Bugün 1 Aralık. Geçen yıl bugün ünlü tiyatro sanatçısı Can Gürzap vefat etti. 15 yıl önce bugün gazeteci Abdülkadir Yücelman aramızdan ayrıldı. 30 yıl önce de tango müziğimizin unutulmaz adlarından Şecaattin Tanyerli'yi yitirdik. Gazeteci-şair Refik Durbaş da 1 Aralık 2018'de ayrıldı aramızdan.
BRT Yayın Grubu olarak değerlerimizi saygıyla anıyoruz.
Can Gürzap kimdir?
26 Mayıs 1944'te İstanbul'da doğdu.
İlk tiyatro eğitimini, kendisi gibi sanatçı olan babası Reşit Gürzap'tan alan sanatçı, 1962'de Kadıköy Maarif Koleji'ni tamamladıktan sonra Ankara Devlet Konservartuarı Tiyatro Bölümü'nü bitirdi ve Londra'da Central School of Speech and Drama'da eğitim gördü. Ankara Devlet Tiyatrosu'nda yönetmen ve oyuncu olarak görev yaptı. Konservatuvarda öğretmen olarak derslere girdi.
TRT'de radyoya birçok radyo tiyatrosu hazırladı. 1971 yılında Arsen Gürzap ile evlendi. 1978'de İstanbul Devlet Tiyatrosu kurucu müdürü oldu. Çevirmenlik ve senaryo yazarlığı da (Yorgun Savaşçı - 1993) yapan sanatçı, kurucusu olduğu Dialog sunuculuk ve dil okulunda görev yapmış, sinema ve dizi filmlerde rol almıştır.
Sanatçı, 2004 yılında Kadıköy Maarif Koleji ve Anadolu Lisesi Mezunlar Derneği tarafından Kristal Martı ödülüne layık bulunmuştur.
Can Gürzap ayrıca League of Legends isimli oyunda Azir isimli karakteri seslendirmiştir. 1 Aralık 2023'te aramızdan ayrıldı.
Can Gürzap’ın Rol Aldığı Yapımlar
Kim Bu Adam?: Sébastien Thiery - Tiyatro Diyalog - 2011
Evliliğe Gelince: Leslie Stevens - Tiyatro Diyalog - 2010
Bana Bunu Yapma: Richard Baer - Tiyatro Diyalog - 2009
Gönül Hırsızı: Pierre Chesnot - Tiyatro İstanbul - 2007
Salıncakta İki Kişi: William Gibson - Tiyatro Kedi - 2006
Yarım Bardak Su: Tarık Günersel - Tiyatro Kedi - 2004
Taraf Tutmak: Ronald Harwood - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 2003
Bu Adreste Bulunamadı: Kressmann Taylor - Tiyatro İstanbul - 2002
İdeaL Koca: Oscar Wilde - Tiyatro İstanbul - 2000
Sanat: Yasmina Reza - Tiyatro İstanbul - 1996
Amadeus: Peter Shaffer - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1983
Beyaz At: Henrik Ibsen - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1982
Kahvede Şenlik Var: Sabahattin Kudret Aksal - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1980
Sırça Kümes: Tenese Wiliams - Ankara Devlet Tiyatrosu
Yalancı (oyun): Carlo Goldoni - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1976
Öfke: John Osborne - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1972
Chaillot'daki Deli: Jean Giraudoux - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1972
Altı Kişi Yazarını Arıyor: Luigi Pirandello - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1971
Öfke: Slowomir Mrozek - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1970
Andromak: Jean Racine - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1968
Akad'ın Yayı: Güngör Dilmen - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1067
Yakut Balık: Sevgi Sanlı - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1966
Refik Durbaş kimdir?
10 Şubat 1944'te Erzurum'un Pasinler ilçesinde doğdu. İzmir Necatibey İlkokulu, Karataş Ortaokulu ve İzmir Namık Kemal Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ndeki öğrenimini bitirmeden ayrıldı. 1965-1968 arasında çeşitli işlerde çalıştı. Yeni İstanbul ve Cumhuriyet gazetelerinde düzeltmenlik yaptı. 1983'te Cumhuriyet gazetesinin düzelti şefi oldu.
