“Trabzon’un kültür-sanat ufkunda yer alan değerler, her ortamda söyleyecek sözlerini ifade edebilecek yayın organları bulmuşlardır. 1920’lerde Genç Anadolu, Yeni Ay, Gümüşhane İrfan Yolunda İlk Adım, 30’larda Akın dergisi, Trabzon Halkevi yayın organı İnan, 40’larda Değirmen, Hamsi, 50’lerde Boztepe, Horon sanatsız yapamayan nice değerimizin soluk aldığı dergiler olmuştur.
60’lı yılların başında bu kervana yepyeni bir dergi katılır: Kıyı. Aynı yılların ortalarında çıkan Çakıl ve Yalı dergileri, yayımlandıkları okulların sınırını genişletirler.”
Usta Ozan, Yazar, Türk dili öğretmeni Ahmet Özer, 2015’in penceresinden baktığında Trabzon’daki dergiciliğin tarihsel sürecini böylesi kısa ve özlü olarak aktarır: Sözünün özü, Kıyı dergisinin 54. yılında gelinen aşamayı vurgulamaktır; uzun süre omuzladığı bir derginin emektarlarına, onu bir “Argonot Gemisi” bilip “küreklerine girip çıkan” yüzlerce/binlerce değere bir selam göndermektir. Ahmet Selim Teymur, Rasim Şimşek, Ziyad Nemli, Adnan Topsakal, Necmi Duman, Osman Akbay, Attila Aşut gibi Trabzonlu değerlerin çıkışını sağladığı iki yapraklı dergiden yıllar içinde ulusal çapta tanınan ve anılan “Trabzon’un kültür sanat ufkunun en soluklu dergisi” durumuna gelişini anlatmak ve ilerlemesi için “viya” komutu vermekti sözünün özü Ahmet Özer’in. Özer’in Kıyı’yı “Trabzon’un kültür sanat ufkunun en soluklu dergisi” olarak tanımlamasının üzerinden tam 5?? yıl geçti. Kıyı, 310. sayısında kaptanının yorulması ve hep aynı mürettebatın küreklerde bulunması gibi nedenlerle limana çekilerek “dinlenmeye” alındı. Bu dinlenme, dergisine tutkun okuyucuların ısrarlı istekleri, yerel varsıllığı ulusala ve evrensele taşıma özlemini/kararlılığını göstermeleri nedeniyle bu ay itibariyle sonlandırıldı. Kıyı yeniden okuyucularıyla kucaklaştı.
Kıyı’nın 311. Sayısının okurlarıyla buluşması merkezi Ankara’da bulunan Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı (Trabzon Vakfı) tarafından düzenlenen anlamlı bir etkinlikle gerçekleştirildi. Tam da Trabzon’un Rus işgalinden kurtuluşunun yıldönümünde yapıldı bu etkinlik.
Kıyı dergisinin ilk sayısından beri omuzdaşı, emektarı olan, deneyimli gazeteci Attila Aşut, yerel tarih ve etimoloji üzerine yaptığı çalışmalarla, İngilizce ve Osmanlıca’dan çevirileriyle, bilimsel makaleleri ve kitaplarıyla tanınan Kudret Emiroğlu ile emekli TRT Şef Prodüktörü, Araştırmacı Yazar, Gazeteci Alâettin Bahçekapılı’nın konuşmacı olarak katıldığı etkinliğin kolaylaştırıcısı, Kıyı dergisinin Ahmet Selim Teymur, Naci Özkan’dan sonraki sahibi Fethi Yılmaz idi.
24 Şubat’ta düzenlenen bu etkinlik Trabzon Vakfı Başkanı Bilgin Aygül’ün kültür-sanat-edebiyat bağlamında üretim yapanların toplumun her zaman önünde giden kişiler olduğunu, böylesi kişilerin düşüncelerinin topluma ulaşması için basın ve yayının desteklenmesi gerektiğine inandığını belirterek konuşmacıları selamlamasıyla başladı.
