Bugün 30 Ağustos. Namık İsmail, Taner Şener, Gürdal Tosun ve Nihat Akçan'ın ölüm yıldönümleri.
BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla anıyoruz.
Namık İsmail kimdir?
Namık İsmail, Kafkasya’dan Samsun’a, oradan da İstanbul’a göç etmiş Çerkez bir ailenin üç çocuğunun ortancası olarak 1890 yılında Samsun’da doğar. Üç kardeş de belki babalarının hattat olmasından ötürü küçük yaştan itibaren sanata ilgi duyarlar.
Bazı kaynaklarda sanatçının soyadı Yeğenoğlu, bazı kaynaklarda ise Sebük olarak geçmektedir. Yeğenoğlu soyadı, sanatçının aile lakabı olan Yeğenzade’den kaynaklanır. Sebük ise sanatçının soyadı kanunu ile almış olduğu soyadıdır. Fakat sanatçı ikisini de kullanmamış, resimlerini Namık İsmail olarak imzalamıştır. Üç kardeş de belki babalarının hattat olmasından ötürü küçük yaştan başlayarak sanata ilgi duyarlar. Ağabeyi Hüsnü Yeğenoğlu da resme karşı yeteneği olan bir subaydır ve bu nedenle okuduğu Topçu Mektebi’nde ressam sınıfına ayrılır, daha sonra 1907’de Almanya’da üç yıl eğitim görür. Kız kardeşi Ulviye Yeğenoğlu Keskin konservatuara devam eder, piyano ve Fransızca dersleri alır.
Liman, Kayıklar
İzlenimcilik etkisindeki resimde, ön planında üç kayık ve kayıklardan ikisinin içinde beli belirsiz figürler ve bacasından dumanı tütmekte olan bir gemi görülür. Fonda ressamın çok sevdiği sarı rengi kullandığı görülür.
Namık İsmail’in Beşiktaş’taki Hamidiye Mektebi’ne giderken sevdiği şey sahile demirlemiş vapurların resmini yapmaktır. Ardından St.Pulchérie, St. Benoit gibi Fransız okullarında okur. Bu dönemde de kömür kalem ve karakalemle kartpostallardan çalıştığı bilinir. Yeniköy’deki köşkleri boyanırken, kendisi de kitap çekmecesi boyar ve bundan sonra yağlıboya resim yapmaya heveslenir. İlk yağlıboya resmi olan bir sepet çiçekle, kesilmiş bir karpuzu dönemin mutasarrıflarından Bekir Paşa için yapar ve karşılığında kendisine bir tay armağan edilir.
Karpuzlu Natürmort
Yanmış olan Galatasaray Lisesi açılınca, Tevfik Fikret’in müdürlüğü sırasında ikinci sınıftan beşinci sınıfa kadar bu liseye devam eder. Son sınıfta Arapça dersinden kalıp, bakalorya sınavını veremeyince buradan da ayrılıp resim öğrenimi için 1911 yılında Paris’e gider. Birçok kaynakta Sanayi-i Nefise Mektebi’ne gittiğinden söz edilse de, kendisi böyle bir eğitimden söz etmez. Académie Julian’de bir yıl çalışır. 1912 yılında İbrahim Çallı’nın yönlendirmesiyle, Montmartre’da özel bir atölyesi olan Fernand Cormon’un yanında eğitim görür. Kuşkusuz, gerek Académie Julian’de gerekse Fernand Cormon’un atölyesinde akademik bir eğitimden geçer Namık İsmail. Almanya’da bir süre kalır ve orada modernizmin öncülerinden Lovis Corinth ile Max Liebermann’ın atölyelerinde çalışma olanağı bulur.
