top of page
Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Fuzuli, Nuri Conker, Şadi Dinççağ, Erol Pekcan, Öztürk Serengil, Onat Kutlar, Kıvırcık Ali



11 Ocak. Divan şairi Fuzuli, asker ve siyasetçi, Kurtuluş Savaşı kahramanlarından, Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşı, Gaziantep Milletvekili Nuri Conker, Karikatürist Şadi Dinççağ, caz sanatçısı Erol Pekcan, sinema sanatçısı Öztürk Serengil, şair, yazar, düşün adamı Onat Kutlar ve THM sanatçısı Ali Özütemiz (Kıvırcık Ali)'in ölüm yıldönümü.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.

Fuzuli kimdir?



Fuzûlî (d. Hille-Irak, 1480 veya 1490? - ö. Kerbela, Bağdat, 1556)

Âzeri asıllı Türk şair. Asıl adı Mehmet oğlu Süleyman'dır.

Yaşamı üzerine bildiklerimiz çok azdır. Kimi kaynaklarda rastlanan bilgilerse ya söylentiye dayanmaktadır ya da çelişkilerle doludur. Nerede, ne zaman doğduğu bilinmiyor. Mehmet Fuat Köprülü, Hille’de doğmuş olabileceğini daha akla yakın bulmaktadır.

Asıl adının Mehmet, babasının ise Süleyman adlı biri olduğu söylentisi ise kendisinin gerek Farsça divanında, gerekse Hadikatü’s-Süeda’da ana dilinin Türkçe olduğunu söylemesiyle doğrulanıyor.

Çocukluğu ve gençliği nerede geçmiştir, kimlerden ders almıştır, burası karanlık. Ama molla sanını aldığı düşünülür ve yapıtlarında rastlanan felsefe, tıp, din bilimleriyle ilgili bilgiler göz önünde tutulursa, iyi bir öğrenim yaptığı kesindir.

Şah İsmail’in 1508’de Bağdat’ı fethetmesin den sonra Bağdat’ta bulunduğu, Şah İsmail adına yazdığı Beng ü Bâde mesnevisinden anlaşılıyor. Ayrıca bir kasidesinden Bağdat’ta Safevi valisi olan Kürt reisi İbrahim Han tarafından korunduğu da bilinenler arasındadır. Ama İbrahim Han ölünce (1527) Hille’ye çekilmiş, Safevi büyükleri arasında başka bir koruyucu bulamamıştır.

Kanuni’nin Bağdat’ı fethedişine kadar (1534), Fuzulî’nin nasıl bir yaşam sürdüğü bütünüyle karanlıktır. Kanuni Bağdat’ı alınca “Geldi burc-i evliyaya padişah-i nâmdâr” (H.941) tarihini taşıyan dizenin bulunduğu kasideyi padişaha sunmuş, ayrıca ileri gelen devlet adamları için de kasideler yazmıştı. Bu nedenle günde 9 akçalık bir gelir bağlandığım, ama evkaf dairesindeki yolsuzluklar nedeniyle bu parayı alamayıp, Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi’ye ünlü Şikâyetname ’yi yazdığını biliyoruz.

Fuzulî, orduyla birlikte Bağdat fethine katılan Hayâlî, Taşlıcalı Yahya gibi o dönemin ünlü şairleriyle tanışmış, onlarla dost olmuştu. Bu üç şairin birbirlerine nazireler yazmış olmaları bu dostluğu kanıtlar.

Bütün yaşamı Hille, Kerbelâ ve Bağdat çevresinde geçmiştir. Sıkıntılarla ve geçim zorluklarıyla dolu bir yaşam sürdüğü, “Diyar-ı Rumu gözet terk-i hâk-i Bağdat et” demesine karşın Irak bölgesinden ayrılamadığı kendisinin verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır.

Hangi tarihte öldüğü bilinmekle birlikte öldüğü ve mezarının bulunduğu yer de söylentilere dayanmaktadır. Irak’ta görülen bir veba salgını sırasında (H.963) ölmüştür. Bugün, Kerbelâ’da Meşhed-i Hüseyin yanındaki türbenin ona ait olduğunu kesinlikle ileri sürmek mümkün değildir. Türbe bir Bektaşi tekkesindedir ve şairin mezhebi düşünülürse, Bektaşi geleneğinin bu türbeyi ona mal etmesine şaşmamak gerekir. Fuzulî’nin Şiî mezhebine bağlı olduğu konusu, bugün artık tartışılamayacak bir biçimde kanıtlanmıştır.

Şurası çok açıktır ki; Fuzuli, gelmiş geçmiş Türk şairlerinin en büyüklerinden biridir. Bu büyüklük, hakkında yüzlerce makale yazılmasına, inceleme yapılmasına yol açmıştır. Burada, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir iki makalesiyle onun şiir dünyasına girmeye çalıştığını ve Fuzulî’yi gerçek yerine oturttuğunu belirtelim. Ona göre “Fuzulî, şiiri sadece kalbe ait bir macera telakki eder ve ıztırabı şair için yaşanacak tek iklim gibi görür.”

Menim tek hiç kim zâr ü perişân olmasun yâ Rab Esir-i derd-i aşk ü dağ-i hicrân olmasun ya Rab

beyti Tanpınar’ı doğrular. Böylece “onda her şey kendiliğinden ben’in etrafında toplanır ve oradan hareket ederek dünyasını yakalar.” Aşkının çeşidi ne olursa olsun, şiirleriyle yarattığı dünya, hatta ünlü Leyla ve Mecnun mesnevisi biraz da kendi öyküsüdür.

