Bugün 28 Ağustos. Eren Eyüboğlu, Oktay Akbal, İlhan Berk, Oben Güney, Metin Çeliker ve Turgut Sunalp'ın ölüm yıldönümleri.
BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.
Eren Eyüboğlu kimdir?
1912 de Romanya'da doğan Eren Eyüboğlu, orta öğrenimini yaptığı sıralarda aldığı resim derslerini geliştirmek için güzel sanatlar akademisi ‘ne girerek Resim Bölümünde okumuştur. 1929’ da Paris’e giden sanatçı, önce Julian Akademisi’ne devam etmiş, ardından da dört yıl boyunca LHOTE’la ile çalışmıştır. 1930’da Bedri Rahmi EYÜBOĞLU ile tanışmış, 1936 da evlenerek İstanbul’a yerleşmiştir. Bir süre sonra eşiyle birlikte D Grubu’na katılarak topluluğun çalışmalarında etkin rol oynamıştır. Bedri Rahmi ile Anadolu’nun pek çok yerini gezen Eyüboğlu , resimlerinde yarı soyut ve dışavurumcu denebilecek bir doğa görüşüyle, doğu insanına ve geleneksel yaşama yönelik konuları işlemiştir. Sanat yaşamı süresince çeşitli değişim ve gelişmeler geçirse bile, yapıtlarında folklorik özellikleri plastik değerlerle bütünleştirmiş, çağdaş ve özgün biçim olgunluğunu anıtsallığa ulaşma çabası ile çalışmıştır. İngiltere, Almanya, Belçika, New York, Berkeley, New Jersey ve İstanbul’da sergiler açan Eren Eyüboğlu, sanatı ve sanata olan tutkusunu, “Bu yolun önü tıkanık mı, açık mı, ilerledim mi, geriledim mi bilmiyorum.Bildiğim tek şey var…. Çalışmak…., yarım yüzyıldır sürdürdüğüm çabamı, ölüm elimden alana kadar sürdüreceğim. Eren Eyüboğlu 28 Ağustos 1988 yılında, 76 yaşında aramızdan ayrılmıştır
Oktay Akbal kimdir?
Oktay Akbal (d. 20 Nisan 1923, İstanbul, ö. 28 Ağustos 2015, Muğla) Türk gazeteci, yazar. Uzun süre Cumhuriyet gazetesinde Evet/Hayır adlı köşenin yazarlığını yaptı.
Yaşamı
20 Nisan 1923 tarihinde İstanbul'da doğdu. Avukat Salih Şehabettin Bey'in oğlu, ilk gerçekçi Türk romancılardan Ebubekir Hâzım Tepeyran'ın ana tarafından torunudur.
Kumkapı'daki Saint Benoit Fransız Lisesi'nde başladığı ortaöğrenimini, 1942 yılında İstiklal Lisesi'nde bitirdi. Bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk (1944) ve Edebiyat (1946) fakültelerine devam etti, ancak yüksek öğrenimini yarıda bırakarak kendini yazarlığa verdi. 1943 ve 1944 yıllarında Servet-i Fünun Uyanış dergisinde sekreterlik, 1947 ve 1951 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu'nda memurluk yaptı. Fakat yaşamını asıl anlamda gazetecilik yaparak kazanmıştır.
1939 ve 1940 yıllarında Yeni Sabah ve İkdam gazetelerinde çevirileri ve öyküleri yayımlanmıştır. 1944 ve 1946 yılları arasında Vakit gazetesinde eleştiriler ve tanıtma yazıları yazmıştır. Büyük Doğu dergisinde her hafta Dünya Fikir Sanat Hareketleri sütununu yazmış, 1951 ve 1956 yılları arasında Vatan gazetesinde, düzeltmen, sekreter ve yazı işleri müdürü olarak çalışmıştır. 1956'da köşe yazarlığına başlamıştır. 1985 yılından itibaren Hürriyet gazetesi için köşe yazarlığı yapan Akbal, daha sonra Milliyet gazetesinde çalışmıştır. Uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapmıştır. Son yazısını 23 Mart 2014'te, "Huzur" başlığı ile yazmıştır.
