top of page
  • Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Hıncal Uluç, Cemal Akyıldız, Prof.Dr. Ümit Doğanay, Kerem Yılmazer



Bugün 20 Kasım. Geçen yıl 20 Kasım'ı 21 Kasım'a bağlayan Gazeteci-Yazar Hıncal Ulaç ayrıldı aramızdan. Atatürk çizimleri ile tanınan, gravür sanatçısı, ressam Cemal Akyıldız'ın 3. ölüm yıldönümü bugün. Ayrıca 44 yıl önce bugün, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Yaşar Ümit Doğanay uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü. Daha 50 yaşındaydı. Tiyatro ve sinema dünyamızın önemli oyuncularından Kerem Yılmazer de 20 yıl önce ayrıldı aramızdan.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.



HINCAL ULUÇ KİMDİR?





Uluç, Kilis'te 1 Kasım 1939 tarihinde dünyaya geldi. Türk gazeteci, köşe yazarı ve Spor yorumcusudur. Uluç, son olarak Sabah gazetesinde köşe yazıları yazmaktaydı. Ayrıca A Spor'da yayımlanan Hıncal Uluç ile Baş Başa programında spor yorumculuğu da yapmaktaydı. Uluç, baba tarafından Ubıh asıllı, anne tarafından ise Kilislidir. Ayrıca anneannesi Rumeli (Arnavut, Boşnak) göçmenidir.Subay olan babası Fuat Uluç'un, II. Dünya Savaşı sırasında Bulgar sınırında görevli olmasından ötürü üç yaşına kadar anneanne ve teyzesi tarafından büyütülmüştür. Tayinler nedeniyle ilkokula Bandırma'da başlamış, sonra 1950 yılında Kilis'te bitirmiştir. 1952 yılında Antakya'da ortaokula başlayan Uluç, eğitiminin geri kalanını da Ankara Kurtuluş Lisesinde tamamlamıştır.1980 yılına kadar Ankara'da kalan Hıncal Uluç, İngilizce öğrenme isteği nedeniyle de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine yazıldı, bir sömestr sonunda tekrar Ankara'ya döndü ve Ankara’ya döndükten sonraki sene de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini kazandı.Yenigün adıyla kurulan yayın organında Uluç, Mehmet Ali Kışlalı desteği ile 17 yaşında, spor sayfasını hazırlamaya başlayarak gazeteciliğe adım attı. Başarılı gazeteci, 1964 yılında liseden mezun olduktan bir yıl sonra Mamak Muhabere Okulu'nda iki yıl askerlik yaptı.1967 yılında, Mehmet Ali Kışlalı başta olmak üzere eski Yenigün ekibinin çıkardığı Yankı gazetesinde çalışmaya başladı. Oktay Kurtböke Cumhuriyet gazetesinin yayın yönetmeni olduğu için Uluç, burada da haftada iki gün spor yazıları yazmaya başladı. TRT kurulunca pazartesi günleri yine Cumhuriyet'te tam sayfa TV gazetesi hazırladı.1980 senesinde İstanbul'a gelen Uluç, 1990 senesinde Sabah gazetesinde yazmaya başladı. 1994 yılında uğradığı silahlı saldırıya uğradı. Hıncal Uluç, kendi seçtiği şarkılardan oluşan "Hıncal'ın Seçtikleri" 2008'de, "Hıncal'ın Seçtikleri 2" 2009'da yayınlandı.

HINCAL ULUÇ NEDEN VEFAT ETTİ?

Uluç, 1977- 1983 yılları arasında arkeolog olduğu bilinen Holly Hartquist ile evlilik yapmıştır. Usta gazeteci, 20 Kasım'ı 21'ine bağlayan gece hayatını kaybetti.Hıncal Uluç, İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede 83 yaşında hayatını kaybetti. İki böbreğini de kaybeden Uluç, kan zehirlenmesi sebebiyle tedavi altına alınırken bir süre önce kalçasını kırmış ve by-pass ameliyatı olmuştu. Şimdiye kadar 10’a yakın ameliyat geçiren Hıncal Uluç, bir süredir İstanbul’da özel bir hastanede tedavi görüyordu.

