top of page
  • Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Nusret Fişek, Ali Esin, Olcay Önertoy, Ömer Kayaoğlu, Metin Çoban, Ahmet Samsunlu, Mete Akyol



Bugün 3 Kasım. Nusret Hasan Fişek, Ali Esin, Olcay Önertoy, Ömer Kayaoğlu, Metin Çoban, Mete Akyol ve Ahmet Samsunlu'nun ölüm yıldönümleri.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla anıyoruz.

Nusret Hasan Fişek kimdir?



Prof.Dr.Nusret H.Fişek, 21 Kasım 1914 yılında Sivas’ta doğdu (nüfusa İstanbul’da kaydoldu). Annesi Mukaddes hanım, babası Kurtuluş Savaşı Komutanlarından Hayrullah Fişek, kardeşi Prof.Dr.A.Hicri Fişek‘tir. 1940 yılında “başarılarında büyük payı bulunduğunu her zaman andığı” Perihan hanımla evlenmiş ve bu evlilikten Kurthan ve Gürhan adında iki oğlu olmuştur.

1932’de, dönemin en fazla nitelikli mezun veren okullarından biri olan Kabataş Erkek Lisesi’nin Fen Kolu’ndan mezun oldu. 1938 yılında birincilikle bitirdiği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki son beş yılı, genç Cumhuriyet’in önemli bir ürünü olan 1933 Ünivesite Reformu aydınlanmasına denk düşer.

1941 yılında aynı Üniversite’de Bakteriyoloji İhtisası’nı tamamlayan Prof.Dr.Nusret H.Fişek, 1946’da Hayati Tıbbi ve Gıdai Kimya Mütehassısı (Biyokimya Uzmanı) oldu, 1952’de ise Harvard Üniversitesi’nden Tıp Bilimlerinde Doktora derecesi aldı. Kendisi; tıp bilimleri felsefe doktoru olan ilk Türk’tür. 1955 yılında Biyokimya Doçenti, 1966 yılında ise Halk Sağlığı Profesörü oldu. Tetanoz toksoidi konusunda yaptığı özgün çalışma ile uluslararası başarı kazandı. Biyokimya dalında ise labaratuvarlar kurdu ve geliştirdi.

Prof.Dr.Nusret H.Fişek, sağlıklı yaşamanın bir insan hakkı olduğunu savunmuş; tüm bilimsel çalışmalarını ve eylemlerini herkese nitelikli sağlık hizmeti ulaşması hedefine yöneltmiştir. Savaş döneminin sona ererek insangücü ihtiyacının aza indiğini ve tıptaki gelişmeler sonucu ortaya çıkan hızlı nüfus artışı sorununu ülkemizde ilk farkeden ve bu konuda harekete geçen biliminsanı yine Dr.Nusret Fişek olmuştur. Bu konuya yönelmesindeki en önemli ivme, aşırı doğurganlığın ve çağdışı yöntemlerle hamileliğe son vermek isteyen kadınların sağlığının dramatik bir biçimde bozulmasıdır. Hızlı nüfus artışıyla sağık, sosyal ve ekonomik sorunların bağlantısını kurarak bir dizi araştırmaya önderlik etmiştir. 1958-1960 yıllarında yerel düzeyde yapılan bu çalışmaların bulguları, ülkemizde daha önce egemen olan nüfus arttırıcı politikaların değiştirilmesine kaynaklık etmiştir. Bu çalışmalar, nüfus azaltıcı politikaların dile getirilmesinin dahi yasaklanmış olduğu bir dönemde yürütülmüştür.

Demografi ve Halk Sağlığı disiplinlerinin ortak sorun alanlarını saptayan Prof.Dr.Nusret H.Fişek, doğumlarla ölümler hakkında sağlıklı veri toplanmasının önemine dikkat çekmiştir. Daha 1960’lı yıllarda nüfus ve aile planlaması programlarının kadın sağlığı ve kadın hakları çerçevesinde ele alınması gerektiğini ortaya koymuştur. Nüfus planlamasının etkin bir biçimde uygulanması için toplumun ikna edilmesi gerektiğinin bilincinde olan Dr. Fişek; bunu gerçekleştirmek üzere planlamacıların da içinde olduğu bir çalışma grubu oluşturarak kapsamlı bir kampanya başlatmış, gazetelere onlarca yazı yazmış ve konuyla ilgili din yetkililerinin desteğini almıştır. Bununla birlikte, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, konuyla ilgili gerçekçi veri üretmekte giderek yetersiz kalmıştır. Bunu gören Prof.Dr.Nusret H.Fişek, 1967 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde “Nüfus Etüdleri Enstitüsü”nde beş yıl boyunca müdürlük yapmıştır. Bu süre içinde bir yandan insan yetiştirmiş, bir yandan farklı bilim dallarında faaliyet gösteren uzmanlar ve kuruluşlararası ilişkiler sağlamış, aaştırmalar yürüterek sağlıklı bir veritabanı oluşturmuş, bir yandan da “Nüfusbilim Sözlüğü”nün oluşturulmasına önayak olarak demografideki kavramlara Türkçe karşılıklar bulunması için katkılarda bulunmuştur. Ayrıca gebeliği önleyici yöntemlerle ilgili halk eğitimi çalışmalarının hem kadınlara hem de erkeklere yönelik olarak yapılmasını sağlamıştır. Nüfus sorunu ve buna bağlı olarak sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi konusunda 1960 yılında Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın “sağlık sektörü” kısmını hazırlayarak plancılardan uygulayıcılara kadar birçok insanı eğitmiştir.

Doğru kararlar alabilmek için güvenilir bilgi toplamanın gerekliliğini iyi bilen bir kişi olarak Prof.Dr.Nusret H.Fişek, ilk olarak 1963 yılında yapılmaya başlanan ülke çapındaki nüfus ve nüfus-sağlık ilişkilerini ortaya koyan araştırmalarının (Türkiye Nüfus Araştırması) yönlendiricisi ve uygulayıcısı olarak konunun öneminin ülkemizde kavranmasında en büyük rolü oynayan kişilerden biridir. Demografi eğitiminin sağlıklı ve kaliteli olması için yurt dışından konusunda uzman olan kişilerin Enstitü’ye getirilmesi için gayret göstermiştir. Eğitim ve araştırmalarda kalitenin yükseltilmesini sağlayan bu tutumun yanında, Prof.Dr.Nusret H.Fişek, öğrencilerin pek çoğuna da yurt dışında eğitim yapma olanağı yaratmıştır. H.Ü.Nüfus Etüdleri Enstitüsü’ndeki “Dokümantasyon Merkezi”nin kurulması onun çaba ve destekleri ile sağlanmış olup, bu merkez halen ülkemizde konusunda tek ve en büyük bilgi kaynağı olma durumunu korumaktadır.

