top of page
  • Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Nâzım Şiir Günleri'ne damga vuran sergi ve değerlendirmeler

Güncelleme tarihi: 11 Eyl 2023



İSTANBUL/ATAŞEHİR- Ataşehir Belediyesi'nin gelenekselleştirdiği Uluslararası Nâzım Hikmet Şiir Günleri, bugün, dört önemli konuşma ve "Ağaçlar Nâzım İçin Mektup Açtı" sergisiyle sona erdi. Prof. Dr. Baki Asiltür, Buket Uzuner, Osman Bozkurt ve Alâettin Bahçekapılı'nın konuşmaları ilgiyle izlenirken, Nâzım'ın 50 ve 60. ölüm yıldönümünde Bahçekapılı'nın Nâzımseverlere yazdırdığı mektuplardan oluşan sergi, etkinliğe renk kattı. Uluslararası Nâzım Hikmet Şiir Günleri'nin bu yılki onur konuğu Ataol Behramoğlu'nun Haluk Çetin'in gitarı eşliğinde sunduğu şiir dinletisi dört gün süren etkinlik sona erdi.

Bugün, Ataşehir Fetih Mahallesi, Buhara Park'ta gerçekleştirilen Uluslararası Nâzım Hikmet Şiir Günleri etkinliğinde, ilk konuşmayı Prof. Dr. Baki Asiltürk yaptı. "Cumhuriyet Dönemi Şiirimiz ve Nâzım Hikmet'in 60. ölüm Yıl Dönümü" başlıklı konuşmasında Asiltürk, Nâzım'ın hem Türk yazını, hem de dünya yazınındaki yerini değerlendirdi. "Cumhuriyet kavramını, idaresini, siyasal çağrışımını, toplumsal çağrışımını Tanzimat ve Meşrutiyetten kopuk anlayamayız; çünkü Cumhuriyet birdenbire olmuş bir şey değil. Mustafa Kemal'in çok sevdiği iki şairden biri Namık Kemal'dir tazimat döneminin ve bütün Türk edebiyatının Hürriyet şairi diye bildiğimiz şai,rdir diğeri Ziya Gökalp'dir. Onun düşüncesi de Meşrutiyet dönemiyle inşa edildi. Dolayısıyla hem kurucumuz Atatürk'ün düşünce yapısında, topluma bakışında, tarihe bakışında, geçmişe bakışında bu iki şairin ciddi izlerinin olması bizi Cumhuriyeti anlamada Tanzimat ve Meşrutiyeti ıskalamadan, es geçmeden davranmamızı, her şeyden önce zorunlu kılıyor. Neden çünkü Cumhuriyet bir sebep değil sonuçtur. 1919'da ya da 23'te başlamış bir şey değil aslında, 1860'da başlamış olan çok daha geriye de götürebiliriz, 18. yüzyılın başlarında başlamış olan modernleşme, Avrupalılaşma çabasının geldiği son noktadır" diyerek dikkatle dinlenen konuşmasına başlayan Prof. Asiltürk, daha sonra Cumhuriyet ve devrimlerle birlikte Türkçe'nin "yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılışını aktararak sözü Nâzım'daki şiirin gelişmesine getirdi:

"Nâzım'ın yurt dışına açılışı şiirini etkilemiştir. Burada kalsaydı hecenin iyi şairlerinden biri olarak kalırdı. Şüphesiz iyi şeyler yazardı; çünkü ilk yazdığı şiirlerde 16-17 yaşında yazılmış olmasına rağmen kötü şiirler değildi; fakat yenilik yoktu. Onu ünlü yapan yenilik Rusya deneyiminden sonra, Mayakovski'nin şiirlerini tanıdıktan sonra, hem kendisi için bir sürpriz oldu, yaşamsal bir sürpriz oldu, hem de Türkiye edebiyatı için. Kurtuluş Savaşı'na katılmak üzere İstanbul dışına çıkıp Anadolu'ya gitmeyi ve yolda tanıştığı bazı kanaat önderleri diyelim, fikir sahibi insanlar aracılığıyla bambaşka bir iklime yol açtı. Rusya deneyimini yaşamamış, orada eğitim almamış Mayakovski'nin şiirini, fütürizmi tanımamış bir Nâzım Hikmet, şüphesiz ortalama bir hece şairi olarak kalırdı. Türkiye'ye döndüğü zaman biraz önce satır aralarında söyledim, aslında saf şiir, öz şiir dediğimiz bir konu Türkiye'de edebiyatına hakimdi, ne Nâzım Hikmet gibi bir şair bekleniyordu, ne fütürizm gibi bir hareket bekleniyordu. O yüzden bir bomba tesiri yarattı, neredeyse sadece şairliğiyle değil senaryolarıyla, köşe yazılarıyla, editörlüğü ile edebiyatımıza derin izler bıraktı."