Köy Evi, 1911
Bu resim, Paris’e gittiği yılda empresyonist etkilerle yaptığı bir tablodur. Ağaçlarda, evde, kırda detaya kaçan fırça vuruşları egemendir. Renkler, pastelleriyle homojenleştirilerek kullanılmış, yumuşak geçişlerle perspektif sağlanmıştır. Kompozisyon, sol alt köşeden sağ üst köşeye ikiye ayrılarak düzenlenmiştir. Üstte gri renklerin içinde yeşillerinde yer aldığı gökyüzü, alttaysa karakteristik Namık İsmail tarzı lekeci anlayışla ön plana çıkmış ana tema görülür.
1914’te tatil için geldiği İstanbul’da Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla askere alınıp, İhtiyat Zabiti (Yedek Subay) olarak Kafkas cephesine gönderilir, Beşinci Kolordu emir subaylığı yapar. Erzurum’da tifüse yakalanır ve İstanbul’a döner.
Otoportre, 1917
Tifüs hastalığını geçirdiği dönemde yaptığı resminde Namık İsmail, diğer otoportrelerinde olduğu gibi, fakat bu kez hastalıktan yeni kalkmış bir biçimde izleyiciye doğru bakmaktadır. Empresyonist etkili bu portrede, ressamın yaşadıklarından ötürü duyduğu üzüntü, savaşın verdiği yorgunluk, karamsarlık yüzündeki ifadeden anlaşılmaktadır. Fondaki renk lekeleri, figürdeki kontur, kararlı ve güçlü fırça vuruşlarıyla yüze ve saça hareketlilik vermiştir.
Güvertede Adamlar
1917 yılında Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından kurulan Şişli Atölyesi’nde, Feyhaman Duran, Hikmet Onat, Avni Lifij, Mehmet Ruhi Arel, Sami Yetik, İbrahim Çallı, Ali Cemal, Mehmet Ali Laga ve Halife Abdülmecid Efendi ile birlikte asker modellerden, çeşitli silahlardan, kartpostallardan ve fotoğraflardan yararlanarak savaş konulu resimler yapan Namık İsmail, bu atölyede ürettiği resimlerden 17 adedini önce Galatasaray Sergisi’nde, sonra da Viyana Sergisi’nde teşhir eder. Berlin’de ise sergiyi gerçekleştiremez ve yurda dönemez, bu dönemi yeniden resim öğrenimi görerek değerlendirir.
Kurtuluş Savaşı’nda Topçular, 1917
Savaş meydanında, parçalanmış bir top arabasının başında, havaya kaldırdığı sol elinde bir mermi tutan başı sargılı bir asker ve topu atışa hazırlayan bir başka asker görülür. Etrafta yaralı askerler, boş mermiler ve dağılmış askeri eşyalar resmedilmiş. Yumuşak tonların kullanıldığı tabloda, karşı tepenin ardından yükselen gri dumanlar arasında kendine yol bulmaya çalışan ışığın gizli parlaklığı ustaca yansıtılmıştır. Yer yer beliren aydınlık, gri-beyaz tonlarıyla boyanmış. Bu aydınlık bölümler, derinliğin verilmesinde etkili olur. Diyagonal hat üzerine yerleştirilen top arabası sahneyi hareketlendirmektedir. Solda, elinde mermi tutan askerin hareketi adeta bir heykel gibi durağandır ve sahnenin en önemli rolü bu figür üzerindedir. Namık İsmail, yüzlerin ifadelerinin verilmesi yerine, hareketlere yüklenen anlamları önemsemiştir.
