Bugün 23 Ocak. Dünyaca ünlü, "Çep Herkülü" olarak anılan, halterde 8 kez Dünya Şampiyonu olan, 46 dünya rekorunu elinde bulunduran Naim Süleymanoğlu'nun, yazın dünyamızın şiir anası, toplumcu gerçekçi şiirini oldukça iyi özümsemiş, halk şiiri geleneğinden etkilendiği bilindiği ve bunu kendisi de sıkça dile getirdiği hâlde halk şiirinin basmakalıp ifadelerine şiirlerinde yer vermemiş Anadolu'nun sesi Gülten Akın'ın doğum günü. 23 Ocak aynı zamanda Berna Moran, İhsan Yüce, Dinç Bilgin ve Süha Arın gibi ünlülerimizin/değerlerimizin de doğum günü.
BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizin aramızda olmayanlarını saygıyla anıyor, Dinç Bilgin'e sağlıklı, uzun ömür diliyoruz.
Doğum günü: Naim Süleymanoğlu kimdir?
Naim Süleymanoğlu 23 Ocak 1967 tarihinde Burgaristan'ın Kırcaali kentinde dünyaya gelmiştir. Bulgaristan göçmeni Türk halter sporcusudur. Halter branşında olimpiyat ve dünya şampiyonudur. Tüm spor otoriteleri Naim Süleymanoğlu'nu tüm zamanların en iyi haltercisi olarak adlandırır.
18 Kasım 2017 tarihinde siroza bağlı karaciğer yetmezliği sebebi ile hayatını kaybeden Naim Süleymanoğlu'nun hayatına ve başarılarına yakından göz atalım.
Güney Kore'nin başkenti Seul'de düzenlenen 1988 Yaz Olimpiyatları'nda silkmede 190, koparmada 152.5 kilogram kaldırarak toplamda 342.5 kilogram kaldırmış ve dünya ve olimpiyat rekoru kırmıştır. Silkmede kaldırdığı kilo kendi ağırlığının 3 katı artı 10 kilogramdır ve bunu başaran dünyadaki tek kişidir.
Naim Süleymanoğlu Türkiye'ye güreş branşı dışında madalya getiren ilk isimdir.
Naim Süleymanoğlı ilk dünya rekorunu 15 yaşında kırdı. 1984, 1985 ve 1986'da dünya çapında yılın haltercisi ünvanını aldı.
1988 Seul, 1992 Barselona ve 1992 Atlanta Olimpiyatları'nın tümünde olimpiyat şampiyonu oldu.
Naim Süleymanoğlu 8 dünya şampiyonluğu ve 46 dünya rekorunu elinde bulundurmaktadır.
1988 yılında Seul'deki performansı dünya çapında bir ün kazanmasını sağlamış ve ünlü Time dergisi Naim Süleymanoğlu'nu aynı yıl kapak yapmıştır.
Naim Süleymanoğlu 1.47 metre boyundadır. Olimpiyatlarda 60 kg klasmanında Türkiye'yi temsil etmiştir.
Naim Süleymanoğlu Bulgaristan'ın, olimpiyatları boykot eden Sovyetler Birliği'nin kararına uyması sebebiyle 1984 Los Angeles Olimpiyatları'na katılamamıştır.
Komünist Bulgaristan yönetimi, Bulgaristan'da yaşayan Türk azınlıklara Bulgar isimleri alma zorunluluğu getirmiş ve Naim Süleymanoğlu, Naum Sulejmanow adını almıştır.
1986 yılında Dünya Kupası Finali için Melbourne'e giden Naim Süleymanoğlu iltica etmiştir ve Türkiye Büyükelçiliği'ne sığınıp vatandaşlık başvurusunda bulunmuştur. Türkiye'ye iltica eden Naim Süleymanoğlu adını da tekrar Naim Süleymanoğlu olarak değiştirmiştir.
1988 Seul Olimpiyatları'nda Türkiye'yi temsil etmek için Turgut Özal hükümeti döneminde Bulgaristan'a 1 milyon dolar ödenerek lisansı alınmıştır. 1989 yılında dünya şampiyonluğu kazanan Naim Süleymanoğlu 22 yaşında emekli oldu fakat altın madalya kazandığı 1992 Barselona Olimpiyatları'ndan bir yıl önce tekrar haltere dönme kararı aldı.
