Bugün 6 Aralık. Ünlü sanatçımız Zeki Müren yaşasaydı bugün 93. yaşını kutlayacaktık. Şiirleri ve şiirlerinden bestelenen eserler günümüze kadar gelen Leyla Hanım (Saz) 1936'da, 6 Aralık'ta vefat etti. Ünlü şairimiz Orhan Veli Kanık'ın kardeşi, şair, gazeteci Adnan Veli Kanık 56 yaşındayken, 1972'de ayrıldı aramızdan. Bilim insanı Prof. Dr. Cavid Erginsoy 1967'de vefat etti. Günümüzde daha çok Noel Baba olarak anımsanan Aziz Nicolas (Nicolaos) da bu toprakların değeri: 6 Aralık 343 tarihinde, 65 yaşında öldüğü sanılıyor. Prof. Dr. Teoman Durali'yi de 2021'de bugün yitirdik.
BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.
Leyla Hanım (Leyla Saz) kimdir?
Leyla Hanım adıyla da tanınan Leyla Saz anılarında, 4 yaşından 11 yaşına kadar, 1853 ve 1860 yılları arasında Sultan Abdülmecid ve Verd-i Cinan Kadın Efendi'nin kızı olan Münire Sultan'ın nedimesi olarak Çırağan Sarayı'nda yaşarken yaptığı gözlemlerini ve yaşamının diğer evrelerindeki deneyimleri anlatır. Harem ve Saray Adatı Kadimesi adını verdiği bu kitabın birinci bölümü, Çırağan Sarayı'ndaki sosyal yaşamı çeşitli açılardan tanımlayan konulara ayrılmıştır: Sarayın döşeniş şekli, saraydaki dans ve müzik dersleri ve şehzadelerin eğitimlerinin içeriği, eğlenceler, yemekler, sultanların düğünleri, sarayda Ramazan ayı ve bayram kutlamaları adetleri ve sarayda yaşayanlar için kurulmuş sağlık sistemi gibi konular hakkındaki detaylı bilgileri içerir. İkinci bölüm, Leyla Saz'ın tanık olduğu Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemi olan 1800'lü yıllardaki kadın giyim ve modası, İstanbul'un eski gezi yerlerinden kadınların nasıl yararlandığı, evlenme gelenek ve görenekleri, gelin-kaynana ilişkileri ve kadınlarla ilgili özdeyişlerin de dahil edildiği sosyal ilişkilerle ilgili etnolojik bilgileri içerir. Leyla Saz, anılar kitabının son bölümünü, önce babasının ve daha sonra kocasının görevleri dolayısıyla uzun süre kalmış olduğu Girit ve Prizren kentlerindeki sosyal yaşam ve siyasi olaylar hakkındaki incelemelerine ayırmıştır. Leyla Saz, Harem ve Saray Adatı Kadimesi adlı anı kitabını İstanbul'un işgal yılları olan 1920-1921 yılları arasında, Harem-i Hümayun ve Sultan Sarayları başlığını vererek önce Vakit Gazetesi'nde, daha sonra da 1925'de Le Harem Impérial et les Sultanes au XIXe siècle adıyla Fransızca olarak Paris'te yayımlamıştır. Leyla Saz'ın ölümünden sonra, kitabın adı tekrar değiştirilmiş ve Haremin İçyüzü ismiyle 1974 yılında yeniden basılmıştır. Leyla Saz'ın anılarının, bestelerinin ve şiirlerinin çoğu Bostancı'daki köşkü yandığı zaman kaybolmuştur. Leyla Saz'ın yayımladığı anıları, yangından sonra tekrar yazdıklarıdır. Yandı köşküm pılım pırtım bucağım Söndü hiç tütmemek üzre ocağım Heder oldu çekilen bunca emek Ne evim kaldı, ne bahçem, ne çiçek Ne sazım kaldı, ne nağmem, ne nota Ne masam kaldı, ne minder, ne oda Ne kalem kaldı, ne defter, ne kitap Her ne yazdımsa bütün oldu yebab Bir ağızdan ederek hep feryad Elbet etmişler idi istimdat Yandı mahvoldu bütün asarım Varmış oğlumda biraz eşarım (...) Yapılsa ev alınır hepsi yine Konmaz asar-ı güzidem yerine Başka hepsindeki his, vak'a, hayal Şimdi tekrarı ise emr-i muhal (...) Aradım, topladım ettim itmam Bende mevcut idi mevcut makam Deyiverdim hem bu imiş hükm-i kader Gam da elbet ömrüm gibi elbet geçer. Leyla Saz, çağdaşı Şair Nigâr ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk Müslüman kadın anı yazarıdır. Şair Nigâr, 25 yaşından ölümüne kadar yazmayı sürdürdüğü anılarının, ancak ölümünden elli yıl sonra yayımlanmasına izin vermiştir. Şair Nigâr'ın anılarından derlenmiş bir seçme 1959'da, ölümünden kırkbir yıl sonra, oğulları tarafından Hayatımın Hikayesi adıyla yayımlanmıştır. Leyla Saz ise anılarını yaşarken, kendi yayımlamıştır. Leyla Saz, 1934'te Soyadı Kanunu'nun çıkmasından sonra "Saz" soyadını almıştır. Bu soyadını almasının nedenini ise, "kendimi bildim bileli günüm müziksiz geçmedi" ifadesiyle açıklamıştır. Şair Leyla Saz Leyla Saz'ın şiirlerine ilk kez yer veren yayın organı, 1887 yılında yayın hayatına başlayan Mürüvvet adlı kadın dergisidir. (Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul 2011, ss. 66-67.)
Orijinal metin:
Kıl meclisi âmâde ne derlerse desinler
İç dilber ile bâde ne derlerse desinler.
…
lemde nedir farkı bana medh ile zemmin
Sağ olsun ahibbâ da ne derlerse desinler.
Günümüz Türkçesi ile:
Aldırma buluş sevdiğinle,
Çıkar keyfini birlikteliğin, ne derlerse desinler.
…
Övgüye de, yergiye aldırmam
Dostların canı sağ olsun, ne derlerse desinler.
(Günümüz Türkçesine serbest aktarım Meral Akkent)
Leyla Saz şiirlerini topladığı Solmuş Çiçekler adlı şiir kitabı 1928 yılında dostu Abdülhak Hamit'in önsözüyle eski Türkçe harflerle yayımlamıştır. Aynı kitap daha sonra 1996 yılında oğlu Yusuf Razi Bel tarafından Leyla Saz'ın fotoğrafları ve elyazısı örnekleriyle zenginleştirilerek Latin alfabesine aktarılarak tekrar basılmıştır.
Yazar Leyla Saz
Leyla Saz, 1895'ten 1908'e kadar 612 sayıyla en uzun süreli çıkan bir kadın dergisi olan Hanımlara Mahsus Gazete'nin yazı kadrosunda aktif rol almıştır.
Hanımlara Mahsus Gazete, dönemin diğer kadın yazarları yanında Şair Nigâr'ın eserlerinin de tanınmasında rol oynamış ve bu dergi bünyesinde Hanımlara Mahsus Gazete Kütüphanesi kurularak aralarında Şair Nigâr'ın da bulunduğu Makbule Hanım, Fatma Aliye Hanım, Fatma Fahrünnisa'nın kitaplarının basımı ve satışı yapılmıştır.
(Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul 2011, ss. 66-72.)
Besteci Leyla Saz
Leyla Saz çeşitli makam ve usullerde iki yüz kadar şarkı bestelemiştir. Bestelerinin bir kısmı konağındaki yangın nedeniyle kaybolmuştur. Günümüze ulaşan eserlerinin sayısı 52'dir.
Leyla Saz bestelerinin sözlerinin çoğunu kendisi yazmıştır. Diğer bestelerinde ise dostları Süleyman Nazif, Recaizade Mahmud Ekrem Bey, Yaşar Şadi, Nabi-zade Nazım, Samih Rıfat, Arif Hikmet Bey ve Şair Nigar Hanım'ın şiirlerini kullanmıştır.