İlk şiiri İzmir'de Ege Ekspres gazetesinin sanat sayfalarında yayınlandı. Devinim, Gösteri, Sanat Olayı, Soyut, Papirüs gibi dergilerdeki şiirleriyle dikkat çekti. Arkadaşlarıyla birlikte 1962-1964 arasında "Evrim" dergisini, 1967'de de "Alan 67" dergisini yayınladı. "Yeni A" dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Gazetelerde sanat sayfaları hazırladı.
Refik Durbaş, Aydın Boysan, Alâettin Bahçekapılı
İkinci Yeni esintisi ile başladığı şiir yaşamı, zamanla toplumcu yönelim kazandı. Kendine özgü dili ve benzetmeleriyle, baştan beri tavrını ve varlığını keskinleştiren, anlam kadar biçime de önem veren şiirler yazdı.
Çarşıların, işçi kızların, pazar yerlerinin, çay evlerinin dünyasını yansıtan şair olarak tanındı. Şiirinde günlük konuşma dili içine ustaca serpiştirilmiş eski sözcükler de kullandı.
Ölümünün Ardından ...
Müzisyen-Yazar Zülfü Livaneli: Çok üzgünüm çünkü Refik Durbaş benim şiirlerini beste yaptığım, uzun yıllardır dostum olan biriydi. O unutulmaz ‘Çırak Aranıyor’ şiirini bestelemiştim. Bizim kuşak yavaş yavaş elveda diyor dünyaya. Yahya Kemal’in bir şiirinde söylendiği gibi “Evvel giden ahbaba selam olsun”, Refik’e de selam olsun...
Şair Ataol Behramoğlu: Refik 1960 kuşağının en iyi, en özgün şairiydi. Gerçek anlamda bir halk çocuğu, halkın çocuğuydu. Bir önceki dönemin şiiri de içinde olmak üzere çağdaş şiirimizin bütün inceliklerini bilen ve kendi şiir tezgâhında işleyen bir şiir sevdalısı ve ustasıydı. Onun mizahını, çalışkanlığını, dürüstlüğünü yaşadığımız sürece hep anımsayacağız. Şiirleri ise çağdaş şiirimizdeki özgün ve sağlam yerini hep koruyacak.
Yayıncısı ve yakın dostu Fahri Özdemir:Türk şiirinin en önemli kilometre taşlarından biri daha aramızdan ayrıldı... Yayıncısı olmanın ötesinde benim için bir dost, bir baba, bir sırdaş hepsinden önemlisi iyi bir yoldaştı... Yalansız, çıkarsız bir dünyanın insanıydı. Meyhaneleri çok sevmesine karşın meyhanede soytarılık yapan şairlerden değildi. Kısacası Refik Durbaş, insandı. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum..
Şair Betül Dünder: Refik Durbaş’ın ölümü şiir antolojimizin bir döneminin yazılı olduğu bölümü de kapattı. Orada Ahmet Oktay’ı, Ülkü Tamer’i, ve onu hep yan yana düşündüm, andım ve gördüm. Kendiliğinden bir doğallık, söylem ve olanın şiiri. Hayatın her hali; emeğin, alın terinin ve düşsel olanın birbiri içine girdiği şiirler. Bu haya başka türlü yaşanmaz dediğiniz bir ömür. Şiir içinde, insan içinde, emek içinde ve iyilik içinde. Kalemini bırakmadan, inatla, dirençle sürdürülen bir yazma eylemi içinden uğurladık onu. Pes etmeyen, gülümsemeyi unutmayan, “bir şiir işçisi, yürek işçisi” olarak...
Onunla aynı zamanı paylaşmaktan onur duyuyorum. Anısına saygıyla...
Yaşar Miraç: Refik Durbaş, 1960 kuşağının Türk şirindeki en önde gelen ozanlarından biridir ve Türk şiirinde usta bir ozandır. Şiirimizin halklaşmasında büyük emeği vardır. Ne yazık ki entel birtakım İstanbul takımının kastı ona gerektiği kadar önem vermemiştir ve değerlendirmemiştir. Şu an en son örneği ise TÜYAP Onur Ödülü’nün aslında Refik Durbaş’a verilmesi lazımdı. İzmir’de onu aday yaparak, sanki İzmirliymiş gibi hakkı yenildi. Bu sene ona yakışırdı ve onun için çok anlamlı olurdu. Bu içimde uhde kaldı bunu söylemek istiyorum. Refik Durbaş’ı zorla kabul etmişlerdir. Çünkü halk çocukları her zaman böyle zorluklarla karşı karşıya kalır kendini birtakım ‘entel’ sanan çevreler nedeniyle. Refik halk çocuğuydu, halk ozanıydı ve öyle yaşayacaktır halkın temsilcisi olarak.