Mende Mecnûndan füzûn âşıklık istidâdı var Âşık-ı zadık menem Mecnûnun ancak âdı var

derken kuşkusuz bunu anlatmak istiyordu. Lirizmini besleyen acı zevk veriyordu ona. Şu beyitleri okuduktan sonra onu yaşatanın acı çekmekten zevk duyma olduğunu düşünmemek mümkün değildir:

Cân ü ten oldukça benden derd ü gam eksik değil Çıksa cân hâk olsa ten ne can gerek ne ten bana Aşk derdinin devâsı kabil-i dermân değil Terk-i cân derler bu derdin muteber dermânına

Bu beyitler bizi, aynı zamanda, onun ölüm karşısındaki tavrına götürür. Bir kurtuluş gibi gösterdiği ölümü hiçbir zaman istemez. Ama onun yaşamın karşıtı olduğunu, kendisini bir gölge gibi izlediğini bilir. Çünkü onun şiiri duygusal planda nasıl Mecnun’la, Kerbelâ şehidi Hüseyin’e bağlanırsa düşünsel açıdan da tasavvufla beslenir. Sıkıntı, acı, ayrılık, tokgözlülük, yoksulluk gözyaşı, dövünme ve dünya nimetlerinden sıyrılma düşüncesi. Bütün bunlara bir de yalnızlık psikolojisi eklenir:

Âşiyân-ı mürg-i dil zülf-i perişânındadır Kande olsam ey peri gönlüm senin yanındadır Diyâr-ı hecrde seyl-i sitemden oldu harap Fezâ-yı aşkta abâd gördüğün gönlüm Ey Fuzulî akıdup seyl-i sirişk ağlayalı Aşk ehline figân etmeği kanun ettin Cife-i dünya değil ger kes gibi matlubumuz Bir bölük ankâlarız Kaf-ı kanaat bekleriz Kıldı zülfün tek perişân hâlimi hâlin senin Bir gün ey bîdert sormazsın nedir halin senin

Böylece, “Fuzulî’de ıztırapla ve insan kaderiyle dorudan doğruya temas ederiz. (...) Çünkü onun lügati, fakirlik ve ıztırabın etrafında döner ve aynası, yalnızlığın aynasıdır.” Unutulmamalıdır ki Fuzulî, sarayın havasım değil, toplumsal kargaşanın sürüp gittiği, ekonomik bir çöküntünün egemen olduğu Irak’ın havasını soluyor, Hüseyin’in anısının eksilmeksizin sürdüğü topraklarda yaşıyordu. Mersiyelerindeki acı ve yakınma, kasidelerindeki övgü ve başka nasıl açıklanabilir.

O Kanuni için,

Geldi burc-i evliyâya padişah-ı nâmdâr Rûşen etti adiden her gûşesinde bin çerâğ

derken, salt kendisinin değil, bütün bir halkın kaderinin değişeceğine inanıyordu. Günde dokuz akçalık bir gelire razı olan, gelecekten hiçbir şey beklemeyen bu psikoloji, kuşkusuz din ve tasavvufla besleniyordu. Ama ben sözcüğünün neredeyse her beyitte karşımıza çıkması, şairin bireysel bir tavra büründüğünü göstermez. Tersine onun ben’i, ortak bir kaderin yansıdığı toplumsal psikolojinin bileşkesidir:

Perişân hâlin oldum sormadın hâl-i perişânım Gamından derde düştüm kılmadın tedbir-i dermânım Ne dersin rüzgârım böyle mi geçsün güzel cânım Gözüm cânım efendim sevdiğim devlet ü sultânım

derken kendi perişanlığını yansıtır belki. Ama yüzyıllar ötesinden bugüne seslenebilmesi, genelde inşam bir yanından yakaladığını gösterir. (Kaynak: Atilla Özkırımlı, Türk Edebiyatı Tarihi)

Öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmayıp, eserlerinden islami bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Su Kasidesi'nin 2.beytinde

"Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su"

diyerek astronomi bilgisininde iyi olduğunu ortaya koymuştur.

Türkçe divanının önsözünde, "Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir." demektedir.

Türkçe divanındaki şiirlerini Azeri lehçesinde yazmıştır. Aynı zamanda Arapça ve Farsça divanlarından bu dilleri de çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır.

Bedensel zevklerden ziyade tasavvufi bir aşk, ehlibeyte duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır. Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair Yunus Emre'dir. Leyla ve Mecnun mesnevisi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dahil) en iyi mesnevilerden biridir.

İran şiirinden Hafız, Türk şiirinden ise Nesimi ve Nevai çizgisini en başarılı şekilde kemale erdirmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir.

Kanuni'nin Bağdat'ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca Şikayetnãme'yi yazmıştır. Şikayetnãme Fuzuli'nin en önemli eserlerinden biridir. Şikayetnamesinde Fuzuli şöyle der:

" Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar "

Çokça zikredilen beyitlerinden bazıları şunlardır:

Aşk imiş her ne var alemde İlim bir kil ü kal imiş Mende Mecnundan füzun aşıklık isti'dadı var Aşık-ı sadık menem Mecnunun ancak adı var Hasılım yoh ser-i küyunda beladan gayrı Garazım yoh reh-i aşkında fenadan gayrı Eyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir Men kimem saki olan kimdir mey ü sahba nedir Dest busi arzusıyle ger ölsem dustlar Kuze eylen toprağım sunun anınla yare su Ya rab bela-yı aşk ile kıl müptela meni Bir dem bela-yı aşktan etme cüda meni Yılda bir kurban keser halk-ı âlem ıyd içün, Dem be dem saat be saat men senün kurbanınam.

Açıklama: “Fuzûlî bilgi” ifadesi “gereksiz bilgi, fazla bilgi” anlamında değildir; faziletli, erdemli bilgi” anlamındadır.


Bakü'deki Fuzuli anıtı...

Fuzuli'nin Eserleri

Eserleri Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde de eser veren Fuzuli'nin eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

Türkçe manzum eserleri

  • Divan,

  • Beng ü Bade (Şah İsmail adına yazılmıştır); 444 beyitlik Türkçe mesnevi.

  • Leyla ile Mecnun (Dâstân-ı Leylî vü Mecnûn); 3 bin 96 beyitlik mesnevi.

  • Risale-i Muammeyat (Risâle-i Muammeyât)

  • Kırk Hadis

  • Su kasidesi

  • Hz. Ali Divanı

  • Şikâyetnâme (Şikâyetnâme) kafiyeli nesir türündedir; Kanuni'nin Bağdat'ı fethinden sonra (1534) padişaha kasideler sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca Şikâyetnâme'yi yazmıştır. Şikâyetnâme Fuzuli'nin en önemli eserlerinden biridir.

Türkçe mensur eserleri

  • Hadikatü's-Süeda (Hadîkat üs-Süedâ);Kerbela olayını anlatan düzyazı

  • Mektuplar (Mektubat)

Farsça manzum eserleri

  • Divan

  • Enis'ül-Kalb (Anîs ol-qalb)

  • Heft Cam (sâkinâme); tasavvuf içerikli, 327 beyitlik Farsça mesnevi.

