İstanbul Sözleşmesi
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi yürürlüğe girdi. 1 Ağustos 2014'te...
Yazılma
7 Nisan 2011
İmzalanma
11 Mayıs 2011
Yer
Yürürlük
1 Ağustos 2014
Koşul
Sekizi Avrupa Konseyi üyesi olan on devlet tarafından onaylanması
İmzacılar
45 ülke ve Avrupa Birliği
Onaylayanlar
34
Korunma yeri
Diller
İstanbul Sözleşmesi ya da tam adıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası insan hakları sözleşmesidir.
Sözleşme, Avrupa Konseyi tarafından desteklenmektedir ve taraf devletleri hukukî olarak bağlar. Sözleşmenin beş temel ilkesi; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir. Kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan, bağlayıcı nitelikte ilk uluslararası düzenlemedir. Tarafların sözleşme kapsamında vermiş oldukları taahhütler, bağımsız uzmanlar grubu GREVIO tarafından izlenmektedir.
Kapsam ve önemi
Türkiye'de 2010-2019 yılları arasında kadın cinayetlerinin düşüş gösterdiği tek yıl, sözleşmenin imzalandığı yıl olan 2011 yılıdır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu raporlarına göre Türkiye'de 10 yılda toplamda 2296 kadın cinayeti yaşanmıştır.
Sözleşme müzakerelerinde Birleşmiş Milletler (BM) nezdindeki uluslararası birçok antlaşma ve tavsiye metinleri değerlendirilerek sözleşmenin taslağı hazırlandı.[not 2] Sözleşmenin giriş kısmında şiddetin neden ve sonuçlarının yarattığı menfi durumlar değerlendirilmektedir. Buna göre kadına yönelik şiddet tarihsel bir olgu olarak tanımlanıp şiddetin cinsiyet eşitsizliği ekseninde doğan güç ilişkilerinden kaynaklandığına değinilmektedir. Bu dengesizlik kadınlara yönelik ayrımcı muameleye neden olmaktadır. Toplumsal cinsiyeti toplum tarafından kurgulanmış davranış ve eylem hâli olarak niteleyen metinde kadına yönelik şiddet insan hakkı ihlâli olarak değerlendirilmektedir ve şiddet, cinsel istismar, taciz, tecavüz, zorla ve erken yaşta evlendirilme ile namus cinayetleri gibi durumların kadınları toplumda "öteki" durumuna getirdiği ifade edilmektedir. Sözleşmedeki şiddet tanımı Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi'nin (CEDAW) 19. tavsiyesi ve Kadınlara Yönelik Her Türlü Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin BM Bildirgesi’nin tanımıyla benzerlik göstermekle beraber psikolojik şiddet ve ekonomik şiddet ibareleri de ayrıca eklenmiştir. Sözleşme'nin bu konudaki tavsiyesi kadın ve erkek eşitliğini sağlamanın kadına yönelik şiddetin önüne geçeceği yönündedir. Bu tanım sonrasında sözleşme, taraf devletlere şiddeti önleme yükümlülüğü getirmektedir. Açıklayıcı metinde cinsiyet, cinsel yönelim, cinsel kimlik, yaş, sağlık ve engellilik durumu, medeni hâl, göçmen ve mültecilik gibi durumlarda ayrımcılık yapılmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu kapsamda kadınların, aile içinde erkeklere oranla çok daha fazla şiddete maruz kaldıkları göz önünde tutularak, kadın mağdurlar için destek servislerinin kurulması, özel tedbirlerin alınması ve daha fazla kaynak aktarılması gerektiği belirtilmekte ve bu durumun erkekler için ayrımcılık olmadığına işaret edilmektedir.
Uluslararası hukukta kadına karşı şiddeti ya da ayrımcılığı yasaklayan pek çok uluslararası düzenleme bulunmakla birlikte, İstanbul Sözleşmesi kapsamı ve oluşturduğu denetim mekanizmasıyla ayırt edici bir özelliğe sahiptir. Sözleşme, kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık konularında o güne kadar yapılmış en kapsamlı tanımlara yer vermiştir.
