top of page
Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

'Kâbus mu? Mucize mi?' oyunu dün akşam ünlüleri ağırladı



  

 İSTANBUL/ATAŞEHİR-  Tiyatro eğitimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi

Tiyatro Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktorasını Samuel Beckett Tiyatrosu üzerine Paris Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde yapan ve uzun zamandır Fransa’da yaşayan Tiyatro Estetiği doktoru, Şair-Çevirmen Serpilekin Adeline Terlemez’in yazıp yönettiği Kâbus mu Mucize mi? oyunu dün akşam yeniden tiyatroseverlerle buluştu. Oyunu seyreden, hem yönetmen Serpilekin Terlemez'i, hem de oyuncuları tebrik edenler arasında tiyatronun duayeni Ali Poyrazoğlu ile ünlü oyuncu Tamer Levent'in bulunuşu geceye renk kattı. Oyun sonunda sahneye getirilen yönetmen Terlemez'in, "bu oyunu 11 kez yazdım, zor beğenmemin ödülünü sizler alkışlarınızla veriyorsunuz. Oyunculara ayrı ayrı teşekkür ederim. Sizden aldığım güçle yazmaya devam" sözleri duygulu anlar yaşattı seyircilere.



      Ataşehir Metropol AVM’deki DASDAS Tiyatrosu’nda 7-8 Şubat, 12-13 Mart'ta oynanan ve büyük ilgi çeken “Kâbus mu? Mucize mi?” oyunu, dün akşam Ataşehirlilere yeniden sunuldu. Annesi Çevirmen-Yazar Sevgi Türker Terlemez ile Paris'ten gelerek seyircilerle ve oyuncularla birlikte olan Yönetmen-Yazar Serpilekin Adeline Terlemez, oyunun Mayıs ayında tekrar sahneleneceğini açıkladı.

 Kâbus mu? Mucize mi? oyununda Gürkan Arıkboğa, Başak Kalkan, Işıl Ezgi Çeçen, Kutlu Ada Bahadır rol alırken, müzikleri Bülent Deliormanlı, ses ve efektleri Yıldız Çiçek Sivri Turhan gerçekleştirdi. Kutlu Ata Bahadır’ın oyun asistanı olduğu yapıtta, dış sesler de Gürkan Develi, Didem Balçın ve Sibel Yılmaz Arınç’tan.





  Şiir ve tiyatro bünyesinde dil ve kültür birlikteliği odaklı çalışmalarını Paris’te sürdüren Serpilekin Adeline Terlemez’in  “Kâbus mu? Mucize mi?” oyununda yetenekli pilot Haluk, geçirdiği bir kaza nedeniyle tekerlekli sandalye ile çıkar hayatın karşısına. Geçmiş–bugün, kurgu-gerçek, benzerlikler-benzersizlikler arasında bocalayan Haluk’un iyileşme çabası karısı Seda’yı sarsar. Bu oyun bencil ben’ini biz yapmaya çabalayan insanın, arayışına çıktığı öteki veya ötekiler tarafından gördüğü sevginin içtenliği ölçüsünde içindeki öteki veya ötekileri sevebileceğini gösterir. İnsan kendi içinde bir okyanus barındırdığının; yaşadığı sevinç, hüzün, coşku, korku ve tutkuları ile bu okyanusu her an daha da derinleştirdiğinin farkına vardığı için mi içinde büyüyen sessizliğin çığlığından çekinir? Yoksa büyüteçlerin abartısından uzak, aynalardaki görüntüsünden mi hoşlanmaz? sorularının yanıtları aranır.

Alâettin Bahçekapılı'nın izlenimleri:



"İki ünlü ile yan yana oyun seyretmenin ayrı bir keyfi varmış. Tamer Levent, benim belleğimde önceden bıraktığı izlere en son, Camdaki Kız dizisindeki Rafet Bey karakterini ekledi. Yan yana oturup iki sözü üst üste koyarken, eşim Tülay'ın 'Sakla Beni dizisi ne zaman tatile girer' sorusundan anladım ki, ben biraz eskide kalmışım. Sevgili Tamer Levent, Sakla Beni dizisinin Mayıs'ta sonlanacağını, Haziran'da küçük bir iki işten sonra Temmuz'dan itibaren ailesi ile tatil yapacağını açıkladı. Sorum üzerine "yaz dizilerinden hoşlanmadığını, Eylül-Ekim'de başlayacak sezonun ne göstereceğini şimdiden bilemediğini" söyleyen Levent'e, "bazı meslekler 'aileye rağmen' yapılır, gazetecilik benim bakımımdan öyle, oyunculuk nasıl?" diye sordum. "Aynen öyle. Aileye rağmen yapılır, çoğu kez."