Şair Haydar Ergülen: Çok sevdiğim, aslında herkesin çok sevdiği bir şair… Bunu söylemek lazım. Bence bütün şairlerin “Refik Ağabey” siydi o. Cemal Süreya’dan sonra belki de ağabeyliği bu kadar hak eden ikinci şair o’dur. Çünkü Cemal Süreya bizim “Cemal Ağabey”imizdi ondan sonra da ‘Refik Ağabey’imiz oldu. Aynı meşrep, aynı ahlak, aynı tevazu, aynı gençlik, aynı iyilik, aynı yerellik, aynı evrensellik… Bütün bunları toplamıştı. O yüzden çok kıymetli bir şairdi. Ustaydı ama hep ‘çırak’ gibi davrandı. “Çırak ağabey” yani… Hep içinden geldiği toplumu, işçi sınıfını, köylüleri yoksulları, çırakları, uykusuzları, mülksüzleri hiç unutmadı. Hep onların şiirini yazdı. “Çaylar Şirketten” gibi şiirler gerçekten Türk şiirine Refik Durbaş’ın çok büyük armağanıdır. Şiire yepyeni bir tat kattı. Ve bence çok etkileyici bir şiir dili yarattı. Kendi dili de çok tatlıydı. Türk edebiyatına kattığı tat çok farklıydı. Şiir dışında son yıllarda özellikle BirGün’de yazıyordu. Yazılarında anılarını anlatıyordu. Edebiyatımızın güler yüzlü tarihçisiydi. Şimdi öyle biri yok. Ben bunu şimdi öldüğü için söylemiyorum. Tarihi o tatminde yazan kimse yok artık. Ben de çünkü 63 yaşındayım ve yaşlandım, bu kuşağı biliyorum. Refik Durbaş, son edebiyat tarihçisi oldu diyebilirim.
Feridun Andaç: Refik Durbaş 1960 Kuşağı’nın önemli şairlerinden birisi. Kendine özgü bir şiir duyarlılığı, poetik yolculuğu olan bir şairdi. Ben onun şiirini değerlendirirken, hep Doğu anlatıcılarının söz dağarcığını, arkaik duyarlılığını bugüne taşıyan şair olarak nitelendiriyorum. Yani ‘Kuş Tufanı’ndan ‘Hücremdeki Ayışığı’, ‘Çırak Aranıyor’ ki şiirinin ana damarını belirleyen bu üç kitap. Gerçekten onun poetik yolculuğunu hem 60 kuşağının farklı bir ses farklı bir duyarlılık olma özelliğini taşıyor. Başlangıçta İkinci Yeni’nin etkileri şiirlerinde görülse de daha çok 1940 Kuşağı, Nâzım Hikmet’in şiiri, yaşanan dönem. Hatta hatta Türk şiirinde pek görülmeyen bir gerçeklik, özellikle bu göç olgusu. Göç olgusunun büyük şehirlerde yarattığı insan tipolojisi, bizim Sait Faik’te Orhan Kemal’de gördüğümüz o küçük insanın serüveni ilk kez denilebilir ki Refik Durbaş’ın şiiriyle şiire girdi. Bu kendine özgülük 60 Kuşağı’nın İkinci Yeni kuşağının bir özelliği yani aynı dönemde yaşasalar da aynı siyasal, toplumsal olayların gölgesinde kendi varoluşlarını ortaya koysalar da başlı başına Türk şiirinin geleneksel damarı divan şiiri de var bunun içerisinde, halk şiiri de var, modern Türk şiiri de var, Yahya Kemal de var, Ahmet Haşim de var, Nâzım Hikmet de var. Bu yolculuğun kılcal damarlarını iyi özümsemiş bir şairdi aslında. O özümsediği için bunların üzerine kendi şiirini var etti. Hatta anlatımcı bir şiire doğru evrildi şiir yolculuğu. Bu da onun belki gazeteciliğinden, düzyazıya olan ilgisinden kaynaklanan bir şey. Çünkü Refik Durbaş’ın şiirinde masalların ve hal hikâyelerinin yani sözlü edebiyatın da ipuçlarını da görürüz. Onu böyle nitelendirmek gerekiyor.