Vatan Emrederse (Girdab-ı Zafer)
Kompozisyonda ağırlık, resmin sağ kısmında toplanmıştır. Farklı pozisyonlarda resmedilmiş atlar ve ellerinde mızraklarla uçurum gibi bir yerden boşluğa ilerleyen askerler görülür. Atların hareketleri ve taşların aşağı düşüşleri ile devinimin hissedildiği bir kompozisyondur. Kompozisyonun en çarpıcı öğesi, hareket olgusudur. Adeta tablodan fışkırır biçimde betimlenmiş atlarla doruğa ulaştığı anlaşılan hareket ifadesi, izleyici üzerinde çarpıcı bir etki oluşturur. Resmin merkezinde, at üzerinde elinde kapalı şekilde bayrak tutan, başı öne eğik biçimde duran bir figür görülür. Resmin sol kısmında da şaha kalkmış at üzerinde, elinde mızrak tutan, yüzü tam olarak görülmeyen bir asker yer alır. Bu figürün arkasında da, net görünmeyen, aşağı doğru düşmekte olan bir atlı asker vardır. Kompozisyonun sağlam desen anlayışı dikkati çeker. Özellikle atlar ayrıntılı biçimde işlenmiştir. Atların yüzlerindeki ifade korkuyu yansıtmaktadır, ağızlarının açıklığından adeta çığlıkları duyulur, bu durum insanların yüzlerindeki sakin ifade ile tezat oluşturur. Resme gri ve kahverengi tonlar hakimdir, buna karşılık bayrağın kırmızılığı dikkat çekicidir.
Sedirde Uzanan Kadın, Düşünceler De Battı, Tefekkür, 1917
Namık İsmail’in en ünlü yapıtlarından biri olan bu çalışmada, ev içinde, kanepe üzerine yarı uzanmış, uzun siyah elbiseli, kısa saçlı, şapkalı bir kadın figürü görülür. Figürün arkasında bir hat levha, önünde ise minder ve bir tepsi, tepsi içinde fincan ve fincan zarfı yer almaktadır. Resmin sağında, içinde kitaplarla dolu bir kitaplık, kitaplığın önünde sedef kakmalı bir sehpa, sehpa üzerinde bir kap ve içinde kırmızı çiçeklerin olduğu bir vazo bulunmaktadır.
Sedirdeki kadının resimde böylesine ön plana çıkması bir rastlantı değildir, yaşadığı toplumda olduğu gibi uzandığı yerde boşluktadır. Sedir, Cumhuriyet öncesi Türk kadınının metaforudur bu resimde. Kompozisyonun ana öğesi durumundaki genç kadının yüz ifadesi çok anlamlıdır. Koyu bir rengin egemen olduğu tabloda, ışığın etkisi yüz bölgesinde ustaca düşürülmüştür. Resimdeki detaylar, Osmanlı’nın son demlerini yaşadığı dönemlerde elit tabakaya mensup bir kadın figürünün sosyal yaşantısını anlatır. Arka planda yer alan hat levhası, resmin sağ tarafında yer alan kitaplarla dolu kitaplık, bu kadın figürünün toplumun üst tabakasına mensup bir kadın olduğunu vurgulamaktadır. Sedef kakmalı masanın üstündeki vazonun beyazıyla yüzün ve dekoltenin beyazlarında gereken kontrastı bulan iki yastığın grileriyle çevrenin sarımsı grisi bu yapıta, çekici bir uyum vermektedir.
Figür, kadınlığıyla ve gizli çıplaklığıyla izleyeni süzer gibi. Duvardaki ayet, sağdaki kitaplık, sedef kakmalı sehpa ile çevrelenen bu kadını, ortamını görüntünün dışına çıkarak algılarsınız. Resim, Nabilerin etkilerini taşımakla birlikte, yerel yaşama dönük bir resimdir. Ancak ne folklorik olma ne de eşyaların tekil güzelliğini vurgulama endişesi yok Namık İsmail’in. Batıdan salt tekniği almış görünüyor.
Sanatçı, 1919’da yurda dönüp, resim hocalığına başlar, ertesi yıl Mediha Hanım’la evlenir ve görevinden istifa ederek İtalya’ya gider, burada bir yıl kalır.