Oyun sırasında amatör ya da profesyonel hiçbir araçla, ses, görüntü alınmaması "ricası"na içselleştiremesem bile, uydum. Ama oyun biter bitmez, ardı ardına deklanşöre bastım, iyi ki öyle yapmışım: "Söz uçar, yazı-fotoğraf kalır."




Oyunla ilgili düşüncelerime geçmeden tiyatronun duayeni Ali Poyrazoğlu ile ayaküstü "laf aramızda"ları paylaşayım:

Elimi uzatıp "insan sıcaklığı"nı yeniden paylaştığımızda, ardı ardına sitemleştik; "ya hu Alâettin, Harbiye'den bir taşındın pir taşındın." "Emekli oldum Radyoevi'nden." "Azizim, insan bir aramaz sormaz mı?" "Haklısın, benim hatam." "Söyleşmen kadar kalemini de özlemişim." "Kalemimi?" "Radyodayken yazıp Erdal'ın (Özyağcılar) oynadığı balıkçıları, Alamancıları..." "O kadar yakından izlediğini bilseydim!" "Kıskançlıkla hem de... Kalemin bize gürledi, yağmadı!" "Üf, başımı yaracak bu taş. Çok mu geç kaldık?" "Sana kalmış... Ben isterim." "Ya hu Ali kardeş. Bir de oyun yazmayı sokma aklıma... Ben kendimi tutamam sonra!" "Ben buralardayım." "Sen her yerdesin. Bakıyorum Serpilekin, 'hocam hocam' deyip duruyor sana?" "Elim değmiştir, iyi bir öğrencimdir."

Gelelim oyunla ilgili düşüncelerime:

1960'lı yıllarda, Şehzadebaşı'nda, Fındıkzade'de, Beyoğlu'ndaki tiyatroları yakından "deliler gibi!" izleyen bir genç, sonraları pek çok sanatçıyla dostluklar kurmuş bir gazeteci olarak uzun süre tiyatroya gidemediğimi itiraf etmeme izin verin lütfen. Son seyrettiğim oyun, Şener Şen'in sahnede devleştiği Zengin Mutfağı. O da, Ataşehir'de sergilendiği için...

Demem o ki, ünlü yazar, öğretmenim Haldun Taner'den aldığım bilgileri yaşamda deneyimlemiş, varsıllaştırmış biri olmama, ayrıca radyolarda çok arkası yarın, radyo tiyatrosu gibi izlencelere, prodüktör olarak kendi yaptığım izlencelere oyun katkısı vermişliğimi de eklersem... şu kestirimlerimi paylaşmama izin verirsiniz herhalde!



Sevgili Serpilekin'in '11 kez yazdım' dediği Kâbus mu, Mucize mi? oyunu, tam da hedeflendiği gibi, ben-biz ikileminde sevgiyi ötelemenin psikolojik çözümlemesini başaran bir oyun. Bir mesleği tutkuyla sevmenin, yürümenin amacını bile sorgulayamayanlara karşı savunmak zorunda kalmanın isyanı... "ayağın yerden kesilmesinin", "bulutların üstünde oturmanın", "kuşlar gibi özgür olmanın" ne demek olduğunu düşün(e)meyenlere karşı bir isyan... "biz" olamamanın, bencil ben'in sürdürülmesine isyanı... gizlense de kopuk yaşamaya mahkûmiyete isyan... kimi yerde didaktik olma pahasına sorgulayıcı, tartışmaya davet edici bir çağrı... "ben bu yıldızları beyinsel gökyüzünüze çakayım, siz gidin evde bir düşünün" yaklaşımı... sanki doğaçlamaymış gibi akıcı dialoglar... ve son mesaj: "Sevgi iyileştirir."

Serpilekin, kendi yaşamından bizim yaşamımıza kıldan ince kılıçtan keskin bir köprü kuruyor: Geçip geçmemek, aldıklarımızı beyinsel/vicdansal kuyumcu terazimizde tartıp tartmamak bize kalsa da, yazarın deneyimlerinin bize sunduğu yardım/öneri görmezden gelinecek gibi değil.

Soluk alınamadan, kıpırdanamadan izlenen bir oyun Kâbus mu, Mucize mi?


Görseller, haber, yazı: BRT Yayın Grubu Genel Yönetmeni Alâettin Bahçekapılı

     


Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page