İçeriği
İstanbul Sözleşmesi, imzacı devletlere, toplumsal cinsiyet eşitliği ekseninde kapsayıcı hüviyette politikalar üretip uygulaması, bunu sağlamak adına daha fazla ekonomik kaynak tesis edilmesi, kadına yönelik şiddetin boyutu hakkında istatistik verilerinin toplanması ve kamuoyu ile paylaşılması, şiddeti önleyecek toplumsal zihniyet değişikliğinin yaratılması sorumluluğunu yüklemektedir. Bu yükümlülükteki temel beklenti ve koşul bunun hiçbir şekilde ayrım yapılmadan tesis edilmesi yönündedir. Bu kapsamda taraf devletler şiddeti önlemek için farkındalık yaratmalı, sivil toplum kuruluşları ve ilgili kurumlarla işbirliği yapmalıdırlar (Madde 13-8). Ayrıca eğitim (Madde 14), uzman kadroların kurulması (Madde 15), önleyici müdahale ve tedavi süreçleri (Madde 16), özel sektör ve medyanın dahli (Madde 17), mağdur kişilerin hukuki yardım alma hakkı (Madde 57) ve izleme kurulu (Madde 66) mekanizmalarının sağlanması taraf devletlerin sorumluluğu altındadır.
Sözleşme ağırlıkla kadına yönelik şiddeti önleme amacı gütse de Madde 2'de belirtildiği üzere hane halkının tüm üyelerini kapsamaktadır. Buna göre Sözleşme sadece kadınlara yönelik değildir, çocuklara karşı şiddet ve çocuk istismarının önlenmesini de amaçlamaktadır. 26. Madde bu kapsamda belirlenmiştir ve maddeye göre taraf devletler şiddet mağduru olan çocukların haklarını korumalı ve yaşanan menfi duruma karşı yasal düzenlemeler ile psiko-sosyal danışmanlık hizmetleri sağlamalı, önleyici ve koruyucu tedbirler almalıdır. 37. Madde ise çocuk yaşta evliliğin ve zorla evlendirmelerin suç sayılması için yasal dayanaklar oluşturulması yükümlülüğünü belirtmektedir.
12 bölüme ayrılmış, 80 maddeden oluşan Sözleşme genel olarak Önleme, Koruma, Yargılama/Kovuşturma ve Bütüncül Politikalar/Destek Politikaları ilkelerini savunmaktadır.
Önleme
Sözleşme toplumsal cinsiyet, cinsiyet dengesizliği ve güç ilişkilerindeki mevcut duruma dayalı şiddetin mağdurlarından "kadına" ayrıca dikkat çekmekle beraber çocukların korunmasını da içermektedir. Sözleşmede kadın terimi sadece yetişkinleri değil 18 yaşından küçük kız çocuklarını da kapsamakta ve bu doğrultuda uygulanacak politikaların nasıl olacağını belirlemektedir. Şiddeti önleme sözleşmenin öncelikli vurgusudur. Bu doğrultuda taraf devletlerden kadınları toplumsal yapıda daha dezavantajlı duruma getiren her türlü düşünce, kültür ve politik uygulamaların sonlandırmasını beklemektedir. Bu kapsamda cinsiyet rolleri ekseninde şekillenmiş düşünce kalıplarının, kültür, töre, din, gelenek veya "sözde namus" gibi kavramların yaygın durumdaki şiddet hâline gerekçe olmasının önüne geçilmesi ve önleyici tedbirlerin alınması, taraf devletin yükümlülüğü altındadır. Bu önleyici tedbirlerde referans noktası olarak asli insan hak ve özgürlüklerinin temel alınması gerektiği belirtilmektedir (Madde 12).
Sözleşmede taraf devletler şiddet çeşitlerinin ve şiddetin kadın ve çocuklar üzerindeki etkisi hakkında halkın farkındalığını arttırıcı kampanya ve programları çeşitli kuruluşlar (örneğin STK ve kadın dernekleri gibi) ile işbirliğiyle yaygınlaştırıp uygulanması yükümlülüğünü getirmektedir. Bu doğrultuda ülkedeki eğitim kurumlarının tüm seviyelerinde toplumsal farkındalığı oluşturacak müfredat ve izlencelerin takip edilmesi, şiddete karşı toplumsal bilincin sağlanması ve yaşanan şiddet süreçlerinde; şiddetin önlenmesi ve tespit edilmesi, kadın erkek eşitliği, mağdurların ihtiyaçları ve haklarının yanı sıra ikincil mağduriyetlerin önlenmesi konularında uzman kadroların oluşturulması gerekliliği belirtilmektedir. Taraflar aile içi şiddet ve cinsel suçların önlenmesinde ve tekrarlanmaması konusunda yasal tedbirleri alma sorumluluğu altındadır ve aynı zamanda özel sektörü, bilişim sektörü ve basın-yayını kadına şiddeti önlemek ve kadın onuruna saygıyı arttırmak için politikaların oluşturulup uygulanmasına ve kendi kendini düzenleyici standartların belirlenmesine teşvik edecektir (Madde 12-17).
