YAŞAMAK;
“Sevmek bir şeydir ama, sevildiğini bilmek çok şeydir”
Yaşamak hem güzel hem de çok yüce ve ulvi bir kavram. Güzellikleri yaşamak, yani onun tadını hissetmek, onun yüceliği, büyüklüğünü birlikte kardeşçe paylaşarak yudumlamak insanlara huzur verir.
Yaşamanın güzelliğini yaşarken insanlar, hayatın içtenliğini, acı tatlı olayları görerek, duyarak yol alır, eğitimle de kendilerini geliştirir, olgunlaştırır.
Eğitim deyip de geçme, ülke halklarının yaşantısını düzenler ve her konuda gelişmiş ülkelerin yanına taşır. Müzik, güzel sanatlar, müzeler, sinema tiyatro, kütüphaneler değer kazanır. Ülkenin geçmişi geleceği şairleri, yazarları, karikatüristleri ve bilim adamları ülkenin adına, hatta ekonomisine bile ölmezlik kazandırırlar.
Yaşamak şakaya gelmez, yaşamayı istemek gerek, yaşamayı hoş tutmak, yaşamla barışık olmak gerek. “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşamak, tadını alarak yaşamak gerek. Yaşamı, tuz biber gibi türlü baharatlarla tatlandırmak gerek. İyi huyla herkesi olduğu gibi kabullenmek, örf adetleri bırakmadan, sevgiyi saygıyı unutmadan, yeniliğe doğru yol almak gerek.
Yaşamak mutluluktur, yaşamak gülmek güldürmektir, arayıp sormaktır. İyi davranışlara şaka şenlik tavırlar katarak yaşamayı sürdürmek ne güzel ne rahatlık ne ferahlık değil mi?
Yerde gördüğün bir çiçekle konuşmak, daldaki meyveyi koparıp yemek, çekirdeğini filizlensin diye toprağa gömmek, kedi köpeklerle konuşmak, cennet böceğini elinde gezdirmek, kuş cıvıltılarını dinlemek, temiz havayı içine çekip tutmak yaşamı yaşatmaktır ve de yaşamaktır.
Pencereden kuşun, ağacın dalına yaptığı yuvada yumurtanın nasıl da canlanıp hayat bulduğunu hayretle ve keyifle izlemek… baharın canlanışını, çevrenin yeşillenip ağaçların çiçeklenmesini hayvan ve bitkilerin uyanışını da görerek yaşamanın iş bölümünde üzerine düşen görevi bihakkın yaparak yaşamak ve çocuklarını geliştirerek geleceğe ışık tutmak yaşamanın en güzeli.
Yaşamak öyle öylesine güzel ki yaş aldıkça, yaşlandıkça yolun sonu görünüyor kaygısı çoğalıyor. Olamaz olmamalı diyorsun, yeni şeyler görmek istiyorsun… yeni şeyler yapmak yaşamak istiyorsun… yazmak yazmak istiyorsun… bol bol resimlerim olsun istiyorsun… tablolar yapmak istiyorsun, istiyorsun da istiyorsun…
Pencere tablolarında ilk gençliğimi sloganlarla süsleyip ilmek ilmek örmelerim, o günleri tekrar yaşamak istemelerim… ve de çabalarım hep uzun uzun yaşamak için.
Eşini dostunu, hısım akrabanı telefonla arıyorsun niye aramıyorlar diye sitem ediyorsun. Hep acaba unutuldum mu kaygısı yaşadığımı, yaşayacağımı bildirmek anlatmak için.
Yeni şeyler öğrenmek istiyorsun, daha çok öğreneceğim şeyler var diyorsun. Az görüyorsun az duyuyorsun, geç anlıyorsun bilincindesin ama gene de ben yapabilecek güçteyim diyorsun. Direniyorsun.
Tok acın halinden anlamaz derler, işte beni anlayabilmek için aynı yaşlarda aynı duyarlılıkta olmak lazım. Yoksa siz “adam sende, işte geldik gidiyoruz, yaş kemale erdi, unu eledik eleği astık” mı diyorsunuz. Hayır ben öyle düşünmüyorum. Sabah erken kalkıp geç saatlere kadar okuyorum, yazıyorum, dinliyorum notlar alıyorum. Bilmediklerimi öğrenmek istiyorum. Hatta torunum bana, “Neboş, senin gibiler dizi izliyor, tespih çekiyor… Ben işe gidip geliyorum sen bilgisayar başında bu ne iş, kıskanıyorum doğrusu” diyor. Torunlar dahil beni bilip de görenler, idolleri olduğumu söylüyorlar. Çünkü yürüyorum, yüzüyorum, okuyorum yazıyorum. Herkesle ve de kendimle barışığım. Bu çabalarımla uzun yaşamak da benim hakkım değil mi ama… Aferin diyeyim mi? kendime… AFERİN
6 Haziran 2022
Neboş90
Comments