Hıncal Uluç, 20 Kasım'ı 21 Kasım 2022'ye bağlayan gece vefat etti.


Prof. Dr. Yaşar Ümit Doğanay kimdir?



1929'da Samsun'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi (1953). Aynı fakültede medeni hukuk asistanı (1956), doçenti (1959) ve profesörü (1969) oldu. 1971-1972 yıllarında Toprak Reformu Yasa Tasarısı'nın hazırlık çalışmalarına katıldı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi'nin kurucuları arasında yer aldı ve bu fakültede öğretim üyeliği yaptı. 20 Kasım 1979 yılında sağcı teröristler tarafından öldürüldü.

Başlıca yapıtları: Hükmi Şahıslar, 1967; Adi Şirket Akdi, 1968; Olağanüstü Kazandırıcı Zamanaşımı Yoluyla Gayrimenkul Mülkiyetinin Kazanılması, 1974.

Prof. Dr. Yaşar Ümit Doğanay ile TRT Şef Prodüktörü Alâettin Bahçekapılı'nın göllerimiz ve mülkiyet (özellikle Bafa Gölü) konusunda yaptığı bir söyleşinin ayrıntıları ve sesi, Bahçekapılı'nın Heyamola Yayınları arasında 2006'da yayımlanan Sesleri Bende Kaldı kitabında bulunmaktadır.

Cemal Ayyıldız kimdir?



Atatürk çizimleri ile tanınan, gravür sanatçısı, ressam Cemal Akyıldız, yakalandığı Covid-19'dan kurtulamayarak 20 Kasım 2020'de vefat etti. 88 yaşındayken aramızdan ayrılan Cemal Akyıldız, Ulusal Kurtuluş Savaşı'mızın tarihsel mekânlarını, İstanbul'un tarihsel yapıtlarını, Mimar Sinan'ın camilerini, bu topraklardaki Selçuk ve Osmanlı mimari değerlerini gravür tekniğiyle çizmesiyle tanınıyordu. Bugüne değin değişik illerde 200'den fazla sergi açan, alçakgönüllü, öne çıkmayan sanatçının ölümü büyük üzüntü yarattı.

Dostu, arkadaşı Mehmet Bilgin, sitem dolu mesajında şunları dile getirdi:

"Cemal Akyıldız Trabzon'un iftihar etmesi gereken bir şahsiyettir. Onu yakından tanıyanlar gravür tarzındaki Atatürk resimlerinden dolayı yok farz edilmek istenmesinden bile hiç şikayetçi olmadan azimle çalıştığını bilirler. Orta Asya ve Balkanlarda Türk Kültürüne ait eserlerin kendine has gravür tekniği ile ölümsüzleştirdiğini, İstanbul başta olmak üzere tüm Anadolu'da ki kentlere kimliğini veren tarihi eserleri kendi tekniği ile kültürümüze yeniden kazandırdığını bilirler. Sayısız röportaj ve televizyon programına rağmen, Trabzon ile ilgili her etkinliğe katılmasına rağmen, Trabzon ve kazalarına ait çok sayıdaki tablosuna rağmen Trabzonda bile yok sayıldığını da bilirler. Sanatı ve Trabzon'u kendi tekelinde zanneden zavallılar, O'nu hiçbir etkinliklerinde ağırlamadılar, hiç bir eserlerinde konu etmediler, ne onur konuğu ne ödül ne de herhangi bir övgüde bulunmadılar."


Yönetmen Erdal Eksert ise duygularını şöyle ifade etti:

"Trabzon bir değerini daha kaybetti. Unutulan, yaşarken değer görmeyen bir sanatçısını daha kaybetti.

Cemal abiyi anlatmak bir kitaba sığar ancak.

Yüzlerce resim Onlarca Film afişleri 1000'i aşkın Foto Roman kapakları Okul kitaplarımızın içindeki resimler ve haritalar, 1970 ve 1980'de ilkokulu okuyanlar bilir: Sonbahar, kış, ilkbahar, yaz panolarını... Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar tarihi Türk eserlerini çizen Binlerce gravür Yurt ici ve Yurt dışında 200'ün üzerinde sergi açtı. Yaşamında sadece kağıt, kalem ve boya vardı. Çok üzgünüm Işıklar içinde uyusun Cemal abi..."