Koruma ve destek
Sözleşmenin koruma ve destek bölümü, mağdurların yaşadığı olumsuz durumların yinelenmemesi için alınacak önlemlere ve yaşanan mağduriyetler sonrasındaki destek hizmetlerinin gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Şiddet mağdurlarının korunması ve destek alabilmesi hususunda alınacak yasal tedbirler sözleşmenin IV. Bölümünde belirlenmiştir. Sözleşmede çerçevesi çizilen şiddete karşı taraf devletler mağdur ve tanıkları koruyup desteklemeliyken bu çerçevede yargı birimleri, savcılar, kolluk kuvvetleri, yerel yönetimler (valilik vb.) gibi devlet kurumlarıyla beraber STK ve ilgili diğer kuruluşlarla etkin ve etkili bir işbirliği tesis edilmelidir. Koruma ve destek safhasında mağdurlar için temel insan hak ve özgürlükleri ile emniyetine odaklanılmalıdır. Sözleşmenin bu bölümünde şiddet mağduru kadınların desteklenmesi ve ekonomik bağımsızlıklarının amaçlanması maddesi de bulunmaktadır. Taraf devletler mağdurlara yasal hakları ve alabilecekleri destek hizmetleri hakkında bilgilendirme yapmalıdır, bu "zamanında" yapılmalı ve aynı zamanda anlaşılabilir dille yeterli seviyede olmalıdır. Sözleşmede mağdurların alabilecekleri destek hizmetleri hakkında örnekler de sunulmaktadır. Bu çerçevede mağdurlara gerektiğinde yasal ve psikolojik danışmanlık (uzman desteği), ekonomik yardım, barınacak yer sağlama, sağlık hizmeti, eğitim, öğretim ve istihdam sağlanması gerektiği belirtilmektedir. 23. Madde mağdurlardan kadın ve çocuklara uygun ve korunaklı kadın sığınmaevlerinin olması gerektiğini ve mağdurların kolayca bu hizmetlerden yararlanabilmelerine vurgu yapılmaktadır. Bir sonraki madde ise şiddet mağdurlarının kesintisiz destek alabilecekleri telefon yardım hatları tavsiyesi bulunmaktadır.
Cinsel şiddet mağdurları için koruma ve destek hizmeti sağlama yükümlülüğü taraf devletlerce yerine getirilmelidir. Cinsel şiddet mağdurlarına tıbbi ve adli tıp muayenesi yapmak, yaşanan travma için destek ve danışmanlık hizmetleri tesis etmek ve tecavüz mağdurları için kolayca erişilebilen kriz merkezlerinin oluşturulması taraf devletlerden alması beklenen yasal tedbirler olarak sıralanmaktadır (Madde 25). Keza, türü fark etmeksizin çerçevesi çizilen şiddetin ve yaşanabilecek olası mağduriyetlerin (potansiyel mağduriyetler) yetkili kurumlara iletilmesini teşvik etmek ve buna uygun bir ortam sağlamak da sözleşmenin gerektirdiği yasal tedbirler arasındadır. Yani şiddet mağdurları ile kendisini tehdit altında hissedenlerin durumlarını yetkili kurumlara bildirmesi teşvik edilmektedir. Ayrıca "Önleme" kısmında belirtilen uzman kadroların oluşturulmasını müteakip, bu kadrolardan "böyle bir şiddet eyleminin gerçekleştirildiğini ve müteakip ciddi şiddet eylemlerinin gerçekleştirilebileceği" şeklindeki değerlendirmelerinin yetkili üst kurumlara bildirilmesinin önünde de herhangi bir engel olmamalıdır. Bu değerlendirmelerin yaşanan mağduriyetler ve olası mağduriyetlerin engellenmesi hususundaki önemine de 28. Maddede değinilmektedir. Şiddetin çocuk tanıkları için alınması gereken yasal tedbirler ve uygulanması gereken destek hizmetleri 26. Maddede ayrıca ele alınmaktadır.
Yasal tedbirler
Sözleşmede belirlenen esaslara ilişkin hukuki yol ve tedbirler V. Bölüm'de belirtilmiştir. Bu kapsamda taraf devletler mağdurun saldırgana karşı her türlü hukuki desteği alabilmesine olanak sağlamalıdır. Bu izlencede uluslararası hukukun genel ilkeleri referans alınmalıdır. Taraflar risk içeren durumlarda mağduru veya risk altındaki kişiyi korumak için şiddet failini uzaklaştırma yönünde yasal tedbirleri almalıdırlar. Ayrıca taraflar soruşturma süresince mağdurun cinsel geçmişi ve davranışlarıyla ilgili detayların davayla ilgisi olmadıkça dâhil edilmemesini sağlayacak yasal düzenlemeleri yapmakla yükümlüdür.