Prof. Dr. Baki Asiltürk'ten sonra, Buhara ParkI'nda açılan "Ağaçlar Nâzım İçin Mektup Açtı" sergisinin hazırlayıcısı Alâettin Bahçekapılı konuştu. Bahçekapılı "Mektuplardan Çıkan Yoldaş Nâzım" başlığını koyduğu konuşmasında, büyük şairin 50. ölüm yıldönümünde uygulamaya koyduğu "Nâzım'a mektup yazma" projesinin gelişimini anlattı ve "aynı uygulamayı 60. yılda da yapıyorum, yakında kitap olarak Türk yazınına armağan edilecek" dedi. Bahçekapılı, "Nâzım Sen Gittin Gideli" adıyla kitaplaştırılan projesindeki mektuplarda, yazarların ona nasıl seslendiğini örneklerken şöyle dedi:

"Sevgili Nâzım! Mektup yazmayı, yani mektup yoluyla sevgililerinle, dostlarınla, yoldaşlarınla iletişim kurmayı çok seven biriydin: Piraye’ye, Münevver’e, Kemal Tahir’e yazdığın mektuplar bilinir… İbrahim Balaban’a, Vera’ya da çok mektuplar yazdın.

Ben, sonsuzluğa göçmenin 60. Yılında dostlarının ardından yazdığı, bir bölümünü mezarın başında okuduğum mektuplara getirmek istiyorum sözü: Senin deyiminle “binlerce hırlının, hırsızın içinde bulup çıkardığın” İbrahim Balaban, “Şair Baba” diye sesleniyor sana mektubunda…

Sürat motorunu, -şiirindeki gibi gökyüzünün değil ama- Karadeniz’in maviliklerine sürerek seni askere alınıp belki de öldürülme tedirginliğinden kurtaran Refik Erduran, mektubunda açıklıyor: “Yüz yüze son konuşmamız Karadeniz açıklarındaydı. Önümüzdeki dönemde benden beklediklerini tartışıyorduk. ‘İnsanlar için ben hiçbir şey yapamadım’ demene çok şaşırmış, ‘Aman ağabey’ diye itirazı başlamıştım ki, gözlerin yaşararak sözümü kestin: ‘Hiçbir şey yapamadım Refik! Hiçbir şey! Memleketim de, dünya da hep aynı acılar içinde.’”

Hıfzı Topuz’un mektubundan öğreniyoruz, Paris’te bir yemekte açıklamışsın, Havana’ya gittiğinde Castro sana, ‘Ben öğrenciyken senin şiirlerini okurdum. Senin yaşlı başlı bir adam olduğunu zannediyordum. Meğer bizden gençmişsin!’ demiş, çok mutlu olmuşsun.

1960’da seninle Moskova’da 15 gün kadar birlikte olma şansı yakalayan gazeteci Orhan Karaveli’ye ‘öleceğine değil de, oralarda ‘gömüleceğine’ ‘yandığını’ söylemişsin: Karaveli ‘duymayan kulaklar duysun’ diye senin bu vasiyetini vurguladı durdu, ama başarılı olamadı. ‘Ama üzülme, sen Türk halkının sımsıcak kalbinde yatıyorsun’ diyor mektubunda.

Yaşar Kemal, 19 Mayıs 1963’te Cambridge’den yazıyor sana, 2 Haziran’da elinize geçiyor mektup ve bu okuduğunuz son mektup oluyor: “Bence, Türkiye’de işler epeyce kızışmış durumda. Korkunç zalim ve oportünist bir burjuva var orada. Hiç insafı yok.”