Altın madalya kazandığı 1996 Atlanta Olimpiyatları Naim Süleymanoğlu için jübile zamanıydı. Yunanistan'ı temsil eden rakibi Valerios Leonidis, Naim Süleymanoğlu^nun en büyük rakibiydi. Bu olimpiyatlarda silkmede 187.5 kilogram kaldıran Süleymanoğlu, silkmede 190 kilogram denemesinde başarısız olan rakibini alt etmiş ve yine olimpiyat şampiyonu olmuştur.
1996 Atlanta Olimpiyatları'nı sunan Lynn Jones 'Tarihteki en muhteşem halter müsabakasına şahit oldunuz' yorumunu yapmıştır.
2000 Sidney Olimpiyatları'na da katılan Naim Süleymanoğlu 4'üncü madalyası için yarışmış fakat silkmede 145 kilogram ağırlığı kaldıramayarak olimpiyatlara veda etmiştir.
2000 ve 2004 yıllarında Uluslararası Halter Federasyonu üyesi olarak seçilmiştir.
2004 yılında düzenlenen yerel seçimlerde Milliyetçi Hareket Partisi'nden İstanbul Büyükçekmece'nin Kıraç beldesi belediye başkanlığına adaylığını koymuş fakat seçilememiştir.
2007 yılında genel seçimlerde yine Milliyetçi Hareket Partisi'nden İstanbul milletvekili adayı olmuş ancak seçilememiştir.
6 Ekim 2017 tarihinde ameliyatla karaciğer nakli yapılan Naim Süleymanoğlu siroza bağlı karaciğer yetmezliği sorunu yaşıyordu.
Karaciğer naklinden sonra beyin kanaması sebebiyle meydana gelen ödem nedeniyle beyin ameliyatına alınan Naim Süleymanoğlu 18 Kasım 2017 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
BRT Yayın Grubu Genel Yönetmeni Alâettin Bahçekapılı TRT Şef Prodüktörlüğü görevindeyken Naim Süleymanoğlu ile keyifli bir söyleşide... (1990'lı yıllar)
Doğum günü: Gülten Akın kimdir?
Gülten Akın, cumhuriyetin ilk yıllarında dünyaya geldi. Ocak ayının 23’ünde doğmuş bir kış bebeğiydi. Yıl; bin dokuz yüz otuz üç, yer; Yozgat. Sorgun’da büyümüş bir kadın, bugün tüm ülkenin geçmişini dizelerine dökebilecek kadar her soluğunu yaşamış bu ülkenin. Her insanıyla tanışmış kadar samimi, her gününü görmüş kadar yorgun.
Sene bin dokuz yüz kırka gelirken, Gülten de Ankara’ya göç etti. Önce Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’nde, sonra ise Ankara Hukuk Fakültesi’nde okudu. Ankara kadar içe kapanık başlayan şiir yaşamında da bu yüzden önce İkinci Yeni Akımına yakın bireyci şiirlerle başladı. Daha sonra, Ankara kadar toplum kokan biri olduğunu keşfedip, toplumcu şiire döndü yüzünü.
Küçük, küçücük bir kızken Unutacak mısın yüreğim Bir kurdele bir pabuç yüzünden Unutacak mısın yüreğim Şimdi de onulmaz korkundur Evde ekmeğin tükenmesi Un biter, ekmek biter, gelsin ödünçler Unutacak mısın yüreğim Başın dönerdi sabahları Her atılan bomba bir parça Yiyecek alır giderdi İkinci Dünya Savaşı sırtından geçti Unutacak mısın yüreğim
Evlendi ve Anadolu’da Her Yere Gitti
Evlilik onun için kadınların yazgısı sayıldığı gibi, ayak bileğinden eve zincirli olmak değildi. Bin dokuz yüz elli altı yılında Yaşar Cankoçak ile evlendi. Birlikte bu dünyaya beş tane çocuk büyüttüler. Buna karşın, Yaşar beyin bir kaymakan olması sebebiyle Anadolu’nun çok şeitli yerlerinde çalışmak ve yaşamak için gittiler. Örneğin Gevaş’a, Alucra’ya, Gerze’ye, Saray’a… Maraş’a… Gülten Hanım boş durmadı buralarda, hukuk mezunu bir kadındı, ne de olsa. Yardımcı avukatlık, avukatlık ve öğretmenlik yaptı. Bin dokuz yüz yetmiş ikide Ankara’ya dönene dek, çalıştı.