Deneyimli gazeteci Attila Aşut, Hâkimiyet gazetesinde yönetici ve sanat sayfası hazırlayıcısı olarak yaşadıklarını anlatarak başladı. “Hâkimiyet gazetesinin sanat sayfası çevresinde sanata-edebiyata meraklı gençler toplanıyordu; onlardan biri Alâettin Bahçekapılı’dır, Öner Ciravoğlu, Mustafa Duman vardı, bu arkadaşlarımız daha öğrencilik yıllarında bu gazete çevresinde toplandılar, bu gazetenin niteliğinden dolayı.” diyen Aşut, Hâkimiyet’teki sanat sayfasının yerelde kalmadığını ve ulusal çapta tanınmış yazarlardan, ozanlardan da ürünlerin geldiği bir çekim merkezi olduğunu anlattı. Sözlerini “Bir noktadan sonra bu sanat sayfası bize yetmemeye başladı” diyerek sürdüren Aşut, “bir dergi düşüncesi oluştu kafamızda, onu kotarabilecek kadro da vardı Trabzon’da” açıklamasında bulundu. Yazar Ziyad Nemli, çok yönlü sanatçı, yargıç Ahmet Selim Teymur, Gündoğdu Sanımer, Mustafa Beşgen, Rasim Şimşek, Necmi Duman, Subutay Karahasanoğlu ile Ganita’da yapılan toplantılar sonucunda Ekim 1961’te ilk sayıyı yayımladıklarını vurgulayan Aşut, bu derginin 11 sayılık bir ömrü olduğunu belirtti. Bir süre geçtikten sonra Rasim Şimşek’in önderliğinde Fatih Eğitim Enstitüsü öğrencilerinin Kıyı’yı 19 sayı çıkardığını, sonra Ahmet Selim Teymur’un öncülüğüyle Kıyı’nın 21 sayı daha yayımlandığını anlatan Attila Aşut, “Kıyı’nın 61. yılındayız ama, sürekli çıkabilen bir dergi değil Kıyı, kesintiler var bu süreçte, 1986 yılında ben Ankara’dayken Ahmet Özer beni ziyaret ederek dergiyi yeniden çıkarmak istediklerini söyledi, benim de en aktif olarak içinde yer aldığım dördüncü dönem başlamış oldu” dedi. Aşut, sonraki gelişmeleri de şöyle özetler: “Bu dördüncü dönem 2002 yılına kadar sürdü, hiç aksamadan Ahmet Özer’in emeği, özverisi, çabasıyla çıkan Kıyı’da Ali Mustafa’nın da katkısını görüyoruz. Yayınına 5 yıl kadar ara veren Kıyı’nın 2007’de yeniden okurla kucaklaşması da Ahmet Özer’in gayretiyle olur ve böylece dergi 310. sayıya kadar gelir. Bu süreçte abonelere gönderimin aksaması, şikâyetlerin artması nedeniyle Ahmet yoruldu ve bana da ne yapalım edelim diye sormadan, ‘ben kapatıyorum’ dedi ve yayına son verdi açıkçası.”
Kıyı dergisinin bir çizgisinin oluştuğunu, taşrada çıkan ama taşralı olmayan bir yapısının bulunduğunu, yerelden ulusala hatta evrensele uzanan bir çizgide çok farklı bir özelliğinin olduğunu belirten Aşut, “yeniden çıkma kararı birçok kesimde sevinçle karşılandı, bunlar Trabzonlu değil üstelik, Trabzon kendi çocuklarına yabancıdır, Kıyı dergisi uluslararası çapta tanınırken Trabzon’da abone sayısının çok az olduğunu görüyoruz, Trabzonlu kendi çocuklarına, kendi değerlerine ilgisizdir, bu yazgının aşılması gerekir.” diyerek bitirdi.