1961 Anayasası’nın getirdiği sosyal devlet anlayışı ve yarattığı ortam,bu çalışmaların ortaya çıkması ve yürütülmesinin ana belirleyicilerinden biri olmuştur. .

Prof.Dr.Nusret H.Fişek; “dil, din, mezhep, soy, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetmeksizin herkese nitelikli sağlık hizmeti” anlayışının yansıması olan Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun’un mimarı olmuştur. 1961 yılında kabul edilen 224 sayılı bu yasa, sağlık yönetimi ve toplum katılımı açısından son derece ileri bir konumdadır. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi, bir “düş”tü. Onu boş bir hayal olmaktan ayıran, ayağını yere basan ve eyleme konulmasını da sağlayan gerçekçiliğiydi. Bu düş ve eylemi, koruyucu hekimliği ve çevre sağlığını ön plana çıkarmıştır. Böylece, ülkenin en ücra köşelerine kadar sağlık hizmetinin yayılmasını sağlamış; köylere ebe, ilçelere doktor, yardımcı sağlık personeli, gerekli araç ve gereç ulaştırılmıştır. İlki 1963’te uygulamaya geçirilen sağlık ocaklarıyla birlikte basamaklı, katılımcı ve nitelikli sağlık hizmetlerini halka yaymıştır.

1960 yılında Refik Saydam Hıfzıssıhha Okulu Müdürlüğü görevinin yanında, Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı’nı da yürütmesi istenmiştir. Bu dönemde kisa bir süre hem müsteşarlık görevini yürütmüş ve hem de Sağlık Bakanlığı’na vekalet etmiştir. 1965 yılına değin çeşitli bakanlar ile çalıştıktan sonra, Faruk Sükan’ın Sağlık Bakanlığı döneminde müsteşarlıktan alınmış; Danıştay kararı ile görevine geri dönmüştür. Yeniden müsteşarlık görevinden alınmasının ardından yeniden Danıştay kararıyla müsteşarlığa dönmüş; ancak iş üretme olanaklarının tükendiğini görerek, kendi isteğiyle bu görevini bırakmıştır. 1963 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde kurulmuş olan Toplum Hekimliği Enstitüsü’nün müdürlüğüne geçmiştir. 1965 yılında Etimesgut Sağlık Eğitim ve Araştırma Bölgesi’nin, 1975 yılında ise Çubuk Sağlık Eğitim ve Araştırma Bölgesi’nin kurulmasını sağlamıştır. Onun başında olduğu, 15 yıllık dönemde Toplum Hekimliği Enstitüsü, uluslararası bir saygınlık kazanmış ve ülkemizin bu alandaki motoru konumuna ulaşmıştır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ile birlikte gerçekleştirilen bir projeyle, Enstitü’nün içinde “Hacettepe Üniversitesi – Dünya Sağlık Örgütü Hizmet Araştırma ve Araştırıcı Yetiştirme Merkezi” oluşturulmuştur. Ne yazık ki bu Enstitü 1982 yılında Yüksek Öğretim Kurumu’nun kararıyla kapatılmıştır.

Hacettepe Tıp Fakültesi’nin kurulmasında ve gelişmesinde büyük katkıları olan Prof.Dr.Nusret H.Fişek, tıp eğitiminin niteliği üzerinde önemle durmuştur. Nitelikli teorik bilgiyi gerekli görmekle birlikte uygulamalı eğitim olmaksızın yetersiz kalacağını düşünmektedir. Ayrıca tüm sağlık personelinin, hizmet verilecek bölgeye ve sağlık hizmetinin niteliğine göre ayrı bir uyum eğitimi programından geçirilmesi gerektiğini de öngörmüştür. Hekimlerin; yaşam boyu eğitim programlarıyla bilgilerini tazelemeleri, teknolojiye ve bilimsel gelişmelere uyum sağlamaları ve halkın sağlık sorunlarından haberdar olup çözüm üretmeleri gerektiğini düşünmektedir. Sağlık planlamasının halkın hekim kullanma alışkanlığına, ülkenin istihdam gücüne ve ihtiyacına göre planlanması gerektiğini düşünmektedir. Hekimlerin, yeterli altyapısı, öğretim üyesi, araç ve gereci bulunmayan fakültelerde eğitim görmesinin yanlış olduğuna defalarca dikat çekmiştir. Hekimler, mesleklerini ekonomik bir araç olarak görmemeli, topluma karşı hizmeti birincil ödev olarak benimsemeli ve çalışma saatlerini çok iyi değerlendirmelidirler. Böyle bir yaklaşımla sağlık hizmetleri sosyalleştirilebilecek ve hekimlik düzeyinin yükselmesine katkıda bulunulabilecektir. Prof.Dr.Nusret H.Fişek, sağlık hizmetlerinde hekimin yalnız başına görev yapan biri olmadığını ve çalışma grubuyla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymuş, ekip çalışmasının, çağdaş sağlık anlayışının bir parçası olduğuna dikkat çekmiştir. Sağlık hizmetlerinin örgütlenmesinin ise sigorta sistemine değil, bütçe kaynaklarına dayanması gerektiğini vurgulayarak, bütçeden sağlığa yeterli payın ayrılmak zorunda olduğunu belirtmiştir.

