Bugün 9 Ocak. Ünlü romancımız Halide Edip Adıvar, ünlü şairimiz Cemal Süreya, oyuncu Sadık Kaplangı, THM sanatçısı Bircan Pullukçuoğlu, çevirmen-yazar Tektaş Ağaoğlu'nun ölüm yıldönümü. Bugün aynı zamanda ünlü işadamı Özdemir Sabancı'nın öldürülüşünün de yıldönümü.
BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.
Halide Edip Adıvar kimdir?
En başta gelen romancılarımızdandır. 1884’te İstanbul’da doğdu. Bir süre özel öğrenim gördükten sonra Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ni bitirdi, İstanbul’un çeşitli okullarında öğretmenlik yaptı. Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye’de kız okulları müfettişi olarak çalıştı. İstanbul’a dönüşte üniversitede ilk kadın öğretim üyesi olarak ders verdi.
Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’ya geçti, savaşlara yardımcı oldu. 1926’da eşi Adnan Adıvar ile birlikte yurt dışına çıkarak on yılı aşkın bir süre Avrupa’da, Amerika’da yaşadı. Başka ülkeleri de dolaşarak bilimsel konferanslar verdi. 1939’da yurda döndü. Üniversiteye profesör olarak katıldı, İngiliz Dili ve Edebiyatı kürsüsünde ders verdi.
1950′ de bir dönem milletvekilliği yaptıktan sonra yeniden üniversitedeki derslerine başladı. 1960’ta emekliye ayrıldı. 1964′ te öldü. Ünlü romanı Sinekli Bakkal 1942’de Türkiye çapında düzenlenen bir roman yarışmasında birinciliği kazanmıştır. Halide Edip Adıvar’ın romanları dışında tiyatro denemeleri, gezi notları, anıları, hikayeleri de vardır.
Başlıca eserleri şunlardır: Ateşten Gömlek; Handan; Kalb Ağrısı; Sinekli Bakkal; Tatarcık; Yolpalas Cinayeti; Döner Ayna; Sonsuz Panayır (romanlar); Mor Salkımlı Ev; Türk’ün Ateşle İmtihanı (çocukluk, gençlik, Kurtuluş Savaşı anıları).
Cemal Süreya kimdir?
Nakliyeci Hüseyin Seber, Erzincan'ın Pülümür ilçesinde, abisiyle ortak bir hayat kurmuştu. Genç yaşta evlendiği Gülbeyaz ile kıt kanaat geçinip gidiyordu. Ailenin hayatı, 1931 yılında dünyaya gelen Cemalettin ile beraber şenlendi. Cemalettin Seber, sonradan herkesin bileceği adıyla Cemal Süreya idi.
Cemal Süreya çocukluğunu şu sözlerle anlatır:
"1931 yılında Erzincan'da doğdum. 6 yaşında oradan ayrılmışım. Asıl çocukluğumu geçirdiğim kent Bilecik. Liseyi İstanbul'da, yüksek öğrenimi Ankara'da okudum. Şimdi de aynı çocukluğu İstanbul'da geçirmekteyim. Annem 6 yaşında öldü, yüzünü bile hatırlamıyorum ama bazı tavırlarını hatırlıyorum; bende çok kalmış. Belki beni edebiyata götüren bir sürü neden var ama bir keskin neden ararsam, bunu annemde bulduğumu söyleyebilirim."