Öykü yazmaya ilkokul yıllarında başladı. Çeşitli çocuk dergilerinde öyküleri yayımlandı. 1939'da, henüz lise öğrencisiyken yazdığı bir öykünün İkdam gazetesinde yayımlanmasıyla edebiyat dünyasına girdi. İkdam ve Yeni Sabah gazetelerinde hemen her gün bir öyküsü; Bin Bir Roman, Çocuk Haftası, Yıldız gibi gazete ve dergilerde yazıları, öyküleri ve çevirileri yayımlandı. Akbal'ın asıl anlamda öyküye yönelmesi Sait Faik'in Semaver adlı kitabını okumasından sonra başlamıştır.
Servet-i Fünun Uyanış dergisinde çalıştığı sıralarda başlayan eski yeni tartışmalarının ve yeni edebiyatın içinde yer alan Akbal'ın sanatında böylece asıl edebiyatçı dönemi açılmıştır. Kendi yaşam deneyimlerinden, çocukluk anılarından yola çıkan, küçük kent insanını da göz ardı etmeyen duygulu öyküler yazmaya başlamıştır. Bunlar toplumsal olaylarla ilgili gözlemlere değil, anılara ya da düşlere dayalı, içe dönük hikâyelerdir. Akbal hikâyeleri, Behçet Necatigil'in deyişiyle "Konulu hikâyeler değil de, belli konular çevresinde oluşan anılar toplamıdır". Yazın çevrelerinde geniş ve olumlu yankı yapan Önce Ekmekler Bozuldu adlı ilk kitabını 1946'da çıkarmıştır. Onu, 1949'da Aşksız İnsanlar izlemiştir.
Garipler Sokağı ve Bizans Definesi adlı kitapları Rusçaya; Dondurmalı Sinema Sırpçaya çevrildi. Suçumuz İnsan Olmak adlı kitabı Erdoğan Tokatlı yönetiminde 1986 yılında filme çekildi.
Yazar 28 Ağustos 2015 tarihinde hayatını kaybetti.
Eserleri
Günlük
Geçmişin Kuşları
Yeryüzü Korkusu
Anı
Anılarda Görmek (1972)
Cüce Çeşme Sokağı Nerde?
Hiroşimalı Masahi Nii
Kırmızı Tenteli Tramvay Babıali'de 50 Yıl
Şair Dostlarım (1964)
Şairlere Ölüm Yok
Hiroşimalar Olmasın
Çocuk kitabı
Dondurmalı Sinema
Yeşil Ev
Deneme
Bir de Simit Ağacı Olsaydı
Ölümsüz Oyun
Dost Kitapları (1967)
Geçmişin İçinden
Kanatlı Sözler Uçar mı?
Konumuz Edebiyat
Odamda Bir Güvercin
Önce Şiir Vardı (1982)
Senin Adın Aşk
Sözcüklerle Yolculuk
Temmuz Serçesi
Yaşam Bir Uzlaşmadır
Yaşasın Edebiyat
Yazar Bir Tanıktır
Yeryüzü Korkusu
Yüzyıldır Umutsuzluk
Zaman Sensin
Roman-Hikâye
Akşam Kuşları: Bütün Öyküleri 2
Atatürk Yaşadı mı? (1975)
Aşksız İnsanlar (Hikâye)
Batık Bir Gemi
Bayraklı Kapı: Bütün Öyküleri 1
Berber Aynası (Hikâye)
Bizans Definesi(Hikâye)
Düş Ekmeği
Ey Gece Kapını Üstüme Kapat
Garipler Sokağı
Güzel Düşlerin Sonu
Hücrede Karmen
İlkyaz Devrimi(Hikâye)
İnsan Bir Ormandır (1975)
İstinye Suları(Hikâye) (1973)
Karşı Kıyılar
Lunapark (Hikâye) (1983)
Önce Ekmekler Bozuldu(Hikâye)
Suçumuz İnsan Olmak (Cumhuriyet Kitapları)
Tarzan Öldü(Hikâye)
Yalnızlık Bana Yasak(Hikâye)
Yazmak Yaşamak (Cumhuriyet Kitapları)
Sancak Kırmızısı
Haliç Rüzgarı
Tarih
Atatürk Bir Gün Gelecek
Atatürk Bir Gün Gelecek 4. baskı(2008) Cumhuriyet Kitapları
Hiroşimalar Olmasın
Ödülleri
1950 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü, Garipler Sokağı
1958 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü, Suçumuz İnsan Olmak
1959 Sait Faik Hikâye Armağanı, Berber Aynası
1982 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başarı Ödülü — Güncel Yazı
1993 Sedat Simavi Ödülü, Senin Adın Aşk
2000 Orhan Kemal Roman Armağanı
İlhan Berk kimdir?