Ressam Cemal Akyıldız ile söyleşi...

Yazar : Gül Demirdaş




Sirkeci’den Cağaloğlu’na doğru çıkarken Babıali yokuşunun arka tarafındaki Ankara Caddesi’nde bulunan küçük atölyesinde tüm içtenliği ve misafirperverliğiyle karşılıyor bizi ressam Cemal Akyıldız. Bir zamanlar Türk basınının kalbi olan meşhur Babıali’yi ve biraz da eski İstanbul’u anlatarak başlayan sohbetimiz, Cemal Bey’in Trabzon’da doğduğu sevimli ahşap evin duvarındaki taşların özelliklerine kadar uzanıyor. Kendini iyi bir tabiat gözlemcisi olarak tanımlayan ressam Cemal Akyıldız, neredeyse tüm Anadolu’yu gezmiş ve oralardaki tarihi eserleri resmetmiş. Atölyenin duvarlarına özenle astığı gravür resimlerle tarihin tozlu sayfalarında naftalin kokulu küçük bir gezintiye çıkıyoruz; Cemal Bey’in güler yüzü ve kendine özgü espri yüklü anlatımıyla tabii… Türk ressamlar başlığı altında değerli bir ismi sizinle buluşturuyoruz. Keyifli okumalar. Tarih Araştırmacısı, Bir İstanbul Aşığı Ve Ressam Cemal Akyıldız’ı Bize Biraz Anlatır Mısınız? Gravür Resme Olan Merakınız, Tarihe Duyduğunuz İlgi Ve Bu İstanbul Sevdası Nereden Geliyor? Ben daha okula başlamadan resim çizmeye başladım. İlkokulda dünya ilkokullar resim yarışmasına Türkiye’den benim resmim gitti. Bütün idealim ressam olmaktı, ama ailem ressam olmamı istemedi. Aslında ailem soydan sanatçı. Resim değil, fakat sanatın diğer dallarıyla ilgililerdi. Babam varlıklı bir tüccardı ve ideali, ticari olarak tahsil yapıp onun mesleğini devam ettirmemdi. Ama benim aklımda hep resim vardı. Ticari liseyi bitirdikten sonra 1949’da İstanbul’a Güzel Sanatlar Akademisi’ne geldim, Güzel Sanatlar Akademisi benim hayalimdi. Bir Karadenizli olarak İstanbul sevdam da yine bu resim sanatından geliyor. Çocukluğumda idealim ressam olmak, resmi de Güzel Sanatlar Akademisi’nde almaktı; çünkü İstanbul’da sanatın her icraatı var. İstanbul ile ilgili ne kadar gazete haberi varsa onları keser, saklardım. Resim eğitimi için İstanbul’a geldiğimde İstanbul’u İstanbullulardan daha çok tanıyor, biliyordum.

“İdealimdeki Gerçek Resmi Terk Etmedim” Benim geldiğim tarihlerde Güzel Sanatlar Akademisi’nde soyut resim baş tacı. Oysa Anadolu’daki hocalarımız Osmanlı’nın son devrinin en büyük, en değerli ressamlarının talebeleri: İbrahim Çallı’nın, Hikmet Onat’ın… Onlar hocalarının klasik resmini bize aşıladılar. Hayallerimizde klasik resim vardı. Ama maalesef İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde klasik resme çok az yer veriyorlardı. Sukut-ı hayale uğradım. Hocalarım da bunu hissetti. Dışarıdan, klasik ressamlardan öğrenerek sanatımı daha iyi icra edebilirim dedim ve Akademi’yi bıraktım. O zamanlar İstanbul’da dünya çapındaki üç-dört ressamın atölyelerine gittim, onlara çıraklık yaptım. Resmin temelini o değerli hocalarımdan öğrendim. Ben, idealimdeki gerçek resmi terk etmedim. Soyut resim de elbette bir sanat ve değerli eserler de var, ama ben itibar etmedim. Benim mantığıma göre resim, gördüğün şeyi, hakikisini çizmektir. Gerçek resim klasik resimdir. Daha ilkokuldayken insana bakarak, ona benzeterek çizerdim. Bence baraj budur, portredir. Portre resmi en zorudur. Ressam olabilmek için çocukluktaki bu barajın aşılması lazım. Ölçü, gördüğünü çizmektir. Ne kadar benzetirseniz dereceniz o kadar yüksektir. Bu bakımdan çocukluğumda da iddialıydım, şimdi de öyle. Ben portresi çizilecek kimselerin portrelerini çizerim. Sipariş portre yapmıyorum. Atatürk’ten itibaren tüm cumhurbaşkanlarının portrelerini çizdim. 2001’de o zamana kadarki cumhurbaşkanlarıyla ilgili bir tarihi belge çıkarttılar. Bu belge için cumhurbaşkanlarının resimlerini çizdim. Fatih Sultan Mehmet’i de çizdim mesela. Ancak onun haricinde portre çizmiyorum.