SSağlığı bir insan hakkı sayan Prof.Dr.Nusret H.Fişek, fikirlerini ödünsüz bir şekilde savunmuştur. Sağlık eğitimine, planlamasına, örgütlenmesine yönelik düşüncelerinin ve eylemlerinin yanısıra 12 Mart’ın ve 12 Eylül’ün karanlık uygulamalarına karşı çıkmış, öğrenciler ve mücadele arkadaşları yetiştirmiştir. 1983 yılında Türk Tabipleri Birliği başkanlığı görevini kabul ederek bu meslek örgütünü, başkanlığını yaptığı altı yıl içinde demokrasi mücadelesi veren seçkin bir toplum örgütü haline getirmiştir. Örgütü’nün başında, 1980’li yılların baskıcı günlerinde idam cezalarına ve ölüm cezalarının yerine getirilmesinde doktorlara görev verilmesine karşı çıkmış; TBMM’de onay bekleyen kesinleşmiş ölüm cezası kararlarının yerine getirilmesini engellemekte önemli bir rol oynamıştır (1984 yılından beri Türkiye’de ölüm cezası uygulanmamaktadır). Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın açtığı davaya karşı bilimi, tıp meslek ahlakını, barışı, demokrasiyi ve insan haklarını savunan Prof.Dr.Nusret H.Fişek, işkencelere karşı çıkarak cezaevlerinde yaşanan sorunlarla yakından ilgilenmiş, Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre için Hekimler Derneği’nin, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin ve İnsan Hakları Derneği’nin kurucu üyesi olmuştur.

1988 yılında bilimin karşı karşıya kaldığı en ağır ve hükümet destekli saldırılardan biri olan “kansere karşı zakkum uygulaması”na şiddetle karşı çıkmış; içinde bulundukları panik ortamı ve açmazların etkisindeki kanserli hasta ve yakınlarıyla, otlarla geleneksel (halk) ilaçlarından yardım uman belirli bir toplum kesiminin tepkisini çekmiştir. Bu çok yönlü destekli saldırı karşısında, ısrarla bilimi ve etik ilkeleri öne çıkarmış; hükümeti bu konuda tavır almaya zorlamıştır. Bu çabalarında, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin ve onun 2.Başkanı Prof.Dr.Kazım Türker’i yanında bulan Prof.Dr.Nusret H.Fişek, bu karşı çıkışının -kendisinin de o sırada kanser olması nedeniyle- ne denli anlamlı olduğunu hiç açığa vurmamıştır. Konunun diğer bir acı tarafı, bilimsel olarak etkisi kanıtlanamayan “kansere karşı zakkum uygulaması”na başvuran kişinin, o gün de bugün de, çalışmalarını sürdürmesine hükümet ve yerel makamlarca göz yumulmuş ve yumulmakta oluşudur.

Türk Tabipleri Birliği, onun başkanlığı döneminde bir çok girişime imza atmıştır. Kamu kuruluşu niteliğinde, hükümetten bağımsız bir kuruluş olan Türk Tabipleri Birliği’nin yasasından gelen yetkilerinden yararlanarak, bir yandan üyelerinin hak ve çıkarlarını korurken, öte yandan halk sağlığına katkısını sağlamak için yürürlüğe konulan bu programlar “üretici etkinlikler” olarak nitelenmiştir. Merkez Konseyi’ne bağlı olarak kurulan kollar (İşçi Sağlığı Kolu, Pratisyen Hekimlik Kolu, Sendikalaşma Kolu, İnsan Hakları Kolu, Özlük Hakları Kolu vb), bir yandan programlar uygulamaya koymuş ve Kongreler gerçekleştirirken; öte yandan yerel tabip odaları düzeyinde de eş-kolların oluşmasını sağlamıştır. Bugün de varlığını koruyan bu kolların uygulamaya koyduğu sertifika programlarından İş Hekimliği Sertifika Programı, Spor Hekimliği Sertifika Programı, Sürücü Kursu Hekimliği Sertifika Programı, ülkemizdeki yaygın ve etkin “hekimlikte sürekli eğitim programları”nın ilk örnekleridir. Aynı dönemde gerçekleştirilen II.İşçi Sağlığı Kongresi , I.Pratisyen Hekimlik Kongresi bugün de kendi alanlarında ağırlıklarını koruyan ve sürdüren kongrelerdir.

Yine Prof.Dr.Nusret H.Fişek’in başkanlığı döneminde, sağlık alanında hizmet veren 4 meslek odasının biraraya gelerek kurdukları Sağlık Meslek Birlikleri Danışma Kurulu, Konfederasyon oluşumuna giden çok önemli bir adımdır.İlk dönem başkanlığını Sn.Prof.Dr.Mekin Tanker’in (Eczacılar Birliği Bşk) yaptığı bu oluşumun ikinci başkanı da Prof.Dr.Nusret H.Fişek’tir (TTB Bşk). Her iki başkanın döneminde de birer kongre gerçekleştiren birlik, 1990 sonrası süreçte, önce TMMOB’nin katıldığı “Meslek Birlikleri Danışma Kurulu”na, daha sonra da sendika ve diğer demokratik örgütlerin katıldığı “Demokratik Platform”a işlevini aktarmıştır.

Prof.Dr.Nusret H.Fişek, yaşamının son diliminde “insan hakları sorunları ve tıp meslek ahlakı” konuları ile çok yakından ilgilenmiştir. Ulusal ve uluslararası platformlarda sunduğu bildiriler, TTB’nin özellikle “herkese sağlık” ve “cezaevi koşullarının geliştirilmesi” çabalarına ek olarak yeni bir Tıp Meslek Kuralları Tüzüğü hazırlamış ve kendisinin de üyesi olduğu Yüksek Sağlık Şurası’nın (Sağlık Bakanlığı’na bağlı) gündemine sokmuştur. Ne yazıkki ilerlemiş hastalığının kısıtlılıklarından yararlanan Bakanlık yetkililerinin küçük oyunları ile bu taslak onaylanamamış ve unutturulmuştur.

Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü Aşı Kontrol Laboratuvarı şefliği, Avrupa Biyolojik Standardizasyon Birliği Eksper Komitesi Üyeliği, Dünya Sağlık Örgütü Danışmanlığı , Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Öğretim Üyeliği, Refik Saydam Hıfzıssıhha Okulu Müdürlüğü, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Mezuniyet Sonrası Eğitimi Fakültesi Dekanlığı, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü Kurucu Müdürlüğü, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanlığı, International Editorial Advisory Committee of the Population Information Program of the George Washington University Medical Center Üyeliği, Dünya Nüfus Araştırmasının değerlendirilmesi, WHO/HRP Hizmet Araştırmaları Steering Komitesi Üyeliği, Dünya Sağlık Örgütü İcra Komitesi Üyeliği (1949-52) görevlerinde bulunan Prof.Dr.Nusret H.Fişek, Türk Tabipleri Birliği Başkanlığı (1983-1990) da yapmıştır.