Beni Öp Sonra Doğur Beni "... Kan görüyorum taş görüyorum bütün heykeller arasında karabasan ılık acemi - uykusuzluğun sütlü inciri - kovanlara sızmıyor. Annem çok küçükken öldü beni öp, sonra doğur beni." Dostoyevski'den çok etkilendi Ortaokulun ilk senesinde Dostoyevski ile tanıştı. Karamazov Kardeşler romanından öyle etkilendi ki, içindeki huzursuzluğu yazarak dışavurmaya o zaman karar verdi: "Aslında ikinci bir doğum tarihim vardır benim, edebiyatla ilgili olarak. 1943'te Dostoyevski'yi okudum ve bende hiç huzur kalmadı. Bugün onu eskisi kadar seviyor muyum? Çok şey aldı onun yerini ama yine de beni edebiyata, şiire iten şeylerde tuhaf bir şekilde en çok bir romancının, Dostoyevski'nin etkisi vardır." İyi bir okur olduğu kadar, başarılı bir yazar ve şair olacağı, okuldaki duvar gazetesinde karaladığı, güzel kızlara yazdığı aşk mektuplarında kendini belli etti. Günlük hayatta içine kapanıktı ama yazdıklarındaki yaşam coşkusu ve nevi şahsına münhasır alaycılık, ilk dönem ürünlerinden itibaren Cemal Süreya'nın alametifarikası oldu. Hüznün Kuşları "... şanssızım diyemem kendi payıma hain bir aşk bu kökü dışarda olur böyle şeyler ara sıra olur ara sıra" "Türkçe'yi Garip akımı şairlerinden öğrendim"
Ortaokuldan sonra İstanbul'da Haydarpaşa Lisesi'ne kaydoldu: "Lisede aruz ile, eski tarz yazardım. Bizim kuşağın içinde biraz geç çıktım ortaya, uzun süre yazdıklarımı yayınlamadım. Bir çeşit utangaçlık, çekingenlik, kendine güvenemeyiş ya da kusursuzu aramak diyebiliriz... Biraz geç yayınladım. 1953'te sanırım, Mülkiye Dergisi'nde bir şiir yayınladım. Ondan sonra da sürekli yayınlamaya başladım. Ben yeni edebiyatla, yeni şiirle de geç tanıştım." Garip Akımı, 1940'lı yılların başında bir manifestoyla ortaya çıkmış, şiirde sadeleşmenin, yeni bir ses ve yaşayan bir Türkçe ile yazmanın önünü açmıştı. Peki Cemal Süreya bu konuda neler düşünüyordu? "Orhan Veli şiire elma yemesini öğretti. Bizler Garip şiirine bir tepki olarak çıktık. Ama şimdi düşünüyorum da Garip şiiriyle, özellikle de daha sonra başka yeni şairlerin katılımıyla meydana gelen Türk yenilikçileriyle oluşan şiirde, biz nasıl var olmuşuz, ne kadar etkilenmişiz ondan, çok beslenmişiz! Bazı arkadaşlarım öldü: Edip (Cansever), Turgut (Uyar). Bazıları da yaşıyor. Ben kendi payıma konuşayım: Çok beslendim, hatta Türkçe'yi onlardan öğrendim diyebilirim." Hilmi Yavuz, Cemal Süreya'nın Türk şiirindeki önemini şu sözlerle anlatır: "Gül şiiri, Yeditepe Dergisi'nde 1954 yılında yayınlanmıştı. Bu şiiri 23 yaşında yazdı. Ki bence Türk edebiyatında, şiirinde çok ciddi bir kopmadır. Ondan öncesi yoktu gerçekten. O güne kadar Türk şiirinde söylenmemiş, dile getirilmemiş imgelerle ironiyi ve erotizmi temellendirdi. Bu Cemal Süreya'yı bu anlamda müstesna kılar." Gül Gülün tam ortasında ağlıyorum Her akşam sokak ortasında öldükçe Önümü arkamı bilmiyorum Azaldığını duyup duyup karanlıkta Beni ayakta tutan gözlerinin Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum İstasyonda tiren oluyor biraz Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum Her nasılsa sokağa düşmüş Kolumu kanadımı kırıyorum Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene.....