  • Resale-e Muammeyat (Resâle-e Muammeyât)

  • Sehhat o Ma'ruz (Sehhat o Ma'ruz, Sıhhat u Maraz) (tıp bilgileri)

Farsça mensur eserleri

  • Rind ü Zahid (Rend va Zâhed)

  • Risale-i Muamma

Arapça eserleri:

  • Dîvan (manzum)

  • Matlau'l-itikad (mensur)

Bazı Eserlerinin Kısa Tanıtımı

Türkçe Divan

  • Şiir hakkındaki görüşünü “İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir.” sözleriyle dile getiren Fuzûlî bu sözlerine Türkçe Divan’ının mukaddimesinde (ön sözünde) yer vermiştir.

  • Türkçe Divan’da dokuz adet naat örneği vardır.

  • “Su Kasidesi” adlı naat örneği işte bu Türkçe Divan’dadır.

Beng ü Bade

  • 440 beyitlik bir mesnevidir.

  • Alegorik bir mesnevidir.

  • Afyon ve şarabın mücadelesi şeklinde bir kurguya sahiptir.

  • Afyon II. Bayezid’i, bade ise Şah İsmail’i sembolize etmektedir.

  • Eser badenin zaferi ile sonuçlanmıştır.

  • Bu mesnevi Şah İsmail’e sunulmuştur.

Sohbetü’l Esmar

  • Fuzuli’ye ait olup olmadığı tartışmalı bir mesnevidir.

  • 200 beyitten oluşmuştur.

  • Meyvelerin konuşması şeklinde kurgulanmış bir mesnevidir.

  • Eser “bu dünyanın vefası yok, cefası çok” cümlesi ile biter bu aynı zamanda eserin ana fikridir.

Hadikatü’s Süeda

  • Maktel türünde bir eserdir.

  • Kerbela Vakası’nı anlatan eserdir.

  • Fuzuli’nin en hacimli eseri olarak kabul edilmektedir.

  • Ağırlıklı olarak mensur bir nitelik gösterse de eserin içerisinde manzum bölümler de vardır.

  • Hadikatü’s Süeda, özellikle Bektaşî çevrelerinde ciddi bir ilgi kazanmıştır.

  • Hadikatü’s Süeda, Kaşifi’nin Ravzatü’ş-Şüheda’sı model alınarak oluşturulmuş bir eserdir.

Şikayet-name

  • ¦Şikayet-name adlı mektubunun adı Nişancı Paşa Mektubu’dur.

  • “Selam verdüm rüşvet degüldür deyü almadılar.” cümlesi mektubun en çarpıcı cümlesidir.

Heft-Cam

  • Heft-Cam sakiname türünde Farsça bir eserdir.

  • Eserde kadehlerin çeşitli müzik aletleriyle konuşması ilgi çekici bir özelliktir.

  • “Yedi kadeh” anlamına gelmektedir.

Sıhhat u Maraz

  • Bu eserin diğer adı Hüsn ü Aşk’tır.

  • Tıpla ilgili bilgilerin dile getirildiği bir eserdir.

  • Suhreverdi’nin Munisü’l Uşşak adlı eserinden etkilenilerek yazılmıştır.

  • Eserin kelime dağarcığı tıp ve tasavvuf terimlerinden oluşmaktadır.

Enisü’l Kalb

  • 134 beyitlik bir kasidedir.

  • İranlı şair Hakani’nin Bahrü’l Ebrar adlı kasidesine naziredir.

  • Enisü’l Kalb’e daha sonra Nef’i ve Yenişehirli Avni de birer nazire yazmışlardır.

  • Enisü’l Kalb, sözün insanı hayvandan ayıran temel nitelik olduğuna vurgu yapar.

  • İlim ve irfan sahibi olmanın incelikleri üzerinde de durulmuştur.

Rind ü Zahid

  • Araya küçük manzum bölümler sıkıştırılmış Farsça bir eserdir.

  • Bir rind ile bir zahidin arasındaki konuşmalara yer verilmiştir.

  • Rind baba; zahid ise oğuldur. Bu yönüyle alegorik bir anlatıdır.

  • Rind gönlü ve duyguyu; zahid ise aklı simgelemektedir.

  • Rind ü Zahid, gönül ve duygunun akla galip gelmesi şeklinde bir sonuçla bitmektedir.

Matlaü’l İtikad

  • Matla’ül itikad aynı zamanda Fuzuli’nin gerçek adının Mehmed olduğunun en önemli belgesidir.

  • Matla'ül İtikad adlı bu eserde Fuzuli’ye dair birçok biyografik bilgi mevcuttur.

Nuri Conker kimdir?



Nuri Conker, tam adı Mehmet Nuri Conker’dir. 1882 yılının aralığında Selanik’de doğmuştur. Annesi Zehra Hanım’dır. Atatürk ile Selânik’te mahalleden çocukluk arkadaşı olan Nuri Conker, sonra da Askeri Rüştiyede, Manastır İdadisinde, İstanbul Harbiye Mektebinde, Harp Akademisinde okul arkadaşlığı etmişlerdir. Atatürk’ün, annesinden sonra ölümüne en çok üzüldüğü kişidir. Atatürk, Conkbayırı Muharebesinde gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle ona “Conker” soyadını bizzat vermiştir.

1902’de Harbiye’yi, 1905’de Harp Akademisi‘ni bitirdi. 13 Haziran 1920’de Milli Mücadele’ye katılmak için Ankara’ya geldi . Kendisine önce TBMM tarafından basın ve istihbarat müdürlüğü görevi, bir süre sonra da 17 Haziran 1920’de Ankara Vali Vekilliği ve Ankara Bölge komutanlığı görevi verildümen Komutanlığı’na atandı ve Adana Valiliği görevi verildi. Bu cephede Fransızlarla çarpıştı. 1921 Mart ayı için de özel görevle bazı satın alma işleri için Almanya’ya gönderildi.


Nuri Conker, Atatürk ile beraber Selânik’te Üçüncü Orduda, Hareket Ordusunda, Arnavutluk harekâtında, Afrika’da Trablusgarp ve Bingazi muharebelerinde, Çanakkale Anafartalar ve Conkbayırı muharebelerinde, Doğuda Muş cephesinde, İstiklâl harbinde ve inkılâplar devrinde beraber çalışmışlardır. Nuri Conker, Atatürk’e; ona adıyla “Kemal” diyerek hitap edebilen tek kişidir.