Mediha Hanım, 1920
Bu tablo, eşi Mediha Hanım’ın sağ eli belinde, duvara yaslanmış olarak resmedildiği yarım boy portresidir. Figür burada v yakalı bir elbise içinde görülür, başındaki örtü, başının sol kısmında toplanarak, uçları sol omzundan aşağı inecek şekilde bağlamıştır. Mediha Hanım’ın sağ omzu ile boynu arasında kalan boşlukta, yakasından çıkan beyaz süsler görülmektedir. Arka plan, hızlı fırça vuruşları ile yapılmış ve sarı tonlardadır. Mediha Hanım burada çekici, hatta biraz çapkın bir ifade ile doğrudan izleyiciye bakar. Hülyalı bir bakışın ve dudaklarında ince bir gülümsemenin görüldüğü Mediha Hanım, göğüs dekoltesi ile ince uzun parmaklı zarif elinin belinde oluşuyla, adeta kadınlığıyla meydan okurken resmedilmiş.
Mediha Hanım, 1920
Mediha Hanım bu portresinde, kısa küt saçları, açık yakalı elbisesi ile cepheden resmedilmiştir. Hızlı fırça darbeleri ile yapılmış, sarımsı yeşilimsi, açık tonların hakim olduğu bir fon kullanılmıştır. Mediha Hanım’ın diğer portrelerinden oldukça farklıdır, yüzünde oldukça mutsuz, kederli bir ifade vardır. Sanatçı Mediha Hanım’ı üzüntülü, belki de yeni ağladığı için kızarmış gözlerle, hatta küskün diyebileceğimiz bir anlatımla resmetmiştir. Modelin gençliğiyle çelişen kederli durumu seyirciyi etkiler. Sanatçı, burada modelin uzun ve oval yüzünü ruh haline uydurmak amacıyla, bilinçli olarak olduğundan uzun ve zayıf göstermiş, anlatımı güçlendirmek amacıyla deformasyona gitmiştir. Işıklı, sarı, soluk renk ve gölgeler yüzde dikkati çeken önemli noktalardır.
Çıplak, 1922
Bu tablo, ressamın güçlü desen ve anatomi bilgisinin ön plana çıktığı, gerçekçi bir çalışmasıdır. Atölye ışığının fark edildiği resimde, fonda, zeminde, figürde kullanılan renkler aynı tondadır. Bu renk anlayışıyla kompozisyon bütünlüğü daha çok artmaktadır. Ressamın son dönem çıplaklarıyla kıyaslanırsa figüre daha bağımlı bir çalışmadır. Arkası dönük bir kadın modelin, vücut hatlarının kıvrımlarına düşen ışığın ve de kadının uzandığı sarı örtülü divandan ve sarı arka plandan tekrar tekrar kadının vücuduna yansıyan ışığın, kadın ve erotizm konusundaki vurguyu kat kat arttırdığı açıktır. Bu yapıt, dönemin Ayine Dergisi’nde (16 Ağustos 1922) Haydar Şevket’in bir karikatürüne de konu olur.
Harman, 1923
Harman, Namık İsmail imzasıyla özdeşleşmiş resimler anlamına gelir. Harman resimlerinin günümüze ulaşan iki örneği bulunmaktadır. Harman yerinde öküzleri ile saban sürmekte olan, kırmızı şalvarları ve başlarına bağladıkları kırmızı yazmalarıyla iki köylünün betimlendiği peyzajda, sol alt köşede içi su dolu bir bakraç ve tahta bir yaba resmedilmiş. Arka planda ise bulutlu gökyüzü, solda ekin yığınları ve sağda deniz görülmekte. Beyaz, besili öküzlere koşulan saban üzerinde oturan güçlü ve genç köylüler, hareket yönlerinin karşılıklı akışı ile tuval yüzeyinde yuvarlak bir daire çizmektedirler. Hayvanlar gövdelerinin altına düşen gölgeleriyle sabana asılmaktalar. Sararmış buğdayların zemini kaplayan girift dokusu üzerinde şiddetli öğle ışıkları dolaşmakta.