'Üvercinka' şiiri, İkinci Yeni'nin sembolü oldu 1953 yazında ortaokul yıllarından beri sevdiği ve sürekli mektuplaştığı Semiha ile evlendi. 1 yıl sonra mülkiyeyi bitirdi ve Eskişehir'de stajyer memur olarak göreve başladı. Ardından 1955 yılında maliye müfettiş muavini olarak İstanbul'a geldi: "Birçok kent gezdim, hepsinden etkilendim, ama en çok İstanbul'dan etkilendim. İstanbul bir kent gibi değil, bir hayvan gibi, yağmur yağdığında kokusu olan, diri bir kent. Çok eski, çok karışık, hiçbir simetrik duygu taşımayan bir kent." Baylan Pastanesi o dönemin İstanbulunun sanatçılar için en gözde mekanıydı. Cemal Süreya burada Ankara'da başlayan dostluklarını perçinleyip yeni insanlarla tanıştı. Onlara 'İkinci Yeni şairleri' deniyordu: Ece Ayhan, İlhan Berk, Ülkü Tamer, Edip Cansever, Turgut Uyar, Sezai Karakoç ve Cemal Süreya... Bu genç şairlerin ardı ardına ürünler verdiği bir dönemde Cemal Süreyya, İkinci Yeni'nin sembolü olacak bir kitapla okurların karşısına çıktı: Üvercinka Üvercinka Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor Bütün kara parçalarında Afrika dahil Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma Yatakta yatmayı bildiğin kadar Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor Bütün kara parçaları için Afrika dahil Senin bir havan var beni asıl saran o Onunla daha bir değere biniyor soluk almak Sabahları acıktığı için haklı Gününü kazanıp kurtardı diye güzel Birçok çiçek adları gibi güzel En tanınmış kırmızılarla açan Bütün kara parçalarında Afrika dahil Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar Bütün kara parçalarında Afrika dahil Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok Aklıma kadeh tutuşların geliyor Çiçek Pasajında akşamüstleri Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor Bütün kara parçalarında Afrika hariç değil
Dergicilik tutkusu ve Papirus dönemleri Şiir kadar vazgeçilmez bir diğer tutkusu da dergicilikti. İlk kez 1960'da askerliği sırasında çıkardığı Papirus'u, imkansızlıklarla boğuşarak üç ayrı zamanda yayınladı. Her seferinde koşullara yenik düşüp dergiyi kapatmak zorunda kaldığında, bu durumu kendi alaycı üslubunda değerlendirdi: "Bir dergi gibidir benim yaşamım Bu yüzden ölmem; batarım." Türk edebiyat tarihinde kendine çok önemli bir yer edinen Papirüs dergisi, araştırma dosyaları ve sayfalarında yer verdiği sayısız genç yazar ile, yeni bir edebiyatçı kuşağın yetişmesine imkan sağladı. 1965'te Papirüs'ü Ülke Tamer ve Tomris Uyar ile ikinci defa çıkardığında, o zaman hayat arkadaşı olan Tomris Hanım'ın da telkiniyle memuriyetten istifa etti. Aynı yıl ikinci şiir kitabı Göçebe'yi yayınladı. Göçebe, 1966'ta TDK Şiir Ödülü'nü aldı. Bu arada Zuhal Tekkanat ile evlendi. 1969'da, amcasının adını verdiği oğlu Memo dünyaya geldi. Oğlunun büyümesini, bir mucizenin gerçekleşmesine tanıklık edercesine coşkuyla izledi.
Ekonomik sıkıntılar yüzünden memuriyete geri döndü
1970 yılına gelindiğinde varını yoğunu Papirus için harcamış (hatta Chevrolet’sini satmış), ciddi bir ekonomik sıkıntı içine girmişti. Dergiyi kapatıp memuriyete dönmekten başka çaresi kalmayınca, yeniden takım elbiselerini giydi. Kurallar gereği ayrılanın aynı göreve bir daha dönemediği bakanlıkta, ikinci kez maliye müfettişi oldu. Darphane müdürlüğü yaptığı kısa bir dönem haricinde hep bu kadroda çalıştı. 1982'de emekli oldu.
Cemal Süreya maliye çevrelerinde işinde hassas, suistimallere karşı dikkatli ve adaletli bir bürokrat olarak tanındı.
