top of page
  • Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Kemal Tahir, Âşık İhsani



Bugün 21 Nisan. Kemal Tahir ve Âşık İhsani'nin ölüm yıldönümü.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.

Kemal Tahir kimdir?



Kemal Tahir Demir (d. İstanbul, 15 Nisan 1910 - ö. İstanbul, 21 Nisan 1973)

Asıl adı İsmail Kemalettin Demir’dir. Deniz subayı olan babası, Sultan II. Abdulhamid’in yaverlerindendi. İlkokulu çeşitli okullarda, rüştiyeyi Kasımpaşa’daki Cezayirli Haşan Paşa Rüştiyesi’nde okudu. Galatasaray Lisesi’ndeyken öğrenimini yarım bırakıp çalışmaya başladı. Avukat kâtipliği (1928-1932), Fransızların yönetimindeki Zonguldak Kömür İşletmeleri’nde ambar memurluğu, İstanbul’da Vakit, Haber, Son Posta gazetelerinde düzeltmenlik, muhabirlik, çevirmenlik yaptı. Yedigün, Karikatür dergilerinde sayfa sekreteri oldu, Karagöz gazetesinde başyazardı, Tan gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü (1932-1938) üstlendi.

Nâzım Hikmet’le birlikte Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde “askeri isyana teşvik” suçlamasıyla yargılandı. 15 yıl hapse mahkûm oldu. Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya ve Nevşehir cezaevlerinde 12 yıl hapis yattı (1938-1950). 1950’de genel afla özgürlüğüne kavuştu.

İstanbul’a döndükten sonra bir süre İzmir Ticaret gazetesinin İstanbul temsilciliğini yürüttü. 6-7 Eylül 1955 olayları sırasında yeniden gözaltına alındı, Harbiye Cezaevi’nde 6 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı.

Aziz Nesin’le Düşün Yayınevi’ni kurdu (1957-1960), bir yılı aşkın bir süre yönetti. Edebiyata, İçtihad (1931), Yeni Kültür, Geçit (1932-1934), Karikatür, Yedigün (1936-1938) dergilerinde çıkan şiir ve öyküleriyle başladı. Daha çok 1955’ten sonra yayımladığı romanlarıyla tanındı.

1960’tan sonra tümüyle edebiyata yöneldi ve tek uğraşı yazarlık oldu, hayatını romanlarının geliriyle sürdürdü.

Emrullah Güney'in çizgileriyle Kemal Tahir...


M. Kemalettin imzasıyla Türkçe taklit Mayk Hammer ve Sherlock Holmes romanları yazdı (1952). Karikatür ile Yedigün'de TİPİ ve TA-KA takma adlarını kullandı. Burada yayımlanan öyküleri Üstadın Ölümü adıyla 2006’da kitaplaştırıldı. Ayrıca Hürriyet gazetesinde Bedri Eser takma adıyla serüven romanları yayımladı. Bu kitaplarda Kemal Tahir; F.M. İkinci takma adını kullandı. Yorgun Savaşçı’yla 1967-1968 Yunus Nadi Roman Armağanı ’nı, Devlet Ana'yla da 1968 TDK Roman Ödülü’nü aldı. Yorgun Savaşçı TV’ye uyarlanarak film yapıldı, ancak gösterilmedi, Kurumca yakıldı.

Kemal Tahir, halkı hapishanede tanıyan yazarlardan oldu. Romanlarında ele aldığı konular bir toplumbilimcinin belirleyeceği konulardan farksızdır. Bu nedenle de yayımlanan her romanı beraberinde tartışma da getirdi.

Osmanlı dönemi, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi, tek parti iktidarı, köy enstitüleri ve Asya tipi üretim tarzı gibi konular onun romanlarında işlediği başlıca konular oldu.

Esir Şehrin İnsanları

Anlatacağı çok şey olduğundan bir romana sığdıramadı. Örneğin Esir Şehrin İnsanlarıbir üçlemenin ya da nehir romanın birincisidir. İkincisi Esir Şehrin Mahpusu, üçüncüsü de Yol Ayrımı’dır.

Olayları derinliğine ele alıyor olması onu yeni eserlere taşıdı. Kişiler ve olaylar yeni eserlerle ve yeni kimlikleriyle canlılıklarını korudu. Kemal Tahir, kuşaktaşlarına göre, Türkçeyi çok yalın kullanan bir yazardı. Öte yandan ayrıntılara da son derece özen gösterdi. Aynı kitabın yeni basımlarında, romana ters gelen bölümler, anlatımlar onu rahatsız ediyorsa, bunu düzeltmekten kaçınmadı. Özellikle Esir Şehrin İnsanları’nın ikinci baskısı gözden kaçırdığı birçok çelişkinin düzeltildiği bir örnek olarak gösterildi.