Fethi Yılmaz, Kıyı’nın yeniden çıkmasını sağlamak üzere Trabzon’da Mustafa Reşat Sümerkan, Zekeriya Saka, Bekir Gerçek, Ömer Turan, İstanbul’da Alâettin Bahçekapılı, Mustafa Duman ve Öner Ciravoğlu, Ankara’da Kudret Emiroğlu ve Mehmet İş'in kendilerine destek olduğunu açıklayarak “Kıyı’nın tarihsel çizgisini sürdürmekle beraber daha geniş bir yelpazede okurla buluşmayı düşünüyoruz, kültürün ve sanatın bütün dallarını kapsamayı hedefliyoruz” dedi.
Trabzon Vakfı'nın etkinliğine İstanbul'dan gelerek katılan Araştırmacı Yazar, Gazeteci, emekli TRT Şef Prodüktörü Alâettin Bahçekapılı konuşmasına 30 yıl önce "tam da Trabzon'un kurtuluş günü olan 24 Şubat'ta vefat eden Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nu anarak başladı: "Velidedeoğlu yolu Trabzon'dan geçen değerli bir aydındır, 1921'de geldiği Trabzon Lisesi'nde ilk şiirlerini yazmış ve yayımlamış değerli bir yazardır, İÜ Hukuk Fakültesi'nde de hocamdır, kendisini saygıyla selamlıyorum."
Bahçekapılı daha sonra "kültür ve sanatın, insan yaratılarının yaygınlaşabilmesi ve her gün Amerikanın yeniden keşfedilmemesi için gazetelerin, dergilerin yayımlanması, yaşatılması gerektiği"ni dile getirerek; "Trabzon bu bakımdan çok varsıl bir kenttir, bu varsıllığı sürdürmek gerekmektedir. Benim 1987'de yazdığım Trabzon'u Yazanlar kitabımda özet yapmama karşın 120 sayfalık bir oylum var, bu değerlendirmeyi bugüne getirmeye kalksam belki de 200 sayfa olur. Bu bile kentimizin kültür-sanat-yazın varsıllığını göstermeye yeter diye düşünüyorum" dedi.
"Deniz yanacak ve masum değiliz hiçbirimiz"
Bahçekapılı yıllar önce Trabzon'daki bir etkinlikte "Trabzon, Karadeniz gerçekten kurtuldu mu?" sorusunu ortaya attığını, bu sorunun yaşanan çevre, kentleşme, su kirliliği bağlamında günümüzde de sorulabileceğini dile getirerek şöyle dedi:
"Günümüzde Marmara Denizi müsilaj sorununu yaşıyor. Oysa, yıllar önce dünyaca ünlü yazarımız Yaşar Kemal, Marmara'da avlanan balıkçıların sorunlarını irdelediği bir gazetedeki yazı dizisinde, balıkçıların "bir dokun bin ah işit " dedirtten çığlıklarını şöyle özetlemişti: "DENİZ YANIYOR..." Yıllar geçti aradan: Ne Marmara balıkçılarının sesini duyan oldu; ne Yaşar Kemal'in çığlığını. Duymadılar da ne oldu? Bugün yaşadığımız sorun ortaya çıktı. Yani
'Marmara tükendi, deniz yandı.'
Karşımızda böyle bir örnek varken ve bugün ülkemizin en uzun kıyılarının bulunduğu, balık gereksinmemizin % 80-85'ini sağlayan Karadeniz için aynı geleceğin söz konusu olduğu dile getirilirken, nasıl olur da "deniz yanmaz" deriz. Deniz bal gibi de yanar.
Kıyılarındaki 6 ülkenin evsel atıkları, olduğu gibi, sularına bırakılırsa... Kıyılarındaki 6 ülkenin sanayi kuruluşları atıklarını arıtmadan o laciverte çalan maviliklerine acımadan dökerse...
Kıyılarındaki 6 ülkenin çıkarına olduğu aldatmacasıyla su yolu, petrol yolu durumuna getirilirse; tankerlerle petrol taşınırsa...
"Karadeniz yanar."