Ressamca şiirler yazıp şiirce resimler yapan, rengin de sözcüğünde değerine değer katan şair, İlhan Berk’in hayat hikayesidir.
10 yıl sonra bugün, yaşadığı onca travmaya rağmen elindeki her bir rengi cesurca kullanan İlhan Berk için tüm cümlelerim…
O, aslında geçmişi olmayan bir adam. Bir yandan ne yazabilirsin, bir yandan da üzerine söylenecek ne çok söz var. Bulanık bir çocukluktan renklerle çıkmasını becerdiği için içimde kocaman bir teşekkür var her şeyden önce bu güzel adama. Babasının yokluğunu“Çocukluğum olmadı benim” diye tanımlayacak kadar naif bir kalp, belli ki ancak böyle var olabilirdi yeryüzünde…
İyi ki bu güzel yolu buldun ve kalbi şiirden geçen her kalbin de elbet ışığı oldun.
İyi ki renkler ve sözcükler vardı da, sen kalbimize dokundun.
Kalpten sevgimle…
Çocukluğu
İlhan, 18 Kasım 1918’de Manisa’da, Hesna Hanım ve Veli Bey’in altıncı ve son çocukları olarak dünyaya geldi. Kurtuluş mücadelesinin verildiği yıllardı. Her haneyi mesken tutmuş bir yoksulluk söz konusuydu. Hal böyle olunca Berk Ailesi de almıştı yoksulluktan payını. İleride şiirler yazmaya başladığında hep bahsedecekti bu günlerden…
İlhan için hayattaki en değerli varlık annesiydi. Onu “duru göllere” benzetiyordu. Elbette her çocuk için annesi değerliydi; ama onun için hayat demekti, annesiz yaşanmazdı. Babası, başka bir kadınla evlenip hayatlarından çıkmıştı. Onu, “çok döllü, kaba” olarak tanımlıyordu. Ama aslında baba demek, çocukluk demekti onun için. İlhan, babasını hatırlayabildiği son yaş çok küçük olduğundan, yıllar sonra ondan bahsederken,“Çocukluğum olmadı benim” diyecekti. Belli ki “Babam olmadı” demek çok ağırdı ona. Ablası da, çıkan bir yangında ölmüştü.
Tüm bunlar hayatının travmasını oluşturuyordu. Babasızlık, yoksulluk ve deli bir abla çevresinde geçen çocukluk, İlhan’ın çocukluğundaki mutsuzluk dolu tabloya şiirlerinde renk katacak unsurlar oldu.
Eğitim hayatı
İlhan, orta öğrenimine Manisa’da başladı; Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Ancak yoksulluk nedeniyle çalışması da gerekiyordu ve okula ara vermek durumunda kaldığı bir dönem oldu. Bir dişçinin yanında çalışıyordu; onun desteğiyle okulu bitirdi. İlhan, ailede okuyan tek çocuk olacak ve daha fazlasına da ulaşacaktı.
İlkokul beşinci sınıfta okul gazetesini çıkarma görevini üstlenmişti. İlk burada sezdi edebiyata ilgisini. Yine de en çok ortaokul, onun için çok şey ifade ediyordu. Çünkü işte ilk bu sıralarda başlamıştı şiire merakı. Bir kız vardı; çocuk kalbiyle çok seviyordu onu. Bütün şiirleri onaydı. Dünya kocamandı ve sol yanındaki ağırlık ancak şiir yazarsa hafifliyordu.