4 Temmuz 1927 tarihinde askerlikten kendi isteğiyle emekli olmuştur. 1925-1927 yılları arasında Kütahya Milletvekilliği, 1932-35 yılları arasında da Gaziantep milletvekili olarak TBMM başkan vekilliği yaptı. 1930 yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası‘nın kurucularından oldu ve Genel Sekreterliğini yaptı.

Almanca bilen Nuri Conker “Zabit ve Komutan” adlı bir kitap yazmıştır. Gazeteci Yaşar Gürsoy, Nuri Conker hakkında “Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker” adında bir kitap yazmıştır.

Nuri Conker, 11 Ocak 1937 tarihinde Ankara’da 55 yaşındayken kalp krizi nedeniyle ölmüştür.


Şadi Dinççağ kimdir?


29 Temmuz 1919 doğumlu Şadi Dinççağ Bafralı Dr. Salim Dinççağ’ın oğludur. 1978 yılında İstanbul Erkek Lisesi’ni, 1944 yılında da Teknik Üniversitesi İnşaat Bölümü’nü bitirerek Y. Mühendis olmuştur. Şadi Dinççağ’ın ilk karikatürü üstad Sedat Simavi’nin çıkardığı Karikatür Dergisi’nde (1938) yayınlanırken Akbaba, fiaka, Sinemamagazin, Yıldız, Tef, Dolmuş ve benzeri dergilerde, çizgide güldürü, güldürü de düşünce türünde çizdiği karikatürleri de dış ülkelerde ilgi çekmiş, mizah dergilerinde de yayınlanmıştır. SKOPJE, LJUBLJANA, SARAJEVO, MAROSTIKA, TOLENTINO, BORDIGHERA, GABROVA, MONTREAL, OTTOWA, KNOKKEHEIST karikatür yarışmalarına katılan Şadi Dinççağ’ın çalışmaları albümlerde yer alırken, karikatürleri Tolentino, Skopje, Gabrova karikatür müzelerine kabul edilmiştir. 1973 yılında SARAJEVO’da Jüri Özel Ödülü ve 1974 yılında SKOPJE’de 6. Uluslararası Karikatür Yarışmasında altın plaket alarak birincilik ödülünü, 1976 yılında Çarşaf güldürü dergisinin açtığı uluslararası yarışmada özel ödül kazanmıştır. 1983’te kaybettiğimiz Şadi Dinççağ, Soprano İlhan Dinççağ’ın eşi, Balım, Gülüm, Mustafa’nın babası idi.




Erol Pekcan kimdir?



Doğum tarihi : 11.Haziran.1933 Ölüm tarihi : 11.Ocak.1994 Erol Pekcan kaç yaşında öldü : 61 Kilo & Boy : Burcu : İkizler Meslek : Müzisyen Erol Pekcan doğum yeri : İstanbul Vefat ettiği yer : Ankara Baterist ve caz sanatçısı olan Erol Pekcan, Türk cazının temel taşlarından biri kabul edilen Jazz Semai adlı albümü ile tanınmaktadır.Erol Pekcan, 11 Haziran 1933 tarihinde İstanbul’da bir asker çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. 7 yaşında evde pufun üzerinde davul çalarak müziğe başlamış. Haydarpaşa Lisesinden mezun olduktan sonra 1950 yılında Moda’da müziğe başladı. İlk kez 1953 yılında Avusturyalı bir grupla beraber çalarak profesyonel müzik hayatına başladı. 1954 yılında Erdoğan Çaplı ile birlikte oluştuılında Melih Gürel (piyano) ve Selçuk Sun (bas gitar) ile bir üçlü kurarak kariyerini TRT Ankara Radyosu'nda uzun süre sürdürdü. Böylece Erol Pekcan Türkiye'deki ilk caz gruplarının kurucuları arasında oldu. 1958 yılında Selçuk Sun (bas), Melih Gürel (trombon), Willy Faschinger (piyano), Müfit Kiper (Trompet) ile birlikte Selçuk Sun Beşlisi'nde baterist olarak yer aldı. 1 Şubat 1958 tarihinde Türk-Amerikan Derneği'nde verdiği bir konser sonrasında İstanbul Radyosu'nda caz programlarına başladı. 1960'lı yıllarda kurucu üyeleri basta Selçuk Sun, kornoda Melih Gürel olmak üzere Erol Pekcan Triosunu tekrar kurdu. 1967 yılında Füsun Önal, Erol Pekcan Caz Orkestrasında caz şarkıları söyleyerek şarkıcılık kariyerine başladı. 1970 – 1971 yılında Erol Pekcan Caz Orkestrası ile çalışan Tarık Öcal'Evlerinin Önü Zeytin Ağacı' (1970) ve ''Kabağı da Boynuma Takarım / Nihavent Longa'' 45'liğini çıkarttılar (1971). 1972 yılında Ankara'da askerlik görevini yapan Fatih Erkoç Erol Pekcan Orkestrası ile uzun süre caz ağırlıklı müzik yaptı. Birçok radyo ve televizyon programına katıldılar ve özel konserler verdiler. Erol Pekcan Orkestrasından Melih Gürel (trombon) ayrılmasından sonra, Tuna Ötenel(saksofon) katıldı. Piyano ve saksofonda Tuna Ötenel, bas gitarda Kudret Öztoprak ve davulda Erol Pekcan'dan oluşan Erol Pekcan Orkestrası 1978 yılında Türkiye'nin ilk caz uzunçaları Caz Semai'yi yaptı. İngilizceyi çok iyi konuşan Erol Pekcan, caz faaliyetlerini yanı sıra Ankara’da bulunan (Joint US Military Mission for Aid to Turkey, "Türkiye'ye Yardım için Ortak ABD Askeri Kurulu") JUSMMAT’da çalıştı. Türkiye’nin ilk caz gruplarının kurucularından biri olan Pekcan, Amerika Birleşik Devletleri Hükümetinin davetlisi olarak 1984 yılında ABD’ye davet edilmiş ve ABD’nin en ünlü caz merkezlerinde bir Türk Hafif Batı Müziği sanatçısı sıfatıyla konferanslar vermiştir. Erol Pekcan, Türk cazının temel taşlarından biri kabul edilen "Jazz Semai" albümünü 1978 yılında Tuna Ötenel ve Kudret Öztoprak ile birlikte yaptı. Erol Pekcan evli idi ve bir kızı vardır. Erol Pekcan’ın 1984-1989 yılları arasında Cem Özer ile evlilik yapmış olan Sebla Pekcan (d.1959) adında bir kızı vardır. 1993 yılında İstanbul Parliament Jazz Festivali sırasında kalp krizi geçirdi. Hastanede yatarken bile aklı festivalde idi ve gidemedi. Erol Pekcan, 11 Ocak 1994 tarihinde Ankara’da 61 yaşında ölmüştür. Albümleri : 1978 - Jazz Semai Kaynak: BenguTurk.com

Öztürk Serengil kimdir?