PEN Türkiye Yönetim Kurulu: “Refik Abi sen beni niye ağlattın?” Ahmet Erhan böyle yazmıştı. Refik ağabey bugün bizi ağlattı. Şiirimizin ustalarından, ama her zaman ‘çırak’ gibi davranan Refik Durbaş. Şiiri yurdu gibi, yurdunu şiir gibi sevdi. Bu yüzden en çok yurtsuzların, kimsesizlerin, gurbetçilerin şiirini yazdı. Şiirimize her dilde rahatça söylenebilecek yerel tatlar kattı. Kendi dili de öyle tatlıydı. Açık ve Erzurum yaylası gibi geniş bir yürekle sevdi insanları, şairleri, yazarları. Biz de onu, şiirini, dilini, kişiliğini çok sevdik. O hepimizin Refik Ağabey’siydi, bugün bizi ağlattı. Üyemiz, canımız, değerli arkadaşımız Refik Durbaş, eserleriyle yaşayanlar arasına katıldı. Önünde sevgiyle saygıyla eğiliyoruz.
Eray Canberk: Refik çok eski arkadaşımdı. Hem arkadaşımı hem de çok sevdiğim bir şairi yitirdim. Refik’in şiirlerini şu açıdan çok önemserim, bir Anadolu insanının ama büyükşehirde yaşayan bir Anadolu insanının bütün gözlemlerini ve duygularını yansıtır. O açıdan çok önemserim, çok severim. Onun dışında söyleyecek çok şey var ama Refik, ‘Mecnun’ Refik’ti ve aynı zamanda Refik’im Refik’ti.
(Kaynak: birgun.net)
Refik Durbaş'ın Eserleri
Şiirleri
Kuş Tufanı (1971)
Hücremde Ayışığı (1974)
Çırak Aranıyor (1978)
İkinci Baskı (1979)
Çaylar Şirketten (1980)
Denizler Sincabı (çocuklar için şiirler,1982)
Kırmızı Kanatlı Kartal (çocuklar için şiirler, 1982)
Nereye Uçar Gökyüzü (1983)
Siyah Bir Acıda (1984)
Bir Umuttan Bir Sevinçten (1984, toplu şiirler 1)
Yeni Bir Defter-Şiirler-Meçhul Bir Aşk (1985)
Adresi Uçurum (1986, toplu şiirler 2)
Geçti mi Geçen Günler (1989)
Menzil (1992)
Kimse Hatırlamıyor (1994, toplu şiirler 1)
Nereye Uçar Gökyüzü (1994, toplu şiirler 2)
İki Sevda Arasında Kara Sevda (1994)
Tilki Tilki Saat Kaç (1995)
Düşler Şairi (1997)
İstanbul Hatırası (1998)
Röportaj
Ahmed Arif Anlatıyor: Kalbim Dinamit Kuyusu (1990)
İnceleme
Şair Cezaevi Kapısında (1992)
Galata Köprüsü (1995)
İlhami Bekir'den Mektup Var (1997)
Deneme
Yazılmaz Bir İstanbul (1988)
İki Sevda Arasında Karasevda (1994)
Yasemin ve Martı (1997)
Antoloji
Türk Yazınında Cezaevi Şiirleri (1993)
Öykülerle İstanbul (1995)
Yenileştirme
Yedi İklim Dört Bucak (1977, Evliya Çelebi'den çocuklar için)
Şakaname (1983, Evliya Çelebi'den çocuklar için)
Mavi Alacalı Baston (1983, Muallim Çelebi'den çocuklar için)
Ödülleri
1979 Yeditepe Şiir Armağanı Çırak Aranıyor ile
1983 Behçet Necatigil Şiir Ödülü Nereye Uçar Gökyüzü ile
1993 Halil Kocagöz Şiir Ödülü Menzil ile
Refik Durbaş'ın Şiirlerinden Örnekler
ÇIRAK ARANIYOR
Elim sanata düşer usta Dilim küfre, yüreğim acıya Ölüm hep bana Bana mı düşer usta?