Artık bir delikanlı olmak üzereydi. Zamanla sol yanı daha da hafifleyecekti belki; ama artık dergileri takip eder olmuş, daha çok şiir okuma ihtiyacına düşmüştü. Muhit Dergisinde Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiiri ile adeta büyülenmişti. Öğrenciliği bu noktadan sonra hep okulun kitaplığında kitap okuyarak geçti demek kesinlikle yerinde olurdu.
Yayımlanan ilk şiirleri
İlhan, ilk şiirleri Manisa Halkevi’nin dergisi Uyanış’ta yayımlanmaya başladığında 17 yaşındaydı. Tüm bu şiirleri “Güneşi Yakanların Selamı” adını verdiği kitabında topladığında ise, 19.
1940’lara doğru Yeni Edebiyat anlayışını benimsedi. “Uyanı”, “Yığın”, “Yeryüzü”, “Kaynak”, “Ses” gibi dergilerde yıllarca şiirlerini yayımladı.
Şiirlerinde hece ölçüsü kullanıyordu. Yaşadığı dönemin şiir anlayışı konusunda karamsar olmaktan alamıyordu kendini. Sembolist şiirden esinlenilmiş izlenimi veren imgeler, şiirinin temelini oluşturuyordu. “Sonsuzluk”, “hülya”, “ateş”, “kızıl” şiirlerinde kullanmayı en çok sevdiği sözcüklerdi. İlk yıllarda saf ve sembolist şiire yakınlıktan, zamanla Toplumcu Gerçekçi Şiir’e de geçiş yapacaktı.
Dil anlayışında ise, henüz döneminin etkisinden kopamamıştı.
Öğretmenlik zamanları
Espiye’de iki yıl ilkokul öğretmenliği yaptı ve ardından Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’ne başladı. 1944’te Fransızca bölümünden mezun oldu. Artık öğretmenlik günleri başlayacaktı. 1945 – 1955 yıları arasında Zonguldak, Samsun ve Kırşehir’de ortaokul ve liselerde Fransızca Öğretmeni olarak görev aldı. Ancak bir sorun vardı; sürekli iyi bir öğretmen olup olmadığını sorguluyordu. Genelde bu sorgulama iyi bir öğretmen olmadığı sonucuna varıyordu zihninde. Sonunda görevinden istifa etti.
Şimdi şiir zamanı
Bir yandan da hala şiir bünyesindeki en tesirli duyguydu. Şairler ve şiirler konusunda kendisini geliştirmişti. Modern dünya şiirinin iki büyük şairi sayılan “Arthur Rimbaud” ve “Ezra Pound”un şiirlerini çevirdi ve kitaplaştırdı. İşte bu İlhan’a çocuk kalbinde ağır basan o ilk şiir yazdığı zamanları hatırlatmış olacak ki, artık kendini tümüyle yazmaya verdi.
Bundan böyle bir anlatı kitabı dışında yalnızca şiir olacaktı işi gücü. Tüm varlığını şiir yazmaya adadı. “Kül” adını verdiği kitabı, 1979’da, ona Türk Dil Kurumu Ödülü'nü getirdi. 1980’de de, “İstanbul” adlı kitabıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’ne layık görüldü.
İkinci Yeni Akımı
İlhan Berk, Türk şiirinde, “çok deney yapan, şiire yeni yapılar arayan şair” olarak anılmaya başlamıştı. Vezinli ve kafiyeli olarak başladığı ilk şiirlerinden sonra sürekli bir arayıştaydı çünkü. Garip Akımı’nın da etkisinde kalmıştı; ama yeni bir şeylere ihtiyaç duyuyordu. Sonunda kendine has bir dil oluşturdu ve “İkinci Yeni Akımı” öncülerinden biri oldu.
“Güneşi Yakanların Selamı”nda görülen Nazım Hikmet etkisi de dağılmıştı. “Türkiye Şarkısı”, “İstanbul”, “Günaydın Yeryüzü” kitaplarındaki şiirler, geleceğe yönelik toplumsal özlemleri dile getiriyordu.