Nüfusbilim (demografi) alanındaki çalışmaları nedeniyle Michigan Üniversitesi 150. yıl ödülünü, sağlığın sosyalleştirilmesi alanındaki çalışmaları nedeniyle ise İngiliz Kraliyet Akademisi üyeliğini (FRCP) alan Prof.Dr.Nusret H.Fişek, Cüzzam Savaş ve Araştırma Derneği Şeref Diploması, Hacettepe Üniversitesi Akademik Hizmet Belgesi, Türk Tabipleri Birliği Hizmet ve Onur Belgesi ve Türkiye Ulusal Verem Savaş Derneği Şeref Rozeti sahibidir.

Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkındaki Kanun ile Türk Nüfus Planlaması Kanunu’nun hazırlanması, sağlık hizmetlerinin daha sonra Dünya Sağlık Örgütü tarafından da benimsenen çağdaş ilkelere göre düzenlenmesindeki önemli hizmetleri, tıp eğitiminin topluma dönük eğitim biçimine dönüştürülmesindeki hizmetleri, Mikrobiyoloji, Halk Sağlığı ve Nüfus Sorunları alanlarındaki derin bilgisiyle sayısız uzman yetiştirmesi ve çok sayıda bilimsel eser vermesi nedeniyle “Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) 1993 HİZMET ÖDÜLÜ verilmiştir.

Prof.Dr.Nusret H.Fişek, “The Faculty of Community Medicine of the Royal College of Physicians” (FRCP), “American Medical Association”, “Harvard Chapter of the Society of Sigma “, “The New York Academy of Sciences”, “The National Geographic Society”, “The Incorporated Liverpool School of Tropical Medicine”, “The American Public Health Association”, İnsan Hakları Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği, Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Hekimler Derneği (NÜSED) ve Ankara Jinekoloji Cemiyeti üyeliği yapmıştır.

Türkçe ve yabancı dilde çok sayıda bilimsel çalışması bulunmaktadır. Prof.Dr.Nusret H.Fişek 3 Kasım 1990’da aramızdan ayrılmıştır.

Aramızdan ayrıldığı tarihte de, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyesiydi. Sağlık durumunun kötüleşmesi nedeniyle, katılamayacağını anladığı ve 3 Kasım 1990 günü toplanacak olan TTB Genel Yönetim Kurulu’na gönderdiği mesaj, savunduğu ilkelerin ve yaşamının bir özeti olmuştur .

Ali Esin kimdir?



Ali ESİN, meteoroloji uzmanı, hava durumu sunucusu (İstanbul 1926 – 3 Kasım 1997).

Pertevniyal Lisesi’ni bitirdi. Yeşilköy Meteoroloji İstasyonunda görev aldı (1948). Aynı örgütte çeşitli kademelerde çalıştı; havaalanı meteoroloji müdürü oldu (1958). İstanbul Teknik Üniversitesi’nde ve A.B.D.’de meteoroloji dalında bilgi ve görgüsünü ilerleten Ali Esin, meteoroloji kavramını tanıtmak için radyo ve basında, özellikle İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyonu’nda yıllarca çaba gösterdi. 1973’te emekliye ayrıldı.

Türkiye’de ilk defa hava durumu bülteni hazırlayıp sunan kişi olarak tanınır. TRT dışında Star TV ve Kanal 6’da da hava durumu bülteni hazırladı.

Prof. Dr. Olcay Önertoy kimdir?



Akademisyen, Türk Dili ve Edebiyatı Profesörü, Yazar (D. 1934, Ankara – Ö. 3 Kasım 2019, Ankara). İlk ve ortaöğrenimini Ankara’da yaptı. Ankara Kız Lisesi, Ankara Üniversitesi DTCF Klasik Şark Dilleri Bölümü mezunu. 1957’de DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne asistan olarak atandı. 1962’de doktorasını verdi. 1970’te doçent, 1989’da profesör oldu.

Bu bölümdeki öğretim üyeliğinden 2001’de emekliye ayrıldı. Ankara Üniversitesi dışında 1978-82 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyati Bölümünde kurucu öğretim üyesi olarak, emekli olduktan sonra ODTÜ’de yarızamanlı olarak ders verdi.

Öğretim üyeliği dışında 1975-80 yılları arasında Türk Dil Kurumu ve Türk Dili dergisi yazı kurulu üyeliği, 1992-2002 yıllarında Dil Derneğinde Çağdaş Türk Dili dergisi yazı kurulu üyeliği, genel yazmanlık, iki yıl başkanlık görevlerinde bulundu. Ayrıca Kültür Bakanlığının değişik yayın ve danışma kurullarında görev aldı.

Önertoy, makalelerini 1964 yılından itibaren Türk Dili, Türkoloji Dergisi, Hisar, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, Oluşum, H. Gösteri, Littera, Frankofoni, Gündoğan Edebiyat, Çağdaş Türk Dili, Esin Sanat, Üçüncü Öyküler, Müdafaa-i Hukuk dergileri ile; Büyük Zaferin 50. Yıldönümüne Armağan Kitabı (1972), İran Şahlığının 2500. Yıldönümüne Armağan Kitabı (1974), Ömer Seyfettin’i Anma Kitabı (1985), Edebiyatımızda ‘Dönem Roman’ ve ‘Nehir Roman’ (Yakup Kadri, 1989), Birleşmiş Mlletler Türk Derneği Yıllığı (1997), Millî Edebiyat Döneminde Şiir (1998), Millî Edebiyat Döneminde Tiyatro ve Öbür Türler (1998), Cumhuriyet Dönemi Edebiyatında Şiir (1998), Cumhuriyet Dönemi Edebiyatında Öykü (1998), Cumhuriyet Dönemi Edebiyatında Tiyatro (1998) adlı ortak kitaplarda yayımlandı. Türk Ansiklopedisi’ne altı madde yazdı. Dil Derneği üyesiydi.

Vefatı:

Prof. Dr. Olcay Önertoy, 3 Kasım 2019 günü Ankara’da vefat etti. Cenazesi 4 Kasım 2019 günü Kocatepe Camiinde öğlen vakti kılınan namazın ardından Karşıyaka Mezarlığında toprağa verildi.