Leyla Saz'ın besteleri
(Seçki)
Bestenigar-Neşvem emelim sen iken ey necm i ziyadar
Hicaz-Acap hali dili pur ızdıraba aşina yok mu
Hicaz-Bilirim kalbini cana bilerek aldanırım
Hicaz-Esirindir benim gönlüm
Hicaz-Ey nazlı dilber gönlünde gittim bilmemki nittim
Hicaz-Haberin yok mu senin ey dilizar
Hicaz-Yaslı gittim şen geldim
Hicaz-Zevki sevda duymadın aşık perestar olmadın
Hicazkar-Ey bağı canım suseni
Hicazkar-Hasretle sine çak garibü mukedderim
Hicazkar-Nerdesin acep gamla bıraktın beni
Hicazkar-Neşide i zafer marşı
Hüseyni-A kız uyanıkmısın
Hüzzam-Ağlayıp da dil harab etme beni
Hüzzam-Duymasin kimse yine kalbi olan feryadımı
Hüzzam-Ey nahl i vefa gül bin arayış ı canım
Hüzzam-Ey sabahı anın
Hüzzam-Harab ı intizar oldu aman gel
Karcığar-Yürü hey bi vefa hercai güzel
Kürdilihicazkar-Çeşmani göstererek gözüm yaşıın dindir
Kürdilihicazkar-Nazarin fikrime nur efsandir
Mahur-Bir gece şu bahçeden bir ses getirmişti saba
Mahur-Etmedin asla terahhum pek çok üzdün canımı
Müstear-Gönül ölmedinse uyan
Neveseer-Sen anamızsın vatan
Neveser-Sen bir bebeksin nazlı çiçeksin
Nihavend-Narı aşkın sine i mecruhumu suzan eder
Rast-Benzer mi maha vechi münirin
Rast-Firakınla perişan oldu halim
Rast-Meyi aşka gönül peymane olsun
Sultaniyegah-Dilberim terk i sebata
Suzidil-Asuman ağlar hem inler giryebar oldukça ben
Suzidil-Bu gönül sevmeyecek gayri dedimde kandım
Suzidil-Durmadan aylar gecer yıllar geçer gelmez sesin
Suzidil-Mani oluyor takrire hicabım
Suzidil-Sevdim seni sevmek ne demek anlamadın sen
Suzinak-Munis nazarından dokulen vade inandım
Suzinak-Sen nazenin ey dil pesendim
Şedaraban-Ben sana hasreylemişim ömrümü
Şehnaz-Dayayıp dest i hünemendine sevdalı serin
Şevkefza-Semayı hüsnü ansın sen
Şevkefza-Yar gelsin versin ol peymenemi
Leyla Saz ve Edebiyat Salonu "Leyla Hanım'ın evi bir sanat evi gibiydi. Dönemin edebiyatçı ve sanatçıları, musikişinasları her Perşembe günü toplanırlar, akademik sohbetler yaparlardı. Her toplantının sonunda musiki icra edilirdi. Hafız Aşir Efendi, Hafız Osman Efendi gibi şöhretli ses sanatkarları sık sık konağa gelirlerdi. Bu toplantılarda Leyla Hanım bazen piyano, bazen armonika çalardı." (Nazmi Özalp, Türk Musikisi Tarihi, Ankara, 2000, s. 223) Leyla Saz'ın tüm yayınları Şaire-i Elhan-Aşina Leyla Hanımefendi'nin Külliyat-ı Musikiyesi, Osmanlıca nota 1. cüz, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1923. Le Harem impérial et les sultanes au XIXe siècle, adaptés au français par son fils Youssouf Razi, préf. de Claude Farrère, Calman-Lévy, Paris, 1925. Solmuş Çiçekler, İstanbul, 1928, yeniden basım 1996, Peva Yayınları, İstanbul. Leylâ Saz, Harem'in içyüzü, Düzenleyen Sadi Borak, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1974. (Fransızca'dan Türkçe'ye çevrilmiştir.) The imperial harem of the sultans: daily life at the Çırağan Palace during the 19th century: memoirs of Leyla (Saz) Hanımefendi, İstanbul, 1994. (Fransızca'dan İngilizce'ye çevrilmiştir.) Anılar: 19. Yüzyılda Saray Haremi, İstanbul, Cumhuriyet Kitapları, 2000. Youssouf Razi, Sophie Basch (ed.), Le harem impérial et les sultanes au XIXe siècle, Bruxelles, Editions Complexe, 2000. The imperial harem of the sultans: daily life at the Çırağan Palace during the 19th century: memoirs of Leyla (Saz) Hanımefendi, İstanbul, Hil Yayın, 2001. José J. de Olañeta (ed.), El harén imperial y las sultanas en el siglo XIX : memorias de una dama de la corte otomana, Palma de Mallorca, 2003.
Ödülleri
Sultan 2. Abdülhamid (1876-1909), sadece kadınlara verilen Şefkat Nişanı ile Leyla Saz'ı ödüllendirmiştir.
Eğitimi
Leyla Saz özel eğitim almıştır.
Rumca ve Fransızca öğretmeni:Elizabet Kantaksaki
Türk müziği öğretmenleri:Medenî Aziz Efendi (besteci, edebiyatçı, tambur, lavta, piyano öğretmeni), Asdik Ağa (Asadur Hamamcıyan, besteci)
Batı müziği öğretmeni:Nikoğos Ağa (Nikogos Taşçıyan, besteci ve tambur öğretmeni)
Piyano öğretmeni:Therese Roma (aynı zamanda I. Abdülmecid'in kızı Münire Sultan'ın da piyano öğretmenidir.)
Edebiyat öğretmenleri:Giritli Kutbi Efendi, Giritli Fatinefendi-zade Sadık Efendi
Sosyal Sorumluluk Çalışmaları
Yaşadığı zamanın müzisyenlerini çalışmalarında özendirdi ve destekledi.
Akraba ve Dostları
Annesi:Nefise Hanım
Babası:İsmail Paşa (doktor, vali, Sağlık Bakanı)
Babaannesi:Kibele Rododanaki
Annesinin babası:Tatar Küçük Abdurrahman Bey
Kızları:Feride Ayni, Nefise Nezihe Neyzi
Damatları:Mehmet Ali Ayni, Muzaffer Neyzi
Oğulları:Yusuf Razi Bel (mühendis), Vedat Tek (mimar)
Torun:Ali Halim Neyzi
Torun çocuğu:Leyla Neyzi (antropolog)
Evlilik:Giritli Selim Sırrı Paşa (şair, hattat, siyasetçi)
Dostları:Münire Hanım (I. Abdülmecid'in kızı), Münif Paşa (Eğitim Bakanı), Ahmet Mithat (yazar, gazeteci, yayıncı), Abdülhak Hamid Tarhan (şair, oyun yazarı), Cenab Şahabbettin (şair, yazar) Faik Ali Ozansoy (şair), Mihrinissa (şair), Fahriye Atif (şair), Fatma Aliye (yazar, romancı), Emine Seniye (yazar, kadın hakları aktivisti, Fatma Aliye'nin kız kardeşi), Süleyman Nazif (şair, yazar, politikacı), Recaizade Mahmud Ekrem (şair, yazar), Yaşar Şadi (besteci), Nabi-zade Nazım (şair, romancı, yazar), Samih Rıfat (şair, dil bilimci), Arif Hikmet Bey (şair, Kadı, 105. Osmanlı Şeyhülislamı), Şair Nigâr Hanım (şair, besteci, anı yazarı)
Anısını Yaşatan Projeler
Besteleriyle CD'ler Kadın Bestecilerimiz / Turkish Woman Composers, CD , Cemre Müzik, İstanbul, 1998. Osmanlı Mozaiği: Kadın Bestekârlar 1 & 2 (Women Composers) , CD Sony Music, İstanbul, 2001. Osmanlı Marşları/ The Ottoman Military Music, Kalan Müzik CD , İstanbul (tarihsiz).