Sözleşme şiddet mağdurları için faillere karşı tazminat hakkını getirmektedir (Madde 30), taraf devletler bu hak için yasal tedbirleri almalıdırlar. Şiddetin yarattığı hasarı, fail ya da kamuya ait devlet sağlık ve sosyal sigortası (SGK vb.) karşılamıyorsa ve ciddi boyutta bedensel yaralanma veya ruhsal bozukluğun olması durumunda mağdura yeterli devlet tazminatı sağlanmalıdır. Bu çerçevede "mağdurun emniyetine gereken dikkat sarf edilmesi koşuluyla, Tarafların, söz konusu tazminatın, fail tarafından verilen tazminat kadar azaltılması talep etmesi" de imkân dâhilindedir. Şiddet mağdurunun öznesi bir çocuksa şayet, çocuğun velayeti ve ziyaret haklarının belirlenmesine ilişkin yasal tedbirler alınmalıdır. Bu kapsamda taraflar velayet ve ziyaret süreçlerinde mağdurların emniyetini sağlamakla yükümlüdür. 32 ve 37. Madde çocuk ve erken yaşta evlilikler ile zorla evlendirmelerin geçersiz kılınması ve sona erdirilmesi için yasal tedbir vurgusu yapmaktadırb 37. Madde bir çocuğu veya yetişkini evliliğe zorlamaya karşı cezai işlem yükümlülüğü getirmektedir.[14] Bir kadını sünnete zorlamak ve teşvik etmek sözleşmede çerçevesi çizilen şiddet örnekleri arasındayken; bir kadının önceden bilgilendirilmiş olurunu almadan kürtaja zorlamak, maruz bırakmak ve bu süreçlerde kadının doğal üreme kapasitesine maksatlı olarak son vermek de sözleşmede cezai yasal tedbirler gerektiren eylemler olarak tanımlanmıştır. Taraf devletler bu durumlara karşı önlem almakla yükümlüdür.
Cinsel şiddete karşı tedbirler
Taciz, bunun muhtelif türleri ve psikolojik şiddet, fiziksel şiddet ve tecavüzün cezai karşılığının taraf devletlerce sorumluluğu sözleşmede 33 ila 36. Maddeler arasında ve 40 ve 41. Maddelerde yer almaktadır. Buna göre taraflar bireylerin ruhsal durumunu bozacak zorlama ve tehditlere karşı yasal tedbirleri almak zorundadır. Taraf devletler bireylerin kendilerini güvende hissetmemesine neden olan tacizin her türlüsüne karşı yasal tedbirleri almalıdır. Tecavüz de dâhil olmak üzere her türlü cinsel şiddete karşı faillerin cezalandırılmasını sağlayacak etkin yasal tedbirleri almak tarafların yükümlülükleri altındadır. Bu yükümlüğü ele alan 36. Maddede, "başka bir insanla, rızası olmaksızın, herhangi bir vücut parçasını veya cismi kullanarak, cinsel nitelikli bir vajinal, anal veya oral penetrasyon gerçekleştirmek" ve "bir insanla, rızası olmaksızın, cinsel nitelikli diğer eylemlere girişmek" ile bir insanı rızası olmaksızın üçüncü bir şahısla cinsel nitelikte bir eyleme zorlamak, teşvik etmek ve yeltenmek cezalandırılması gereken eylemler olarak çerçevesi çizilmiştir[
Bireyin onurunu ihlâl eden ve bu amaçla gerçekleştirilen; aşağılayıcı, düşmanca, hakaretamiz, küçük düşüren veya saldırgan bir özellik taşıyan durum ve ortamlar ile cinsel nitelikte sözlü veya sözlü olmayan ya da fiziksel davranışlar da sözleşmede tarafların cazai yaptırım sağlaması ve yasal tedbir almasını gereken menfi durumlar olarak nitelenmektedir.