ESERLERİ:

Araştırma-İnceleme:

Halid Ziya Uşaklıgil’in Romancılığı ve Romanımızdaki Yeri (1965), Tanzimat Sonrası Osmanlıca Metinler (İsmail Parlatır ile, 1977), Edebiyatımızda Eleştiri (Tanzimat ve Servet-i Fünûn Dönemleri, 1980), Reşat Nuri Güntekin (1979), Tanzimat Döneminde Edebiyat Anlayışı (1980), Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı ve Öyküsü (1980), Yazın Terimleri Sözlüğü (Beşir Göğüş, Dr. Ferhan Oğuzhan, Mahir Ünlü, Sevinç Koçak’la, 1998), Yazım Kılavuzu (kurul çalışması, 2000).

Ömer Kayaoğlu kimdir



Ömer Kayaoğlu, Trabzon’un Maçka ilçesine bağlı Örnekalan (Mağura) köyünde 1916’da doğmuştur. İlkokulu Maçka’da, ortaokulu İstanbul’da Vefa Lisesi’nde bitirdikten sonra Kuleli Askeri Lisesi’ne girer ve 1937’de liseyi, 1939’da Kara Harp Okulu’nu bitirir. Topçu subayı olarak orduya katılır. Türkiye’nin birçok yerinde görev yapar. Yarbay rütbesinde ve tabur komutanıyken kendi isteğiyle 1962’de emekliliğe ayrılır. Ömer Kayaoğlu, bakırcı bir ailedendir. Baba, dede mesleği bakırcılıktır. Kendisi de subaylıktan emekliliğe ayrılınca İstanbul’da Beyazıt Bakırcılar Çarşısı’nda baba sanatını, bakır eşya ticareti yaparak sürdürür. Ayilkin ve Sonay adında iki kızı Gündağ adında ise bir oğlu vardır. Eşi Yegâne Hanım, 16 Mayıs 1986 tarihinde vefat eder. Kayaoğlu, çok küçük yaşlarda çevresindeki “atma türkü” geleneğinden esinlenerek maniler söyler ve ilkokuldayken mevsimlerle ilgili bir şiir yazar. Kendisinin söylediğine göre bu manzumeden sonra öğretmenlerinin yüreklendirmesiyle şiire başlar. Ortaokul yıllarında sürekli okuyan Kayaoğlu’nun ilk şiirleri, Doğuş Dergisi’nde yayımlanır. Henüz lise öğrencisiyken yayımladığı Bir Avuç Köpük (1936) ilk şiir kitabıdır. Uzun bir aradan sonra 1962’de ikinci şiir kitabı Kabuk’u yayımlar. 1982 yılı sonlarında 1935 ile 1979 yılları arasında yazdıklarından seçtiği 83 şiiri Şah Katı Düşleri adlı eserinde bir araya getirir. Ömer Kayaoğlu, şiirlerini çeşitli dergi ve yıllıklarda yayımlar. Doğuş, Yücel, İstanbul, Yirminci Asır, Aydabir, Kemalizm, Çağrı, Yeni Fırat, Ajans-Türk, Varlık Yıllıkları, Halay, Tarla, Türk Folkloru, Ekin, Karınca, Kıyı, Bando, Yugoslavya’da yayımlanan Birlik gazetesi ve Sevinç dergisinde şiirleri yayımlanan Kayaoğlu’nun şiirleri, Yugoslavya’da Türkçe okul kitaplarına da girmiştir. Ayrıca kendisi 1988’de, tanınmış şiir festivali “Struga Şiir Akşamları”na çağrılır (Duman 1995: 90; Kayaoğlu 1998a: 6-13; Duman 2011: 317). Ömer Kayaoğlu, 3 Kasım 2001 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir (Işık 2006: 2107). Kayaoğlu’nun şiiri, yalın anlam dolu ve çok rahatlıkla söylenen, bellekte kalan dizelerden oluşur. Çoğu yerde ulusal nazım şekli hece ölçüsünü kullanır. Serbest ölçüyle de şiirler yazar. Fakat şiirlerinin çoğunluğunu hece ölçüsüyle yazdıkları oluşturur. Bazı şiirlerini, halk şiirlerinden esinlenerek koşma veya türkü, mani tarzında yazar. Koşma tarzında yazdıklarında çoğu kez Kayaoğlu tapşırmasını kullanır (Duman 1995: 91). Karadeniz’deki atma türkü biçiminden etkilendiği açıktır (Kayaoğlu 1998a: 9). Ömer Kayaoğlu kendi yöresinin dilini ve deyimlerini şiirlerinde kullanır (Kayaoğlu 1998a: 7). Kendisi Trabzonlu olduğu hâlde mesleği gereği asker olarak gezdiği her Anadolu kentinin dilini, her Anadolu evlâdının dilini kapa kapa erite erite, İstanbul efendiliği içinde özümlediği bir dil oluşturur (Kayaoğlu 1998a: 8). Kısaca Kayaoğlu’nun şiirlerinde zengin bir kelime dağarcığının varlığı hemen anlaşılır. Yerli yerinde kullanılmış dizelerinde bir örgü vardır. Sade, açık, içten söyleyiş ön plandadır (Kayaoğlu 1998a: 8). Ömer Kayaoğlu şiirlerinde halk kültürü ögelerine çokça yer vermiş, özellikle Trabzon yöresinin birçok âdet inanış ve geleneklerini şiirleriyle geleceğe taşımıştır. Kayaoğlu’nun şiirlerinde bölgedeki kutlama ve ritüellerin ayrıntılı olarak yer aldığı görülür. Ömer Kayaoğlu kemençe dinlemeyi çok sever. İstanbul’da yapılan Karadeniz şenliklerini hiç kaçırmaz. Her fırsatta kemençe dinler, duygulanır, kemençecileri tebrik eder, teşvik eder. Kayaoğlu birçok şiirinde kemençeyi anlatır. Ayrıca şiirlerinde meslek olarak ilgilendiği bakır kaplar ve bakırcılık da önemli bir yer tutar (Duman 2011: 320). Ömer Kayaoğlu, Cumhuriyet Döneminin her türlü şiir akımının içinde bulunmuş, kiminden etkilenmiştir. Hem halk nazımıyla hem de yenilik tarzıyla şiirler yazmış bir şairdir. O şiire başladığı yıllarda (1934) divan şairleri vardı. Birinci Yeni, Garipçiler, İkinci Yeni vb. şiir akımlarını görür ve şiirin her türlüsünü dener (Kayaoğlu 1998a: 8-9).