Ankara’da ise, demokratik kitle örgütlerinin yeniden kuruluş çalışmalarında aktif bir rol alarak, yüzünü yeniden toplum için üretmeye döndü. İnsan Hakları Derneği (İHD), Dil Derneği, Halkevleri (HE) gibi birçok kuruluşun hem kuruculuğunu hem de yöneticiliğini yaptı.
Dört duvar arasına sığmayan bir insandı.
Dört duvar arasına sığmayan bir kadındı.
İçinde ayıp, dışında geçim, sol yanında sevgi vardı.
Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön Yasaktı yasaydı töreydi dön İçinde dışında yanında değilim İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi Bu nasıl yaşamaydı dön Onlarsız olmazdı, taşımam gerekti, kullanmam gerekti Tutsak ve kibirli -ne gülünç- Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez İçimde gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi Bir şeycik olmadı – Deneyin lütfen – Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım Günaydın kaysıyı sallayan yele Kurtulan dirilen kişiye günaydın Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi Bir yaşantı ile karşılayanlara Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum.
Edebiyatla Buluşması
İlk şiiri, Son Haber gazetesinde bin dokuz yüz elli birde yayımlandı.
Ardından Hisar, Varlık, Yeditepe, Türk Dili, Mülkiye gibi dergilerde de şiirleri çıktı.
Başlarda şiirlerinin konusu doğa, aşk, ayrılık, özlem iken, daha sonraları ise toplumsal sorunlar ağır bastı. Seksen öncesinde halkın yaşadıkları, onun da hayatına ve şiirine yansıdı. Daha sonraki şiirlerinde toplumsal sorunlara yöneldi. Gezip gördüğü yerlerden aldığı esinle zenginleşen ve coşkulu bir insan sevgisiyle yoğrulan şiiri, toplumsal sorunları, yaşam-halk ilişkisini öne çıkardı.
Geçiş döneminin en güzel şiirlerinden biri, aşkın itirafı ve kavganın çağrısı ile el ele yürüyebilme cesaretini taşıdı:
SENİ SEVDİM Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim “Uyandım bir sabah” gibi değil, öyle değil Nasıl yürür özsu dal uçlarına Ve günışığı sislerden düşsel ovalara Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü Yitik ceren arayı arayı anasını buldu Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek Soludum, üfledim,yaprak pırpırlandı Ağustos dindi Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar Ve onların yoğun boyunlu kadınları Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz Senet senet satılmadan önce Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp Tanrı parsellenip kapatılmadan önce Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin.
Gülten Akın’ın Edebiyatında Halk
Şiirlerinde büyük ölçüde folklor, yani halk bilimi öğelerinden büyük bir özenle yararlanmış. Şiir üzerine yazılarını bir araya getiren ve bin dokuz yüz seksen üç yılında yayınladığı “Şiiri Düzde Kuşatmak” kitabında, halk kaynağına inme isteğini, “Halkta var olan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek, şiiri yükseltirken halkın yaşamının ve yaşam biçimlerinin yükselmesine yardımcı olmak” sözleriyle açıklamıştır.
Toplumcu gerçekçi şiirini oldukça iyi özümsemiş, halk şiiri geleneğinden etkilendiği bilindiği ve bunu kendisi de sıkça dile getirdiği hâlde halk şiirinin basmakalıp ifadelerine şiirlerinde yer vermemiştir. Son dönemin en büyük Türk şairlerinden sayılması belki de biraz bununla ilgilidir. Şiirlerinde Anadolu insanın şiirini yakalamayı amaç edinmiş gibidir. Muhtemelen de bu düşünceden yola çıkarak, bazı şiirlerinde halk söyleyişlerini olduğu gibi kullanır.
Doğan Hızlan onun şiirini “köyden kente yalın ayak giren insan” dizesiyle açıklamaktadır. Bu köyden kente göçmüş insan da, kendi geçmişinden yola çıkıldığında yakından tanıdığı bir figürdür. Bu figür, sonradan, şiirlerinde sıklıkla ve ustalıkla işlediği bir tema olacaktır. Şiirlerinin başat teması ise, aslında çocuklardır. Acıyı da umudu da genellikle çocuklar üzerinden verir. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, oğlu cezaevindeyken yaşadıklarıdır.