Esir Şehrin İnsanları’nda, Anadolu’yu destekleyen, kurtuluş için çalışan, romanın başında anlattığı Kâmil Bey’le Galatasaray’dan arkadaşı Ahmet Bey’le karşılaştıktan sonra değişen Kâmil Bey arasında yüzde yüz fark vardır. Yazar burada bir Osmanlı aristokratının da değişebileceğini, olumlu bir kişilik olabileceğini gösterir. Kâmil Bey değişir, Fethi Naci bu değişikliği bir cümlede özetler: “Kemal Tahir, Kamil Bey’in mapusane yaşamını Esir Şehrin Mahpusu’nda anlatır. Eski paşazade Kamil Bey artık ‘Millici abi’dir. Esir Şehrin Mahpusu, Kâmil Bey’in, karısı Nermin Hanım’ı boşamasıyla sona erer.” (Fethi Naci, 50 Türk Romanı, 1997).

Kemal Tahir’in romanları Halit Refiğ’in dediği gibi, bize Türkiye’yi tanıtan kesitler sundu: “Türkiye’yi, Türkleri sahiden tanımak isteyen yerli yabancı herkes Kemal Tahir’i okumak, anlamak zorundadır.”

Bu bakımdan Dr. Aytekin Yakar da şu yargıya vardı: “Roman, asker-çete-halk karışımı ilk teşkilatlanma ve karşı koyma çabalarına ışık tutuyor.” (Dr. Aytekin Yakar, Türk Romanında Milli Mücadele, 1973). Bütün bunlardan sonra şu yargıya katılmamak olası değildir:

“İlk altı eserinde Türk köylüsü ve köy gerçeklerinin üzerinde duran Kemal Tahir, daha sonra Kurtuluş Savaşımızın hazırlık dönemini inceleyen romanlara geçer; Esir Şehrin İnsanları (1956) ve Esir Şehrin Mahpusu (1962) romanları bu yönelişin ilk iki temsilcisidir.


Âşık İhsani kimdir?


İHSANÎ, İhsanî Sırlıoğlu


(d. 1934/1935 / ö. 21.04.2009)

İhsanî Sırlıoğlu, 1934 veya 1935 yılında Diyarbakır'da doğmuştur (Özdemir 2017: 39). Okuma yazmayı sonradan öğrendiği belirtilmektedir (Özdemir 2017: 43). Rüyasında gördüğü ve “Güllüşah” adını verdiği aşkı için Diyarbakır’dan çıkıp yollara düşmüş, sazı elinde köyleri dolaşmaya başlamış, önce İzmit'e sonra Ege’ye geçmiştir. Uşak'ta bir müdür vasıtasıyla Güllüşah adıyla nam yapacak olan Sevim’le evlenmiştir. Böylelikle İhsanî ve Güllüşah hikâyesi radyolara, Avrupa televizyonlarına, basına yansımıştır. Halk arasında Kerem İle Aslı, Tahir ile Zühre nevinden bir üne kavuşmuştur. İhsanî köylere gidip kendini tanıttığında, İhsanî’nin on bin sene önce vefat ettiğini söyleyenlerin olduğunu anlatmaktadır (Özdemir 2017: 42). İhsanî rüyasında bade içip, âşıklık bilgisi edindiği ve Güllüşah’ı gördüğünü söylemiş, ancak sonradan böyle bir olayın olmadığını İlhan Başgöz’e itiraf etmiş, bu hikâyeye duyulan ilgi sayesinde dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın kendisini çağırdığından, Bayar’ın desteği ile Ankara Belediyesinin kendisini bir kadroya yerleştirdiğinden bahsetmiştir (www.radikal.com.tr). İhsanî Sırlıoğlu, 21 Nisan 2009’da Diyarbakır’ın Sur ilçesinde vefat etmiştir (Kalkan 2015: 225). İhsanî, Güllüşah’a saz dersi vermiş, birlikte Güneydoğu’ya kadar gitmişlerdir. İlk kez 1958'de Muzaffer Sarısözen’in radyo programında türkü söylemiştir (Karadeniz 2007: 308). “Dolaştım Güllüşah hep senin için” türküsü çok sevilmiş, programa bir sürü mektup gelmiş, söyledikleri türküler hep ilgi çekmiştir (Özdemir 2017: 42). Yaşar Kemal'e göre çağın büyük ustası olan âşığın (http://www.radikal.com.tr), ilk kasedi İhsanî adıyla yayımlanmıştır. 1962 yılında NATO için çekilen bir tanıtım filminde oynamıştır. 1964’te yayımlanan Ağalı Dünya kitabı iki buçuk milyon adet satmıştır (Özdemir 2017: 37-53).