Bütüncül politikalar
İstanbul Sözleşmesi tanımlayıp çerçevesini çizdiği şiddetin her çeşidine karşı taraf devletlerden yasal tedbir yükümlülüğünü getirmektedir. Şiddete karşı uzun vadeli ve etkin bir çözüm için daha kapsamlı ve koordineli bir devlet politikasının uygulanması izlencesi paylaşılmaktadır. Bu noktada alınması gereken "tedbirler" kapsamlı ve koordineli politikaların bir parçası olmalıdır. İzlencede finansal ve insan kaynaklarının tahsis edilmesi, kadına karşı şiddetle mücadele içinde olan sivil toplum kuruluşlarıyla etkin bir işbirliğinin olmasına vurgu yapılmaktadır. Taraflar, sözleşmenin muhtevasını belirlediği şiddeti önleyecek ve mücadele edecek politika ve tedbirlerin koordinesi/uygulanması/izlenmesi ve değerlendirmesinden "sorumlu bir kurum" belirlemeli ya da kurmalıdır.
Yaptırım ve tedbirler
Sözleşmede çerçevesi çizilen şiddete karşı taraf devletlerden önleyici/koruyucu yasal tedbir almaları gerektiği genel olarak her ana başlık ve maddede belirtilmektedir. Bu tedbirler belirlenen suçlara karşı etkili, orantılı ve caydırıcı olmalıdır. Keza hüküm giymiş faillerin izlenmesi ve kontrol altında tutulması taraf devletlerin alabileceği diğer tedbirler kapsamında örnek gösterilmiştir. Şayet mağdur bir çocuksa ve çocuğun güvenliği sağlanmıyorsa velayet haklarının alınması önerisi de bulunmaktadır.
Sözleşmede alınacak yasal tedbirlerin oranına ve ağırlıklarına dair atıflar da mevcuttur. Buna göre suçun kanunlarca kabul edilen eş, eski eş ya da birlikte yaşanan bireye karşı, aile üyelerinden biri tarafından, mağdurla beraber yaşayan biri tarafından veyahut sahip olduğu yetkiyi suistimal eden biri tarafından işlenmesi durumda ceza ağırlığı şu etkenlerle arttırılmalıdır: suç veya suçların yinelenmesi, suçun belirli nedenlerle hassas konuma gelmiş bireylere karşı işlenmesi, suçun çocuğa karşı ya da onun huzurunda işlenmesi, suçun iki ya da daha çok faile organize şekilde işlenmesi, "suçtan önce veya suçun işlenmesi esnasında çok aşırı düzeylerde şiddet uygulanmış olması halinde", suçun silahla ya da silah zoruyla işlemesinde, suçun mağdura ağır biçimde fiziksel ve psikolojik zarar vermiş olması halinde, failin daha önce benzer suçlarda hüküm yemiş olması halinde.
İmzalanması ve yürürlüğe girmesi
Sözleşmenin taslağı, 7 Nisan 2011'de Strazburg'da Avrupa Konseyi Bakan Yardımcıları'nın 1111. toplantısında kabul edildi. Sözleşme, İstanbul'da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 11 Mayıs 2011 tarihindeki 121. toplantısında imzaya açıldı.[21] Sözleşme, 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açılmış olması nedeniyle kısaca "İstanbul Sözleşmesi" olarak bilinmektedir ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Türkiye, 11 Mayıs 2011'de Sözleşmeyi ilk imzalayan ve 24 Kasım 2011'de parlamentosunda onaylayan ilk ülke oldu. Onay belgesi 14 Mart 2012 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine iletildi. Temmuz 2020 itibarıyla 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmış, imzacı ülkelerin 34'ünde onaylanmıştır. Avrupa Konseyi üyesi olmalarına rağmen sözleşmeyi imzalamayan ülkeler Azerbaycan ve Rusya'dır.
TÜRKİYE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NDEN 10 YIL SONRA CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN'IN İMZASIYLA ÇIKTI...
20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan 3718 sayılı cumhurbaşkanı kararı sonucunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından sözleşmenin feshedilmesine karar verildi. İstanbul Sözleşmesi'nin 80. maddesi uyarınca taraflardan herhangi biri bu sözleşmeyi feshedebilir. Sözleşmenin feshi, konuya ilişkin bildirimin Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ulaştırıldığı tarihten itibaren üç aylık sürenin bitimini izleyen ayın birinci gününde yürürlüğe girecektir. Bu bağlamda Türkiye, 1 Temmuz 2021 tarihinde sözleşmeden resmen çekilmiş oldu.