Kıyılarındaki 6 ülkenin nehirlerinin getirdiği olumsuzlukların dışında, Karadeniz'e ulaşan öteki nehirlerin kıyılarındaki 10 ülkenin bütün kirlilik unsurları da eklendiği için Karadeniz yanar.
Bilimsel verilere göre, Kıta Avrupası'nın ürettiği kirliliğin üçte biri Karadeniz'e ulaşmaktadır: Burada baş suçlu Tuna Nehri. Doğduğu Almanya'dan dökülmek için Karadeniz'e doğru yola çıkan Tuna Nehri, sanayileşmiş ülkelerden ve yoğun yerleşim yerlerinden, geçmektedir. Buralardan, her yıl , 60 ton civa, 60 ton fosfor, 900 ton bakır, 1000 ton krom. 4 bin 500 ton kurşun, 6 bin ton çinko, 340 bin ton azot ve 50 bin ton petrol kirliliği alarak Karadeniz'imize getirmektedir. Gelen bu atıklar aşırı miktarda azot ve fosfor içermektedir. Bu maddeler Karadeniz'in besin zincirini olumsuz yönde etkilemekte ve balık üretiminde azalmaya yol açmaktadır.
Kaldı ki, Ren-Main kanalının açılmasıyla Tuna Nehri, kıyılarında yoğun sanayi tesisleri bulunan Baltık Denizi'nin ve Ren'in kirliliğini de Karadeniz'e taşımaktadır."
Bahçekapılı, Karadeniz'in özel jeolojik yapısı nedeniyle ancak 80-100 metrelik bir tabakasında deniz ürünlerinin beslenebildiğini, aşırı kirlilik nedeniyle Karadeniz'de yaşayan deniz ürünlerinin nicel ve nitel olarak azaldığını vurgulayarak; "Karadeniz'de biyolojik çeşitliliğin korunması konusunda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Sadece balık türlerinin %40'ı tehlike altındadır. Bu nedenle, Karadeniz'de yaşayan yaklaşık 300 balık türünden 60 balık türünün yeniden restore edilmesi gerekmektedir. Bilimadamlarının bu bulguları ve 300'e yaklaşan canlı türünün 4'e 5'e indiğini ortaya koyan veriler karşısında işte söylüyoruz:
Önlem alınmazsa Karadeniz yanacak. Ve hiçbirimiz masum değiliz" ifadelerini kullandı.
"Çevre için, kültür için yeniden Kurtuluş Savaşı"
İstanbul'un evsel ve endüstriyel yüklerinin derin deşarj yoluyla Marmara'ya ve Boğaz'a akıtıldığı için Karadeniz'in kirletilmekte olduğunu, Ordu'da Melet Irmağına, Giresun'da araziye, Trabzon'da ve Rize'de denize tonlarca çöp atıldığını dile getiren Bahçekapılı sözlerini şöyle tamamladı: " Evet, Karadeniz'i kıyılarındaki ülkelerden çok, Tuna Nehri aracılığıyla ve Türk Boğazları'ndan serbest geçiş hakkını kötüye kullanarak getirdikleri sanayi atıklarıyla, Avrupa ülkeleri kirletmektedir. Evet, Karadeniz'i gemiler ve tankerler aracılığıyla ithalatçı ve ihracatçı ülkeler kirletmektedir; daha çok kazanmak hırsıyla şimdi de petrol yolu olarak kullanmak istenmektedir. Evet, Karadeniz'in kirliliğinde kıyılarındaki 6 ülkenin de payı vardır. Ama, bizim, Türkiye'nin kirleticilik payının düşük olması bizi "masum" kılmaz. Dünyanın, ülkemizin, Karadenizimizin kirletilmesi noktasında hiçbirimiz masum değiliz. Ne yapmalıyız? diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Benim düşünceme göre, kuvayi milliye ruhu ve seferberlik anlayışı ile yeniden bir çevre kurtuluş savaşı başlatmalıyız. Çevre için, kültür için, daha temiz bir dünyada, kirletilmemiş bir dünyada yaşamak için el birliği yaparak yeniden bir kurtuluş savaşı başlatmalıyız. Sonuç olarak: Önlem alınmazsa, Karadeniz yanacak diyorum ve ol nedenle Karadeniz de, Trabzon da kurtulmamıştır, sevinilecek bir durumda değiliz, diyorum."