Hece vezinli şiirlerinin yanı sıra serbest tarzda yazılmış şiirleri de mevcuttur. Deyişlerini kendine özgü bir makamla çalıp söylemiştir. Bu biçim mahallî ozanlar tarafından taklit edilmiştir (Kalkan 2015: 225). Siyasi söylemleri nedeniyle eleştirilerin odağındaki İhsanî ile ilgili olarak Tahir Kutsi Makal, Sahte Ozanlar: Âşık İhsani ve Ali İzzet’in İçyüzü adlı eseri (1969) ve Mustafa Demir Sosyalist Halk Ozanı: İhsani adlı makaleyi (2004) kaleme almıştır (www.turkoloji.cu.edu.tr). Âşık Sinem Bacı’nın derlediği Dünden Bugüne Âşık İhsanî adlı eserde ise âşığın hayatından kesitler, şiir ve hikâyelerinden örnekler verilmektedir (Âşık Sinem Bacı 1976). Ulaş Özdemir ise Senden Gayrı Âşık mı Yoktur adlı eserinde İhsanî ile yaptığı bir röportaja yer vermiştir (Özdemir 2017: 37-55). Doğaçlama şiir söyleme konusunda başarılıdır. Genelde mahlası olan İhsanî'yi kullanmakla birlikte mahlas kullanmadığı şiirleri de mevcuttur (Âşık Sinem Bacı 1976: 50).


Şiirlerinde sade bir Türkçe kullanmış, mahalli söyleyişlere de şiirinde yer vermiştir. 1960’lı yıllara kadar ismi etrafında dizdiği hikâyeler, rivayetler ve aşk şiirleriyle tanınan âşık, 1963 yılından itibaren “Sorumluyum ben çağımdan” diyerek (Özdemir 2017: 37) şiirinde bir dönüm noktası yaşar. Toplumsal sorunları eleştirel, sivri ve mizahi bir üslupla dile getirir. Şiirlerinde sıla özlemi, memleket sevgisi ve evlilikten bahseder. Hayatı etrafında halk hikâyesi yaratılan âşıklardandır. Âşık İhsani ve Güllüşah ile Âşık İhsani Güllüşah’ın Ardında eserleri bu türdendir (Tan 2010: 55). İlaveten Zaloğlu Rüstem hikâyesini kendi üslubunca saza vurup söze dökmüştür (Âşık Sinem Bacı 1976: 92-105).

Deniz Gezmiş’in eylem arkadaşı‚ aşıklık geleneğinde bir komünist: Aşık İhsani

Hayat onu Adnan Menderes ve Celal Bayar ile de Deniz Gezmiş ile de tanıştırır. En sonunda Komünist Aşık İhsani olarak polis kayıtlarına geçer. Bir aşık olarak hayat yolunda dertli dertli yürümez.