Şiirleri pek çok dile çevrilmiş ve kırktan fazla şiiri bestelenmiştir. Bestelenen en ünlü şiirlerinden biri, Sezen Aksu’nun 1993 tarihli albümüne adını veren Deli Kızın Türküsü’dür.
… Sana büyük caddelerin birinde rastlasam Elimi uzatsam tutsam götürsem Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak Anlasan Elimi uzatsam tutamasam Olanca sevgimi yalnızlığımı Düşünsem hayır düşünmesem Senin hiç haberin olmasa Senin hiç haberin olmaz ki Başlar biter kendi kendine o türkü Yağmur yağar akasyalar ıslanır Bulutlar uçuşur geceleyin Ben yağmura deli buluta deli Bir büyük oyun yaşamak dediğin Beni ya sevmeli ya öldürmeli Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa Böcekler gibi başlamalı yeniden Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta Yan garipliğine yürek yan Gitti giden.
2000’li Yıllar
Sene iki bin sekize geldiğinde Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ölümünden sonra Milliyet gazetesinin yaptığı yaşayan en büyük şair araştırmasında Gülten Akın en çok oyu aldı. Bundan sonra, şiirinde bir doruk noktası olarak nitelenen Beni Sorarsan adlı kitabını iki bin on üç yılında yayımladı ve bu kitabı ile Metin Altıok Şiir Ödülü’ne layık görüldü.
Yaşamının her anını, yaşadığı her şeyi ince ince eleyerek ve elediklerini dağıtıp dünyayı güzelleştirerek geçirdi.
Gülten Akın, şiir dışındaki edebi türlere fazla ilgi göstermedi ancak yedi adet kısa oyun yazdı. Ürettiği tiyatro metinlerinde kadın, evlilik, düzene yönelik eleştiriler, yoksulluk, yalnızlık, yaşlılık ve yabancılaşma gibi konular üzerinde durdu.
Aldığı Ödüller
Her biri için uzun uzun methiye dizmeye gerek yok. Zaten halkın oylamasından birinci çıkan bir şairden söz ediyoruz. Bu yüzden sıralayalım gitsin:
1955 – Varlık şiir yarışmasında birincilik ödülü
1964 – Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü, Sığda ile
1972 – TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda Başarı Ödülü, Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı ile
1976 – Yeditepe Şiir Armağanı, Ağıtlar ve Türküler ile
1991 – Halil Kocagöz Şiir Ödülü
1992 – Sedat Simavi Edebiyat Ödülü
1999 – Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü
2003 – Dünya gazetesi Yılın Telif Kitabı Ödülü
2008 – Erdal Öz Edebiyat Ödülü
2014 – Metin Altıok Şiir Ödülü
Ancak belki de, kendisine verilmiş en güzel ödüllerden biri, Cemal Süreya’nın ona taktığı Ümmüşiir lakabıdır. Ümmüşiir, Şiirin Anası anlamına gelmektedir. Hem bir anne, hem bir şair, hem de bir sokak kavgacısı olarak, Gülten akın bu unvanı her harfi ile sonuna dek hak etmiştir.
Yaşamının Sonu
Onu en çok etkileyen ve üzen olaylardan biri, oğlunun cezaevine girişini dışarıdan izlemek zorunda kalan bir anne olması idi.
Oğlu bin dokuz yüz seksenlerde, Ankara’da bir banka soygununa katıldığı gerekçesiyle tutuklandı. Daha sonra dosyası Şentepe Devrimci Yol davasıyla birleştirildi. Gülten Akın, oğlunun önce müebbet hapse mahkum edildiğini gördü. Ancak sonra cezası Yargıtay tarafından bozuldu. Ancak Gülten Akın oğlunu bu süreçlerde hiçbir zaman yalnız bırakmadı. Kendisi, nasıl ki toplumun cinsiyetinin etrafına ördüğü duvarları yıkmayı başardıysa, oğlunun cezaevi günlerinde yaşadıklarını şiirine yansıttı. Böylece, duvarların içerisindeki seslerin dışarıda yankılanmasını sağladı. Bin dokuz yüz seksen altıda yayınlanan 42 gün adlı kitabında Mamak Cezaevi’nde süren açlık grevini anlattı.
Geri kalan yaşamını ise Balıkesir’in Burhaniye ilçesinde sürdürdü.
4 Kasım 2015 tarihinde, tedavi görmekte olduğu hastanede hayatını kaybetti. Cenazesi 6 Kasım 2015 Cuma günü Kocatepe Camii’nden kaldırılarak Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.