METİN ÇOBAN KİMDİR?



1936'da dünyaya geldi. Sanatçı tiyatroya amatör olarak Kadıköy Halkevi’nde başladı. Okul temsilleri ve seyirlik oyunlarda rol aldıktan sonra profesyonelliğe ilk adımını Atilla Opereti’nde attı. Bu arada Muhittin Sadak’ın Şehir Korosu ve Nedim Otyam’ın kurduğu koroda yer aldı. Daha sonra Necati Başara, Ahmet Yamacı, Orhan Dağlı ve Feriha Tunceli’nin eğitmenliklerinde Türk Halk Müziği, Neveser Kökdeş ve Ferudun Darbaz eğitiminde de Türk Sanat Müziği çalışmalarında bulundu. Ardından İstanbul Şehir Tiyatroları’na girdi. Sayısız oyunda önemli roller aldı. Yerli oyunlar için oyun müzikleri besteledi. Radyo tiyatrolarında oyunlar yönetti. Emekli olduktan sonra da sahneyi bırakmayan Metin Çoban son olarak “On İki Öfkeli Adam” ve Komik-i Şehir Naşit Bey adlı oyunlarda rol aldı.



İBB ŞEHİR TİYATROLARI’NDA ALDIĞI ROLLER

Kafkas Tebeşir Dairesi, Keşanlı Ali Destanı, Fermanlı Deli Hazretleri, İstanbul’un Gözleri Mahmur, Çatıdaki Çatlak, Estepeta Püf, Kedi, Leyla İle Mecnun, Dört Kişilik Bahçe, Bizans Düştü, Köşebaşı, Allah’ın Dediği Olur, Büyük İkramiye, İki Kova Su, Sezuan’ın İyi İnsanı, Eşeğin Gölgesi, Utanmazın Defteri, Hasır Şapka, Vişne Bahçesi, Mecbur Adam, İrmikoğlan, Kralın Kısrağı, Bir Kavuk Devrildi, Kendini Bulmak, Hapşırıklı Kral, Romeo ve Juliet, Kara Kız, Anna Karenina, Paralar Bankada, Sokrates Savunuyor, Erkek Satı, İlk Göz Ağrısı, Aynaroz Kadısı, Mektep Arkadaşı, Baş Sayfa, Sonuna Kadar, Atinalı Timon, İktidar, Gecenin Sonu, İpler Elimizde Değil, Chaillot’taki Deli, Hamlet, Gülnihal, Coriolanus, Yeşil Kurbağa, Zalamea Kadısı, Kökler, On İkinci Gece, Deli İbrahim, Meraki, 3. Selim, Genç Osman, Figaro’nun Düğünü, Kuklacı, Kubilay, Orman, Cyrano De Bergerac, Maius, Neden Olmasın, Pinokyo, Krallar Da Ölür, Hırçın Kız, Oyuncaktaki Sır, Kösem Sultan.

İzmir’de geçirdiği kalp krizi sonrası 2 Kasım 2020'de yaşamını yitirdi.

Metin Çoban’ın cenaze töreni, 4 Kasım 2020 Çarşamba günü saat 11.00’de Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde düzenlendi. Sanatçı, öğle vaktinde Maltepe Gülsuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Prof. Dr. Ahmet Samsunlu kimdir?



Türkiye'deki ilk çevre mühendisliği bölümünün kurulmasına öncülük eden 44. Hükümet İmar ve İskân Bakanı emekli öğretim üyesi, İGA Havalimanı İşletmesi A.Ş. İcra Kurulu Başkanı ve Genel Müdürlü Kadri Samsunlu'nun babası olan Prof. Dr. Ahmet Samsunlu,1937 yılında Çorum'da doğdu. Hannover Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'ni bitirdi. Aynı Üniversitede Doktora yaptı. TÜBİTAK Çevre Grubu ve Su Kirlenmesi Türk Millî Komitesi Üyeliği, Ege Üniversitesi İnşaat Fakültesi Öğretim Üyeliği ve Dekan Yardımcılığı, Danışma Meclisi Çorum Üyeliği (15 Ekim 1981 - İstifa: 19 Temmuz 1982) ile İmar ve İskan Bakanlığı yaptı. 3 Kasım 2020 tarihinde 83 yaşında vefat etti. Doğum yeri Çorum'da toprağa verildi.


Mete Akyol kimdir?


Ad Soyad: Mete Akyol Doğum Tarihi: 11 Ağustos 1935 Nereli: Ordu Meslekler: Gazeteci Ölüm Tarihi: 03 Kasım 2016