Avrupa’da seninle üç kez karşılaşan/konuşan Viron Dedeoğlu Atina’dan yazdı sana: Ölüverdin. Acım zamanla yumuşamış olabilir. –aramızdan geçip gitmiş çok değerli bir varlık için bile öyle olmuyor mu- ama sen bana sevgiyi, güzelliği, adaleti öğretmek için her zaman var olacaksın.”

Ataol Behramoğlu da beni kıramayanlar arasında, sana seslenme, mektup yazma fırsatını değerlendirenlerden… Yazdı ki, ‘sen ilk gençlik yıllarından son nefesini vereceğin saniyeye kadar, apaydınlık bir akıl, halkına ve insanlığa sarsılmaz bir güvenle sürdürdün yaşamını.”

Sevgili Nâzım yoldaş!

Bir zamanlar yasaklıydın bize, değil kitaplarına ulaşmak, adını taşıyan çocuklarla arkadaşlık yapmak bile hoş karşılanmıyordu kimi çevrelerde, bunu öykücü Mustafa Balel’in mektubundan öğreniyoruz. Kimilerimiz de kitaplarına ulaşamadığı için, el altından çoğaltılarak dağıtılan şiirlerini ezberlemekle aşıyordu yasakları: Şair Ahmet Özer gibi. Bunu da onun mektubundan öğreniyoruz.

Öğretmen Aslan Kavlak’ın yolu Bakû’ye düşmüş bir yol. Otobüse inmiş, bizde de öyle olmaz mı, ortasından. Önündeki kişiye parasını uzatmış, “şunu sürücüye uzatır mısın?” diyerek. Arkalardan biri sormuş: ‘Türk müsün?’. ‘Evet.’ Seslenmiş sürücüye o kişi: ‘Türk gardaşın pulunu almayın, men vereceğim, o bizim gonağımız.’ Kavlak kabul etmezlenmiş, adam yanına gelmiş: ‘Siz gonağımızsınız! Nâzım Baba’nın yurdundan gelmişsiniz, oraların havasını getirmişsiniz’ dedi ve sevgili Nâzım, senin Bahri Hazer şiirini okumaya başlamış…

13 şair oturmuş, dize dize, ilmik ilmik bir şiir yazmış sana: "Dün gece saman sarısı bir düşte gördüm / Nâzım oturmuş başını bekliyordu çınarın / Yüzü geçilmiyordu insan manzaralarından

Bir Bursa sabahıdır / Kımıldar kozada böcek/ Nâzım’dır tarifi çocukluk olur…." Bu şiire de aramızda bulunan Mustafa Koz ve Emel İrtem omuz vermiş, teşekkür ederim.

Sunay Akın, alır kalemi, ak kâğıda boydan boya bir İstanbul süliedi çizer ve “Nâzım Hikmet vapuru/deniz ile arasına/dökülen asfaltı kırar/ve özgürlüğüne kavuşturur/Salacak iskelesini/batmak pahasına…

Sevgi Türker Terlemez Paris’ten, Ruhi Türkyılmaz Almanya’dan, Selçuk Ülger Macaristan’dan seslenir sana.. Saber Moghaddami İran’dan…

Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi, ‘adınıza açtığımız parka heykeltraş Hüseyin Yüce’nin güzel bir Nâzım Anıtı’nı dikmekten onur duydum. Yine de ‘bir şey yapabildim diyemem hatırana.” diye yazar alçakgönüllülükle. Oysa 2013’te benim kolaylaştırıcılığımla yapılmaya başlanan paneller büyüdü, büyüdü bugün Uluslararası Şiir Günleri oldu. Daha ne olsun; çok şey yaptın Sayın İlgezdi, Nâzım’ın hatırasına… Sağol.

Şimdi de sürüyor mektup yazmalar… İkinci kitap yolda… Yazılan mektuplardan birer sayfa ağaçlarda çiçek gibi açtı. Çınar ağacı dikemedik mezarının başına… Ama imzamızı attığımız mektupları bıraktık gönülden, sevgiden bir armağan olarak.

İyi ki “memleketinin” yurttaşıyız Nâzım.

İyi ki dünyanın her yerinde seninle anılıyor memleketimiz ve bu bize gurur veriyor.