BİR KAYIĞA BİNER GECELERİ Tadını, yağmura duygulanmanın Paylaşır kuşlarla biri gizlice Gülmesini tutamamış bir sincap Sallanır utanç bahçesinde Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen Uzun sokakların ucunda evleri İlk denemelerden geri dönülmüştür İtildikçe, içe durduğu bilinen Bazı dostları yitirmeye gidilir Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen Bir kayığa biner geceleri Sığlıkta o kadın tek başına Dua biçiminde inceltir korkuyu Sunar içtenliksiz, tanrısına Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen.
Veda İçin
O zaman yine daha sonra Grup Yorum tarafından bir şarkıya katılmış sözlerini, kendi sesinden, şiir haliyle dinleyelim. Bu şarkının öyküsü de ayrıca hüzünlüdür, ve oğlu cezaevinde olan bir annenin korkularını nasıl temellendirdiğini anlatır.
Erdal Eren, idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazetecilere “avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını” söylemişti.
İşte Gülten Akıni bu şiiri, onun ve diğer çocukların anısına yazmıştır. Bunu anarak ve hatırasını kalbimizde sıcak tutarak, sevdanın kara saçlı kadınına veda edelim:
Büyü Büyü de baban sana Büyü de Acılar alacak Büyü de baban sana Büyü de Yokluklar alacak Büyü de baban sana büyü de Bitmez işsizlikler açlıklar alacak Büyü de Büyü de baban sana Baskılar işkenceler alacak Kelepçeler gözaltılar zindanlar alacak Büyü de Büyüyüp on yedine geldiğinde Büyü de baban sana İdamlar alacak
Kaynak: www.emoji.com.tr
Doğum günü: Berna Moran Kimdir?
Türk Edebiyatı’nın eleştiri alanındaki önde gelen isimlerinden olan Berna Moran, 23 Ocak 1921’de İstanbul’da dünyaya geldi.Babası, Rumeli’den İstanbul’a göç edip ticarete atılan Vefa Bey, annesi ise eski Hazine-i Hassa memurlarından Ali Kâmil Bey’in kızı Mesrûre Hanım’dır.Peyami Safa’nın babası İsmail Safa ile şair Ahmet Vefa, Moran’ın dedesi Ali Kâmil Bey’in ağabeyleridir.Lise öğrenimini İngiliz High School, Robert College, Darüşşafaka Lisesi ve Işık Lisesi gibi çeşitli okullarda tamamlayan Moran, 1945 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Filolojisi bölümünden mezun oldu.Aynı bölümde asistanlığa başladı ve kürsü başkanı olan Halide Edip Adıvar’ın doktora öğrencisi oldu.Doktora tezinin konusu İngiliz metafizikçi şair John Donne idi.1951’de Ford Vakfı’nın bursuyla İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde çalışma imkânı buldu.1952 yılında aynı bölümde çalışan Tatyana hanım ile evlendi.1956’da doçent, 1964’te profesör oldu.1958-1959 yıllarında Erzurum Atatürk Üniversitesi İngiliz Filolojisi bölümünü kurdu ve bu bölümde ders verdi.Daha sonra tekrar İstanbul’a döndü ve 1981 yılında emekli oldu. 1993’te karaciğer kanserine yenik düşerek hayatını kaybetti.
Doğum günü: İhsan Yüce kimdir?
Tam adı Mehmet İhsan Yüce olan oyuncu, 23 Ocak 1929'da Elazığ'da Kafkasya Dağıstan göçmeni 7 çocuklu ailenin 3 oğlundan biri olarak dünyaya geldi.
Yüce, ailesinin İzmir'e göç etmesiyle İzmir Atatürk Lisesi ile İzmir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde öğrenim gördü. Bir süre özel şirketlerde muhasebecilik yapan usta oyuncu, sanat hayatına 1952'de İzmir'de Halk ve Çocuk Tiyatrosu'nda başladı.
Yüce, kariyeri boyunca 160 filmde rol aldı.
SİNEMAYA İLK ADIM
Bir sezonluk ömrü olan Bizim Tiyatro'yu kuran Yüce, 1966'da arasında Lale Oraloğlu Tiyatrosu'nda çalıştı. Usta oyuncu, 1968'de ise 3 arkadaşıyla birlikte Ankara Drama Tiyatrosu'nu kurdu. Bu tiyatroda "Suç ve Ceza" ile "Sahne Işıkları" isimli oyunları sahneleyen Yüce, ardından Gen-Ar, Arena ve Direklerarası tiyatrolarında çalışmalarını sürdürdü.