Hakkında Yazılanlar
Nesrin Tağızade-Karaca, "Cumhuriyet Öncesi Türk Kadınının Düşünce ve Sanat Birikiminde buluşan İki İsim", İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi, Özel Sayı, C.2, Malatya, 2011, ss.845-854, http://iys.inonu.edu.tr/webpanel/dosyalar/988/file/edebiyat.pdf Aylin Şengün Taşçı, "Modernleşme sürecinde öncü bir figür olarak bir kadın bestekar: Leyla Saz", aylinsengun.blogspot.de, 29.9. 2010, http://aylinsengun.blogspot.de/search?updated-min=2010-01-01T00:00:00-08:00&updated-max=2011-01-01T00:00:00-08:00&max-results=1 Serkan Alkan İspirli, "Osmanlı kadınının şiiri", Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, V.2/4, 2007, http://www.turkishstudies.net/sayilar/sayi6/30alkanispirliserhan.pdf (Erişim 27.2.2012). Nüket Esen, "Leyla Saz'la bir motor gezisi", Radikal Kitap, 22.7.2005, http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=4191 Ali H. Neyzi, Lara Feneri: Çakıp Sönen Anılar, İş Kültür Yayınları, 3 kitap, 2003, 2004, 2005 Kathryn Woodart, "Music in the Imperial Harem and the life of Ottoman composer Leyla Saz" (1850-1936), IAWM Journal, 2004, http://www.iawm.org/articles_html/woodard_leyla_saz.html Nazmi Özalp, Türk Musikisi Tarihi, Ankara, 2000. Nezih H. Neyzi, Kızıltoprak Stories, İstanbul, Peva Publications, 2000. Turhan Taşan, Kadın Besteciler, İstanbul, 2000, ss.109 –112. Börte Sagaster, "Memoirenliteratur türkischer Frauen im Umbruch vom Osmanischen Reich zur Türkischen Republik: Das Beispiel Leyla Saz", in: Dietrich Reetz und Heike Liebau (Hg.): Globale Prozesse und Akteure des Wandels: Quellen und Methoden ihrer Untersuchung. Ein Werkstattgespräch, Berlin, 1997 (Arbeitshefte Zentrum Moderner Orient Nr. 14), S. 119-128. Cemal A. Kalyoncu, "Kızıltoprak'ta Bir Köşk ve Onun Renkli Sakini", chronicledergisi.com, http://www.chronicledergisi.com/kiziltoprakta-bir-kosk-ve-onun-renkli-sakini/ "Leyla Saz", Esendere Kültür Sanat Derneği internet sitesi, http://www.eksd.org.tr/bestecilerimiz/leyla_saz.php
Kaynakça
Leyla Saz tanıtım sayfasında yararlanılan kaynaklar
Bkz. Hakkında Yazılanlar maddesi
Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul 2011
Nazmi Özalp, Türk Musikisi Tarihi, Ankara, 2000, s. 223
Turhan Taşan, Kadın Besteciler, İstanbul, 2000, ss.109 –112.
"Leyla Saz", Esendere Kültür Sanat Derneği internet sitesi, http://www.eksd.org.tr/bestecilerimiz/leyla_saz.php. (7.4. 2012)
Adnan Veli Kanık kimdir?
Adnan Veli Kanık, 9 Aralık 1916 yılında İstanbul’un Beykoz ilçesinde Fatma Nigar Hanım ve Mehmet Veli Kanık’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Babası klarnet virtüozu ve Armoni Orkestrası Şefidir. Şair Orhan Veli Kanık'ın kardeşidir. Ayrıca, Füruzan Yolyapan adında bir kız kardeşi de vardır.Orta okul ve liseyı Galatasray Lisesi'nde bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne iki sene devam etti. 1938 yılında Etibank'ta çalıştı ve bir süre devlet memuru olarak çalıştı. Daha sonra ise 1949'da gazeteciliğe başladı muhabirlik yaptı.1952 yılında Ankara Cezaevi'nde hapis yatarken ise aynı gazetede “Bir Hukukçu” ve “Mehmet Yanık” adı altında makaleleri yayınlandı. Öyküler, radyo piyesleri, küçük fıkralar ve şakalar kaleme alan Adnan Veli Kanık, toplumdaki alt ve üst tabaka insanların yaşamlarını karşılaştırdığı eserleriyle tanındı. Özellikle, mizahi öyküleri ile öne çıktı. Sosyetenin kenar mahalle insanı ve sonradan görmeler üzerindeki etkisini gülünç bir biçimde gözler önüne sermeyi başarmıştır.1952 yılında yayınlanan “Mahpushane Çeşmesi” isimli romanında tutuklu bulunduğu günlerdeki gözlemlerini kaleme aldı. Cezaevinden çıktıktan sonra, Vatan, Akbaba, Dolmuş,Tef, Pardon ve Papağan gibi yayınlarda gülmece yazarlığını yürüttü.Adnan Veli ayrıca, abisi Orhan Veli Kanık'ın 1950 yılında ölümünün ardından 1952 yılında “Orhan Veli” İçin isimli bir kitap derledi. 1953 yılında Yeditepe Yayınları tarafından basılan bu kitapta şairin yaşamı, sanat anlayışı ve ölümünden sonra yapılan yorumlar ve yazılan makaleler yer alır.Adnan Veli Kanık, 6 Aralık 1972 tarihinde İstanbul’da 56 yaşındayken hayatını kaybettiEserlerinden Bazıları : 1952 - Mahpushane Çeşmesi 1956 - Sosyete 1957 - Uçan Daireler 1957 - Seçim Konuşmaları 1957 - Kaynana
Zeki Müren kimdir?
Zeki Müren (6 Aralık 1931 – 24 Eylül 1996), Türk şarkıcı, besteci, söz yazarı, oyuncu ve şair.
Bursa'nın Hisar semtinde, Ortapazar Caddesi'ndeki 30 numaralı ahşap evde aya ve Hayriye Müren çiftinin tek çocuğu olarak dünyaya geldi.Ailesi Üsküp'ten Bursa'ya göç etmişti. Babası kereste tüccarıydı. Ufak tefek ve çelimsiz bir çocuktu. 11 yaşında Bursa'da sünnet oldu.
İlkokulu Bursa Osmangazi İlkokulunda (sonradan Tophane İlkokulu ve Alkıncı İlkokulu) okudu. Henüz ilkokuldayken yeteneği öğretmenleri tarafından keşfedildi ve müzikli okul müsamerelerinde baş rolleri oynamaya başladı. Hayatındaki ilk rolü, bu müsamerelerden birindeki çoban rolüdür.
Ortaokulu yine Bursa'da, Tahtakale'deki 2. Ortaokulda tamamladı. Ortaokulu bitirdikten sonra babasına İstanbul'a gitme arzusunda olduğunu açıkladı ve onun da onayıyla İstanbul Boğaziçi Lisesine yazıldı. Bu okulu birincilikle bitirdi. Olgunluk imtihanlarını pekiyi dereceyle verip İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisine (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) girdi.üksek Süsleme Bölümü Sabih Gözen atölyesinden mezun oldu. Desen çalışmalarını öğrencilik yıllarından başlayarak pek çok kez sergiledi.
Zeki Müren, Bursa'da tamburi İzzet Gerçeker'den aldığı solfej ve usul dersleriyle musiki bilgileri öğrenmeye başladı. 1949'da, Boğaziçi Lisesi'nde okurken sinema yönetmeni ve yazar Arşavir Alyanak'ın babası Agopos Efendi ile birbaşka hocası Udi Krikor'dan aldığı derslerle de musiki eğitimini sürdürdü. Daha sonra fasıl musikisini iyi bilen ve geniş bir repertuvarı olan Şerif İçli'den çeşitli eserler meşk etti; Refik Fersan'dan, Sadi Işılay'dan, Kadri Şençalar'dan faydalandı.
1950 yılında henüz üniversite öğrencisiyken TRT İstanbul Radyosunun açtığı ve 186 adayın katıldığı solist sınavını birincilikle kazandı. 1 Ocak 1951'de, İstanbul Radyosunda canlı olarak yayımlanan bir programda ilk radyo konserini verdi ve bu konseri çok beğenildi. Bu konserde kendisine eşlik eden saz ekibi Hakkı Derman, Serif İçli, Şükrü Tunar, Refik Fersan ve Necdet Gezen'den oluşuyordu.
