H o c a’ y ı Ö z l e m e k Hilmi Yavuz
1979’da yakalandığı o amanvermez hastalık, Hoca’yı 63 yaşındayken , alıp götürdü bu Dünya’dan. ‘Hüthüt’ şiirinde ‘oyun, hüzün olmuştur’ diyordu;- doğruydu! O günden bu yana, ‘Dünya’ denilen oyunun bir hüzün olduğunu, Necatigil’in dizelerinden öğrendik. Gerçekten de öyleydi;- ‘hüzün’dü oyunun kuralı ve Hoca, ‘oyun, hüzün olmuştur’ derken,işte o bildik oyunun kuralını hatırlatıyordu bize....
Onun eski (ama, artık çok eski olan!) öğrencileri, bizler, bir araya geldiğimizde, sözün dönüp dolaşıp ve çoğu kez biz farkına varmadan, Necatigil’e geliyor olması, onun bizi eğitmeye, hala, devam ediyor olmasındandır. Evet, öyledir, ben ve onun lise ya da eğitim enstitüsünde ‘rahle-i tedris’inden geçmiş öğrencileri. Hoca’yı sıklıkla hatırlıyorsak eğer, bundan dolayıdır. Büyük öğretmenler, gerçekte, ölümlerinden sonra öğrencilerini eğitmeye devam eden öğretmenlerdir.
Necatigil’in tuhaf bir karizması vardı;- buna belki de bir anti-karizma bile denebilir. Şiirinde nasıl sıradan-olan’ın, insanın temel varoluş meseleleriyle ilişkili olduğunu gösterdiyse, yaşamında da ‘herkes’ gibiyken herkesten biri olmadığını gösterebilmişti Necatigil. Görünüşte evi, eşi, çocukları, dostları, onunla sıklıkla birlikte olamasalar bile öğrencileri olan ve akşamları evine çarşı pazar dolaşıp doldurduğu ‘taş veya kurşun’ gibi ağır fileyi götüren ‘herkes’ gibi biri... Ama, gerçeklikte, hayatın sıradanlığını, bir ‘insanlık durumu’ olarak ‘yaşama azabı’nı dönüştürmüş ve bu ‘insanlık durumu’nu varoluşuyla somutlamıştı. Onu yakından tanıyanlar tanıklık edeceklerdir sanırım: Hoca’nın, en sıradan ve gündelik yapıp etmeleri bile dikkatlice izlendiğinde, yaşamanın bir ‘azap’ olduğunu hissettirecek, derinlikli imalar, işaretler taşırdı. Deyiş yerindeyse, varoluşu, bir alegori idi Behçet Necatigil’in: Birdenbire susması, ellerini kendine özgü jestlerle kullanışı, ansızın kalkıp gitmeleri, yanyana yürürken âniden hızlanıp önünüze geçmesi, hiç yoktan öfkelenmeleri... bu alegorinin gösteren’i olarak okunması gereken belirtileriydi. Hayatının her anında bu ‘azab’ı hissediyor olduğunu dışavuran, tedirgin bir kimlik... Karizması ya da anti-karizması, varoluşunu bir alegoriye dönüştürmüş olmasından, her yapıp etmenin ardında, görünmeyen bu ‘azab’ı sadece hissediyor değil, ama hissettiriyor olmasından ileri geliyor olabilir miydi? Belki…
Hoca’yı çok özlüyorum…
Comments