Yüce, sinemaya "Altın Yumru" filmiyle ilk adımını attı ve "Güzel Bir Gün İçin", "Senede Bir Gün", "Ah Güzel İstanbul", "Bir Millet Uyanıyor" gibi filmlerle sinema kariyerine devam etti.
Haldun Dormen, Atıf Yılmaz, Süreyya Duru, Ertem Eğilmez ve Tunç Başaran gibi Yeşilçam'ın büyük ustalarıyla çalışan Yüce, tiyatrodan hiç kopmadı. Usta oyuncu, 1976 Antalya Film Festivali'nde "İşte Hayat" filmindeki performansıyla "En Başarılı Yardımcı Erkek Oyuncu" ödülüne layık görüldü.
SENARİSTLİK KARİYERİ
Yüce, 1970 mayısında Zerrin Acuner'le dünya evine girdi ve bu evlilikten Aslı adında bir kız çocuğu dünyaya geldi.
Aynı yıllarda senaryo yazarlığına başlayan usta oyuncu, Aslıer Film şirketini kurarak, senaristliğini, yönetmenliğini ve oyunculuğunu yaptığı "Hayat Cehennemi" adlı filmi yaptı. Yüce, Türk sinemasında aralarında "Kibar Feyzo", "Uyanık Gazeteci", "Çarıklı Milyoner", "Şabaniye", "Sosyete Şaban", "İnatçı" ve "Fazilet" gibi filmlerin de olduğu 60'a yakın filmin senaristliğini üstlendi.
Usta oyuncu, 1981'deki Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde "Derya Gülü" filmindeki rolüyle "En Başarılı Erkek Oyuncu" ödülünü aldı.
Oyunculuğunun yanı sıra şiir, resim ve heykel çalışmaları da bulunan Yüce'nin şiirlerinin çoğu yayımlanmadı. Usta oyuncu, kaleme aldığı senaryolarda Anadolu ile insanlarının hikayelerine yer verdi.
Yüce, 1991'de Salacak'taki evinde senaryo çalışmalarını sürdürürken geçirdiği kalp krizi sonucunda hayatını kaybetti. Oyuncunun cenazesi Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.
Doğum günü: Süha Arın kimdir?
Balıkesir'de 23 Ocak 1942'de dünyaya gelen ve ilk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da tamamlayan Arın, 1965'te ABD'ye giderek Washington D.C. Howard Üniversitesi'nde "Sinema Televizyon Yapımcılığı ve Yönetmenliği" alanında lisans, Amerikan Üniversitesi'nde "Kitle Haberleşmesi-Hükümet ve Kamu Enformasyonu" dalında ise yüksek lisans eğitimi aldı.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksekokulu, Mimar Sinan, İstanbul, Uluslararası Amerikan Üniversitesi, Liverpool John Mooresy, Beykent, Marmara, Maltepe ve Yeditepe üniversitelerinde ders veren Arın, 1962-1964 yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı Filmler Merkezi Yönetmen ve Senaristi görevinde bulundu.
Arın, 1967-1973 yıllarında Amerika'nın Sesi Radyosu'nda Washington muhabiri, Uluslararası Sinema TV Merkezi ve TRT Washington muhabiri olarak görev yaptı.