Konserden sonra Hamiyet Yüceses stüdyoyu arayarak kendisini tebrik etti. O yıllarda TRT Ankara Radyosu Anadolu'da en çok dinlenen radyo idi ve İstanbul Radyosu Anadolu'dan net olarak dinlenemiyordu. Aynı hafta klarnet sanatçısı Şükrü Tunar Müren'i Yeşilköy'deki kendisine ait plak fabrikasına götürerek yine kendi eseri olan "Muhabbet Kuşu" şarkısını plağa doldurttu. Bu plak sayesinde Müren tüm Anadolu'da tanındı.
Zeki Müren, bu başarılı ilk konserden ve plak çalışmasından sonra Türkiye radyolarında düzenli olarak eserler seslendirmeye başladı. Radyo programları on beş yıl sürdü, bunların çoğu canlı yayın programlarıydı. Müren bundan sonra kendini daha çok sahne ve plak çalışmalarına verdi. İlk sahne konserini 26 Mayıs 1955 tarihinde verdi. Genellikle kendi dizayn ettiği sahne kıyafetlerini giyiyordu. Saz heyetine tek tip kıyafet giydirmek ve T podyum kullanmak gibi çeşitli yenilikler getirdi.
Maksim Gazinosu sahnelerinde aralıksız 11 yıl Behiye Aksoy ile dönüşümlü olarak sahne aldı. 1976'da Londra'daki Royal Albert Hall'da konser vererek bu mekânda sahne alan ilk Türk sanatçı oldu.
Zeki Müren 600'ü aşkın plak ve kaset doldurdu. Plağa okuduğu ilk şarkı Şükrü Tunar'ın "Bir Muhabbet Kuşu" güfteli şarkısıdır. Müren 1955'te "Manolyam" adlı şarkısıyla Türkiye'de ilk kez verilen Altın Plak Ödülü'nü kazandı. 1991 yılında Devlet Sanatçısı seçildi.
300 dolayında şarkı besteledi. On yedi yaşındayken bestelediği "Zehretme hayatı bana cânânım" mısrasıyla başlayan acemkürdi şarkı bestelediği ilk şarkıdır. "Şimdi Uzaklardasın" (suzinâk), "Manolyam" (kürdilihicazkâr), "Bir Demet Yasemen", "Gözlerinin İçine Başka Hayal Girmesin" (nihavend) güfteli, "Elbet Bir Gün Buluşacağız" gibi şarkıları sık sık okunan, en sevilen şarkılarıdır. Zeki Müren bu şarkıları plaklara da okumuştur.
Zeki Müren hayatı boyunca hiç evlenmedi. 1950'lerin Türkiye'sinde alışılmış kalıpları zorlayan elbiseleri ve sahne davranışı ile halkın ilgisini sürekli olarak üstünde tutmayı başardı. Mesleğe başladığı ilk yıllarda daha sıradan kıyafetler ve saç stilleri taşımasına rağmen ileriki yıllarda kadınsı kıyafetler, saç modelleri ve makyajı ile sahnelerde yer aldı. Kendisi hiçbir zaman cinsel yönelimi ile ilgili bir açıklama yapmadı ve zaman zaman adı kadınlarla anıldı ancak genel kanaat eşcinsel olduğu yönünde idi.
Kurallı ve ağdalı bir Türkçe konuşmaya özen göstermesi ile bilinir. "Müziğin Paşası" olarak anılması, 1969'da Aspendos konserinden sonra ilk defa Antalya halkının kendisi için kullanmasıyla başlamıştır. Kendisi, bu şekilde anılmaktan memnun olmakla birlikte neden uygun görüldüğünü bilmediğini açıklamıştır.
Askerliğini 1957-1958 yıllarında yedek subay olarak Ankara Piyade Okulu (6 ay), İstanbul Harbiye Temsil Bürosu (6 ay) ve Çankırı'da (3 ay) yaptı. Zeki Müren'in Karagöz sanatçısı Hayali Saf Deri, Metin Özlen tarafından hazırlanan kuklası doğum yeri olan Bursa'da sahne aldı. Doğum günü olan 6 Aralık tarihi ise, Onur Akay'ın TRT Müzik ekranlarından yaptığı öneri ile, 2012 yılından bu yana Türk Sanat Müziği Günü olarak kutlanmaktadır.
Rahatsızlığı ve vefatı Bodrum'daki Zeki Müren Sanat Müzesi'nde sergilenen giysilerinden biri. Zeki Müren kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı nedeniyle hayatının özellikle son 6 yılında sahne hayatından ve medyadan uzaklaştı. Bodrum'daki evinde inzivaya çekildi. Bu dönemi "kendini dinlemek" olarak tarif eder]. 24 Eylül 1996 günü, TRT İzmir Televizyonunda kendisi için düzenlenen tören sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu.
Cenazesi büyük bir halk kalabalığının katıldığı büyük bir törenle kaldırıldı. Mezarı, doğum yeri olan Bursa'da Emirsultan Mezarlığı'ndadır.hmetçik Vakfı, 2002 yılında Bursa'da Zeki Müren Güzel Sanatlar Anadolu Lisesi'ni yaptırdı. TEV Bursa Şube Başkanı Mehmet Çalışkan 24 Eylül 2016 tarihinde yaptığı bir açıklamada vakfın Zeki Müren Burs Fonu'ndan 20 yılda 2.631 öğrencinin yararlandığını belirtti.
Ölümünün ardından sanatçının Bodrum'da son yıllarını yaşadığı evi Kültür Bakanlığı'yla yapılan protokol ile Zeki Müren Sanat Müzesi'ne dönüştürüldü ve 8 Haziran 2000 tarihinde ziyarete açıldı.
Diskografi 1970: Senede Bir Gün 1973: Pırlanta 1 1973: Pırlanta 2 1973: Pırlanta 3 1973: Pırlanta 4 1976: Güneşin Oğlu 1977: Mücevher
1978: Nazar Boncuğu 1979: Sükse 1981: Kahır Mektubu 1982: Eskimeyen Dost 1984: Hayat Öpücüğü 1985: Masal 1986: Aşk Kurbanı 1987: Helal Olsun
1988: Gözlerin Doğuyor Gecelerime 1989: Ayrıldık İşte 1989: Zirvedeki Şarkılar 1990: Dilek Çeşmesi 1991: Doruktaki Nağmeler 1992: Sorma
Prof. Dr. Hüseyin Cavit ERGİNSOY kimdir?
Cavid Erginsoy, 1924 yılında doğdu. 1942 yılında Galatasaray Lisesi'ni, 1946 yılında da Londra Üniversitesi, Elektrik Mühendisliği Bölümü'nü bitirdi ve 1952 yılında da bu üniversiteden, fen doktoru ünvanını aldı. Cavid Erginsoy daha sonra Türkiye'ye dönerek, 1954 – 58 yılları arasında Etibank'ta çalıştı ve bu arada, 1956 – 57 yıllarında, AEK Bilimsel Danışma Kurulu Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. Cavid Erginsoy bu çalışmaları sırasında AEK'in, İstanbul Küçükçekmece'deki ÇNAEM, daha sonra kurulan ve Türkiye'nin ilk araştırma reaktörü olan TR-1 Reaktörü'nün ön projesini hazırlamıştır. Cavid Erginsoy 1957 – 58 yıllarında, ODTÜ ve İTÜ'de kısa bir süre öğretim üyesi olarak görev yaptıktan sonra, 1958 yılında IAEA'nın Viyana'daki Reaktör Bölümü'ne gitti ve burada 1962 yılına kadar çalıştı. 1962 – 67 yılları arasında ise BNL'de, uzman araştırmacı olarak bilimsel çalışmalar yaptı. 1967 yılında Türkiye'ye dönen Cavid Erginsoy, yeniden ODTÜ, Fen Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak göreve başladı ve kısa bir süre sonra bu fakültenin dekanlığına atandı. ODTÜ'deki bu görevleri sırasında, TÜBİTAK üyeliğine seçildi. Cavid Erginsoy'un bilimsel çalışmaları, katıhal fiziği alanında yoğunlaşmıştır. Bu alandaki çalışmalarının ilk adımı, yarı-iletkenler konusundaki doktora çalışmasıdır. Bu çalışmaları sırasında konunun kuramsal yönüyle de ilgilenen Cavit Erginsoy kuvantum mekaniğini, yarı-iletkenlerdeki yük taşıyıcılarının yabancı atomlardan saçılmasına uygulayarak, bu olayı açıklayan ve kendi adıyla anılan saçılma bağıntısı’nın, BNL'deki çalışmaları sırasında da, yüklü parçacıkların kristal yapılardan geçişleri sırasındaki davranışlarını açıklayan, kanallaşma kuramı’nı ortaya koydu. Bu çalışmalar, katıhal fiziğinde, yeni araştırma konularının ortaya çıkmasını sağladı. Cavid Erginsoy, uluslararası düzeyde yayınlanmış 21 makalesi ve özellikle kanallaşma kuramı nedeniyle 1967 yılında, ölümünden kısa bir süre önce, TÜBİTAK bilim ödülünü aldı.
Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi girişi.
Türkiye'yi NATO Bilim Konseyi'nde de temsil eden Cavid Erginsoy, ODTÜ ve TÜBİTAK'taki görevlerini sürdürdüğü sırada, 1967 yılında, çok erken yaşta aramızdan ayrıldı. Prof. Dr. Erginsoy'un Türkiye'de ve dünyada bilim ve teknolojinin gelişmesine olan katkılarına bir şükran borcu olarak TAEK, ÇNAEM Fizik Bölümü'ne onun adı verilmiştir. Cavid Erginsoy'un kısa bir özgeçmişi, bölümün girişindeki bir taş yazma üzerinde bulunmaktadır [Murat Dirican, Bilim & Teknik, Sayı 362 (Ocak 1998) 82]. (Prof. Dr. Ali Girgin) –––––––––– Cavit Erginsoy'un kabri, küp şeklinde dört tonluk yeşil bir granit kaya parçasından ibaretti. Bu anıt, taze çimeni çerçeveleyen ince bir beton duvar üzerinde dengede duruyordu. Rektörümüz Kemal Kurdaş dörtgen şeklindeki çimenin bir köşesine bir servi ağacı dikti. Mimarın da düşündüğü gibi yeşil granit Cavid'in özünün ağırlığını ve ciddiyetini temsil ediyordu. Anıtın sade hatları şahsiyetinin sadeliğini ve tevazuunu yansıtıyordu. Taşın dengesi Cavid'in hayatındaki ve iş alemindeki dengeyi ifade ediyordu. Cavid sadece bir bilim adamı değildi. Kültürü ile bilim ve hümanizma arasında bir denge kurmasını bilmişti, işte onun hümanist, sanatsever, insan tarafını bu taze, yumuşak çimende ve onu süsleyen çiçeklerde görmek kabildi. Servi ağacı da onun Türkiye'de dikmek istediği bilim aşkı ve bilim zihniyetidir. Böylece, Ankara taşları içinde bir bahçe, dengeli bir taş ve ince bir ağaç, Cavid'in müstesna kişiliğine adeta yeniden can vermiş oluyordu [Feza Gürsey, Bilim & Teknik, Sayı 3 (Ocak 1968) 6; ibid., Sayı 15 (Ocak 1969) 16]. –––––––––– Türkiye'nin ilk katıhal fizikçisi Cavid Erginsoy'un çocukluk ve gençlik yıllarına ait bazı notlar. Cavid 1924 Mayıs’ında babasının görevli olduğu Ankara'da doğmuş. Ancak bir süre sonra annesi ağır bir sıtmaya yakalanınca İstanbul'a taşınmışlar. Erken çocukluğu Cihangir'de anneanne, dede, dayı, yenge ve kuzinlerle birlikte oturdukları üç katlı bir konakta geçmiş, ilk anıları bu büyük ve kalabalık eve aitdi. Ablası, dayı kızları ve evdeki yardımcıların çocuklarından oluşan bir afacanlar grubu, alt kattan üst kata, odadan odaya, koşmaca, saklambaç gibi oyunlar oynayarak evin altını üstüne getirirmiş. Annesi Fitnat Hanım Cavid'in daha o yıllarda diğer çocuklardan farklı olduğunu gözlemlemiş. Onca çocuktan yalnızca biri, en küçükleri olan dört yaşındaki Cavid, arada bir oyunu bırakıp, hasta annesinin odasına koşar “İyi misin?" diye hatırını sorarmış; içi rahat edince de gene arkadaşlarının yanma dönermiş. Cavid Ankara'da görevi başında kalan, ancak arada bir ailesini görmeye gelebilen asker babasını da çok özlermiş. Ne zaman arkadaşları "Bugün ne oynasak?" deseler, Cavid hemen "trencilik oynayalım, Ankara'ya babama gidelim," dermiş. Cavid'in ailesine ve akrabalarına çok düşkün olmasını, çocukluğunu kalabalık ve sevecen bir aile ortamında geçirmesine bağlıyorum. Cavid beş yaşına geldiğinde, babasının jandarma yasaları konusunda araştırma yapmak üzere gönderildiği İtalya'ya gitmişler. Venedik'te oturdukları iki yılda, Cavid hem İtalyanca, hem Türkçe okuma yazma öğrenmiş. Aile fırsat buldukça İtalya içinde gezilere çıkar, sık sık Roma ve Floransa'ya giderlermiş. Cavid bu gezilerde ilk kez Roma dönemi kalıntılarıyla, güzel binalarla, müzelerle, kiliselerle, heykellerle, duvar resimleriyle tanışmış. Estetik duygusunun gelişmesinde ve daha sonraki yıllarda sanatın her dalına yoğun ilgi göstermesinde, İtalya'da geçirdikleri yılların büyük etkisinin olduğunu düşünüyorum. Londra'da üniversite ve doktora eğitimi gördüğü yıllarda (1943 – 52), hemen her yaz tatilini Floransa ya da Siena'daki öğrenci hostellerinde kalarak geçirir, hayran olduğu Rönesans dönemi eserlerini tekrar tekrar görmekten büyük mutluluk duyarmış. Ancak Cavid'in asıl büyük aşkı, masal şehir dediği, tutku ve nostalji ile bağlı olduğu Venedik'ti. Viyana'da IAEA'da görevli olduğu yıllarda (1958 – 62), ne zaman bir kaç günlük bir tatil olsa, gece trenine atlar Venedik'e giderdik. Yaz tatillerimizi de Venedik yakınındaki bir sahil kasabası olan Pineta'da geçirirdik. Cavid İtalyanca'yı tamamen unutmamıştı, belki de ilkokuldan itibaren Galatasaray Lisesi'nde öğrendiği Fransızca'nın da yardımı ile biraz konuşabiliyordu. Trenden iner inmez bir Il Tempo alır, günün haberlerini okuyup bana aktarırdı. Cavid'in yabancı dilleri çok çabuk öğrenme yeteneği vardı. Avusturya'ya gittiğimizde, ikimiz de hemen Almanca dersleri almaya başladık. Kısa bir süre sonra, ben daha gramerle boğuşurken, Cavid Almanca romanlar okuyabilecek düzeye gelmişti. Ajansın açtığı Rusça kurslarında da kurs birincisi olmuştu.
Kendisinden iki yaş büyük olan ablası Hale (Ozansoy), Cavid'in yaşamında bir abladan çok bir arkadaştı.