2 Bin Civarında Roman Kapağı Akademi’yi bıraktıktan sonraki yıllara geri dönecek olursak; o dönemde resimden iyi para kazandığımı söyleyebilirim. Akademi’deki bir hocamın Babıali’de reklam afiş atölyesi vardı. Orada iki sene çalıştıktan sonra 1951’de 18 yaşımdayken kendi atölyemi açtım. Kitap kapakları, sinema afişleri, okul kitaplarının içindeki resimler ve hat sanatı yaparak iyi paralar kazandım. 2 bin civarında roman kapağı çizdim. 1980’li yıllarda fotoğraf ve baskı teknolojisinin ilerlemesiyle birlikte Türk ressamlar olarak zamanla işlerimizi kaybettik. Çünkü benim 1 hafta ya da 1 günde çizdiğim kompozisyonu dijital ortamda birkaç saatte çizebiliyorlar. “Türkiye’nin Hemen Her Vilayetini Gezdim” Ben zamanımın büyük bir kısmını resimden sonra tarihi araştırmalar yaparak geçiririm. Tarihe olan hevesimi tarihi resimler çizerek uyguladım, kendimi öyle tatmin ettim. Tabii bu zamanla devlet tarafından fark edildi ve beni Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar tarihi Türk eserlerini çizmem için gönderdiler. Kültür Bakanlığı ile Anadolu’daki tarihi Türk eserlerini çizmem için vilayetler belirleyip oraya tarihi öneme sahip muhteşem Türk eserlerini çizmek için giderim. Sonrasında o çizimler kitap halinde yayımlanır ve hediye olarak vilayeti ziyaret eden önemli isimlere takdim edilir. Türkiye’nin hemen hemen her vilayetini gezdim, çoğunun resmini çizdim. Vilayet gezmelerime hâlâ devam ediyorum. Şu sıralar ise başka bir şeyin hazırlığı ve heyecanı içerisindeyiz. İstanbul Üniversitesi ile bir kitap hazırlığı yapıyoruz. Ben 25 senedir İstanbul Üniversitesi’nin ressamıyım. Yakın zamanda İstanbul Üniversitesi Tarih Araştırmalar Ana Bilim Dalı Ressamlığı’na getirildim. 60 küsur senelik resim hayatım boyunca çizdiğim 350’den fazla eserim tarihçeleriyle kitaplaştırılacak. Türkiye’de Gravür Çok Anlaşılan Bir Sanat Değil. Gravür Resmi Nasıl Tanımlarsınız? Nasıl Çizmek Gerekiyor? Tarih Veya Mimariyle İlgili Okumalar Gerektiriyor Mu? Gravürün dünyadaki hikâyesini anlatarak başlayayım sorunuzu cevaplamaya. Rönesans devrinde ünlü ressamların eserleri zengin kimselerin şatolarında olurdu, halk görmezdi. Mesela dünyanın en büyük eserlerinden Mona Lisa, çizildikten ancak 50-60 yıl sonra halk tarafından görüldü. Ressamlar, eserlerini daha fazla kişiye ulaştırmak, yaymak istiyorlardı. Ama o dönemde matbaacılık ve fotoğrafçılık yok. O zamanın teknolojisi çoğaltma işine pek uygun değil. İşte ressamlar eserlerini çoğaltmak için bir sistem icat ettiler. Bu sisteme, uygulamaya gravür adını verdiler ve ressamlar buna uygun biçimde gravür tarzıyla resim çizmeye başladılar. Bu uygulamadan da kısaca bahsedeyim. Orijinal resmin yapılacağı kalıp yumuşak bir metalden seçilir; bakır veya çinko. Çizilen resim o metalin üzerine ana hatlarıyla belli edilir. Daha sonra kalem gibi sivri çelik uçlarla resim oyularak çizilir. Latince grave oymak, graver oyan kişi, gravür ise oyulan şey anlamlarına geliyor. Yani, aslında gravür bu tekniğin adı. Bugün bu oyma işini yapacak ustalar yok. Şimdilerde bu işi asit yapıyor. Çizilen resim teknoloji sayesinde sıfır kayıpla çinkonun üzerine tab ediliyor ve asit, tab edilen çizgilere dokunmayıp boş yerleri oyuyor. Bunu teknoloji yapıyor, mühim olan gravür tarzında resmi çizmek.

