Eserleri İlk besteleri Sarı Yapıncak ve Daktilo adlı fokstrot (dört tempolu bir dans) parçaları idi. Her ikisinin sözlerini de gazeteci-şair Necdet Rüştü Efe Tara yazmıştı. 1928 yılında bestelediği ve sözlerini yine Necdet Rüştü Efe'nin yazdığı Mazi adlı tango ise ilk sözlü Türk tangosudur. Hem besteciye hem de bu tangoyu seslendiren Seyyan Hanım'a (Seyyan Oskay) ün kazandırmıştır. Alman sinema yıldızı Evelin Hold, Mazi'yi İstanbul Kadıköy'deki Hale Sineması'nda seslendirdikten sözlerini Bedri Noyan'ın yazdığı Özleyiş adlı eserini bestelemiş ve bu yıldıza ithaf etmiştir. Tangoları pek çok Avrupa radyosunda seslendirilmiştir. Kaydedilmiş diğer tangolarının adları şunlardır: Ayrılık, Suna, Kimse Sevgimi Bilmez, Yıllar, Günler , Bir An İçin. Ayrıca, Benim Şarkım ve Damla Damla isimli kaydedilmemiş 2 tangosu daha vardır. 11 tangonun dışında keman konçertosu, obua konçertosu, viyolensel konçertosu, liedler bestlemiştir. 1948 yılında Fenerbahçe Marşı'nın bestesi ve güftesini yazmıştır. Necip Celal'in eserlerinin tüm notaları "Şamlı İskender Kutmani Musiki Alatı ve Nota Neşriyatevi" tarafından basılmıştı. Ölümü Necip Celal Andel, 29 Kasım 1957 günü karaciğer kanserinden hayatını kaybetti.
Prof. Dr. Server Tanilli kimdir?
Prof. Dr. Server Tanilli (1931 - 2011)
1931 yılında doğdu. 1980'den önce Türkiye'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde ve Devlet tatbiki Güzelsanatlar Yüksekokulu'nda "Uygalik- tarihi" dersi veriyordu. 7 Nisan 1978'de silahlı saldırıya uğrayıp, belden aşağısı tutmaz oldu. Fransa'ya gidip uzun yıllar Strazburg Üniversitesi'nde çalıştı. 2000 yılında yurda dönüş yaptı ve vefatına kadar Cumhuriyet Gazetesi'nde köşe yazıları yayımlanıyordu. 1980 sonrasında düşün ortamını ve özellikle de gençliği etkilemiş olan "Uygarlık Tarihi (1973)", "Devlet ve Demokrasi: Anayasa Hukukuna Giriş" kitaplarını yazdı. "Uygarlık Tarihi" üniversitelerde ders kitabı olarak okutuldu. Diğer kitapları arasında şunlar sayılabilir: "Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz?" "Yüzyılların Gerçeği ve Mirası" (6 cilt) "Candide ya da İyimserlik" "Yaratıcı Aklın Sentezi: Felsefeye Giriş" "Değişimin Diyalektiği ve Devrim" "Dünyayı Değiştiren On Yıl" "Fransız Devriminden Portreler" "Anayasalar ve Siyasal Belgeler" "Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz?" "İslam Çağımıza Yanıt Verebilir Mi?" "Din ve Politika" "Voltaire ve Aydınlanma" 2006 Sertel Demokrasi Ödülü'ne layık görülmüştür. Silahlı saldırı sonucu 1978 yılında felç olan sosyoloji, siyaset bilimi ve anayasa hukuku uzmanı Prof. Dr. Server Tanilli İstanbul Göztepe'deki evinde yaşamını yitirdi. Uzun süredir sağlık sorunları nedeniyle tedavi gören Tanilli 29 Kasım 2011 Salı günü 80 yaşında hayatını kaybetti. Prof. Dr. Server Tanilli, İstanbul Üniversitesi (İÜ) İstanbul Tıp Fakültesi’nde tedavi görmüş, vücudunda enfeksiyon ve ateşlenmelere bağlı olarak yaralar nedeniyle “greft (yamalama)” ameliyatı geçirmişti. Prof. Dr. Tanilli için ilk tören Perşembe günü İstanbul Üniversitesi'nde düzenlendi. Tanilli, öğle namazından sonra Karacaahmet mezarlığında toprağa verildi.
Hasan Pulur kimdir?
1932 İstanbul doğumlu olan Hasan Pulur, babası subay olduğu için öğrenimini çeşitli okullarda tamamladı. Ortaokul ikinci sınıfta, biyoloji dersinde atmacanın kafa kesitini renkli tebeşirle kara tahtaya çizemediği için belge aldı. Üç yıl, çeşitli işlerde çıraklık yaptıktan sonra, tekrar öğrenime karar verdi. Oratokul bitirme sınavlarına dışarıdan girdi, kazandı. Kabataş Lisesi’nde yatılı okudu. Sırasıyla, Son Saat (1954), Yeni İstanbul (1955), Vatan, Havadis, Akşam (1957), Milliyet (1 Mart 1958- , YİM Yrd; 1968-79, YİM); Hürriyet (1979-86, Yayın Koordinatörü), Güneş (1986-88), Milliyet (Temmuz 1988 ve halen) gazetelerinde çeşitli kademelerde çalışmıştır. Yazıları Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin ve Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın yarışmalarında başarı ödülleri kazandı. 30 yıldır gazetecilikten başka herhangi bir yan işi olmadı.
13 Şubat 2007’de 50 yıllık hayat arkadaşı Meral Pulur’u kaybetti. Oğulları Korkut ve Bülent’tir. Oğullarından Korkut Pulur 17 Ağustos 2010 tarihinde kanser hastalığı nedeni ile 53 yaşında vefat etmiştir. 1961 yılında, Milliyet Gazetesi’nde Olaylar ve İnsanlar adlı köşesinde okurlarının ilgisini çeken yazılar yazan Hasan Pulur, aynı köşeyi 1979-86 yılları arasında Hürriyet Gazetesi, 1986-88 yıllarında Güneş Gazetesi’nde sürdürdü. 1988’den beri ise Milliyet gazetesinde köşesine devam etti. Hasan Pulur 29 Kasım 2015'te aramızdan ayrıldı.
Comments