Harman, 1923
Üstteki Harman resmi ile birebir aynı kompozisyon düzenlemesi görülmektedir. Yine, arka planda sol kısımda ekin yığınları, sağ kısımda deniz görülür. Öküzlerin bulundukları yer, önceki resim ile aynı olmasına rağmen, bu resimde çiftçiler saban sürmez. Sağ köşede bulunan figür, işine ara vermiş, başına diktiği testiden su içmektedir. Önünde içi su dolu bir bakraç bulunmaktadır. Arka planda bulunan çiftçi ise elinde yabası ile yürümektedir. Harman, kızgın güneş altında testiden su içen köylü figürünün egemen olduğu hareketli düzeni içinde, gerek renk, gerek hava, gerekse istif ve desen bakımından ressamın en başarılı tablolarından biridir.
İnsan ve hayvan figürlerindeki güçlü desen bilgisi, detaycı anlatım ve formların kompozisyona yerleştirilmesindeki başarı, tablonun en dikkat çekici özellikleridir. Sanatçı bu resimde çok sevdiği sarıyı doyasıya kullanmıştır. Harman resminde, gerek diyagonal gerek dikey ve yataylardan kaynaklanan bir devinim, mekan oluşuyor. Yaratılmış bir ışık söz konusu ki, hayvanların gövdelerinin gerçekliği belki de salt bu ışığa bağlı. Önde susuzluğunu gideren kişi ile arkada elinde yabasıyla bize doğru gelen kişi arasında, boyut farkına karşın şaşılacak bir denge var.
Mehtapta Cami, 1925
Bu tabloda sanatçı, o yıllardaki tipik bir İstanbul mahallesinin gece görünümünü betimlemiş. Resimde, bir tepe üzerinde yer alan iç içe evler, cami ve türbeler ile bu yapılar arasına servi ağaçları resmedilmiştir. Resmin sol köşeye yakın kısmında, izleyiciye arkası dönük şekilde bir baykuş görülür. Baykuş ile yapıların bulunduğu bölüm arasında kalan boşlukta bir sokak ve burada elinde lambası ile ilerleyen çarşaflı bir figür görülür. Türbenin ve figürün üstüne düşen ışıktan, resmin görülmeyen sol yanında bir bina olduğu anlaşılmaktadır. Kullandığı soğuk renkler, gece mavisi, servilerin siyaha kaçan yeşili, az da olsa kontur kullanılmış yapılardaki açık mavi, resmin içinde renk kompozisyonu yaparak bütünlüğü sağlamış.
“Teknik yönüm az güçlü, şiir yanım çok güçlü” diyerek sanatını anlatan Namık İsmail’in, bu yönünü en iyi yansıtan eserlerinden. Ayın soluk, mavimsi ışığı tabloyu kaplar, adeta bir rüya, bir gerçeküstü havaya büründürür. Tepede yer alan caminin ana kubbesi ve yarım kubbeleri, alt tarafa isabet eden yerdeki türbenin yarı gölgeli görüntüsü ve camiyi yandan kuşatan avlu duvarıyla her şey, izleyiciyi uhrevi bir dinginliğe çağırır gibi. Türbenin üzerine düşen büyük mavi gölge, yapının anıtsal etkisini daha da güçlendirir. Özellikle gölgelerde oluşturulan kontrastlar ve devinim, anlatıma güç katar.
Ulu Cami, 1926
Bu tablo, Namık İsmail’in iç mekan resimlerinden. Sanatçı bu resmi yaptığı dönemde, Bursa’nın ünlü yapılarını (Bursa Yeşil Cami, Bursa Ulu Cami) konu alan farklı resimler yapar. Bursa Ulu Cami’nin içinin ve kapalı avlusunun görüldüğü, kompozisyonda, ön planda caminin avlu içindeki köşeli, fıskiyeli havuz görülür. Arka planda ise caminin mihrabı, minberi ve mahfili resmedilmiş. Sanatçı, babasının döneminin ünlü hat ustalarından biri olmasının etkisiyle, hat sanatına büyük bir ilgi duyar. Hat sanatına duyduğu bu ilgiyi resimde, payelerin üzerindeki kalem işlerinde ve hat levhalarında görmekteyiz. Ayrıca mihrap üzerinde yer alan yuvarlak kemerli iki vitray pencere arasında da yine detaylı biçimde işlenmiş hat sanatı örnekleri görülür. Cami içindeki mimari öğeler ve süslemeler bu denli ayrıntılı işlenirken, cami içinde ibadet eden insanlar belli belirsiz, siyah fırça tuşları ile betimlenmiştir.