İzleme komitesi
Taraf devletlerin sözleşme kapsamında vermiş oldukları taahhütler, bağımsız uzmanlar grubu olan ve kısaca GREVIO olarak bilinen "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzmanlar Grubu" tarafından izlenmekte ve denetlenmektedir. GREVIO'nun yetki sahası Sözleşme'nin 66. Maddesince belirlendi. 21-23 Eylül 2015 tarihlerinde ise Strazburg'da ilk toplantı gerçekleştirildi. Komitede taraf devletlerin sayısına bağlı olarak 10-15 arasında üye bulunmaktadır ve üyeler arasında cinsiyet ve coğrafi denge gözetilmeye çalışılmaktadır. Komitedeki uzmanlar insan hakları ve cinsiyet eşitliği üzerine disiplinlerarası uzmanlığı olan üyelerdir. İlk 10 GREVIO üyesi 4 Mayıs 2015'te beş yıllık bir süreyle seçildi. Komitenin başkanlığını 2015-2019 arasında iki dönem Feride Acar sürdürdü. 24 Mayıs 2018'de komite üyelerinin sayısı on beşe çıkartıldı. Komite ilk ülke değerlendirmelerine Mart 2016'da başladı.[30] Komitenin günümüzde Arnavutluk, Avusturya, Finlandiya, Malta, Polonya, Fransa, Türkiye ve İtalya gibi çok sayıdaki ülkedeki durum hakkında yayımlanmış raporları mevcuttur.[31] Komitenin mevcut başkanlığını Marceline Naudi üstlenmektedir ve komitenin bu dönemdeki görev süresi 2 yıl olarak belirlenmiştir.
Tartışmalar
Türkiye'de İstanbul Sözleşmesi'ne karşı çıkanların söylemlerinde bu sözleşme "dış güçler" tarafından Türkiye'nin aile yapısının altını oymak amacıyla dışarıdan dayatıldığı ima edilmiştir ve İstanbul Sözleşmesi'nin imza ve onay sürecinin iyi yönetilmediği ve bu sürecin şaibeli olduğu iddia edilmiştir. Buna karşılık, o dönemde Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ndeki konumunu, sözleşme görüşmeleri, sözleşme sonrasına hükûmetten gelen açıklamaları ve sözleşmenin TBMM’deki onay görüşmelerini imzalama sürecine dayanarak bu imaların bilinçli bir şekilde yürütüldüğü iddia edilmiştir.
Sözleşmeyi destekleyenler, muhalif olanları Sözleşmedeki maddeleri çarpıtarak kamuoyunu yanlış yönlendirerek manipüle etmekle suçlamaktadırlar. Avrupa Konseyi de Kasım 2018'de yayımladığı basın bildirisiyle "sözleşmenin açık bir şekilde belirtilmiş amacına" rağmen aşırı muhafazakâr ve dini grupların çarpıtılmış anlatıları dillendirdiklerini belirtti. Bu çerçevede sözleşmenin yalnızca kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti önleme amacı taşıdığını, belirli bir yaşam ve kabulleri empoze etmediği ve özel yaşam biçimlerine müdahale etmediği belirtildi. Ayrıca Sözleşmenin kadın-erkek arasındaki cinsel farklılıkları sona erdirme hakkında olmadığı, metinde hiçbir şekilde kadın ile erkeğin "aynılığına" ima olmadığını ve sözleşmede aile tanımının yapılmadığına ve bu konuda herhangi bir teşvik/yönlendirme yapılmadığına dikkat çekildi. Tartışma konusu olan çarpıtmalara karşı Konsey, sözleşme hakkında soru-cevap kitapçığı da yayımladı.
Sözleşmeye imzacı olan ancak yürürlüğe sokmayan devletler arasında Ermenistan, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Letonya, Lihtenştayn, Litvanya, Moldova, Slovakya, Ukrayna ve Birleşik Krallık bulunmaktadır. Slovakya 26 Şubat 2020'de, Macaristan ise 5 Mayıs 2020'de sözleşmeyi onaylamayı reddetti. Temmuz 2020'de Polonya Sözleşmeden çekilmek için yasal süreci başlattı. Kararın kadın haklarını zayıflatacağını öne süren on binlerce protestocu ise gösteri yaptı. Polonya'ya Avrupa Konseyi ve parlamenterlerinden de tepki geldi.