Sevda ne yana düşer usta Hicran ne yana Yalnızlık hep bana Bana mı düşer usta?
Gurbet ne yana düşer usta Sıla ne yana Hasret hep bana Bana mı düşer usta?
PUSULA
Annemin öldüğü yaşı çoktan geçtim suyun vefası ve acılar -bir de gökyüzü çocuklarım olsa da
Babamın öldüğü yaştayım artık gurbeti sıla, sılası hicran Bir de yalnızlık arkadaşım olsa da
Rüzgârlar yazsın aşkımı
Ama gönlüm hâlâ oğlumun âşık olduğu yaşta -sevdanın pusulası anılarım olsa da
İki güvercin ey ömrüm yılların omuzuna tünemiş biri hayat, öteki ölüm yaşadığım olsa da
Biri Refik, öteki Durbaş aslında
MENZİL
Onlar ki aydınlık üzre ecel toprağına umut ektiler. Ay dolandı vay deli gönlüm
Ölüm şaşırdı menzilini
Onlar ki karanlık üzre korku mazgalına zulüm serdiler. Ay dolandı vay deli gönlüm
Ölüm şaşırdı menzilini
Onlar ki cehennem üzre yürekten cennet süzdüler. Ay dolandı vay deli gönlüm
Ölüm şaşırdı menzilini
AĞITLAR
Gözleri bir umudu, bir dalgınlığı yaşıyor Ağzında kalabalık bir öpüşme ormanı -Kalbindeki katiyyen ben değilim yüzünde küçük inzal kuşları.
TUZAK
Nefretin adresini mi soruyorsun cinnet yağmurunda kimsesiz kuşların rüzgârı çalınmış yalnızlığımı mı sevdanın adresini mi soruyorsun ayrılığı mavi, hüznü beyaz uçan
Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni sensin çılgınlığımın zalım kaynağı elemin aşktan damıtılmış alevi taşarken yüzünden hicranın ırmağı zulmetin vahasını mı arıyorsun bakışı gül sesi, gülüşü yaz açan
Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni
Fırtınası çalınmış işte umudun gençliğimin şafağı da haczedilmiş acının ve aşkın tarihini yazmadan su menzilinde akşam mı avlıyorsun ikindisi kumral, baharı az olan
Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni
Çile kuşatılmaz demedim mi sana nur heykeli, gün avcısı, ay alevi yüzü bereketli sevdalar tuzağı kalbimin adresini mi soruyorsun soyadı hüzünlü, adı naz anılan
Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni
HÜCREMDE AYIŞIĞI
Sesimi sesinin üstüne koyma kara gecede, karanlıkta, acılı yüreğimde yeşerdiyse de alevi ölümün kan boğmadı daha korkuyu kırılmadı kin ve öfkenin fidanı
Sesini sesimin üstüne koyma ağzımda prangası tutuklu rüzgâr
Yanlış arama ölümden başka kurşuna dizilen resimlerde acıyla örülmüşse cesetler ve ağlıyorsa hücremde ayışığı üzgün değilim, hüzünlü asla
Yanlış arama ölümden başka sırtımda falakası tutuklu rüzgâr
Yüreğimde mezarlar açma artık kazıdım hücremin duvarına çünkü zamanı kucaklayan öfkemi acıdan üretilen sesimi gençliği damıtılmış günlerimi
Yüreğimde mezarlar açma artık elinde kırbaçları tutuklu rüzgâr
Çıplak taş, demir kapı, sessizlik korkuyu mu bekliyor o nöbetçi niçin hiç konuşmuyor yıldızlar şafak söktüyse nerde kar filizleri uyusam uyansam her yerde bahar
Çıplak taş, demir kapı, sessizlik sesimde zincirleri tutuklu rüzgâr
Tek değilim artık, çoğaldım ölüme deli rüzgâr, çıplak suyun rahminde artık ne hücrem, ne yalnızlık eskisinden düşmanım karanlığa ama hâlâ yanıyor yüreğimde işkence
Tek değilim artık, çoğaldım ölüme yüzümde kelepçesi tutuklu rüzgâr
-Söyle kim hak kazandı ölüme
ÖZETİ
Kuşların dilini öğrettin bana çiçeklerin dilini özlemlerin, eylüllerin, gurbetlerin akarsuların ve zamanın ateşi sönmeyen zamansızlığın bir de
Rüzgârın koynunda gündüzün erguvan burcundan gecelerin
Bir bunun için mi sevmedim seni?