Belgesele adanmış ömür
"Belgesel sinema, evrensel mesaj taşımalı." tezini savunan Arın, 1964'te "Trafik Emniyeti", "Başkent Ankara", 1968'de "Pride-Gurur", 1974'te "Hattiler'den Hititler'e", "Sessiz Emekçiler", "Affın Ardından", 1975'te "Kaygı Kuyuları", "Bir Yuva Dağılıyor", "Midas'ın Dünyası", 1976'da "Safranbolu'da Zaman", 1977'de "Urartu'nun İki Mevsimi", "İstanbul'un Çağırdığı Su", "Likya'nın Sönmeyen Ateşi", 1978'de "Yörük Elif", 1979'da "Tahtacı Fatma", 1980'de "Kapalıçarşı'da 40 Bin Adım", "Aşık Ali İzzet Özkan", "Cemal Reşit Rey", 1981'de "Dolmabahçe ve Atatürk", 1983'te "Anadolu'nun Petrol Yolu", "Kula'da Üç Gün", 1984'te "Kariye", "Anadolu'da Konutun Öyküsü", 1985'te "Camın Teri", Hasan Özgen ile birlikte "Fırat Göl Olurken", 1986-1988 yıllarında "Eski Evler Eski Ustalar", 1988'de "Dünya Durdukça-Mimar Sinan", 1989'da "Mimar Sinan'ın Anıları", 1990'da "Hüseyin Anka ile Sinan'ı Yeniden Yorumlamak", 1991'de "Topkapı Sarayı", "Ayasofya", 1996'da Hakan Aytekin ile birlikte "Altın Kent İstanbul", 1997'de "Kıbrıs'ta Bir Özgürlük Anıtı", "Denktaş'ın Fotoğrafları" ile 2000'de "Küçük Asya'nın On Rengi-Türkiye Film Yapım Kılavuzu" belgesel filmlerini çekti.
Ödüllerle geçen hayat
Meslek hayatında 30'un üzerinde yapıta imza atan Arın, filmlerinde Anadolu kültürünün ve Türk toplumunun çağdaş, geleneksel değerlerini, sosyal ve siyasal konularını işledi.
Çok sayıda ulusal ve uluslararası ödüle layık görülen Suha Arın, 1977'de "Safranbolu'da Zaman" belgeseliyle 14. Antalya Film Festivali'nde "En İyi Kısa Metrajlı Film" dalında Altın Portakal Ödülü aldı.
Belgesel, Safranbolu'nun geleneksel konakları, han, hamam, köprü, cami, çeşme gibi tarihi yapıların koruma altına alınmasında büyük rol oynadı.
Arın'ın 1978'de çektiği "Urartu'nun İki Mevsimi" belgeseli, "Sedat Simavi Vakfı Kitle Haberleşmesi Büyük Ödülü"ne layık görülürken, 1979'da "Tahtacı Fatma" belgeseli, 3. Uluslararası Balkan Film Festivali'nde birincilik ödülüne layık görüldü.
Usta yönetmenin çektiği "Kapalıçarşı'da 40 Bin Adım" belgeseli, Viyana Turizm Filmleri Yarışması'nda "Jüri Şeref Ödülü"ne layık görüldü.
Arın, ayrıca 1998'de İFSAK Yılın Sinema Ödülü ile yine aynı yıl TÜRSAK ve Tarih Vakıfları Emek Ödülü, 2000'de ise Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı Aziz Nesin Emek Ödülü aldı.
Suha Arın, 1 Şubat 2004'te tedavi gördüğü İstanbul Haseki Kardiyoloji Enstitüsü'nde hayatını kaybetti.
Doğum günü: Dinç Bilgin kimdir?
1940 İzmir doğumlu olan Dinç Bilgin, Sabah gazetesinin ve ATV'nin eski sahibi, işadamı ve gazetecidir.
Yeni Asır Gazetesi'nin eski sahibi Şevket Bilgin’in oğludur. İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi (İİTİA)’de okudu. Gazeteciliğe Yeni Asır Gazetesi'nde başladı.
İş hayatına dedesinin 1885 yılında Selanik'te kurduğu, babası Şevket Bilgin'in 1924 yılında İzmir'e taşıdığı Yeni Asır Gazetesi'nde muhasebe servisinde sıradan bir memur olarak başladı. Baba Şevket Bilgin, oğlunun bir gazete işleyişindeki tüm ayrıntıları "çeşme başında" öğrenmesini istiyordu. Muhasebe, bir kurumun yaşaması için en önemli yerlerden biriydi. Gazeteciliği sonra da öğrenebilirdi...
Yeni Asır Gazetesi'nde hiyerarşik yapı içindeki "mecburi hizmetini" tamamlayan Dinç Bilgin, sonunda yönetime geldi. Dizginleri "kısmen" de olsa ele geçirmesi, Yeni Asır'a ataklarla dolu bir gelecek hazırladı. Bir bölge gazetesi olmasına rağmen Yeni Asır kısa süre içinde Türkiye'de ulusal yayın yapan birçok gazetenin tirajını yakaladı ve geçti.. Türkiye'de baskı kalitesine aşırı önem veren tek gazete olarak dikkat çekmeye başladı.