Kanepede Oturan Çıplak
Namık İsmail, Türkiye’ye döndükten sonra bir gazetede ressam ve yazı işleri müdürü olarak görev yapar. Daha sonra Sanayi-i Nefise Mektebi Ali’sinde müdür yardımcılığına getirilir. Görevini bırakıp tekrar Paris’e gider. Sanatçı burada bulunduğu sırada katıldığı bir yarışmayı kazanarak Pierre Loti’nin Les Désenchantées (Bezgin Kadınlar / Mutsuz Kadınlar) adlı kitabını resimler. 1927’de Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlüğü’ne atanır. Aynı zamanda resim atölyesinde hocalık yapar ve ölümüne kadar bu görevini sürdürür. İdare işlerinde kabiliyeti dolayısıyla, Akademi’nin ıslahı yolunda çok çalışır ve yeni bir hareket uyandırır.
Maden İşçileri
Maden ocağında ellerinde kazma ve kürekleri ile çalışan beş figürün görüldüğü kompozisyonda, tüm işçiler yaptıkları işe odaklanmış. Sanatçı, ağır şartlar altında çalışan işçilerin, yorgunluklarını ön planda, resmin solunda bulunan elinde kazmalı figürün yüzündeki ifade ile izleyiciye aktarmaktadır. Diğer figürlerin ise yüzleri görülmemektedir. Yaptıkları işe uygun olarak figürlerin vücutlarının aldığı şekil, sanatçının başarılı gözlem gücüne ve sağlam desen bilgisi gösterir. Ellerinde kazma kürekleriyle maden ocağında çalışanlar serbest fırça vuruşları ile resmedilmiş. İşçilerin çalışmakta olduğu maden ocağı iki lambadan yayılan yapay ışıkla aydınlatılmıştır, sanatçı mekan içindeki ışığın dağılımını başarılı şekilde yansıtmıştır.
Ayakta Duran Kadın, 1927
Namık İsmail, spora çok düşkündür. Dönemi için oldukça lüks sayılabilecek bir kotrası vardır ve sık sık uzun deniz gezilerine çıkar. Galatasaray Kulübü’nün yönetim kurulunda da aktif görevler yüklenir. Korsan adlı kotrasıyla, öğrencilerine de açık havada resim yapma olanağı sağladığı bilinir. Eşi Mediha Hanım ile 10 yıl birlikteliklerini sürdürürler. Evliliklerindeki bazı sorunlar nedeni ile son beş yıl ayrı yaşarlar ve sanatçının ölümünden iki ay önce boşanırlar. Namık İsmail, 30 Ağustos 1935’te 45 yaşında Kadıköy-Köprü vapurunda bir kalp krizi sonucu yaşamını yitirir.
İclal Ar Portresi
Namık İsmail’in son eserlerinden birisi, Türkiye’nin ilk sopranolarından biri olan İclal Ar’ın portresi.
Dolmabahçe, 1933
Namık İsmail, sanat yaşamı boyunca, belli bir sanat anlayışı çevresinde ve teknikte olmamış, değişik tarzları denemiştir. Güçlü bir desene sahip olan Namık İsmail, ustaca fırça vuruşları ve sağlam çizgileriyle, realist bir figür ressamı olduğu kadar, izlenimci bir peyzaj ressamıdır. Namık İsmail’in sanatını iki döneme ayırabiliriz. Birinci dönemi, Paris dönüşü (1914) yaptığı resimlerinde duygunun egemen olduğu, tekniğin ikinci planda kaldığını görürüz. Bu dönem yapılarında şiirsellik ve düş gücü egemendir. Sanatçının Almanya dönüşü (1919) ise ikinci dönemidir. Almanya kültürüyle tanışmasından sonra teknik ön plana çıkar.