Rahat uyu. Sen Gittin Gideli, yolunda yoldaşça yürüyoruz."



Ataşehir Belediyesi'nin gelenekselleştirdiği Uluslararası Nâzım Hikmet Şiir Günleri'nin bugün gerçekleştirilen bölümünde Yazar, Yayıncı Osman Bozkurt da "Her Yerde Muhalif Nâzım" temalı bir konuşma yaptı. Konuşmasına "Nâzım Hikmet her yerde muhalif miydi? Muhalifse, neden ve nasıl bir muhalifti?" diyerek başlayan Bozkurt, sözlerini şöyle sürdürdü:

" Bu kısa konuşmada onun sadece yaşadığı coğrafyalarda değil, aynı zamanda hiç görmediği yerlerdeki hiç görmediği insanların sorunlarını kendine dert edinen tutumu nedeniyle muhalifti. Bu onun aydın ve edebiyat sanatçısı kimliğinin ahlaki ve vicdani bir icabıdır. Bu konuda Nâzım Hikmet’i de birbirimizi de doğru anlamak için aydın ve sanatçı kavramlarının felsefi açıdan da kabul gören içeriklerini hatırlamakta yarar var. “Aydınlanma bir sürekli devrim olgusudur ve bilincin kendine karşı giriştiği sürekli dönüşüm etkinliğinin bir anlatımıdır.” Düşünce her koşulda bilinenden bilinmeyene doğru ilerlerken bilim de metafizikten fiziğe doğru, yani hayatın maddi gerçekliklerine doğru ilerler.Uygar ya da aydınlanmış insanın iki kaygısı olduğunu görürüz: geçmişi bilmek ve geleceği görebilmek ister. Kısaca aydınlanma süreci, insanlaşma sürecinin ta kendisidir ve bu süreç, aydınlanma tarihinin tamamını kapsar. Bu açıdan baktığımızda aydınlanma bilinci aynı zamanda bir demokrasi bilincidir. Paylaşmayı, ortaklaşmayı, birlikteliği içselleştirebilen demokrat insanın bilincidir. Kendine inandığı kadar başkalarına da inanmanın bilincidir. Demokrat aydın ve sanatçılar için “Gerçek sorumluluklar yasaların belirlediği değil bilincin ve ahlak değerlerinin belirlediği

sorumluluklardır. Sorumlu olmakla sorumlu tutulmak arasındaki ayrımı görebilmeliyiz.” Hukuk, toplumların aydınlanmasındaki yetersizliklerin bir yansımasıdır ve bu yüzden sorumlu tutandır. Oysa “Aydınlanmış insan şöyle diyecektir: sorumlu olduğum için insanım ve insan olduğum için sorumluyum.” Nâzım Hikmet tam da bu cümlenin ruhunu yaşam felsefesi olarak benimsemiş bir aydındır. Bu yüzden etnik kökenine bakmaksızın hemen her insanın ve bütün bir insanlığın her türlü sorunu karşısında sorumluluk duymuştur. Bunu aydın kimliğinin insani ve ahlaki yükümlüğü olarak görmüştür. O sadece bir aydın değil aynı zamanda bir şairdir. “İnsan bilimde ve felsefede kendini ve evreni girdisiyle çıktısıyla tanımaya yöneldi, sanatta da kendini görmek, kim olduğunu bilmek, nelere gücü yeteceğini, neler yapıp neler yapamayacağını anlamak istedi. Sanatta da sanki görüntüleri aşan bir şeyler vardı, örtülü bir bilim gizli açık bir felsefe vardı.” Edebiyat bir insan araştırması alanı olduğundan o da bir şair olarak insana ilişkin görüntüleri aşan ayrıntılarda insanı bulmaya çalıştı. Bu yüzden kendi vatanında devlet ve hükümetlerle başı dertten kurtulmadı. Ama gittiği ve yaşadığı hiçbir yerde bu tutumunu değiştirmedi. Çünkü insanlığın eşit ve özgür bir dünya düşüyle bağdaşmayan her uygulamayı edebi çalışmaların konusu olarak işledi. Bu da kurulu düzenden yararlananların işine gelmedi. Baskı, zülüm veya imtiyaz önermelerine teslim olmaktansa tıpkı Spinoza’nın “En geniş biçimde felsefe yapma serbestiniz olacaktır. Prens bu özgürlüğü, resmi yerleşik dine zarar vermeyecek biçimde kötüye kullanmayacağınıza inanıyor,” teklifini elinin tersiyle ittiği gibi reddetmeyi yeğlediğini görüyoruz."

