top of page
  • Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Korkut Akın yazısı: On Binlerin Yürüyüşü



Korkut Akın yazısı: On Binlerin Yürüyüşü

(Bir Yunan Tümeninin Kaçış Öyküsü)

Eylül için hazan hatta hüzün ayı derler. Oysa bizim tarihimizin en kıymetli kazanımlarının ayıdır ve en tam da o nedenle farklı konumlandırılmalıdır. Eylül deyince ilk akla gelen İzmir’in kurtuluşu ise de, öncesinde Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi, bu başarının hazırlanmasında önemli bir yer tutar.

Birinci Paylaşım Savaşının ardından, yenilmiş sayılınca, savaşın adına da uygun olarak Anadolu birçok ülkenin silahlı ordusu tarafından paylaşılmaya başladı. İngilizler ve Fransızlar başta, İtalyanlar, Yunanlar da istilaya kalkıştı. Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal’in önderliğinde, Milli Mücadele için yaşlı genç, kadın erkek herkes varsa silahını, yabasını, sopasını kapıp savaşa koştu; yeter ki bağımsız kalalım, yeter ki özgür olalım.

Anadolu’yu yeniden ele geçirmek düşüncesindeki Yunanistan Krallığı, megalo idea ile gerçekten büyük bir çıkartma yaparak Anadolu’nun içlerine kadar girdi. Ege bölgesinde hemen her yerleşim merkezini eline geçirip, Eskişehir üzerinden Ankara’ya yürüdü.

 



Birilerinin buna “dur” demesi gerekiyordu…

…nitekim dedi de. Düzenli ordu kurulunca birçok mevzide ama en çok da Ege bölgesinde düşmanla kora kor mücadele edildi. Kolay değildi kuşkusuz, Osmanlı İmparatorluğu tükenmiş, ordusu yenildiği için dağılmış ama bağımsızlıkçı güçlere karşı da dini hassasiyeti öne çıkararak düşmana karşı gelinmemesi talimatları göndermekten de geri kalmamıştı.

 

Ali Soysal, Yunanistan’dan Anadolu’ya gönderilen on beş tümenin, bozgunla birlikte dağılmasına rağmen, “Müstakil Tümen” adı verilen, aslında yardımcı güç olan üç tümenden birinin yaşadıklarını yazmış.

Türk kaynaklarının “15. Tümen”, Yunanların “Müstakil Tümen” olarak adlandırdığı askeri birim, dost kuvvetlerinden tamamen mahrum ve denizden alabildiğine uzak (460 km) olmasına rağmen çok az bir kayıpla Anadolu’dan kaçabilmiş.

Ali Soysal, bunu, Ksenefon’un, M.Ö. 401 yılındaki (bugünkü) Irak topraklarından yola çıkan ordunun Anadolu’yu bir uçtan diğerine kat ederek Truva’ya varışlarını anlatan “On Binlerin İnişi” ile buluşturarak, “On Binlerin Yürüyüşü” adıyla yazmış.



Günde en çok 30 km kadar yürüyebilen 7.600 kişilik tümen, yolda katılan (işbirlikçiler, döküntü askerler ve Anadolu’yu yeni bir pazar ve kazanç kapısı görenlerle) birlikte 17.000’i aşan Müstakil Tümen, Seyitgazi’den yola çıkmış, Akoluk, Çöğürler, Alayunt, Gelinkaya, Çakmak, Çavdarhisar, Gediz, Yeşilçay, Simav, Yeniköy, Düvertepe, Sındırgı, Çobanlar, Gelenbe, Kırkağaç, Soma, Kınık, Bergama üzerinden Dikili’ye ulaşmış…

Bizde pek üzerinde durulmayan, ama Yunanistan’da 1931 yılından başlayarak, tefrika olarak yayımlanmış bu olguyu, Ali Soysal birçok kaynakla karşılaştırarak ve hatta anılarla da destekleyerek anlatıyor.

 

Fırtınanın savurduğu yaprağın akıbeti

Özellikle papazların vaazlarıyla doldurulan Yunan askerleri, gerçekten havası ılıman, toprağı verimli, insanı (özellikle kızları) güzel Ege bölgesine kişisel kazanımları için koşarak geliyor. Türk ordusu ise onları, “Haymana’ya kadar geldiniz ama bir Hıristiyan ile bile karşılaşmadınız; o zaman hangi söze inanarak ülkenizi bırakıp buraya geldiniz” bildirileriyle karşılıyor. Bildiride özellikle, Yunanistan’ın savaş görmediği için halkının refah içinde olduğu, Anadolu’nun ise savaşlar neticesinde pek de varlıklı olmadığı da vurgulanıyor.

Zaten Müstakil Tümen askerleri de daha ilk günden farkına varıyor bu durumun, ama geri dönüş de o kadar kolay değil…



Her gün biraz daha yorulan askerleri Türk çeteleri de rahat bırakmıyor, sürekli saldırarak yıldırıyor. Tümen, her girdiği yerde kimi zaman işkenceyle kimi zaman kandırarak ama çoğunlukla da zorla ekmek buluyor. Tümeni komuta edenlerin kendilerini korumak amaçlı dikkat ettikleri tek şey, verdikleri sözü tutmak. Yoksa denize ulaşabilmeleri, evlerine kavuşabilmeleri hayal bile edilemez, bunu biliyorlar. Yol boyunca asker ölüleri, kullanılmaz hale getirilmiş mühimmatlar bunun dışında hiçbir şeyin akla gelmesine izin de vermez… Can her zaman tatlıdır muhakkak.

Anadolu köylüsü de aslında çok rahat değil; yıllar süren savaşların ardından yenilmişliğin ağır baskısı altında, ne doğru düzgün ekebildikleri ne yetiştirebildikleri ne de bakabildikleri için alabildiğine yoksul, alabildiğine çaresiz. Kendi aralarındaki konuşmalar -aslında tartışmalar demek daha doğru- da gösteriyor ki ikircikliler. Gerçekten çok yorgun hatta bezginler. Öyle ki, tümenin geldiğini duyduklarında karşıcı gönderip canları karşılığında ne isterlerse verebileceklerini söylüyorlar.

 



Savaş savaşı besler




Müstakil Tümen’i takip ederken, aslında yol üstündeki köylerin ve köylülerin durumunu da aktarıyor Ali Soysal. Bağımsızlık ve özgürlük için canını vermekten kaçınmayan köylüler, Türk askerlerinin alabildiğine yorgun ve en az bir o kadar da yoksul oluşundan üzgün onlara ellerinden gelen tüm yardımı yapmak için seferber oluyor. Tabii, kalmışsa eli silah tutan herkes düşmanla savaşmak için atılıyor öne; ta ki, denize dökene kadar.

Ali Soysal’ın betimlemeleri de çok canlı, çok çarpıcı… Özellikle savaş tasvirinde, Eylül güneşinin ağaca, çiçeğe, kuşa, denize yansımasını aynı duyguyla aktarıyor.

İlk baskısı tükenmiş, belki sahaflarda bile bulunmayan bir kitap “On Binlerin Yürüyüşü”; yeniden basılmalı, hatta zahmete değer, belgeseli yapılmalı. O zaman bir kez daha anlarız bağımsızlığın ve özgürlüğün gücünü, o zaman bir kez daha fark ederiz savaşın kötü, barışın iyi olduğunu…

 

On Binlerin Yürüyüşü (Bir Yunan Tümeninin Kaçış Öyküsü)

Ali Soysal

Tarihçi Kitabevi

Eylül 2014, 176 s.

84 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page