Aşık İhsani ve Ali Çarman | Fotoğraf: Ali Çarman Arşivi Ali ÇARMAN / Evrensel, 18 Nisan 2021 Yaşam kavgası sürecinde kendini gösteren ezen/ezilen, sömüren/sömürülen mücadelesi bizlere unutulmaz deney tecrübe ve güzellikler bırakır. Toplumsal yaşamın her kesimi gibi kültür-sanat alanı da bu gerçekliğin izlerini taşır. Halka, işçiye ve emekçiye yakın olmak, kaderini onların kaderiyle ortaklaştırmak, kişiye tahmin edilemeyecek bir zenginlik katararak gönüllerde yaşamaya devam etmesini sağlar. DİYARBAKIRLI YOKSUL ÇOCUK Mezopotamya topraklarına bereket katan Fırat ve Dicle (Tigris) Nehirlerinin, şehr-i Diyarbakır’ın apayrı bir yeri var. Kürtçe ve Türkçe bağrışmalar daracık sokakların duvarlarına çarparak çınlar durur. Daha çocuk yaşta ekmek parası peşine düşenler insanın içinin burkulmasına neden olur. Asıl adı İhsan Sıroğlu olan Aşık İhsani 1932‘de Diyarbakır’da doğar. İki yaşında iken babasını kaybeder. Yoksulluk içinde geçen zorlu yıllarda kendi kendine okuma yazmayı öğrenir. On yaşında iken annesi onu karın tokluğuna çalışmak üzere bir ağanın yanına vermek zorunda kalır. İhsan Sıroğlu’nun çocukluk dönemi tarif edilemez zorluklar içinde geçer. Ancak, onun gözleri hep ufuklara doğru bakmaktadır. Başkaca şehir ve memleketlere gitmek, görmek ve çalışmak ister. Kendi deyimiyle yerinde durmaz. 17 yaşında taşı toprağı altın olan şehir İstanbul’a gider. Burada inşaatta, madende ve lastikçide çalışır. ŞAHA KALDIRDIĞI SAZ İLE BAŞLAYAN GEZGİNLİK Askerlik sonrası hiç kimseden ders almadan büyük bir sabır ve azim ile kendi kendine saz çalmayı öğrenir. Fakir bir gezgin olarak Anadolu‘yu baştan başa gezmek üzere yollara düşer. Dervişane bir hayat sürdürmesi onun saygınlığını daha da artırır. Aşık İhsani; görmediği, konuşmadığı, hatta öyle bir ismin olup olmadığını bile bilmeden hayalindeki Güllüşah için türküler okur. Halk arasında ağırdan ağıra nam salmaya başlar. Gazeteler ve radyolar bu çoşkun sese ve kişiliğe yer verir. Gezginlik onun yolunu bu kez Tokat şeker fabrikasına çıkarır. Burada bir yanda işçilik, diğer yanda sazı ile aşıklık geleneğini sürdürür. Şeker fabrikasında çalışırken; “Senin Güllüşah bulundu” denir kendisine ve hemen Güllüşah ile evlenir. HAREKETİN İÇİNDE DEVRİMCİLEŞMEK Her insanın gerçeği görmesi, gelecek güzel günler için mücadele etmesi belli bir süreci alır. Aşık İhsani ve hayatdaşı Güllüşah, Muzaffer Sarısözen’in yardımcı olmasıyla her hafta çarşamba günleri Ankara Radyosu‘nda ‘Yurttan Sesler‚ programlarına çıkarlar. Hayat onu Adnan Menderes ve Celal Bayar ile de tanıştırır. Sazı ile sözü ile Demokrat Parti mitinglerine katılır. Fakat bu çok fazla sürmez. 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası ülkede kısmen özgür ve demokrat bir ortam doğar. Toplumsal mücadele hareketlenmektedir ve 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurulur. TİP’in kuruluşu birçok insanı olduğu gibi Aşık İhsani’yi de heyecanlandırır, partiye üye olur. Böylece gerçek yerini bulması ve yüzünü sosyalizme çevirmesiyle derya olarak gördüğü halk için yazıp okumaya başlar ve bu tutum son nefesine kadar devam eder. ÖRGÜTLENMENİN OZANI Feodalitenin ne kadar bedbaht bir şey olduğunu bildiği için ilk kitabı Ağalı Dünya’da buna dikkat çeker. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla sembolik olarak Amerikan bayrağını yakarlar. Karanın karası düzeni gören, aydınlarla konuşan, halktan kopmayan İhsani, Komünist Aşık İhsani olarak polis kayıtlarına geçmiştir. Defalarca tutuklanır. En ünlü parçaları arasında yer alan ‘Üç kişi bir tabuttayız, altımız taş üstümüz yaş’ türküsü böylesi günlerde şekillenir. Saçı ve sakalı birbirine karışmış, boy boy gazete haberleri çıkar. Bilinen aşıklık geleneği olan; kadercilik, mistisizm ve yenilgi üzerine kurulu ümitsizlik kokan bir yolda dertli dertli yürümez. Kara düzene karşı mücadele etmeyi, direnmeyi ve milyonlar birleştiğinde nasıl bir güç olduklarını gösteren ‘Taban uyanıyor taban, Durduramaz bunu baban’ gibi eserler vermeye başlar. Sayısız plak yapar, her biri direniş olan Mektuplar’ı yazar. İhsani adı artık dünyanın bir çok yerinde duyulur olur. Almanya, Fransa, Belçika, Avustralya’da konserler verir. Konserlerinde salon tıklım tıklım dolar ve coşku eksilmez. İşçi derneklerinde göçmen emekçilerle sohbetlere katılır. TOPRAKLARA DÖNÜŞ 12 Eylül sonrası Fransa’da yaşamaya başlayan Aşık İhsani ülkesinden uzak bir hayata daha fazla dayanamaz ve 1995 yılında Diyarbakır’a döner. “Diyarbakır sokaklarını karış karış gezdim, sokakta kime rastladıysam Kürtçe-Türkçe sohbet edip hal hatır sorarak kendime geldim” der. Plak, şiir ve kitabın yanı sıra zaman buldukça dergilere yazmayı sürdürür. İHSANİ İLE GÖRÜŞME 2005 yılında Diyarbakır’da Emek Partili yoldaşlarımızla Aşık İhsani’yi ziyaret ettik. Sohbet sohbeti açtı. Emek Partisi, Evrensel ve Almanya üzerine konuştuk. Emek Partisine ve sosyalizme olan bağlılık üzerine övgü dolu sözler sarfetti; “Sağlık durumum el vermediği için partiye gelemiyorum” dedi. “İşçi sınıfı bilimi sosyalizme inanmış biri olarak benim amacım bu düzenle savaşmaktır. Halka inanacağız, halka güveneceğiz” diye sürdürdüğü konuşmasında aşkları, kavgalarını anlatıyor, konudan konuya atlıyordu. Çocuk neşesinde, tarif edilemez coşkusunda en küçük bir eksilme yoktu. Çok fazla sürmedi, 21 Nisan 2009’da Halk Ozanı Aşık İhsani’nin vefat haberini aldık. Binlerce kez söylenenleri bir kez daha yineliyoruz: Aşık İhsani ölmedi, halkın gönlünde yaşamaya devam ediyor!