Yalnız ve yalnızca sürgünlerde nice karasevdaların müebbetinde çığlıkla çılgınlığım arasında bir her zaman unutmak isterdim seni her zaman hatırlamak bir de
Sonsuz beyazlığında iklimlerin çırılçıplak lekesiz kentlerin
Bunun için de mi sevmedim seni?
Soruları yanıtlanmış aldanışlar adına yanıtları belirsiz alışkanlıklar adına yazlar ve kışlar, elvedalar adına bir daha bir daha kavuşmalar adına anılarını taşıyan her şey adına
Yolunu şaşırmış gitmelerin korkunç ve güzel gelmelerin
Nasıl ve niçin mi sevmedim seni?
ANIT
Halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar ateşin övündüğü üç alınteri nebisi bir şafak vakti zulmün dehlizinde yiğitlik anıtı süsledi bedenleri
Biri engin denizlerle arkadaş biri inancın cömert efendisi biri sabrın korkusuz aslanıydı onurun mescidi şimdi cesetleri
Halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar ölüme taviz vermedi hiç biri
BİN KUŞ AYIŞIĞINDA
Şimdi senin soluğunda akşam çiçekler ve sular kadar yalnızım bir o kadar da esmer saçların bin kuş esiyor sanki ayışığından
Abdülkadir Yücelman kimdir?
1932 yılında İstanbul'da doğan Yücelman, öğrenimini İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde yaptı. Spor yaşamını Vefa ve Çırçır kulüplerinde sürdürdü. TSYD'nin yönetiminde çeşitli tarihlerde görev aldı. Spor araştırma ve yazılarıyla ilgili çeşitli ödüllere de sahip olan Yücelman, Cumhuriyet Gazetesi'nde spor yazarlığı ve spor servisi yöneticiliği yaptı. 1 Aralık 2009'da vefat etti.
Şecaattin Tanyerli kimdir?
Şecaattin Tanyerli 13 Ocak 1921 İstanbul doğumlu bir müzisyendir. Seslendirdiği Türkçe tangolarla tanınan yorumcu, Türkiye’de tango denince akla ilk gelen isimlerden. Hukuk Fakültesi öğrencisiyken Beyoğlu Halkevi’nde keman öğretmeni Goldenberg’den şan dersleri alan Tanyerli, tango dinlemenin ve bu dansı icra etmenin hayatı renklendirdiği düşüncesindeydi.
44 yıl boyunca İstanbul Radyosunda 1000’i aşkın Türkçe sözlü tangoyu seslendiren sanatçı 30’u aşkın taş plak, 2 uzuncalar, 2 kaset, 40 kadar 45’lik plak ve 1 CD yaptı.
Hemen her tangonun Şecaattin Tanyerli’de bir hatırası vardı. Bunun yanı sıra tüm tangolara aşık olan Tanyerli, ailesi ve çevresiyle olan bağlarının güçlülüğünü de tangoya borçlu olduğunu her zaman söylemiştir. Bu konuyla ilgili düşüncelerini” Devirler daima değişir, nice müzik türleri gelip geçer,ama daima sevilen tangodur. Tango benim her şeyimdir, düşüncem, yaşantımdır. Bütün duygusallığımla o parçaları söylerim. Bu belki de orta yaşlı, çok hassas olmanın neticesidir” diye açıklamıştır. 1971’de altın plak ödülü alan Tanyerli , “Ayrılık” “Sensiz Kaldığım Geceler” “Sevdim Bir Genç Kadını’ “Mazi” “Sana Nerden Gönül Verdim” “Papatya” gibi unutulmaz şarkılara imza atmıştır. 45 yılı aşkın bir zaman kendini tangoya adayan Tanyerli 1 Aralık 1994 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
Comentários