Öztürk Serengil , 2 Mayıs 1930da Öğretmen Turgut Beyin iki oğlundan büyük oğlu olarak Artvin'de dünyaya geldi. Lise ikinci sınıftan sonra öğrenimini yarım bırakarak 1949'da İstanbul'a geldi. 1953'te Oğlum Edvard adlı oyunla sanat hayatına başladı. 1956 yılında Oda Tiyatrosu'nda vestiyer görevlisi olarak çalışan Serengil, aynı tiyatroda 1958'de sahnelenen bir oyunca küçük bir rol alınca Muhsin Ertuğrul'un dikkatini çekmiş, Şehir Tiyatroları'na da böylece adım atmıştı.1959'da İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahneye çıktı. 1950'li yılların başlarında Babıali'de ressamlık yaptı. O sıralarda Ses Tiyatrosu'na bir dekor yardımcısı arandığını gazetelerdeki ilanlarda görüp başvuran Serengil, daha sonra aynı tiyatroda dansçı olarak yer aldı. Serengil, 1954 yılında askerden döndükten sonra hayatının 35 yılını vereceği sinemaya ''Üçüncü Kat Cinayeti'' adlı filmle adım attı. İlk dönemlerde 'kötü adam' tiplemesi yapan ve daha sonra da argolu komedilerin değişmez oyuncusu haline geldi ve 300'e yakın filmde rol aldı. "Adanalı Tayfur" tiplemesi ile ün yaptı. 1966'da sinema oyunculuğunun yanı sıra sahneye de çıkarak şovmenlik yapmaya başladı. ''Twist Kralı'' olarak da anılan ünlü sanatçının, filmlerinde de zaman zaman twist yaptı.

Televizyonda "Gülünüz Güldürünüz" adlı yarışma programını hazırladı ve sundu. Bu yarışma sayesinde birçok kişi sahne ve sinema dünyasına adım attı. Çeşitli TV dizilerinde rol aldı. Politik güldürü tarzında çeşitli 45'lik plaklar yaptı.

Güldürü plaklarından birisi de Timur Selçuk'un "İspanyol Meyhanesi" adlı şarkısının parodi versiyonu olan "İsmail'in Meyhanesi" idi. Ancak bu plak çıkınca araları bozuldu. Timur Selçuk, daha sonra mahkeme kararıyla bu plakları toplattı. Bir de kendi yaşamının özeleştirisini yaptığı "Yeşilçam'ı Benden Sorun" adlı kitabı yayınlandı.

Değişik, kendine has vurgulamalarıyla söylediği "yeşşe", "kelaj" gibi yeni deyişleri Türk argosuna soktu. Şen şakrak sesiyle "yeşşe" diyerek halkın gönlünde taht kurmuştu.

1961 yılında Türkiye'nin ikinci büyük gece kulübü Abidik Gubidiği açtı. Sanatçı kazandığı büyük serveti yine aynı dönemde hızla yitirmeye de başladı. Libya'da da gazino açan Serengil, açılıştan oniki gün sonra, Libya Lideri Muammer Kaddafi'nin turizmi yasaklaması üzerine ciddi bir ekonomik sarsıntı yaşadı. Casus olduğu gerekçesiyle Libya'da tutuklanan Serengil, buradan kaçmak için de büyük paralar harcadı. Bütün servetini Libya'da bırakarak Türkiye'ye döndü. Bir dönemin Ayhan Işık'tan sonra en çok kazanan oyuncusu olan Öztürk Serengil, buna rağmen kumar tutkusu ve kadınlara düşkünlüğü nedeniyle yanlış adımlar attı. Sanatçı, birçok malvarlığını da hacizde kaybetti. Öztürk Serengil inanılmaz bir kumar tutkunuydu. Kaleme aldığı anılarında, bu tutkusuna tam 27 daire verdiğini yazmıştı. Hatta Almanya'da bir gecede 100 bin mark (yaklaşık 19 milyar lira) kaybetmişti.

Dört kez evlendi. Ses sanatçısı Seren Serengil'in babasıdır.

Evlilikleri : ilk eşi Mevhibe Hanım Bir başka eşinden üç gün içinde boşanmış Nevin Hanım ile iki kez evlendi.(Ses sanatçısı Seren Serengil'in annesi) Son evliliğini de Finlandyalı Seija (bu evlilikten iki oğlu ve bir kızı var.)

Solunum sisteminin durması sonucu 11 Ocak 1999 tarihinde İstanbul-Kozyatağı'ndaki evinde 68 yaşında vefat etti.