İkinci Yeni Akımı’nın örnekleri olacak şiirlerini ise, “Köroğlu”, “Çivi Yazısı”, “Mısırkalyoniğne”, “Galile Denizi” kitaplarında yayımladı. 1950’lerin ortalarında ortaya çıkan genç şairleri etkilemişti; onlardan etkilenecek kadar da gelişmeye açıktı.
Şiirde anlam yaratmak için anlamsızlıklara yöneldi. Bu sırada yalnızca anlamsızlığı savunduğu gerekçesiyle oldukça eleştirildi. Bu sefer de şiirde konuyu tamamen yok etmeyi denemeye karar verdi. Bir zaman sonra şiiri giderek düzyazıya yöneldi.
Tüm bu deneme yanılmalar, sonunda özgün duyarlılıkları ve buluşlarıyla 20. Yüzyıl Türk Şiiri’nin en önemli isimleri arasında anılmasını sağlayacaktı…
Ressamca yazılan şiirler
Şiir kadar bir değerli olgu daha vardı İlhan’ın hayatında: Resim. Ressamca şiirler yazıp, şairce resimler yaptığı düşünülürdü hep. Zaten o da, şiirlerinin yanında bir de resimleri sorulduğunda hep şöyle derdi: “Benim tavrım bir ressam tavrı değil, bir şair tavrı. Şiirle bir ilgi kurmaya kalkarsak, şiir gibi “bir anlık”tan söz etmeliyim: Bir yaprak düşer gibi düşer bir dize bende; resim de öyle…”
O resimle şiiri hiç ayrı tutmadı. İşte bu sebepten şiirlerinde sadece anlam değil, sözcüklerle oluşturduğu görselliğe ayrı bir özeni vardı. Şiirde görselliğe değer verdi. Böylece nesnelerin dünyasından şiirler çıkaran bir şaire dönüşmüştü. Aslında onun her şiiri bir tabloydu ve orada her canlıya, her nesneye yer vardı.
Onun odası, hayatı tablodan dünyaya yansıyan bir şiir gibiydi…
İlhan Berk öldü Şiirle bezenmiş, şiirle renklenmiş 90 yıllık bir hayat. Fırçasını kaleminden ayırmadan, hayata geliş amacını şiirde bulan bir şair. Bu insanlar ölümsüzlüğü buluyor diye düşünüyorum hep. Her yaş ölüm için erken olsa da, 90 aslında yadsınamayacak derecede iyi bir rakam ve aslında hiç ölmeyeceği ne çok eseri var. Elbette yazdıklarımı noktalamam için bir de şu cümleyi kurmam gerekiyor: İlhan Berk, 28 Ağustos 2008’de, Bodrum’da hayata veda etti. Onca yaşanmışlığa, yüzlerce binlerce şiire son bir cümle… Renkleri ve sözcükleri ustalıkla harmanlayan, hep yenilik peşinde koşan bir İlhan Berk geçti bu dünyadan… İyi ki… Yazı: Damla Karakuş
Oben Güney kimdir?
Oben Güney (d. 7 Aralık 1938 - İstanbul, ö. 28 Ağustos 1993 - İstanbul), Türk tiyatro ve sinema sanatçısı; yönetmen, yazar, oyuncu.
1953 yılında şiir yazmaya başlayan Oben Güney; ertesi yıl Behçet Kemal Çağlar ve Attilâ İlhan'la mektuplaşarak tanışır. 1955 yılında ise, tiyatroya ilgi duymaya başlar, bu arada Başkent ve Varlık dergilerinde ilk şiirleri yayımlanır. 1956'da ilk kez amatör olarak sahne tozunu yutan sanatçı, bir yıl sonra Dormen Tiyatrosu'nda aldığı kursları bitirir. Profesyonel anlamda 1958 yılında Nisa Serezli, Aydemir Akbaş gibi sanatçılarla ilk profesyonel oyununu oynar. Askerliğinin ardından bir yandan yazdığı şiirlerini yayımlatmaya devam ederken, diğer yandan tiyatro oyunculuğunu sürdürür. 1960 yılında Almanya'ya giderek Ulm Tiyatrosunda eğitim alır. Dönüşünde Ankara'nın tek özel tiyatrosu olan Meydan Sahnesi'nde Adalet Ağaoğlu, Çetin Köroğlu, Kartal Tibet, Başar Sabuncu, Selçuk Uluergüven gibi sanatçılarla çalışır.