Erginsoylar İtalya'dan Ankara'ya döndüklerinde, yedi yaşındaki Cavid Galatasaray'ın ilk kısmına, doğrudan ikinci sınıfa yatılı olarak yazdırılır. Galatasaray'da geçirdiği on bir yılın (1931 – 42), Cavid'in kültürel gelişimine önemli katkısı olduğu anlaşılıyor. Lise yıllarında gerek Türk, gerek Fransız edebiyatına olan ilgisini gözlemleyen öğretmenleri, onu okulun kitaplık sorumlusu yapmışlar; böylece bol bol klasik ve çağdaş edebiyat eserlerini okuma fırsatı bulmuş. Cavid özellikle şiir severdi, İngiltere'deki öğrencilik yıllarında, yakın arkadaşları olan Can Yücel ve Bülent Ecevit'le arada bir buluşup, çeşitli şairlerden şiirler okurlarmış. O yıllarda Ahmet Haşim ve Fazıl Hüsnü Dağlarca Cavid'in en beğendiği Türk şairleri imiş. Dağlarca'yla bir kaç kez mektuplaşmışlar, hatta kendisini Türk Öğrenci Derneği adına Londra'ya davet etmiş. Cavid'in şiir çevirileri de vardır. Ahmet Haşim'den O Belde’yi İngilizce'ye; T. S. Elliot, W. H. Auden, Ezra Pound gibi İngiliz şairlerinin şiirlerini de Türkçe'ye çevirmiş. Bu çeviriler Vatan gazetesinin Sanat Sayfası'nda yayınlanmış. Cavid'in diğer merakları arasında müzik ve tiyatro önemli bir yer tutuyor. Londra'da savaş yıllarında bile konserlere ve tiyatrolara gitme olanağı buluyor. Bir Shakespeare hayranı olan Cavid, Hamlet'i hem Laurence Olivier'den, hem de Alec Guinness'den izlediğini, Guinness'in yorumundan daha çok etkilendiğini söylerdi. En büyük hayali, emekli olduktan sonra, bir mandalina bahçesindeki evinde Hamlet'i manzum olarak Türkçe'ye çevirmekti. Yazık ki gerçekleşemedi. Londra yıllarında Beethoven Müzik Kulübü üyesi olan Cavid, bu müzisyenin eserlerini daha sık dinleme olanağı buluyor. Beethoven hayranlarıyla buluştukları kulüp toplantılarında, gerek kompozitörlerle, gerek icracılarla ilgili çeşitli tartışmalar yapıyorlar. Cavid’in Beethoven senfonilerini yorumlayan bir dizi konuşması büyük beğeni topluyor.
Oğulları Ömer, Ali ve eşi Ülker Erginsoy ile beraber.
Cavid klasik batı müziğinde, en çok Barok müziğini, özellikle de Bach'ı severdi. Viyana yıllarında, hemen her hafta 18. yüzyıl oda müziği konserlerine giderdik. Cavid’in çok iyi bir kulağı olduğu ve nota bildiği halde, otuz dört yaşına kadar herhangi bir müzik aleti çalma fırsatı olmamış. Viyana'da bu fırsat eline geçti. Ünlü kompozitör Cerha'nın eşinden recorder (= blok flüt) dersleri almaya başladı ve bir kaç yıl içinde dostlarımıza ufak parçalar çalabilecek kadar müziğini ilerletti. Cavid Galatasaray Lisesi'ni bitirdikten sonra İTÜ, Elektrik Mühendisliği bölümünde eğitime başlamış. Bir yandan da Avrupa üniversitelerinin burs sınavlarına girmiş. Londra Üniversitesi'nden olumlu yanıt gelince, 1943 yılında, İkinci Dünya Savaşı'nın en yoğun olduğu bir dönemde, burs kazanan diğer yedi öğrenci ile birlikte, İngiltere'ye doğru yola çıkmışlar. Savaş nedeniyle Avrupa ve Akdeniz'deki yollar kapalı olduğundan, Halep üzerinden Mısır'a geçip, Kahire'de piramitleri de gördükten sonra, Port Said’den İngiliz filosuna ait bir savaş gemisine binmişler. Daha sonra Kızıldeniz'den Hint Okyanus'una çıkıp, Afrika'nın çevresini dolaşarak üç buçuk ayda İngiltere'ye varabilmişler. Japon denizaltılarının cirit attığı, her an torpillenebilecekleri bu tehlikeli denizlerde, daha çok geceleri yol alıyor, arada bir karaya da çıkıyorlarmış. Ancak sansür nedeniyle, evlerine yolladıkları mektuplarda nerede olduklarını bildirmeleri yasakmış. Tehlikeli olduğu kadar eğlenceli ve öğretici olan, iki kere ekvatoru geçtikleri bu uzun yolculukta Zanzibar'ı, Zululand'ı ve Johannesburg, Cape Town gibi büyük kentleri gezme fırsatı bulmuşlar. Zanzibar'da başka bir savaş gemisine aktarılmak üzere iki hafta kadar bekletilmişler. Bu sürede, çevreyi gezmek için o ülkedeki yegane araç olan, beygir yerine Afrikalı delikanlıların çektiği iki tekerlekli rikşalara binmek zorunda kalmışlar. Bir insana kendini taşıttırmak, siyah insanın sömürüldüğünü, aşağılandığını görmek Cavid’e çok ağır gelmiş. Yıllar sonra bile rikşa gezintilerini pişmanlıkla ve üzülerek hatırlardı. İngiliz savaş gemisinin çok ciddi kuralları varmış. Gece karartmaya uymak, sekiz kişilik ranzalı kamarada, aşırı sıcağa karşın, can yelekleri giyerek yatmak zorundalarmış. Bir ay kadar yatak çarşafları hiç değişmeyince, bir sabah bütün çarşafları toplayıp kamaranın ortasına yığmışlar. Yazık ki bu davranışları isyan olarak algılanmış ve kendilerine varacakları ilk limanda gemiden indirilecekleri bildirilmiş. Tabii çok korkmuşlar, kötü bir niyetleri olmadığını, düşüncesiz davrandıklarını kabul ederek kaptandan af dilemişler. Sonuçta, yere attıkları kirli çarşafları tekrar yataklarına sermek kaydıyla, bağışlanmışlar, ilk kez savaş koşullarının ciddiyetini ve ne kadar disiplin gerektirdiğini anlamışlar. İngiltere'ye vardıklarında, sekiz arkadaş çeşitli kentlerdeki üniversitelere dağılmışlar. Cavid'in İngilizcesi yeterli bulunduğundan, hazırlık sınıfını atlayarak, doğrudan Londra Üniversitesi, Kings College Elektrik Mühendisliği bölümüne girmiş. 1943 yılında Londra'da yiyecekler karneye bağlı imiş. Cavid gıda kuponlarını evinde kaldığı pansiyoncu hanıma verir, son derece düzgün ve dürüst bir şekilde işleyen bu sistem sayesinde, hakkı olan yiyecekleri eksiksiz alırmış. Sık sık bombalanan Londra'da halk, büyük bir dayanışma örneği gösterir; evlerde, sokaklarda, sığınaklarda birbirlerine olabildiğince yardım ederlermiş. Yaz tatillerinde bütün üniversite öğrencilerinin fabrikalarda çalışması zorunluymuş. Cavid Manchester civarındaki bir bobin fabrikasına gönderilmiş. Aşırı kalabalık nedeniyle kasabada yatacak bir yer bulunamadığından, gece vardiyasında çalışan başka bir öğrenciyle dönüşümlü olarak yatağını paylaşmak zorunda kalmış. Bombalar altında geçen savaş yıllarına ve savaş sonrasının çeşitli zorluklarına karşın, İngiltere'de yaşadığı, iki üniversite bitirip doktora yaptığı uzun yılların, iyi bir eğitim almış olmasının yanı sıra, Cavid'in yaşamı ciddiye alan olgun bir kişilik geliştirmesinde de büyük rolü olduğunu düşünüyorum. Elektrik mühendisliği diplomasını alıp, bir süre Kennedy and Duncan firmasında çalıştıktan sonra, asıl isteğinin fizik dalında bilimsel araştırmalar yapmak olduğuna karar vermiş. British Council'den sağladığı bir bursla Queen Mary College'da katıhal fiziği çalışmalarına başlamış ve 1952 yılında yarıiletkenler konusundaki doktorasını tamamlayarak Türkiye'ye dönmüş. Cavid fizikle uğraşmaktan büyük doyum aldığını, sevdiği bir işi yaptığı için de çok mutlu bir insan olduğunu söylerdi, işinde çalışkan ve titiz, evinde sevecen bir eş ve çocuklarına harika bir babaydı, ileriye hep ümitle bakan pozitif bir karakter yapısı vardı. Çok yönlü, çok renkli bir kişiliğe sahip olan Cavid’in diğer bir özelliği de son derece alçak gönüllü olmasıydı. Bu bir kaç sayfada Cavid'in çocukluk ve gençlik anılarına, çeşitli yeteneklerine, bilim dışında ilgi duyduğu alanlara kısaca değinmeye çalıştım. Notlarımı, 1952 yılında yazdığı, onun yaşam felsefesini çok iyi özetleyen bir koşması (Anadolu Halk şiiri) ile noktalıyorum. (Ülker Erginsoy, Temmuz 2005 [Dr. Ülker Erginsoy'a Yeter Göksu, Ayşe Öktem, Ahmet Say yoluyla Bodrum'daki tatili sırasında ulaştım.])