Serengil'in rol aldığı filmlerden bazıları şunlardır: 1. Ana Kuzusu (1997) 2. Şarlatan (1996) 3. Süper Yıldız (1995) 4. Aptallık Rekoru (1994 ) 5. Alnı Açık İki Kişi (1994) 6. Kılıbıklar ( 1994) 7. Bul Karayı Al Parayı (1993) 8. Öp Babanın Elini (1993) 9. Herşey Kocam İçin (1991) 10. Güldürme Beni (1986) 11. Akrep (1986) 12. Kahkaha Marketi ( 1986) 13. Berduşlar Sosyetede (1984) 14. Şaşkın Gelin (1984) 15. Ayrılık (1984) 16. Geçim Otobüsü (1984) 17. Gırgıriyede Büyük Seçim (1984) 18. Çalsın Sazlar (1984) 19. Uyanık Aptallar (1981) 20. Gülünüz Güldürünüz (1977) 21. Sarhoş (1977) 22. Bizim Kız (1977) 23. Babanın Evlatları (1977) 24. Adana Urfa Bankası (1977 ) 25. Şoför Mehmet (1976) 26. Kısmet (1974) 27. İmparator (1974) 28. Kıbrıs Zaferi (1974) 29. Şiribim Şiribom (1974) 30. Erkek Dediğin Böyle Olur (1974) 31.Parasızlar (1974) 32.Hamama Giren Terler (1974) 33. Hamsi Nuri (1973) 34. Kaynanam Kudurdu (1973) 35. Çulsuz Ali (1973) 36. Kolsuz Kahramanın Kolu (1973) 37. Yaşamak Ne Güzel Şey (1969) 38. Cici Gelin (1967) 39. Trafik Belma (1967) 40. Çifte Tabancalı Damat (1967) 41. Karım Beni Aldatırsa (1967) 42. Milyonerin Kızı / İntikam Hırsı (1966) 43. Suçsuz Firari (1966) 44. Beyoğlu Esrarı (1966) 45. Sevgili Öğretmenim (1965) 46. 65 Hüsnü (1965) 47. Biz De Vatandaşız (1965) 48. Cezmi Band 007.5 (1965) 49. İstanbul Kazan Ben Kepçe (1965) 50. Keloğlan (1965) 51. Yalancının Mumu (1965) 52. Bir Garip Adam (1965) 53. Lafını Balla Kestim (1965) 54. Şepkemin Altındayım (1965) 55. Dokunma Bozulurum (1965) 56. Helal Adanalı Celal (1965) 57. Fakir Gencin Romanı ( 1965) 58. Babasına Bak Oğlunu Al (1965) 59. Bilen Kazanıyor (1965) 60. Abidik Gubidik (1964) 61. Cımbız Ali (1964) 62. Var Mı Bana Yan Bakan (1964) 63. Cüppeli Gelin (1964) 64. Koçum Benim (1964) 65. Adalardan Bir Yar Gelir Bizlere (1964) 66. Fatoş'un Fendi Tayfur'u Yendi (1964) 67. Keşanlı (1964) 68. Manyaklar Köşkü (1964) 69. İçimizdeki Şeytan (1964) 70. On Güzel Bacak (1964) 71. Poyraz Osman (1964) 72. Son Karar (1964) 73. Kadın Berberi (1964) 74. Kimse Fatma Gibi Öpemez (1964) 75. Adanalı Tayfur Kardeşler (1964) 76. Öpüşmek Yasak (1964) 77. Avare Yavru Filinta Kovboy (1964) 78. Hızır Dede (1964) 79. Aşk Hırsızı (1963) 80. Cehennemde Buluşalım (Comp Der Verdammten) (1963) 81. Avare Şoför (1963) 82. Kötü Tohum (1963) 83. Cici Can (1963) 84. Üç Çapkın Gelin (1963) 85. Temem Bilakis (1963) 86. Bahriyeli Ahmet (1963) 87. Bana Annemi Anlat (1963) 88. Yedi Kocalı Hürmüz (1963) 89. Zoraki Milyoner (1963) 90. Bir Öpücük Ver Bana (1963) 91. Baş Belası (1963) 92. Sayın Bayan (1963) 93. Gizli Sevda (1963) 94. Geçim Dünyası (1963) 95. Adanalı Tayfur (1963) 96. Badem Şekeri (1963) 97. Beni Osman Öldürdü (1963) 98. Bazıları Dayak Sever (1963) 99. Yaralı Aslan (1963) 100. Cengiz Han'ın Hazineleri (1962) 101. Ne Şeker Şey (1962) 102. Kiralık Koca (1962) 103. Bardaktaki Adam ( 1962) 104. Çöpçatan ( 1962) 105. Günahsız Aşıklar (1962) 106. Boşver Doktor ( 1962) 107. Genç Osman (1962) 108. Meteliksiz Aşıklar (1962) 109. Ölmek İstiyorum (1962) 110. Ver Elini İstanbul (1962) 111. Kanun Kanundur (1962) 112. Ölüme Yalnız Gidilir (1962) 113. Kısmetin En Güzeli (1962) 114. Sokak Kızı (1962) 115. Biz de Arkadaş mıyız? (1962) 116. Şeytan Bunun Neresinde (1962) 117. Fatoş'un Bebekleri (1962) 118. Boş Yuva (1961) 119. İki Aşk Arasında (1961) 120. Kader Yolcusu (1961) 121. Melekler Şahidimdir (1961) 122. İnleyen Dağlar (1961) 123. Kaderin Önüne Geçilmez (1961) 124. Kara Dut (1961) 125. Siyah Melek (Zincirler Kırılırken)(1961) 126. Biz İnsan Değil Miyiz (1961) 127. Yaman Gazeteci (1961) 128. Silahlar Konuşuyor (1961) 129. Sabırtaşı (1961) 130. Camp Der Verdammten (1961) 131. Sığıntı ( 1960) 132. Osman Çavuş (1960) 133. Ömrüm Böyle Geçti ( 1959) 134. Şeytan Mayası (1959) 135. Sokak Şarkıcısı (1959) 136. Kıbrıs Şehitleri (1959) 137. İstanbul Macerası (1958) 138. Karasu (1958) 139. Ölümden De Acı (1958) 140. Elveda (1958) 141. Yetim Yavrular (1955) 142. Üçüncü Kat Cinayeti (1954)

Onat Kutlar kimdir?



Onat Kutlar (d. 25 Ocak 1936, Alanya - ö. 11 Ocak 1995, istanbul)


25 Ocak 1936'da doğdu. 30 Aralık 1994'te İstanbul'da The Marmara Oteli'nin pastanesine konan bombanın patlaması sonucu yaralandı, 11 Ocak 1995'te (59 yaşında) yaşımını yitirdi.

İlk ve orta öğrenimini memleketi Gaziantep'te tamamladı. İstanbul Hukuk Fakültesi'ndeki öğrenimini son yıl yarıda bıraktı, felsefe öğrenimi için Paris'e gitti. Türkiye'ye döndükten sonra bir süre Doğan Kardeş dergisinde sekreterlik yaptı.

1956 yılında, "a Dergisi"nin, 1965'te ise Türk Sinematek Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı ve 1976 yılına kadar aynı derneğin yöneticiliğini yaptı. Kuruluşundan başlayarak İstanbul Film Festivali Düzenleme Kurulu, 1981 yılından ölümüne kadar da İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı İcra Kurulu üyesiydi. Reklam ajanslarında da çalıştı. 1978'de, Kültür Bakanlığı Sinema Yapım ve Gösterim Merkezi'nin kuruluş çalışmaları içinde yer aldı.