BİR BAŞKA DEĞERLENDİRME:

Aramızdan ayrılışının 13. yılında Âşık İhsani'yi anarken Yıl 1971. Aylardan Eylül. Türkiye kısmi bir sıkıyönetimle idare ediliyor. Mersin'de faaliyet gösteren yazlık ' Yıldız' sinemasında Aşık İhsani'nin konseri var. Hasbel kader gecenin sunuculuğunu 'şuncağız'a verdiler. Sahneye asılmak üzere Aşık İhsani'nin; şalvarlı, yelekli ve uzun sakallı bir portresini yapıyorum.. Sazı çapraz tutup bir silah gibi havaya kaldırmış. Ayaklarında zincirler.. Her şey tamam. Aşık ihsani'yi sahneye çağırıyorum: " Gel derttaşım, gel de biraz dertleşek/ acep halimizi kimler sorar ki?/ düşüp kalka sefilliğin içinde/ açılmış yaramız kimler sarar ki? // kiminin tuzu yok pişen aşında/ kiminin gücü yok yetmiş yaşında/ kırılmış sabanı tarla başında/ yetmiyor kuvveti kimler sürer ki? (...) Aşık İhsani siyah şalvarı, yeleği, ayaklarında ve bileklerinde zincirlerle sahneye geliyor. Sahnenin orta yerinde bir tahta sandalye. Bir başlıyor çalıp çığırmaya... Alkıştan dört yan çınlıyor.. Bir ara Aşık İhsani sazıyla ayağa kalkıyor ve bileklerindeki zincirleri kırıp sazı çapraz havaya kaldırıyor. Ne olduysa oluyor, bir anda elektrikler kesiliyor. İzleyici ne olup bittiğini anlamaya çalışırken polisler sahneyi ve kulisi işgal ediyor. ' şuncağız'la İhsani'yi alıp önce karakola sonra da Adana Sıkıyönetim Komutanlığına götürüyorlar. Uzun bir koridorun en sonundaki karşılıklı iki odanın birine İhsani'yi, diğerine 'şuncağız'ı kapatıyorlar.. İlkin hoşgeldiniz faslı başlıyor. Yan odalardan işkence ve insan çığlıkları duvarları sarsıyor. Sabah Askeri sorgucunun önündeyiz. Savcı soruyor İhsani Cevap veriyor: "Sen ey savcı anayasa ilerde/ onu geri itemezsin itemez/ suçluları bırakıp da suçsuzu/ zindanlarda tutamazsın tutamaz" (...) Sıra şuncağız'a geliyor. Savcının sorularına karşı: Acılar ekmeğim umut katığım/ silahın buyusa vız gelir bana/ kelepçe karakol cop dayak zindan/ içerde yatmakta az gelir bana// umurumda değil gülemez isem/ halk için mertçe ölemez isem/ hakkımı çakaldan alamaz isem / yaşadığım her gün güz gelir bana// Gözüm göre göre soydular yeter/ dinimize kadar koydular yeter/ yediden yetmişe duldular yeter/ saklasan da gayrı naz gelir bana// (..) 'Şuncağız" on beş gün sonra serbest bırakılıyor. Bir ay Sonra da Aşık İhsani. Bir gün bir duyuyorum ki İhsani benim şiiri türkü formunda bestelemiş.. y.y. *Bu şiir daha sonra Feyzullah Çınar tarafından da türkü formunda bestelenmiştir. (Yenimersin Gazetesi, 20 Eylül 1971)


122 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page