Ankara'daki Trabzon Vakfı'nın 24 Şubat'ta düzenlediği etkinlikte 1956'da Trabzon-Maçka'da doğan, yerel tarih ve etimoloji üzerine yaptığı çalışmalarla, İngilizce ve Osmanlıca’dan çevirileriyle, bilimsel makaleleri ve kitaplarıyla tanınan Bilkent Üniversitesi öğretim üyelerinden Kudret Emiroğlu da Kıyı dergisinin 311. sayısıyla yola çıkması özelinde basın-yayın dünyasının önemine ve sorunlarına değindi.
Emiroğlu konuşmasına, “bu tür toplantıların bir numaralı işlevi yüz yüze görüşmektir bence” diyerek başladı ve “pandemi nedeniyle yüz yüze görüşmenin fazla mümkün olmadığını”, “bu görüşmelerin devamının gelmesini” dilediğini vurguladı. Emiroğlu şöyle dedi: “Çünkü, tek bir cümle ile insan konuşan hayvandır. Buradan konuyu hemen dergimize getireceğim; yazı ile konuşma arasındaki ilişkiye değinmeyeceğim. Ben 3-4 nokta üzerinde duracak ve dikkatinizi çekmeye çalışacağım bu derginin şu veya bu şekilde önemini anlatabilmek için…Birincisi bugün yayıncılık faaliyeti ne demektir? İktisaden, maliyet olarak. Türkiye’nin en eski edebiyat dergisi Varlık, kapanma kararı aldı. 3-4 kuşağın yetiştiği gerçek anlamda okuldur Varlık dergisi. Ve kapanma aşamasındadır; çünkü Türkiye’de kâğıt üretimi sıfırdır. Tüm kâğıt ihtiyacımız ithal edilmektedir. SEKA kapatılmıştır, kâğıt ithal edilmektedir. Varlık’ın yanında Notosyayınına ara verdi, dolar böyle olduğu sürece yeniden başlaması zor. Dergâh gibi bir yayınevine dayanan, siyasi görüş olarak diğer ikisiyle teması olmasa bile aynı ortamın, aynı maliyetin kurbanı olan bir dergi de yayınına son verdi. Çünkü maliyet hesabı ortada. Bu işler kâr edilsin diye yapılan işler değil. Sadece maliyet karşılanabilse sürdürülecek gönül işleri.”
"Dergicilik gönül işidir, paradan para kazanmak isteyenlerin işi değil!"
Paradan para kazanmak peşinde olanların “gönüllü yayıncılığı” anlayamayacağını, bu duyguya sahip kişilerin böyle davranmasının, dergi-gazete çıkarmakta direnmesinin tek bir izahı bulunduğunu dile getiren Emiroğlu şöyle dedi: “insan olduğunu hissetmek için. Konuşmak, yazışmak, iletişim kurmak sadece şiir, sadece öykü yayınlamak için değil, sanatla kültürle ilgili her türlü yazıyı paylaşabilmek için… Çünkü her dergi bir çevrenin ürünüdür. Bir toplumsal hazırlığın ürünüdür. Sosyolojik anlamda bir örgütlenmenin ürünüdür. Örgüt dediğimiz illa parti, illa dernek, illa sendika olacak değil. Sosyolojik anlamda her arkadaş çevresi bir örgüttür. Ne kadar uyum içindeyse, ne kadar verimli olabiliyorsa, ne kadar kendisini yarına taşıyıp yeniden üretebiliyorsa, o kadar iyi bir örgüttür. Ama toplumsal bir örgütlenme olduğuna göre toplumla kurduğu iletişimin kanallarını da aynı verimlilikle sürdürebilmesi gerekmekte. Bu da, Kıyı özelinde söylersek, Aşut hocanın dediği gibi, taşrada çıkan ama taşralı olmayan bir dergi olmak itibariyle toplumsal örgütlülüğünün ne kadar verimli ne kadar etkin olabildiğini bize çok açık anlatan bir cümledir.”