Türkiye
Türkiye İstanbul Sözleşmesi'nin ilk imzacı devletlerinden olup 24 Kasım 2011'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 247 vekilden 246’sının kabul oyu, 1 vekilin çekimser oy vermesi ile sözleşmeyi uygun bulan 6251 sayılı kanunu "onaylayarak", parlamentosundan geçiren ilk ülke olmuştur. Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada, Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığının Türkiye'de olduğu sırada imzalanan Sözleşmede "Kadına karşı şiddet alanında ilk uluslararası belge olan söz konusu sözleşmenin müzakere sürecinde ülkemiz tarafından öncü rol oynanmıştır." ifadesine yer verildi. Recep Tayyip Erdoğan tarafından TBMM'ye yollanan tasarının gerekçesinde de Sözleşmenin hazırlanması ve sonuçlandırılmasında Türkiye'nin "öncü rol" oynadığına dikkat çekildi. Sözleşmeye "taraf olunmasının ülkemize ilave bir yük getirmeyeceği ve ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacağı değerlendirilen" gerekçede, Sözleşmenin yükümlülükleri de sıralandı. 2015'te Turuncu adlı dergide Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle bir başmakale yazan Erdoğan, Türkiye'nin sözleşmeye "çekincesiz" imza koyduğunu, birçok ülkede "ekonomik kriz" nedeniyle çıkmayan uyum yasalarının Türkiye'de 6284 sayılı koruma kanunu ile çıkarıldığını belirtti. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ise Sözleşmeye taraf olunması hakkında "önemli bir iradedir, gereğini yapmak da hepimizin görevidir" açıklamasında bulundu. Bakanlığın yeni gelişme ve ihtiyaçlar karşısında 2012-2015 arasını kapsayacak Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı'nda da (2012-2015) "Sözleşmenin ışığında" ifadesiyle eylem planının hazırlandığını ifade etti.
3 Temmuz 2017'de GREVIO Türkiye'ye ilişkin ilk raporunu yayımladı. Raporda atılan olumlu adımlar için memnuniyet dile getirilirken kadına yönelik şiddeti sonlandırmak için yasal düzenleme, politika ve tedbirlerdeki eksikliklere vurgu yapıldı ve bu kapsamda sözleşmenin daha etkin uygulanması için öneriler sunuldu. Faillerin kovuşturulması ve cezalandırılması konusunda yargı verilerinin olmayışı ile kadına yönelik şiddette cinsiyetçi önyargılar ve mağduru suçlamalarının yargılamalarda indirime yol açtığı endişesi dile getirildi. Raporda kadınları şiddetten korumada alınan tedbirlerin ilerlediği belirtilirken cezasızlık hâlinin sürekli hâle gelmiş olmasına vurgu yapıldı ve kadına yönelik şiddetle mücadelede, önleme, koruma, kovuşturma ve bütüncül politikaların ortaya konulmasında daha yoğun bir çabanın gerektiği ifade edildi. Raporda mağdurların mağduriyetlerini yetkili makamlara bildirmede çekince yaşadıkları, damgalanma ve şiddetin yinelenmesinden korktukları, geri bildirime teşvik ve etkin mücadelede belirgin bir ilerlemenin olmadığına dikkat çekildi. Şiddet olaylarının yetkili makamlara bildirimlerinde oranın azlığında mağdurların ekonomik bağımsızlığının olmayışı, hukuksal metinlerde okuryazarlığın azlığı, sorgulama ve yargı makamlarına olan güvensizliğin etkisine dikkat çekildi. Özellikle tecavüz ve cinsel şiddet vakalarının “mağdurlar tarafından neredeyse hiçbir zaman bildirilemediğine” dikkat çekildi.
Türkiye'de kadın cinayetleri ve kadınların sözleşme kapsamında tanımlanan şiddet türlerinde yaşadığı mağduriyetler hakkında doğrudan istatistik verilerine ulaşmada bazı sorunlar bulunmaktadır ve gerçek veriler bilinmemektedir. Bu konudaki veriler ağırlıkla kadına yönelik şiddetle mücadele eden dernekler, sivil toplum kuruluşları ve bazı medya organlarının gölge raporlarından hareketle verilmektedir. GREVIO da taraf ülkelerde hazırlanmış gölge raporları incelemektedir. Türkiye Sözleşmenin yazarlarından olan Feride Acar'ın iki dönemlik GREVIO başkanlık görevi ardından komite üyeliğine Aşkın Asan'ı önermiş ve Asan komite üyeliğinde yer almıştır. Kadın dernekleri de bu adaylık öncesinde Acar'ın üye olarak önerilmesi çağrısında bulunmuş ve Asan'ın adaylığına tepki göstermişti.