1952'de çeşitli dergilerde çıkan şiir ve hikâyeleriyle tanınmaya başlayan Onat Kutlar, edebiyattaki özgün yerini ödül kazanan "İshak" adlı öykü kitabıyla aldı.

1989'da, İranlı şair Füruğ Ferruhzad'ın şiirlerinden bir seçmeyi Celal Hosrovşahi ile birlikte çevirerek Sonsuz Günbatımı adıyla yayımladı.

Unutulmuş Kent adılı şiir kitabı 1996'da Fransa'da Rauyamont Vakfı tarafından yayınlandı.

Onat Kutlar Eserleri

ÖYKÜ:

  • İshak (1959)

DENEMELER:

  • Sinema Bir Şenliktir (1984)

  • Yeter ki Kararmasın (1985)

  • Bahar İsyancıdır (1986)

ŞİİR:

  • Peralı Bir Aşk İçin Divan (1981)

  • Unutulmuş Kent (1986)

SENARYOLAR:

  • Kenan (1979)

  • Hazal (1979)

  • Hakkari'de Bir Mevsim (1982, Ferit Edgü ile birlikte)

ÖDÜLLERİ:

  • 1960 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü İshak adlı kitabıyla

  • 1994 Fransa'dan "L'Ordre des Arts et des Lettres" nişanı, Türk Sinematek'indeki çalışmaları nedeniyle

Ali Özütemiz (Kıvırcık Ali) kimdir?