İzmir'de olmasına rağmen dünyadaki ve Türkiye'deki gelişmeleri yakından izleyen Dinç Bilgin, 60'lı yılların sonunda Haldun Simavi'nin ofset tekniği ile basılan Günaydın Gazetesi'ni görünce, bir anda Linotype ve Intertype adı verilen kurşun dizgi sistemini ve kurşun kalıplarda basılan rotatif baskı makinelerini terk eden ilk gazete oldu.
Bu atılımlar, İstanbul gazetelerinden önce gerçekleşmesine rağmen, Yeni Asır bir bölge gazetesi olduğu için İstanbul'da fark edilmedi. İstanbul'da yayınlanan ulusal gazeteler, yıllarca Ege Bölgesi'nde Yeni Asır'ın kendilerinden fazla tiraja sahip olmasının nedenini de bu yüzden kavramakta güçlük çekti.
Bir yandan pırıl pırıl bir gazete hazırlayan, yerel gazetecilik kavramının ötesinde, global bir tarz izleyen, mükemmel kadrolaşan ve bölge halkının nabzını tutmayı iyi bilen Dinç Bilgin, bu üstünlüğünü yıllar boyu sürdürdü. Ve Yeni Asır adı ilk kez TRT ekranında yayınlanan sürekli bir tartışma programına çağrılan Türkiye'deki yedi büyük gazeteden biri olarak bölge dışında da duyuldu.
Haberciliğe aşırı önem veren Dinç Bilgin, Ankara Bürosunun ardından, İstanbul'da da küçük bir büro açtı. Artık habercilikte de büyük gazetelerle rekabete başlamıştı. Ancak gözü yeniliklerdeydi. Ve basın dünyasında en büyük bombayı patlattı. Yeni Asır artık bilgisayar teknolojisi ile hazırlanacaktı.
Yeni Asır bir bölge gazetesiydi ve Dinç Bilgin, İsrtanbul'da Yeni Asır'ı bir süre çıkarıp ,22 Nisan 1985 yılında İstanbul’da Sabah gazetesini yayınlamaya başladı. Dinç Bilgin'in İstanbul'da yayınlayacağı gazetenin adı kondu. Bilgin, SABAH Gazetesi ile hem ulusal basına girecek, hem de İzmir ile köprüleri atacaktı. İlk gün 680 bin tirajla "siftah" yapan SABAH, her geçen gün baskı ve satış sayısını arttırdı.
Üstün teknoloji ile rekabetin anlamsızlığını farkeden diğer gazeteler de "delilikle" suçladıkları Dinç Bilgin'i izlediler ve elektronik yayıncılığa dönüş hazırlıklarına başladılar.
"Büyük hayal"e adım atılan SABAH'ın Mecidiyeköy Atakan Sokak 14 numaralı 4 katlı binası, Dinç Bilgin'in gerçekleştirmeyi düşündüğü projelere "dar" geliyordu. O günlerde basının Bab-ı Ali olarak tanındığı Cağaloğlu'nu terk etmesi de söz konusuydu.
Ve, Dinç Bilgin yine diğerlerinden önce davranmış ve İkitelli'de muhteşem bir bina yaptırmıştı. Bu kompleks, aynı zamanda Türkiye'de "plaza" olarak gelecek yıllarda anılmaya başlayacak mimari türün ilk örneği idi. Otoparkı, yüzme havuzu, jimnastik salonu, lokantaları, berberi, matbaası ile "mahalle" görünümlü bu kompleks, görenlere parmak ısırtıyordu. Üstelik bu yapı, mimari yeniliğin yanı sıra ultra HI-Tech bir teknoloji ile donatılmıştı. Daha prototip aşamasında olan Crosfield ve Scitex renk ayırım teknolojileri ve Goss 70 baskı makinesi dünyada ilk kez olarak SABAH tesislerinde kuruldu.
Foto Maç, Yeni Yüzyıl, Yeni Binyıl, Ateş, Takvim, Bugün gazeteleri ve Aktüel başta olmak üzere bir çok dergi yayınladı. ATV’yi kurdu. Özelleştirme çerçevesinde Etibank'ı aldı.
2000 yılı içinde ekonomik krize giren Sabah Grubu, daha sonra el değiştirdi.
Evli ve iki çocuk babasıdır. İngilizce biliyor. İzmir Gazeteciler Cemiyeti ve Gazete Sahipleri Birliği üyesidir.
Comments