Şubat 2020'de Türkiye'de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Sözleşme'nin gözden geçirileceği gündeme getirildi. Aynı dönemde ve sonraki süreçte bazı muhafazakâr yayın organlarında ve dini cemaatlerde Sözleşmenin "Türk aile yapısını bozduğu", "eşcinselliğe yasal zemin hazırladığı" yönünde yayın ve propagandalar yapılırken Ak Partili kadın milletvekillerinin sözleşmeden geri adıma karşı oldukları ve "sözleşme ile ilgili kamuoyunda yanlış algı yaratılmaya çalışıldığını" Cumhurbaşkanına ifade ettiklerine dair bir haber basına yansıdı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Temmuz 2020'de "Halk istiyorsa kaldırın. Halkın talebi kaldırılması yönündeyse, buna göre bir karar verilsin. Halk ne derse o olur" açıklamasını yaptı. Numan Kurtulmuş da hemen akabinde "Nasıl usulünü yerine getirerek bu sözleşme imzalanmışsa, aynı şekilde usulü yerine getirilerek bu sözleşmeden çıkılır" demesi üzerine Sözleşme kamuoyunda ve siyasi gündemde genişçe yer almaya başladı. Bu aralıkta MetroPOLL Araştırma 2018 Türkiye genel seçimlerindeki siyasi eğilimlere göre yaptığı kamuoyu araştırmasında halkın %64'ünün sözleşmeden çekilmeyi onaylamadığı, Ak Parti seçmeninde sözleşmeden çekilmeyi onaylamayanların %49,7 olduğu ve %24,6'lık kesimin ise fikir beyan etmediğini açıkladı. Diğer parti seçmenlerinde de onaylamayanların fazlaca olduğu verisi paylaşıldı. Bu tartışmaların olduğu dönemde Türkiye'de kadın cinayetlerinin artması, Emine Bulut ve Pınar Gültekin cinayetleri gibi çok sayıda toplumsal etkisi olan vakalar sonrasında "İstanbul Sözleşmesi Yaşatır" kampanyası yapıldı ve kitlesel protestolar düzenlendi.
20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Sözleşme'nin Türkiye bakımından feshedilmesine karar verildi.
Türkiye tarafından Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği'ne 22 Mart 2021 tarihinde fesih bildirimi ulaşmış ve Genel Sekreterlik bu feshin 1 Temmuz 2021 tarihinde yürürlüğe gireceğini duyurmuştur. Geri çekilme kararı, Türkiye'deki muhalefet partiler, yabancı devlet liderleri, Avrupa Konseyi, STK'lar ve sosyal medyada da dahil olmak üzere hem yurt içinde hem de yurt dışında pek çok kesim tarafından eleştirildi. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Marija Pejčinović Burić, kararı yıkıcı haber ve Türkiye'de ve yurtdışında kadınların korunmasını tehlikeye atan büyük bir gerileme olarak nitelendirdi. CHP Yüksek Disiplin Kurulu Üyesi Avukat Tuba Torun, 24 Kasım 2011 tarihinde meclis tarafından kanunla onaylandığı için anlaşmanın meclis onayı olmadan geri çekilemeyeceğini iddia etti.CHP ve bazı hukukçulara göre, uluslararası anlaşmaları onaylama hakkı, Anayasa'nın 90. maddesine göre meclise aittir. Bu nedenle, usulde paralellik ilkesi gereğince bu anlaşmalardan çekilirken parlamentonun geri çekilmeye yönelik kanun çıkarması gerektiğini belirtmişlerdir. Hükümete göre, cumhurbaşkanının, 9 sayılı cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 3. maddesinde belirtildiği üzere uluslararası anlaşmalardan çekilme yetkisi bulunmaktadır. Karar, Türkiye genelinde birçok ilde protestolara sebep oldu Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı 21 Mart 2021 tarihinde yaptığı resmi açıklamada çekilmenin sözleşmenin 80. maddesine uygun olarak yapıldığını söyledi. Sözleşmeden çekilme nedenini de İstanbul Sözleşmesi, Türkiye'nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmiştir. olarak belirtti ve kararın buna dayanarak alındığını açıkladı.Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, 20 Mart tarihinde Twitter hesabından, kadın haklarının teminatının Türkiye Anayasası başta olmak üzere Türk hukuk sistemindeki yasal düzenlemeler olduğunu açıklamıştır. İçişleri Bakanlığı, kendisi tarafından hazırlanan ve 23 Mart 2021 tarihinde bakanlık ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun sosyal medya hesaplarından paylaşıldığı Kadına Yönelik Şiddette Sıfır Tolerans başlıklı videoda kadına yönelik şiddete sıfır tolerans gösterildiğini belirtmiş ve videoda Haklarımızın teminatı sözleşmeler değil, kanunlardır. cümlesini kullanmıştır.
Kaynak: www.wikipedia.com
コメント