"Çoğu zaman maliyecilikle edebiyat çalışmalarını nasıl bağdaştırdığım soruluyor. Şiir para getirmediği için her şair ikinci bir uğraş arayacaktır. İkinci uğraşın şiirden uzak olması, şair için daha iyi galiba... Çünkü uğraştan derin bir soluk alırcasına kopabilir... Aynı zamanda düşünceye yönetmemde mesleğimin etkisi olmuştur. Çünkü maliye müfettişi kusur bulmaya değil, ıslah etmeye çalışır."
5 kez evlendi
Cemal Süreya Türk şiirinde devrim yaratan bir üslubun, bir anlayışın sembolüydü. Ama edebiyatla ilgisi, şiirle sınırlı kalmadı. Fransızcadan yaptığı çevirilerin yanı sıra, deneme ve eleştiri yazıları da takip edilen bir yazardı. Şiir ve politika üzerine yazdıklarını, 1976'da 'Şapkam Dolu Çiçekle' adı altında kitaplaştırdı: "Ben karşıtlıklar bulan değil, yeni sorular getiren bir yazarım. Bunun için parça parça çok şeye değinme olanağı veren bir yazı türü, birikimime uygun geldi."
1980'li yıllarda kaleme aldığı günlükleri, Milliyet Sanat ve Hürriyet Gösteri dergilerinde yayınlandı. 1986'da yakın arkadaşı Doğu Perinçek ile birlikte yayına hazırladığı '2000'e Doğru' dergisi, onun başka bir ustalığını ortaya çıkardı: Portre yazarlığı. '2000'e Doğru'için edebiyat çevresinden, siyaset ve iş dünyasından onlarca ismin portresini yazdı. Bu yazılar geniş bir kesim tarafından takip edilen, gündem belirleyen çalışmalardı.
Çocukluğundan itibaren tutkunun, şiddetin, gönüllü ya da gönülsüz sürgünlüğün gölgesinde yaşadı Cemal Süreya: "Hayatımın ana çizgisi nedir diye düşündüğümde buldum: Şefkat arıyorum." Güvenli bir liman arayışı hayatı boyunca sürdü. Belki bu nedenle büyük tutkuyla başlayan ilişkileri, gelgitler ve şiddetli kavgalarla sona erdi. 5 kez evlendi. Her seferinde hayatındaki kadın 'son'du.
Yalnızlık hissi ve ölüm korkusu
"İki şey: Aşk ve şiir. Mutsuzlukla beslenir biri, biri ona dönüşür" demişti bir şiirinde. Hayatı boyunca aşk ve şiirle beslendi. Sonunda 'son kadın' nihayet karşısına çıktı: Birsen Sağanak, ölümüne kadar onu yalnız bırakmadı. Varlığı bu huzursuz ruha bir nebze güven verebildi ama onun için dostlukların sığınağı her şeyden değerliydi: "Ben çocukluğunu yitirmemiş bir adamım. Bununla birlikte biraz da ciddi bir adamım. Okuyan bir adamım. Yalnız bir adamım. Fazla kalabalıktan hoşlanmam. Küçük bir arkadaş çevrem vardır, onun dışına çıkmam. Bu çevreler bazen değişir ama genellikle küçük bir çevredir. Dolaşmayı da fazla sevmem. Aynı masada oturmayı, aynı masada çalışmayı severim. Ayn lokantada yemek yerim. Sınırlı bir hayattır benim hayatım. Evimin karşısında bir kahve var, boş zamanlarımda oraya gider otururum, arkadaşlarım gelir. Ben aslında arkadaş canlısı bir adamım. Arkadaşlarım neredeyse orayı severim." Muzaffer Buyrukçu, Cevat Çapan, Melisa Gürpınar, Turgut Uyar ve Edip Cansever, onun arkadaş çevresinden ilk akla gelen isimlerdi. Uyar ve Cansever'in erken yaşta ölmeleri, Cemal Süreya'daki