Koşma Ömür yolu arpa boyu Yürü yürü tükenir mi Kılavuz göstermiş köyü Baka baka görünür mü Kalbinin rengini göster Kardeşlerin görmek ister Yolcusun sen ipek astar Kefen ile giyilir mi Kaf Dağının ardındadır Bir ak kuşun yurdundadır Herkes onun derdindedir O herkesten sorulur mu Cavid bir işin olmalı Dikili taşın kalmalı Yanında eşin gelmeli Bu yol yalnız yürünür mü Bir kere çıktın bu yola Yas tutma yağmura sele Kalbinde güneşlik ola Yoksa kuru kalınır mı
Cavid Erginsoy
Aziz Nicolas (Noel Baba) kimdir?
Aziz Nikholas / Myra Antik Kenti
Aziz Nikolas (Çocukların, Mahkûmların, Denizcilerin ve Gezginlerin Koruyucusu)
Myra “Yüce Ana Tanrıça’nın Yeri” anlamına gelmektedir. İS 4. yy’da imparatorluğun dini olan Hıristiyanlık çok daha önceden bu bölgelerde olgunlaşmıştı. “Tanrının tekil anıldığı zamanların başlangıcından itibaren Likya’nın en ünlü ve önemli kenti oldu. Hz İsa’nın 12 havarisinden biri olmamasına rağmen, Hz İsa’nın dinini yayamaya çalışan Aziz Paulos’un 4. yolculuğu olarak kayıtlara geçen MS 59-69 yıllarında yaptığı seyahatleri sırasında tutuklanarak Roma’ya götürülmesi azizin yaptığı dördüncü yolculuk olarak da gösterilmektedir. Aziz Paul’ün bindirildiği gemi Akdeniz güney kıyılarından geçirilerek Kilikya ve Pamfilya açıklarından geçmiş ve Myra Antik Kentinde konaklamıştır. Bu nedenle Patara, İncilde adı geçen kentlerden biri olma özelliği kazanmıştır. Buradan İtalya’ya giden bir gemiye bindirilmiş yine güney kıyılarında yer alan Datça (Knidos)’a uğramıştır. Tutukluluk hali nedeniyle de olsa, Aziz Paulos’un Myra’ya gelmesi, metropolün adını duyurmuştur. Bu tarihi kayıtlardan sonraki ününü ise, Myralı St. Nikolaos’a borçludur. Aziz, öğretisini burada geliştirip ününü yayarak tüm yaşamını Myra’da tamamladı. “Aziz Nikolas’ın piskoposluk yaptığı yer” olması sayesinde de ününü tüm Ortaçağ boyunca sürdürdü. İlk olarak bugünkü kaya mezarlarının üzerindeki tepede kurulan antik kent, daha sonra aşağıya inerek genişledi. St. Paul’un seyahati sırasında yine Hristiyanlığın önde gelen isimlerinden olan arkadaşı Luke ve Yunan gökbilimci ve matematikçi, Sisamlı Aristharchos de uğradığı bir şehirdir.
MS 250 yılında Myra’da dünyaya gelen Aziz Nikolas’un bazı kaynaklara göre varlıklı bir ailenin tek çocuğu olarak dünyaya geldiği, Başrahip olan amcasının onu Tanrı’nın hizmetine davet etmesi ve onun da buna hevesli olması üzerine papaz olduğu, sonrasında ise elde ettiği tüm paralarını zayıf, fakir ve ihtiyaç sahibi insanlar için harcadı rivayetleri olduğu gibi, daha başka rivayetlerle de karşılaşmak mümkündür.
Sionlu Nikholaus’un Başpiskoposluğa kadar yükselmesi, martyrion[1]’u ziyareti ve Rosallia Günü’nde din adamlarını bir araya getiren Synodos’un Myra’da toplanmasıyla ünlenen Myra, o gün bu gündür turistlerin/hacıların ilgi odağı olmuş, kutsal bir merkez sayılmıştır. Mucizeleriyle ünlenen St. Nikolaos, geçmişte çocuklar, denizciler, tacirler ve bilim adamlarının koruyucusuyken, bugün tüm dara düşenlerin sığınağı olmaya devam etmektedir. Dara düşenlere gizlice verdiği yardımların, anlatıldıkça çoğalan öyküleri nedeniyle,”[2] bugün dünyanın hemen her yerinde yılbaşında armağan veren “Noel Baba” tiplemesi ile bütünleştirilerek, Noel Baba “olarak ünlenmiştir. Çocukları koruma/sevindirme, denizcileri kurtarma, kayıp eşyaları bulma, gelecekten bilgi verme gibi pek çok mucizesi anlatılagelir. Bir keresinde Mısır’dan İstanbul’a giden bir gemiden aldığı hububatla Myra halkını açlıktan kurtarır. Ancak, gemi İstanbul’a vardığında yükünden hiçbir şey eksilmez. Bu belki de Aziz’in denizcilerin patronu olmasına bağlanan mucizelerden biridir. Çünkü Akdeniz’de seyreden gemilerin sefere çıkmadan önce birbirlerine iyi dilek olarak “Dümenini Aziz Nikholaos tursun.” Demeleri gelenek olmuştur. Aziz’in sağlığında din adamı olarak çalıştığı Likya sahilleri, Akdeniz’in en önemli denizcilik merkezi, burada yaşayanlar da Akdeniz’in ünlü denizcileriydiler. Bu nedenle din kitaplarında Aziz’in denizle ilgili birçok mucizesine rastlanmaktadır.