Sizin Çalışmalarınızın Hem Belgesel Bir Tadı Hem De Sanatsal Bir Yönü Var. Gravür Resim Çizerken Gördüğünüzün Yanında Başka Nelerden Besleniyorsunuz? Resmi Çizmeden Önce Nasıl Bir Hazırlık Süreci Geçirdiğinizi Ve Nihayetinde Eserin Nasıl Ortaya Çıktığından Biraz Bahseder Misiniz? Gravür resimde gördüğünü çiziyorsun evet, ama bilgiyle hakikate daha çok yaklaşırsın. Yani, tarih, mimari gibi alanlarda okumalar yaparak resimde ‘aslına’ yaklaşırsın. Ben doğuştan mimarım. Harap olmuş bir tarihi eseri gördüğünde onun aslının nasıl olduğunun, nasıl göründüğünün iddiasını yapıyorum. Bu da elbette bilgiyle oluyor. Bununla ilgili çok fazla okuyor, araştırıyorum. Okumanın yanında size şunu da söyleyeyim, ben tarihi eserlerin duvarlarını aslına uygun yaparım, dokusunu yansıtırım; çünkü ben aynı zamanda bir duvar ustasıyım. Resmimi besleyeceğini bildiğim için duvar ustalarıyla birlikte çalıştım, duvar ördüm. Eserin duvar taşlarının birbirine olan oranını ve taşın özelliklerini, dokusunu çok iyi bilirim. Bir tahtayı çizerken, tahtanın tabiatındaki damarları bileceksiniz. Hakikati olduğu gibi yansıtmak için her şeyi öğrenmeye, bilmeye gayret ettim. Türk Ressamlar : Cemal Akyıldız “Sanatçı, Varlığın En Güzel Görüldüğü Tarafı Yakalar” Bazıları diyor ki, eserin bir fotoğrafını gönderelim sen resmini çiz. Hayır. Ben bizzat göreceğim ve perspektifi tespit edeceğim; çünkü resmin temeli perspektiftir. Her varlığın en güzel görüldüğü bir taraf vardır. Sanatçı, işte bunu yakalayacak. Çizeceğim eserin bulunduğu yere gidiyorum, perspektifi tespit ediyorum ve kurşun kalemle o yapının, o güzel eserin etüdünü yapıyorum. Eseri tabii ki oturup karşısında çizmiyorum, İstanbul’daki atölyemde çiziyorum. Yaratılış bakımından aslını unutursun. Bu yüzden eserin bütün özelliklerini çok ayrıntılı bir şekilde fotoğraflarla tespit ediyorum, müsveddesini yapıyorum. Yani, binayı atölyeme taşıyorum. Resmi çizmem bazen günlerce, bazen haftalarca sürüyor. Hem okumalarım hem araştırmalarım hem de eserle ilgili aldığım etüt çizimleri ve fotoğraflarla birlikte ortaya aslına en yakın resmi çıkartıyorum. Peki, Resimden Gravür Resme Geçişiniz Nasıl Oldu? Neden Gravür Resim? Gravür resim ile aslında tarihe not düşüyorsunuz. Geçmişi, geçmişin güzelliklerini günümüze taşıyan gravür, hem belgesel nitelikli hem de estetik değeri olan çizimlerdir. Zaten amaçlanan da bu. Geçmişe dair tarihi eserler, tarihi değeri olan şeyler gravür tarzında çizilmiştir. Tarihteki en meşhur ressamların çizmiş olduğu gravür tarzı resimlerin hepsi benim için birer rehberdir. Ben o teknolojinin dışına çıkmıyorum, tarihteki üstatlarımız ne tarz çiziyorsan ben de öyle çiziyorum. Hakikati görmek ve çizmek mühim olan. Buna en yakın gravür resim olduğu için gravür resme geçiş yaptım.