yalnızlık hissini ve ölüm korkusunu güçlendirdi. Edip Cansever "Yeşil ipek gömleğinin yakası Büyük zamana düşer. Her şeyin fazlası zararlıdır ya, Fazla şiirden öldü Edip Cansever." *** Üstü Kalsın Ölüyorum tanrım Bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür Biliyorum tanrım. Ama, ayrıca, aldığın şu hayat Fena değildir... Üstü kalsın... Ondan kalan 'Sevda Sözleri' oldu. Her koşulda gülümsemekten vazgeçmeyen, her adresin tutku ve aşka çıktığı bir evren bıraktı geride. 9 Ocak 1990'da şeker koması, akciğer ödemi, kalp yetmezliği sebebiyle hayata gözlerini yumdu. 5 maddede Cemal Süreyya 1- Doğum günü belli değil. 2- Maliye müfettişliği sırasında muhalifi olduğu Adnan Menderes’i soruşturdu ve lehine rapor yazdı. 3- Kendi alanında kült Emmanuelle filmi için “yayına uygundur” kanaati bildirdi. 4- Bir dedikoduya göre, birlikte yaşadığı kadınlara şiddet uyguluyordu. Zûhal Tekkanat, Süreya ile yaşadığı bir kavgada 'ağzının burnunun kan içinde kaldığını'; ilk eşi Seniha Hanım ise, bir kavgada dişlerinin döküldüğünü söylüyor. 5- Cemal Süreya’nın ölümünden 7 ay 2 gün sonra, av tüfeğinin bir arkadaşının elinde ateş alması sonucu, oğlu Memo Emrah Seber de hayatını kaybetti.
Bircan Pullukçuoğlu kimdir?
15 Ağustos 1948'de Aydın'ın Söke ilçesinde doğan Bircan Pullukçuoğlu, Coşkun Güla'dan müzik eğitimi almıştır. Sanatçı hayatı boyunca TRT ekranlarında yayınlanan çeşitli televizyon programlarında görev almıştır. TRT repertuvarında notaya aldığı bir çok türkü bulunan sanatçı, bağlama ve ud gibi enstrümanlar çalmıştır. TRT'de ses sanatçısı olarak görev yapmıştır. Pullukçuoğlu çalışmalarını Ankara Radyosu'nda şeflik göreviyle devam ettirmekteydi. Bircan Pullukçuoğlu, 9 Ocak 2016 Cumartesi günü hayatını kaybetmiştir.
Saltuk Kaplangı kimdir?
1932 yılında Çorlu’da doğdu. İstanbul Şehir Tiyatrosu Çocuk Tiyatrosuna girerek, 1946 yılında “Tiyatro Terbiyesi” piyesinde sahneye çıkan Kaplangı, 1950 yılında Şehir Tiyatrosu kadrosuna geçti. Kaplan gı, 1956 yılında Şehir Tiyatroları sanatçısı Birsen Özkara (Kaplangı) ile evlendi. Şehir Tiyatrolarında üç kez yönetim kurulu üyeliği, iki kez de sahne amirliği görevlerinde bulundu. “İhtiras Tramvayı” (1950), “Yürü Ya Kulum” (1951), “Pembe Evin Kaderi” (1952), “Liliom” (1953), “Yedi Kocalı Hürmüz” (2005) ünde aralarında bulunduğu çok sayıda tiyatro oyununda sahne aldı. 1951 yılında “Şafak Sökecek” adlı filmde oyunculuk yaparak başladığı sinemada on yıl kadar jön rollerine çıktı. Yönetmen yardımcılığı yaptı, bir de film yönetti. Film senaryoları kaleme aldı. TV dizilerinde rol aldı. Ünlü televizyon dizisi “Kuruntu Ailesi” ve “Eşref Saati” adlı dizilerde de rol alan Kaplangı’nın rol aldığı filmlerden bazıları: Yanık Ömer, Yedi Köyün Zeynebi, Ana Hasreti, Bağrıyanık, Zeynebin Aşkı, Gönül Avcısı dır. Türk tiyatrosunun usta ismi Saltuk Kaplangı, 9 Ocak 2010 ‘da aramızdan ayrıldı.