Mete Akyol, 11 Ağustos 1935 tarihinde Ordu‘da ailesinin ikinci çocuğu olarak doğmuştur. Babası Ordu eşrafından Hüsnü Akyol, annesi Mebrure hanımdır. Bir ablası vardır. Babası Hüsnü Akyol Ordu Milletvekili olarak da görev yaptı. Ordu Gazi İlkokulu’nu bitiren Mete Akyol, orta öğrenimini, Kayseri‘de paralı, yatılı ve İngilizce dili ile ders veren Talas Amerikan Ortaokulu ve ardından 1953 yılında Lise bölümünü okuyacağı Tarsus‘a gitti ve lise eğitimi Tarsus Amerikan Koleji’nde yaptı. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. İlk olarak ilkokul 3.sınıfta bir arkadaşı ile beraber duvar gazeteyılında Ulus gazetesinin çocuk sayfasında çeviriler yaptı. 1953 yılında Hürriyet gazetesinin Tarsus muhabiri olarak göreve başladı. Mete Akyol, 1953 yılında Lise bölümünü okuyacağı Tarsus’a gittiğinde okul gazetesi yoktur. Mete Akyol’un girişimi ile İngilizce ve Türkçe olarak hazırlanan ‘College Tarsus’ isimli gazete yayına başlar. Bu yıllarda, Babası Hüsnü Akyol Ordu Milletvekili olarak Ankara’da yaşamaktadır. Tatillerde başkente gelen Mete Akyol, haftalık Turkish American News adlı gazetede düzeltmen olarak çalışır. Mete Akyol’un Rüzgârlı Sokak ile tanışmasının öyküsü de şöyle: Tatil sonrası okula dönen Mete Akyol gazetecilikteki en büyük adımını atar. Öğrencileri taşıyan okul otobüsü kaza yapar ve otuz arkadaşı hastaneye kaldırılır. Mete Akyol ertesi gün bu olayı gazetelerde göremeyince kâğıda kaleme sarılır. Hürriyet Gazetesi‘ne yazdığı mektupta, Tarsus’ta büyük bir trafik kazası yaşandığını, bunu gazeteye iletecek muhabirleri olmadığını düşündüğünü ve bu göreve talip olduğunu yazar. Adres olarak da yine bir ‘Mete’lik yapar: 1956 yılında Tarsus Amerikan Kolejinden mezun olan Mete Akyol önce ‘oto stop’ yaparak Avrupa‘yı dolaşır. Birleşmiş Milletler Yardım Fonu Unicef organizasyonu ile gençlik kamplarına katılır, savaş sonrasında yenilenen Avrupa’da gönüllü işçi olarak çalışır. Dönüşünde Kodak marka bir fotoğraf makinesi bile vardır. 1959 yılında üniversite son sınıfta iken gazeteciliğe devam etti. 1959 yılında Akşam Gazetesinde çalışmaya başladı, kısa bir süre sonra da Milliyet’e geçti. 1959’dan 1994’e kadar; Milliyet, Öncü, Hürriyet, Dünya, Günaydın ve Sabah gazetelerinde, muhabir röportaj yazarı, köşe yazarı ve genel yönetmen görevlerinde bulundu. Uçak ile uçamama korkusunu 1983 yılında Lufthansa’nın ‘Uçaktan Korkanlar Programına’ katılarak yendi. TRT televizyonunun yayına başladığı 1968 yılından itibaren, çeşitli dönemlerde TRT’de, kuruluş dönemlerinde de NTV ve TV8 televizyonlarında röportajlar yaptı, programlar hazırlayıp, sundu. 1987-1992 yıllarında İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda ve 1992-2000 yıllarında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde verdiği gazetecilik konusundaki derslerini 2000’li yılların başında Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde sürdürdü. Sağlık Eğitim Vakfı’nda 1989 yılından buyana Mütevelli Heyeti üyeliği, Başkent Üniversitesi’nde ise, 2000 yılından buyana Mütevelli Heyeti üyeliği görevlerinde bulundu. 1998 yılında İnkılap Kitabevi’yle ortaklaşa yayımlamaya başladığı ve 2000 yılından sonra yayımını Başkent Üniversitesi Kültür Yayını kimliğiyle sürdürdüğü “Bütün Dünya” dergisinin, yayıma başladığı tarihten öldüğü 2016 yılına kadar Yayın Genel Yönetmenliğini yaptı. Mete Akyol, Başkent Üniversitesi’nin yine bir kültür hizmeti kuruluşu olan Kanal B Televizyonu’nda yayın denetimcisi görevi yaptı ve bu televizyonda her pazartesi “Bilmek Gerek” adlı bir şöyleşi programı hazırladı ve sundu. 24 Ocak 2015 tarihinde basında ilk imzalı ilk röportajının yayımlandığı 22 Ocak 1955 tarihinin 60. yıldönümünde, Gazeteciler Cemiyeti tarafından “Yaşam Boyu Gazetecilik Başarı Ödülü” verildi. Mete Akyol’un yayımlanmış 5’i gazetecilik deneyimlerini aktardığı yedi kitabı vardır. Mete Akyol, 1964 yılında Gülçin Akyol ile evlendi. Ufuk adında bir oğlu ve Barış ve Güneş adında iki torunu vardır. Mete Akyol, 3 Kasım 2016 tarihinde istanbul’da 81 yaşında ölmüştür. Kitapları : 2008 – Bir Başkadır Benim Mesleğim 1994 – Aynen Naklen 1994 – Gazetecinin Gözünden, Gazetecinin Yüreğinden 1991 – Yazamadıklarım 1979 – Düzenzedeler Şimdi gelelim Mete Akyol’dan aktaracağımız bir gazetecilik öyküsüne : 1960 yılının Mayıs ayı. Öykünün kahramanları dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve Hindistan‘ın o dönemki Başbakanı Nehru. Pandit Cevahirlal Nehru, Hindistan Ulusal Kongresi’nin önemli siyasi üyelerinden biri. Hindistan’ın bağımsızlık hareketi sırasında önemli bir figür ve Hindistan’ın ilk başbakanı. Onun 21 Mayıs 1960 günü Ankara‘ya geleceğini öğrenir Mete Akyol. Ortam gergindir. Gençler yollarda yürümektedir. İktidara karşı direnmektedir. Hergün caddelerde “Hükümet istifa”, “Menderes istifa” sloganları atılmaktadır. Menderes ve Demokrat Parti de iktidarın 10’uncu yılının kutlamalarına hazırlanmaktadır. 13 Mayıs’ta Nehru’nun geleceği belli olunca genç gazeteci Mete Akyol’un aklına bir gazetecilik kurnazlığı gelir. Emniyet üçüncü Şube Müdürü rahmetli Kenan Koç’a gider. Bu bölümü Mete Akyol’dan dinleyelim: “Kulüp 47’nin şef garsonu Hidayet’e bir telefon edebilirsen, çok makbule geçer Kenan abi, dedim. Kendisi ile işim var da. Kenan Koç. Telefon numarasını çevirirken, Şef garson Hidayet’le ne işim olduğunu sordu. ‘Abi, sen zaten yarınki önlemlerle meşgulsün, bir de benim bu basit işimle yorma kafanı’ dedim. ‘Sen Hidayet’e benim kendisine gideceğimi ve işimi halletmesini söyle, yeter.’ Kenan Koç’un telefonundan yarım saat sonra Kulüp 47’ye gittim, şef garson Hidayet Beyi buldum. ‘Emniyet Müdürlüğü’nden geliyorum’ dedim, ‘Sayın Müdürüm Kenan Koç gönderdi beni’ ‘Sayın müdür bey emretti, tabii bize de onun emrini yerine getirmek düşer’ dedi. ‘Buyurun nedir benimle olan işiniz?’ Ellerimi ovuşturarak ve sesimin tonunu alçaltarak yanıtladım sorusunu: ‘Haftaya yani ayın 21’inde, Hindistan Başbakanı Sayın Nehru geliyor, biliyorsunuz’ dedim. ‘Kendilerinin ikamet edecekleri Hariciye Köşkü’nde tüm ziyafetler, malumunuz, sizin restoran tarafından hazırlanacak, tüm hizmetler sizin tarafınızdan karşılanacak.’ Hidayet Bey yüzüme dikkatle bakıyor, sözü nereye getireceğimi merak ediyordu. Ben de devam ettim: ‘Nehru geldiğinde Hariciye Köşkü’nde görevlendireceğiniz garsonlarınızın arasında bende olacağım” dedim. Hidayet Bey, hele o yıllarda pek de genç olan yüzüme daha bir dikkatle baktı: ‘Bugüne kadar nerelerde çalıştınız yavrum?’ diye sordu. O dakikaya kadar olduğu gibi o dakika da yalan söylemedim: ‘Ben garson değilim, efendim’ dedim, hafifçe gülerek. Hidayet Bey eliyle sırtımı sıvazladı: ‘Afedersiniz, birden uyanamadım’ dedi. ‘Şimdi anladım. Kulüp 47, ben ve arkadaşlarım emrinizdeyiz. Emniyetimize yardımcı olmak hepimizin milli görevidir. Hele böyle hassas günlerde. Biz ayın 20’sinde ekibimizi Köşk’e yerleştirmiş olacağız. Siz isterseniz ertesi gün katılabilirsiniz bize.’ Hidayet Bey, smokinim olup olmadığını sordu. Ezile büzüle ‘maalesef’ diyebildiğimi görünce sırtımı bir kez daha sıvazladı: ‘Merak etmeyin. Ekibe katıldığınız gün ben sizin için bir smokin temin etmiş olurum’ dedi.” Mete Akyol smokin içinde dört dörtlük bir garson olarak servise çıkmıştır. Anlatıyor: “Dışişleri Köşkü’nde, Nehru’ya ‘hoş geldiniz’ dediğimde adamcağız beni özel hizmet için görevlendirilmiş bir garson sandı, doğal ve yasal olarak. O nedenle benden rahatlıkla portakal suyu istedi. Bir çırpıda alt kata indim ve şef Hidayet Beyi bulup, konuğumuzun portakal suyu emrettiğini söyledim. ‘Siz zahmet etmeyin, Mete Bey’ dedi şefimiz. ‘Bir arkadaşımız üst kata çıkarır, size getirir, sizde konuğunuza ikram edersiniz.’ Nehru’nun tüm özel hizmetlerini bu yöntemle yaptım. Oda hizmetlerini başarıyla yaptım ama deneyimsizliğim, bir gün sonraki resepsiyonda beni güç durumda bıraktı.’ Sekiz, on bardaktaki içecekleri taşımak her babayiğidin harcı değil. Mete Akyol iki bardağı devirdi. Şef Garson Hidayet onu kanepe servisi yapmakla görevlendirdi. Akyol elinde tepsiyle gezerken gazetenin foto muhabiri Asaf Uçar da onu takip etti. Ne yapıp edip salona sızacak ve Mete Akyol’un iki kare fotoğrafını çekecekti. Kalabalık içinde birbirlerini tanımadan Hindistan Başbakanı Nehru’ya yaklaştılar. Nehru, o sırada Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu‘nun eşi ile hararetli bir konu görüşüyordu. Asaf Uçar makinasını hazırladı, konuşlandı. Mete Akyol tepsiyi uzattı: – “Size bu nefis şeylerden ikram edebilir miyim, ekselansları” dedi. Nehru kırmadı beni. Kendisine sunar gibi yaptığım, aslında Asaf’a göstermeye çalıştığım tepsiden bir kanepe alırken… Bir flaş yandı ve söndü. Bugünkü deyimle işlem tamamdı.” Asaf Uçar’a kaş-göz hareketi yaparak, Başbakan Menderes’in bulunduğu yere gideceğini anlatır. Asaf hazırdır, tepsi yine uzatılır. “Sayın Başbakanıma bu tepsiden bir ikramda bulunabilir miyim” der. Bir garsonun kendisine böylesine içtenlikle ve sıcaklıkla konuşması Menderes’i hem şaşırtır, hem de fazlasıyla memnun eder: – Sen ne şeker şeymişsin böyle, der. – Teveccühünüz Sayın Başbakanım, diye karşılık verir. Menderes daha da keyiflenir: – Senin dilin de pek tatlıymış, der. Meye Akyol bu sözüne karşılık veremez. Çerkez gelini gibi kıpkırmızı kesildiğini anlatır kitabında, başını öne eğdiğini de. Başbakan kanepe almaz ama elindeki kadehin dibinde kalan son yudumu alır ve boş kadehi uzatır: – Sen bana onlardan değil de, hadi bakiiim, bundan bir tane daha getir, der. Tam o sırada Asaf’ın flaşı yanar, söner. İşlem tamam ama Başbakan sipariş vermiştir. Gazetecilik unutulur bir an. Hizmet etme aşkı depreşir. Başbakan Menderes’e içki getirilecektir. İyi hoş da Başbakan ne içmektedir, Mete Akyol nerden bilsin. Yanaşır, içtenlikle sorar: – Çok afedersiniz sayın Başbakanım. İçtiğiniz içkinin adını da emrederseniz, hemen gidip getireceğim efendim. Başbakan Menderes keyifli fakat son derece zarif bir kahkaha atar: – Sen yenisin galiba yavrucuğum, der. Sonra: – Bir içkiyi renginden, tadından ve kokusundan önce, kadehinden tanımayı öğrenmelisin, der ve devam eder: – Elimdeki kadeh, bir martini kadehidir. Hadi bakiiim, şimdi bana bir martini daha getir. 23 ve 24 Mayıs 1960 tarihli gazetelerde yayımlanan “Dışişleri Köşkü’ndeki Garson” röportajını iki güzel fotoğraf süslüyordu. Bu iki fotoğraf Mete Akyol‘un gazetelerde yayımlanmış ilk fotoğrafıydı. Mete Akyol için ilk fotoğraftı, Adnan Menderes‘i ise halkıyla Başbakan olarak vedalaştıran son fotoğraftı. 27 Mayıs 1960 günü öğlene doğru, Etimesgut Askeri Havaalanı’nda, sten tabancalı askerler arasında uçaktan indirilen fotoğrafı da Yeni Sabah Gazetesi’nde yayımlandı.


44 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page