Yaratılan Güzellikleri Kağıda Aktarmak Tabiat, her şeyi çok güzel yaratmıştır ki, yarattığı her şeyde bir ‘en güzel oran’ vardır. Allah, o kadar mükemmel yaratmıştır ki, biz de o yaratılmış güzelliği aynen kağıda aktarmakla kendi yeteneğimizi ortaya koyarız. O en güzele bir şeyler katarak, ekleyerek değil, onun aslını çizerek… Dünyada yaratılan hiçbir şey çirkin değildir. Bütün mahlûkat en güzel şekilde yaratılmıştır. Mesela, bir kelebeğin gövdesini, kanat yapısını ve kanatların o gövdeyi taşıyacak ağırlığa sahip olmasındaki oranı düşünün. Bir yılan mesela, onun bile bir kıvrıntı güzelliği vardır. Tabiat her şeyi en güzel şekilde yaratmıştır. Sanatçı da bunu kâğıda veya heykele ne kadar az kusurla aktarırsa o kadar yeteneklidir. Tabiat, en güzel sanatçıdır. Biz de mümkün olduğunca ne kadar aslına uygun çizersek sanatımızdaki değer de o kadar olur. Türk ressamlar : ressam Cemal Akyıldız; “Sanat, bir tabiat vergisidir, yetenektir. Sivas’taki Divriği Ulu Cami 1230’lu yıllarda yapılmıştır. Dünya çapındaki bu muhteşem eseri yapan mimar veya onun resmini çizen ressam o dönemde hangi ortamda yetişmiş olabilir. Okul yok, imkânlar kısıtlı… İşte bu bir yetenektir. Tabiat bize nasibimiz olduğu kadar bir yetenek verir; kimine seste, kimine hitabette, kimine çizimde, kimine ise sporda…. Evet, şaşırmayın; spor da bir güzel sanattır. Ben aynı zamanda milli sporcuyum. Ağır sporları ve Karadenizli olduğum için su sporlarıyla ilgilendim; kürek ve yüzme. Sporun belli bir dozu var, kendinizi hırpalarsanız ömrünüz kısa olur”