Kendine çeyiz yapamamış, umutsuz, evde kalmış, masum, yoksul kız çocuklarına acıyan Aziz Nikolaus, onların evlerinin bacasından sikke dolu torbalar bırakırmış ve daha sonra bunu bir gelenek haline getrmiş. Aziz Nikolas için anlatılan bu hikâyenin 19. Yüzyılda Amerikalılar tarafından, Asya’nın soğuk steplerinden gelen “Ayaz Ata ve Narduğan” kutlamaları ile birleştirilip, Aziz Nikolaus’un adının “Noel Baba” adıyla değiştirilmesi, 1823’den bu yana henüz 94 yıllık bir mazidir. Sonrasında ise bütün dünyada Amerika Birleşik Devletlerinde A Visit from St. Nicholas ” ve karikatürist ve siyasi karikatürist ait Thomas Nast ‘ın “Noel Baba” adıyla resmettikleri ve çocuklara hediye dağıtan, kırmızı kıyafetli, tonton bir ihtiyar olarak resmettikleri bu yaratıları, daha sonrasında resim, şiir, çocuk şarkı ve kitapları, radyon programları ve filmlerle tüm dünyaya yayılmıştır. Oysaki Avrupa ülkelerinde çoğunlukla Santa Klaus olarak bilinen Aziz Nicholaus, Anadolu’da yaşamış bir din adamıdır. Aziz Nicholaus gerçek anlamda herkesin yardımcısı olan ve yüreği tanrı inancıyla dolu bir din adamı olsa da, kendisine addedilerek tasvirin dışında kalmaktadır. Aziz Nicholaus’un yaşadığı yerde hiç kar yağmamış ve kendisi de ren geyiklerinin çektiği bir kızağa binmemiştir. “Noel Baba” tiplemesi, Cocacola firmasının o yıllarda, satışlarını artırmak ve dikkat çekmek için günümüze kadar gelen reklam politikasının bir ürünü olarak ticari bir imaj ürünüdür.. Soğuk ve ayazın içinden, havada ren geyiklerinin çektiği arabasıyla yardıma muhtaç insanların çatısından hediyeler dağıtarak tasvir edilen Noel Baba tiplemesi, çıkış noktası ve onu farklı derledikleri efsanelerin harmanına kendi hayal güçlerine de katarak tasarlayıp ortaya çıkartanların amaçladıkları hedef doğrultusunda amacına ulaşmış ve tüm dünyaca tutmuştur. Günümüze İtalya’nın Sicilya Adası, Napoli, Bari, Almanya’nın Frieburg ve hatta Amerika’da New York kentinin koruyucu azizi olma derecesine varan önemi, her yılın 6 Aralık günü yapılan anma törenleriyle daha da pekişmektedir. Günümüzde, Orta Asya Türklerinin Ayaz Atası ve Narduğan Bayramı, İskandinav ülkelerinde iyiliksever, çocukların koruyucusu Santa Klaus/ Odin[3], ve Myralı Aziz Nicholaos’ın kişiliğin birleştirilmiş ve ortaya bir Noel Baba çıkmıştır. Fakat en temelde yatan gerçek ise, Aziz Nikolas’a yüklenen misyonuların, eskiden medet umulan Önbilici, Işık Tanrı Apollon’un bir devamı olduğudur. Yani gerçek şudur ki Apollon inancı asla yok olmamış, sadece adı değişmiştir. Değişen inançlar değil, inanılanın ve aracıların adı değişmiştir.
Aziz Nikolas Kilisesi
Aziz Nikholas Kilisesi / Myra Antik Kenti
Aziz Nikolas Kilisesi Aziz Nikolas Kilisesi
Aziz Nikolas Kilisesi’nin genel çizimi
6 Aralık 343 tarihinde, 65 yaşında öldüğü sanılan Aziz Nikolaos’ın ölümünün üstüne 6. yy’da kendisi adına Aziz Nikolaus Kilisesi yapılmıştır. Kemikleri de kilisede yer alan, üstü deniz kabuğu pullu bir lahde yerleştirilmiştir. Eski Rusya Çarlığı olmak üzere, ünü tüm Avrupa’ya yayılmış olan Azizi Nikolaos kilisenin yanına, 11. yüzyılın ikinci yarısında bir manastır ilave edildi. Yaşarken Demre’den ayrılmayan Aziz’in ölüsünü, İsa’dan sonra 808’de Arap istilacılar yok etmek istediler, ancak başka bir rahibin mezarını dağıttılar. Bu akınlar sonucunda, kentin en önemli yapısı olan St. Nikolas Kilisesi 1034’te yıkıldı. 1863 yılında Rus Çarı II. Alensandr, binayı ve çevresindeki bölgeyi Osmanlı Devleti’nden satın alarak restorasyon çalışmalarına başladı.
Aziz Nikolas Kilisesinde, “en erkeni İS 5. yy başına kadar inen[4] birçok yapı evresi bulunmaktadır. Üç nefli kiliseye sonradan bir nef daha eklenmiştir. Kilise, Aziz’in yaşamını anlatan benzersiz freskolarıyla özeldir. Sahneler N. Çorağan Karakaya’nın cümlelerinde detaylıca işlenmiştir.[5]Prothesis mekânında bulunmasıyla şaşırtan “Havari Komünyonu” sahnesinde İsa ekmek-şarap dağıtmaktadır: Ekmek tarafındaki havarilerin en önünde Petrus, şarap tarafındakilerin önünde de Paulus durmaktadır. Yahuda ise yine kendini sahneden dışlamış pozisyondadır. Freskolar stilleri ve ikonografileriyle İS 11.-12. yy’lara aittir. Kilisenin güneyindeki mezar nişlerinde İsa’nı Doğuşu, Çarmıhta İsa, Anastasis, Göğe Çıkış ve Koimesis–Meryem’in Ölümü- sahnelerinden oluşan Beş Bayram sahnesi işlenmiştir. Kemer yüzlerinde ise St. Nikolaos’un yaşamını anlatan siklustan 15 sahne işlenmiştir: Bu benzersiz freskolar arasında yine N. Karakaya’nın tanımlamalarıyla “Deniz mucizeleri”, “Üç komutan hapiste”, “Aziz’in İmparator Konstantinos ve Vali Ablabius’un rüyalarına girmesi”, “Üç komutan İmparator Konstantinos’un Önünde”, “Üç komutanın Nikolaos’a teşekkürü”, “Nikolaos’un Basileus’u Araplardan kurtarışı”, “Nikolaos’un Demetrios’u boğulmaktan kurtarışı”, “Aziz’in çocuğu olmayan bir aileye yardımı”, “Aziz’in büyülü bir kişiyi iyileştirmesi”, “Üç bekâr kızın öyküsü” bulunmaktadır. Rusya ve Yunanistan’ın en saygın azizi olarak tanınan Aziz Nikolaus, çocukların, mahkûmların, denizcilerin ve gezginlerin koruyucusu olarak saygı görmüştür. Azizi Nikolaus’un ölümünden sonra Avrupa’nın birçok kentinde adına kiliseler inşa edilmiştir. Bunlar arasında VI. yüzyılda İstanbul’da inşa edilen Bazilika en göz çarpanıdır.
Prof. Dr. Teoman Durali kimdir?
Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı, 1947'de Zonguldak’ın Kozluk ilçesinde dünyaya geldi. İlköğrenimini Zonguldak'ta, orta öğrenimini ise TED Ankara Koleji'nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden 1973'te mezun olan Duralı, 1975'te mezun olduğu bölümde asistan olarak göreve başladı. Teoman Duralı hoca, 1978'de NATO bursuyla Paris'te biyoteknoloji seminerlerine katıldı ve biyoloji felsefesi üzerine yazdığı çeşitli tezlerle 1988'de profesör oldu. Kuala Lumpur Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi ve Viyana Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi sıfatıyla dersler veren Duralı, 1996'da İstanbul Üniversitesi Araştırma Fonu'nun mali desteğiyle Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan'a araştırma gezisinde bulundu. Duralı, Kazakistan'da hizmet veren Ahmet Yesevi Üniversitesi'nde de bir süre görev yaptı. Duralı, 1999 yılında İstanbul Üniversitesi Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Başkanı oldu. Felsefe bölümünü kurduğu Kırklareli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde 2009-2015 arasında dekanlık yapan Teoman Duralı, Kutadgu Bilig dergisinin genel yönetmenliğini üstlendi. Teoman Duralı hoca, son olarak TRT 2 ekranlarında seyirciyle buluşan "Felsefe Söyleşileri" programını yapıyordu. Ayrıca Türkçe, İngilizce ve çeviri makaleleri, Felsefe Arkivi, Yazı, Bilim Dergisi, Türk Kültürü, Forum, 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, İlim ve Sanat, Felsefe Konuşmaları, Milli Kültür, Bilim-Felsefe-Tarih, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Yıllığı, Yeni Toplum, Turkish Daily News, Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı Bülteni, Dergah, Diplomatik, Yeni Şafak, Zaman, İlahiyat Fakültesi Dergisi, NQP Türkiye, Gerçek Hayat, İstanbul'daki Anadolu, Eğitimbilim, Altınoluk, Umran, Kutadgubilig dergi, gazete ve yıllıklarında yayımladı. Prof. Dr. Teoman Duralı hoca, 2000 yılında Çağdaş Küresel Medeniyet adlı çalışmasıyla Türkiye Yazarlar Birliği İnceleme Ödülüne de değer görüldü.
Comentários