Bozkurt, daha sonra Nâzım'ın hangi ortamlarda, nasıl ve ne yolla muhalefet ettiğini ve sonuçlarını örnekleyerek konuşmasını tamamladı.

Uluslararası Nâzım Hikmet Şiir Günleri'nin bugün Ataşehir Fetih Mahallesi, Buhara Park'ta gerçekleştirilen etkinliğinde bir ilk de yaşandı. Şimdiye değin yapılan etkinliklerde yalnızca şairlere yer verildi. Bugün ünlü romancımız Buket Uzuner ile yazının öteki dallarına da açıldı etkinlik dizisi. Bu hususu açıklayan Şiir Günleri direktörü Haydar Ergülen'in daveti üzerine sahneye gelen Buket Uzuner konuşmasına "Nesiri Besleyen Nâzım" başlığını koymasının gerekçesini açıklayarak başladı. Uzuner şöyle dedi:



"Şiirden çok beslenen birisiyim ben de, Türkçe Ana Dilim olduğu için söylüyorum bunu. Türkiye'de herkes şair olarak doğar herhalde desem yalan olmaz; çünkü hem dilin çok metaforlu olması yani Türkçe dilinin hem de bir şairler, Abdallar geleneğinden geldiğimiz için mesela hiç okuma yazması olmayan 'bir ay parçası gibisin' diye sevdiğine seslenebiliyorsa, başka gerekçe aramak gerekmez. Şiirsel bir dil olması yetmiyor. Aynı zamanda metaforlar da bizim Anadolu'nun özellikle Alevi Bektaşi geleneğinin Anadolu'yu deyişleri Abdallık geleneğinin getirdiği şiirle anlatmak geleneğinden geldiğimiz için genetiğimizde var diyebiliriz. Şiir bizim geleneklerimizde var. O yüzden bence Türkçe yazan bütün düzyazı yazarları şiirden besleniyorlar ister farkında olsunlar ister olmasınlar."

Uzuner, daha sonra Türkçe'nin düşünceyi anlatmadaki, yazmadaki üstünlüklerinden söz ederek yazma serüvenindeki yolculuklarına değindi:

"Şiirin Kız Kardeşi öykü kitabında bahsetmeye çalıştığım gibi şiire en yakın edebiyat türünün öykü olduğunu, hikâye olduğunu düşünüyorum; Çünkü bir romanın içinde çok fazla hikyeniz var^, onlarca hikâyeniz var. Bir romancının iyi olması o hikâyelerin güzelliğiyle ölçülmüyor, o hikâyeleri birbirine nasıl bağladı ile ölçülüyor yani o hikâyeleri ustaca bağlarsanız, biraz mimari gibi bir şey bu, mimarlık gibi o ölçüleri, ustaca bağladığınız zaman roman güzel oluyor. Yoksa hikâye her yerde çok var. Bence bizden önce oturan Şair arkadaşların kendi hikâyeleri bile her biri birer romanlık hikâyeydi ya da gazeteleri açtığınızda ya da dijital medyada okuduğunuzda hikâye çok ama onları bağlayan o bağlamı iyi yapabilmek önemli. Öykü öyle değil hiçbir şiirdeki gibi bir kelimenizin fazla olması bile öykünün güzel ya da iyi olmasını, çirkin olmasını sağlıyor o yüzden belki ben Öykü ile başladım ve hep bir öykücü olarak kalacağımı sanıyordum sonra nasıl oldu bilmiyorum romana geçtim."



Uluslararası Nâzım Hikmet Şiir Günleri, konuk Fransız şairlerin şiir okumaları ve bu yılki onur konuğu Ataol Behramoğlu'nun Haluk Çetin'in gitarı eşliğinde sunduğu şiir dinletisi ile sona erdi.


Haber: BRT Yayın Grubu Genel Yönetmeni Alâettin Bahçekapılı

Görseller: Kadir İncesu-Alâettin Bahçekapılı

73 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page