Kaynak Namık İsmail’in Yaşamı ve Sanatı, Namık İsmail’in Sanatı, Sanata Bakışı, Eğitimciliği ve Yöneticiliği Üzerine
Taner Şener kimdir?
Taner Şener, 1941 yılında Ankara’da dünyaya gelmiş ve sanat hayâtına tiyatro ile başlamıştır. 1950 yılında Ankara radyosu çocuk saati programlarında mikrofonla, aynı yıl devlet tiyatrosu çocuk bölümünde de, sahne ile tanışmıştır. Ses sanatçılığının yanı sıra, beste ve güfte çalışmaları da yapmıştır. Kızının sahilde oynarken, deniz kenarında duran sandalın içine girmesi ve sandalın üstüne devrilmesi sonucu boğulması, yaşadığı büyük üzüntülerdendir. Taner Şener, 30 Ağustos 1993 tarihinde, Kuşadası’nda vefat etmiştir.
Gürdal Tosun kimdir?
14 Mart 1967 yılında İstanbul’da doğdu. Aktör Necdet Tosun’un oğlu, Erdal Tosun’un kardeşidir. Üç yıl üst üste konservatuvar sınavlarına giren Gürdal Tosun, aşırı kilosu nedeniyle okula kabul edilmemiştir. Sanat hayatına Levent Kırca tiyatrosunda gişede bilet satarak başlayan Tosun, azimle kilo vererek konservatuvara girmeyi başarmış, Mimar Sinan Üniversitesi, Devlet Konservatuvarı, oyunculuk bölümünü 1990 yılında bitirdikten sonra, Devlet Tiyatrosu, İstanbul Şehir Tiyatroları, Bakırköy Belediye Tiyatrosu gibi tiyatrolarda görev yapmış, en son BKM ‘de çalışırken rahatsızlanarak 30 Ağustos 2000'de yaşama veda etmiştir.
Filmografisi
Güneş Yanıkları – 2000 Bir Demet Tiyatro – 1997 Gün Doğmadan – 1986
Nihat Akçan kimdir?
Tiyatro ve sinema sanatçısı
Doğum Tarihi: 30 Mart 1926
Doğum Yeri: Yeşilköy - İstanbul
Ölüm Tarihi: 30 Ağustos 2005
Öldüğü Yer: İstanbul
Meslek: Oyuncu, yönetmen
Yaşasaydı kaç yaşında olacaktı : 93
Nihat Akçan, tiyatro ve sinema sanatçısıdır. Oyuncu ve tiyatro yönetmendir. 30 Mart 1926'da İstanbul Yeşilköy'de doğdu. Boğaziçi Lisesi’ni ve Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nü bitirdi. Sanat hayatına 1951'de, Ankara Devlet Tiyatrosu'nda, «Yanlış Yanlış Üstüne» adlı oyunla başladı. 1957-58 yıllarında Adana Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda görev aldı. 1961'de İstanbul Devlet Tiyatrosu'na kadrosuna katıldı. Burada oyunculuk ve yönetmenlik yaptı. Tiyatronun yanı sıra az sayıda sinema filminde de rol aldı. 1991 yılında İstanbul Devlet Tiyatrosu'ndan emekli olan Nihat Akçan, 30 Ağustos 2005'te İstanbul'da, 85 yaşında öldü. NOTLAR... - Ses sanatçısı Nesrin Sipahi'nin ağabeyidir. - 1949'da evlenip ayrıldığı tiyatro sanatçısı Yıldız Kenter'den Leyla (Leyla Akçan Kenter) isimli bir kızı oldu. - Daha sonra tiyatro ve sinema sanatçısı Tijen Par ile evlenip, ayrıldı.
Comments