E-gazetelerin yaygınlaşması ve gelecek kuşakların bütün ufkunun oraya dönük olması nedeniyle artık gazetecilik yapılamadığını, dergiciliğin bu anlamda önem kazandığını, dergiciliğin kitaba ve gazeteye göre farklı bir yerde durduğunu, dergi o toplumsal örgütlenmenin geçmişle gelecek arasındaki en dinamik, en canlı bağı olduğu ifade eden Kudret Emiroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Şuna benzetebiliriz, kitap bir fotoğrafsa, dergi bir filmdir, süreklilik içerir. Bu hem 1-2-3-4 gibi sayısal olarak süreklilik, hem de amatörlerin, heveslilerin okuluna dönüşmesi sayesinde önem kazanır. Bir liseli şiirini orada yayımlar, amatör bir kimse orada deneyim kazanır. Orada zamanla, tarihle, insanlıkla ilişki kurar. Dergiyi yönetenler, dergiye emek verenler aslında gelecek kuşaklara da yön ve emek vermektedirler. Bir derginin kapanması, geçmişle gelecek arasındaki bağlantının kopması demektir, bunu örgün eğitim, devlet eğitimi sağlayamaz."
"Dergi, insanlar okusun diye çıkar. İnsanlık paylaşmakla olur."
Emiroğlu, matbaanın, matbaacılığın tarihine bakıldığında “devlete rağmen toplumun ürettiği, geliştirdiği, yaşattığı bir yaşam alanı, sivil zihniyetin ürettiği ve yeniden üretmeye aday olduğu bir yaşam alanı” olduğunu vurgulayarak sözlerini şöyle bitirdi:
“Onun için okuyucusuyla, abonesiyle, heveslisiyle, amatörü profesyoneliyle yeni gençliğiyle aslında toplumun hem belleği, hem de halinin geleceğe taşınması açısından en dinamik unsurudur dergi ve dergicilik. Dergi, kültür, sanat, edebiyat dergisi diğer bütün matbuat sektöründen çok farklı bir işleve adaydır. Bunu gerçekleştirebilmek Türkiye’de yayımlanan dergilerin yarısının 10. Sayıya ulaşamadığını göz önüne alırsak, tarihsel olarak baktığımızda 1 sayıda kapanan çok fazla dergi var, ama şunu hatırlatayım, 12 Eylül 1980’e kadar 3-5 arkadaş, memur bütçesiyle hatta, yani harçlıklarını arttırarak dergi çıkarabiliyordu, şimdi artık birçok yaşam alanında olduğu gibi, bu da bir holdingleşme, bu da bir şirketleşme haline dönüyorsa, yani kültür sanat üretimi diye, bilim üretimi diye önümüze konan şey fabrikasyon, aynı tohumuyla oynanmış gıda ürünü gibi insan biyolojisine zararlı bir ürün haline geliyorsa, bunun nefes alabileceği tek yer, gene bu tür sivil girişimle çıkmış dergilerdir. Kıyı bunun için çok önemlidir, geçmişiyle çok önemlidir, şu anda da bir kahramanlık işidir tek kelimeyle. Geleceği de umarım ki aynı geçmişi kadar önemli olur, ama bu sağlanan toplumsal iletişimle, sağlanan toplumsal katılımla olabilecek bir şeydir. Çünkü şiir anı defterine, günlüğe yazılıp saklanmak için yazılmaz, insanlar okusun diye yazılır. Dergi, insanlar okusun diye çıkar.
İnsanlık paylaşmakla olur. Teşekkür ederim.”
Haber ve görseller: BRT Yayın Grubu Genel Yönetmeni Alâettin Bahçekapılı
Commentaires