Şu Ana Kadar Açtığınız Sergi Sayısı 200’ün Üzerinde. Önümüzdeki Dönemde Sergileriniz Olacak Mı? Çizim Yapmaya Devam Ediyorum Dediniz. Planlanmış Bir Vilayet Geziniz Ya Da Çizmek İstediğiniz Eserler Var Mı? Evet, şimdiye kadar 200’ün üzerinde sergim oldu. Önümüzdeki dönemlerde büyük bir ihtimalle Bosna Hersek’e gideceğim, orada bir sergi açacağız. Bir mimarlık harikası olan Mostar Köprüsü’nü çizdim. 27 metre yüksekliğindeki köprünün mimarının Mimar Sinan’ın talebesi olduğunu söylüyorlar. Harikulade bir eser. Biz sanatçıların en büyük ilham kaynağı tabiat güzelliğidir. Dağdan, dereden, denizden, tepeden besleniriz. Fakat oralar dümdüz, bozkır. O muhteşem mimari eserler o dönemlerde, o şartlarda nasıl yapılmış, bu insanlar kendilerini nasıl yetiştirmiş şaşırdım, hayran kaldım. Bugünkü mimarlık bunları yapamaz. İşte bu içten gelen tabii yetenektir. Anadolu’nun hemen her yerine gittim. Yurt dışında da çok sergiler açtık. Bundan 5 yıl önce Dışişleri Bakanlığı, Türk mimarisini, Türk güzel sanatını temsil eden 60 eserimi Balkanlar’da devlet devlet dolaştırdı, açılışları yapıldı. Halen de devam ediyor sergilerim, çizimlerim. “Kanuni’nin Türbesini Çizmek İstiyorum” Yurt dışında muhteşem mimari eserlerimiz var. Ben buralara gidip çizmek istiyorum. Mesela Orta Asya’da Türkmenistan’da 10 tane tarihi eser çizdim ki, daha fazla var oralarda. Özbekistan, Tacikistan… Mesela, Hoca Ahmet Yesevi Türbesi bir derya, orayı çizmek istiyorum. Bütün padişahların türbelerini çizdim. Macaristan Zigetvar’da Kanuni Sultan Süleyman’ın iç organlarının gömüldüğü yer müphemdi, ancak artık tespit edildi. Ona yakışacak bir türbenin olması lazım. Benim devletten talebim, bu türbenin mimari çiziminde ben de katkıda bulunmak istiyorum. Elbette sonrasında türbenin resmini de çizmek istiyorum.

Kerem Yılmazer kimdir?



Kerem Yılmazer, 1945 yılında Denizli’de dünyaya geldi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Yılmazer, 1988’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda konuk sanatçı olarak çalışmaya başladı ve 1990’da kadrolu oldu. Özel tiyatrolarda da çalışan Yılmazer, “Eşkıya Aşkı”, “Kirli Yüzlü Melek”, “Gökçeçiçek” (Kozluca Hüseyin), “Ben Doğarken Ölmüşüm” ve “Gelin”in de aralarında bulunduğu 12 filmde rol aldı. Televizyon seyircilerinin de yakından tanıdığı sanatçı, “Dikiz Aynası”, “Pembe Panjurlu Ev”, “Yalnızlığın Öteki Adı”, “Karar Sizin”, “Çekirdek Ailesi” gibi dizilerde oynadı. Yılmazer, 1960’lı ve 1970’li yıllarda şarkıcılık yaptı, birçok müzikalde rol aldı. Yurtdışında sahne sanatları üzerine eğitim alan Yılmazer, Şehir Tiyatroları’nda da “Kuşlar Müzikali”, “Genç Osman”, “Hürrem Sultan”, “Kuyruklu Yıldız Altında”, “Tensing” adlı oyunlarda rol aldı. Kerem Yılmazer, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda bu sezon “Bizans Düştü” adlı oyunda ‘kadı’, “Hakimiyet-i Milliye Aşevi” adlı oyunda da ‘Halide Edip Adıvar’ın kocası Adnan Adıvar’ rolündeydi. Son olarak ‘II. Uluslararası Beyoğlu Buluşması’ etkinlikleri kapsamında Kerem Yılmazer, Nazım Hikmet ile Yunan şair Yannis Ritsos’un şiirlerini yorumlamıştı. Akbank Kültür Sanat Merkezi’ndeki şiir dinletisine Esin Afşar ve Yunan sanatçılar da şarkılarıyla eşlik etmişlerdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları sanatçısı olan Kerem Yılmazer, 20 Kasım 2003 günü Levent’te yaşanan terör olayında (bombalı saldırıda) hayatını kaybetti. Yılmazer, kendisi gibi bir tiyatro sanatçısı olan Göksel Kortay ile evliydi. Kerem Yılmazer’in rol aldığı filmler: Eşkiya Aşkı - 1969 Kirli Yüzlü Melek - 1969 Yaralı Kurt - 1972 Gökçeçiçek - 1972 Ben Doğarken Ölmüşüm - 1973 Gelin - 1973 Güngörmüşler - 1976 O Kadın - 1982 Yoksul - 1986 Kızlar Sınıfı Tatilde - 1986 Yarın Artık Bugündür (TV) - 1987 Üç Kişilik Dünya (TV) - 1993

175 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page