Tektaş Ağaoğlu kimdir?
Tektaş Ağaoğlu, 1934 yılında İstanbul’da doğdu. Ortaöğrenimini Ankara Atatürk Lisesi’nde, yükseköğrenimini İngiltere’de Oxford Üniversitesi Hukuk Fakültesinde tamamladı. Yazın dünyasına Ölümden Hayata adlı öykü kitabı ile girdi. Ağaoğlu, çalışmalarını çeviri alanında yoğunlaştırdı. Dostoyevski, Şolohov, Remarque’nin yapıtlarını çevirdi. Marks ve Engels’ten seçerek derlediği Politika ve Felsefe adlı yapıtı 142. maddeye aykırı görülerek tutuklandı. 7,5 yıla hüküm giydi, beş ay tutuklu kaldı. Dava temyiz aşamasındayken af yasasıyla düştü. 1975’te Gerçek gazetesi sorumlu müdürüyken 12 Mart dönemi Sıkıyönetim Mahkemesi kararlarına ilişkin bir yazı nedeniyle bir yıla hüküm giydi. Ant, Cumhuriyet, Yeni Ortam dergi ve gazetelerinde sosyalist öğretinin genel ve güncel sorunlarını inceleyen yazılar yayımladı. İlke, Kitle, Birlik, Gerçek gazete ve dergilerinde yazdı.
Özdemir Sabancı kimdir?
Türkiye'nin önemli iş adamlarından biri olan Özdemir Sabancı, 9 Ocak 1996 tarihinde DHKP/C militanları tarafından düzenlenen suikast sonucu öldürülmüştür. Özdemir Sabancı 15 Mayıs 1941 tarihinde Sadıka - Hacı Ömer Sabancı çiftinin en küçük oğlu olarak Adana'da dünyaya geldi. Tarsus Amerikan Koleji'nde okuduktan sonra, Manchester Üniversitesi'nde (UMIST) kimya mühendisliği eğitimi aldı. Daha sonra İsviçre'de kimya mühendisliği alanında ihtisas sahibi oldu. Sabancı Holding bünyesindeki en büyük sanayi birimlerinden olan "Sasa"yı kurdu.Otomotive karşı özel bir ilgisi bulunan Sabancı, Temsa'da Mitsubishi Maraton otobüsleri, minibüsleri ve ticari araçlarının üretimini sağladı. Toyota'yı Türkiye'de % 50-50 ortaklıkla bir otomobil fabrikası kurmaya ikna etti. Sabancı Holding bünyesindeki Sasa, Temsa, Toyotasa, Pilsa, Yazakisa, Sapeksa ve Akkardansa şirketleri de Özdemir Sabancı'ya bağlıydı.Özel hayatıÖzdemir Sabancı, 1970 yılında Sevda Girişken'le evlendi. Bu evlilikten Demir ve Serra isimli iki çocuğu vardır.SuikastÖzdemir Sabancı, 9 Ocak 1996 tarihinde Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP/C) saldırganları Fehriye Erdal, İsmail Akkol ve Mustafa Duyar tarafından Sabancı Center'da uğradığı suikast sonucunda ToyotaSA Genel Müdürü Haluk Görgün ve sekreter Nilgün Hasefe'yle birlikte hayatını kaybetti.Sabancı Center binasında çalışan ve diğer iki saldırganın binaya girmesini sağlayan Fehriye Erdal, 3 Kasım 1996'da meydana gelen Susurluk kazasında ölen polis müdürü Hüseyin Kocadağ'ın aracılığıyla işe alınmıştı. Ölümü sonrası Özdemir Sabancı'nın katili Mustafa Duyar, 15 Şubat 1999 tarihinde Afyon E Tipi Kapalı Cezaevi'nde çıkan bir isyanda Karagümrük çetesi mensupları tarafından kaldığı 5/A koğuşunda tabancayla vurularak öldürüldü.
Comments