Asıl Adı Ali ÖZÜTEMİZ olan, Kıvırcık Ali 11.10.1968 tarihinde Tokat’ın Turhal ilçesinin Erenli Köyü’nde, dokuz kardeşin en küçüğü olarak dünyaya geldi. Doğduğu gün babasının ölümünün 40 ekmeği verilmekteydi. Hal böyle iken dedesi “İşte oğlum geri döndü” der ve babasının ismi olan ALİ adını verir. Babası kendi yöresinde Aşık ALİ olarak bilinen ve çok sevilen mahalli bir halk ozanıdır. Sanatçı büyüyüp okul çağlarına geldiği zaman türküler söylemeye başlar. Bağlamaya ve halk müziğine olan ilgisi, köye gelen ozanları ve dedeleri kapı aralarından dinleyerek başlamıştır. Kah ırgat tarlasına ekmek götürürken, kah koyun kuzunun peşinde koşarken çan sesleri ile sesinin birleştiği anda her şeyi unutur, unutur da bir türkü tutturur. Bir kayanın üstünde türkü söylerken hayallere dalar ve bu esnada derinden bir ses duyar; “güccük güccük” diye, bu ses evin en küçüğü olmasından dolayı güccük ismini takan annesi Gülbahar hanıma aittir. Oğlunun bu durumunu fark eden Gülbahar hanım, elinden tuttuğu gibi eve götürür ve gözü gibi koruduğu bağlamayı sakladığı yerden çıkararak “al güccüğüm Ali’m babandan sana yadigar” deyip bağlamayı eline tutuşturur. Sanatçı büyük bir sevinçle annesinin elini öperek bağlamayı alır. Hayatında ilk kez mutluluğun göz yaşlarını o an döker. Sevinci çok uzun sürmez ve bağlaması bir kaza sonucu kırılır. Onca yoksulluğa ve maddi imkansızlıklara rağmen, bu duruma üzüldüğünü gören eniştesi Mehmet ve en büyük abisi Sadık, fırtınalı karlı bir kış sabahı sanatçıyı da yanlarına alarak Turhal’ın yolunu tutarlar. Turhal’da bulunan Kılıç Saz Evi’ne giderek, yeni bir bağlama alırlar ve Küçük Ali bağlamasına kavuşmanın mutluluğu ile köye döner. O dönemde İstanbul’dan eşini defnetmek için gelen Ozan Mahmut KAYA, bu üzüntüsüne rağmen ricaları kıramayarak sanatçıya 15 gün boyunca ders verir. Bu süreçte köyde hem dedelik, hem de ozanlık geleneğini sürdüren Sadık KÖRPECİ dededen de feyz alan sanatçı ilkokul 3’üncü sınıftan itibaren sınıf öğretmeni Fevzi KÜPELİ’nin de desteği ile bağlamasını geliştirmeye devam eder. Mahzuni ŞERİF, Abdullah PAPUR, Ali KIZILTUĞ, Ali Ekber ÇİÇEK, Muhlis AKARSU, Rıza ASLANDOĞAN, Arif SAĞ, Musa EROĞLU ve Sebahat AKKİRAZ gibi büyük üstatları dinleyerek büyür ve örnek alır. Zamanın çoğunu bağlama çalarak geçiren sanatçı artık epey yol kat etmiş ve çevre köylerde de fark edilerek davet edilmeye başlanmıştır…. Sanatçı bu süreci şöyle anlatır; “1968’de Tokat’ın Turhal ilçesinin Erenli Köyünde doğdum. Babamı hiç görmedim, ben doğmadan 37 gün önce bir kazada vefat etmiş. 9 kardeş yetim büyüdük. Ben en küçükleriyim, yani annemin de dediği gibi ailenin en güccüğü. Okul yıllarımda çalışkan, başarılı ve bir o kadar da haylaz bir çocuktum, ele avuca sığmazdım. Öğretmenlerim bana Cin Ali derlerdi neydem dedeme çekmişim. İlk okuldan sonra maddi imkansızlıklar ve yetersiz koşullardan dolayı okul hayatıma son vermek zorunda kaldım. İşte böyle başlayan öyküm büyük abim Sadık’ın da desteği ile 1983’te beni İstanbul’a kadar getirdi. Öyle değil midir? Yoksulluk Anadolu insanını hep gurbete düşürmemiş midir? Belki önce köyden bir kasabaya, sonra büyük kentlere ya da dünyanın dört bir bucağına… Yani benim deyimimle “Üçüncü gurbete” say say bitmez. İstanbul Kasımpaşa’da Güngör Saz Evi ve yapım atölyesinde çalışmaya başladım. 1,5-2 yıl sürdü. Aynı zamanda Tepebaşı Gazinosunda düzenlenen ses yarışmasında Aşıklama dalında birincilik aldım. 1985 yılında ASM Müzik Kursu’na kayıt oldum. 3 ay süren solfej eğitiminden sonra aidatlarımı ödeyemediğim için ayrılmak zorunda kaldım. Oradan ayrıldıktan sonra da 3 yıl kadar konfeksiyon atölyelerinde çalıştım. Bu süreçte gece kulüplerinde, düğün salonlarında vb… bağlama çalarak, zor koşullarda hayata tutunma mücadelesi verdim.” Gazino ve düğün salonlarında çalışmaya başladıktan sonra saçlarının uzun ve kıvırcık olmasından dolayı Kıvırcık Ali olarak anılmaya başlar ve 1988 de Şadıman Hanımla evlenir. Oğlu Eren ve kızı Ecemgül hayatına kocaman bir mutluluk getirirler. Bugün Eren 15, Ecemgül, 10 yasında .Hayat iste! Bugün bu evlilik sürüyor olmasa da Kıvırcık Alinin çocuklarına düşkünlüğü biliniyor. Ayrıca yokluğunu aratmayan Şadıman Hanımla da saygın bir ilişkisi var... 1990-91 yıllarında vatani görevini yapar. Askerden sonra artık kendi duygularını müzikal anlamda dile getirmeye başlayan sanatçı, besteleri kendisine ait olan ve zor koşullarda çalışıp kazandığı birikimi ile 1994-1998 yılları arasında 3 albüm yapar ama maddi imkansızlıklardan dolayı bu albümler piyasaya sürülemez. 1995’de İbrahim AKKAYA ve Mustafa YILMAZ ile birlikte Grup Turnalar’ı kurarlar. 1996’da ilk albümleri olan “Türkülerden Türkülere Yol Eyledik“ adlı albümle profesyonelliğe adım atar. 1998’de ikinci albümleri olan “Türküler Kimliğimiz” i çıkartırlar. Bu albümde müziği Kıvırcık Ali’ye ait olan “Turnalar” adlı eser de yer alır. 1983’ten bu yana maddi manevi desteğini esirgemeyen, hala prodüktörü olan, kirvesi ve can yoldaşım dediği İbrahim YILMAZ’ın desteğiyle 1999 yılında ilk solo albümü olan “Gül Tükendi Ben Tükendim” piyasaya çıkar. Kıvırcık Ali müzik ile iç içe büyüdü, emek verdi. Albümlerine gelince, her defasında ayrı bir tat ve renk alınıyor, dinledikçe dinlenesi gelen türküler ile dilini çözüyor gecelerin. Müzik hayatına ilk adımını attığında yol göstericileri ve manevi destekçileri; Musa EROĞLU, Güler DUMAN, Edip AKBAYRAM olur. Kıvırcık Ali ise onların rehberlikleri doğrultunda kendini her daim geliştirerek, Türkiye’yi en ücra köşesine kadar dolaşıp konserler verdi. Almanya’ya o kadar çok gidip geldi ki, bir gün vizesinde problem çıkıp Almanya’ya giremeyince oradaki Türkler Alman Konsolosluğu’nu telefon yağmuruna tutar ve vizesindeki sorun giderilir. Müzik piyasası geleneksel kalıplarıyla başarısına akıl sır erdirememişse de aslında O’nun sırrı basit: Yüreğinin hüznünü, sevincini, burukluğunu, coşkusunu türküleri aracılığıyla dünyaya haykırmak. O her kesime hitap ediyor; Solcusu, sağcısı, rockçısı, popçusu her kesimden dinleyeni var. İlk zamanlar ismi biliniyor ama kendisi bilinmiyordu. Şimdi ise tüm kitlelere hitabından dolayı herkes tarafından tanınıyor. Geniş bir dinleyici kitlesine sahip. Albümlerinde en az on eserin müziği kendisine ait. Bestelerini Edip AKBAYRAM ve Sibel CAN’ başta olmak üzere bir çok sanatçı seslendirmiştir. Kısa zaman içerisinde yurt dışındaki gurbetçilerimize konserler vererek, özellikle ozanlık geleneğini, Anadolu türkülerini içinde barındıran besteleri ve kendi tarzını ortaya koyan yorumuyla, ünü Avustralya ve Kanada’ya kadar ulaştı. Kıvırcık Ali’nin serüveni “GÜL TÜKENDİ BEN TÜKENDİM”, “ISIRGAN OTU”, “ÜÇÜNCÜ GURBET” adlı albümleri ile başladı ve bu serüven, daha nice türkü üreteceğe benzer. Bilindiği üzere, özellikle Halk Sanatçısı, kendisine ve topluma yabancılaşmayan, öznel hayat tecrübesini sanatının gücüyle halkıyla bütünleştirebilen ve bu süreçte halkının duygularına da tercüman olabilmeyi başaran kişidir. Bu bağlamda Kıvırcık Ali, öznel dramlarını Türkülerimizin o inanılmaz deryası içinden gelen bir çoşkuyla “GERİYE DÖNÜN SENELER” isimli son albümüyle adeta bu mevsimde gönlümüze düşen, dördüncü bir cemre misali sürdürmektedir. Zaten parlak yıldızlar, kendi mütavazi gölgelerinde, kendileri gibi olmaya çalışırlarken doğarlar. Nice duygu ve nağme tezatlarıyla gelen ve nice bir o kadar hayat kokan albümlere, Kıvırcık Ali….. Kıvırcık Ali, 11 Ocak 2011 günü Salı sabahı Büyükçekmece’de geçirdiği trafik kazasında takla atan cipinde hayatını kaybetti. Kaza saat 05.00 sıralarında Ankara’da tv programına katılmak üzere havalimanına giderken Tepecik yakınındaki Çatalca Yolu üzerinde meydana geldi. Çamur nedeniyle kayganlaşan yolda cipinin kontrolünü kaybettiği sanılıyor. Cipte sıkıştıktan sonra itfaiye ekipleri bulunduğu yerden çıkartıldıktan sonra sağlık ekiplerinin tüm müdahalelerine rağmen kurtarılamadı. Cenazesi Büyükçekmece Devlet Hastanesi morguna getirildi. Acı haberi alan yakınları, çalışma arkadaşları, sevenleri ve sanatçı dostları hastaneye akın etti. Kıvırcık Ali'nin cenazesi 12 Ocak 2011 günü saat 13:00'da Esenyurt Er Mahmut Dede Cem Evi'nden kaldırıldı.

28 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kommentare


bottom of page