1963'te AST bünyesinde yer alır. 1968'de Fransa'ya giderek Fransız tiyatro ustalarıyla tanışıp onlardan bilgiler alır. Türkiye'ye dönünce Özdemir Nutku ve Demircan Türkdoğan ile birlikte Yenişehir Tiyatrosunu kurarlar. Topluluğun dağılmasından sonra, Markopaşa Oyuncuları adlı yeni bir oluşumun içine giren Güney, Anadolu'ya turnelere çıkar: Turnelerde linçten - taşlanmaya, ayakta alkışlanmaktan, evlerde konuk edilmelere kadar çeşitli tepkiler görürler.
Tekrar AST'a döndüğü 1970 yılında Polonya'ya gider. Varşova Devlet Tiyatrosu'nun çalışmalarını izler. Uzun bir süre Krakow Üniversitesinin konuğu olarak Varşova'da tiyatro çalışmaları yapar, şiirleri yayımlanır, oyunları sergilenir. Varşova'da tiyatro üzerine konferanslar verir.
1972'de hastalanan sanatçı, iki kez ameliyat olur, Krakow'da sol böbreği alınmak zorunda kalınır. 1971'de hava değişimi için Yugoslavya'ya giden Güney'in, oradaki basın organlarında röportajları, söyleşi ve yazıları yayımlanır.
Norveç, İsveç, İspanya, Yunanistan, Çekoslovakya Macaristan ve İtalya'da tiyatro araştırma ve çalışmaları yapan sanatçı, bazı ülkelerde oyuncu olarak da sahneye çıkar. 1977'de Maria Jala ile evlenir, eşinin hamile kalması üzerine yurda döner. Bu evliliğinden iki çocuğu olmuştur. 1978 yılında Oben Güney, İstanbul Şehir Tiyatroları’na yönetmen, oyuncu, Yönetim Kurulu Üyesi olarak katılır. 1982'de 12 Eylül Darbesi yönetimi sonucu görevine son verilir.
Bu süreçte uzun süre ekonomik sıkıntılar çeken ve sağlığı bozulan sanatçı, 1986'da yeniden İstanbul Şehir Tiyatroları’na girer. Arada özel ve ödenekli tiyatrolarda rol alır. 1991'de kalp hastalığı ve böbrek yetmezliği nedeniyle sanat hayatından uzaklaşmak zorunda kalır. Ayrıca 217 skeç ve radyo oyunu yazmış, 60 radyo programında yönetmenlik yapmıştır. Çoğu yayımlanan 600 kadar şiiri vardır. 30 civarında Fransızca ve Lehçe düzyazı çevirisi yapmış, 50 den fazla inceleme - araştırma yazısı çıkmış, İnsanda Tiyatro - Tiyatroda insan adlı kitabının birinci cildini çıkarmıştır.
Sanatçı; otobiyografisini yazdıktan bir ay sonra, böbrek nakli beklerken ölür.
Sahip olduğu ödüller
1995 Bakırköy Halk Evi’nin düzenlediği Türkiye çapındaki şiir yarışmasında İkincilik ödülü.
1983 Avni Dilligil “En İyi Rejisör” Ödülü: (Çıkmaz Sokak’la.)
1984 Gösteri Dergisi En iyi röportaj yarışmasında 3.lük
1988 Aile Planlaması Vakfı En iyi senaryo dalında ikincilik
1989 Ankara Sanat Evi – Katherine Blum adlı oyundaki Rahip rolüyle “En iyi yardımcı oyuncu” ödülü
1990 Görüşme-Kutlama-Çağrı (Avni Dilligil en iyi rejisör ödülü)
1991 Uzaktan Piyano Sesleri (Avni Dilligil en iyi rejisör ödülü)
1976 Szczecin (Polonya) “Yük” (Monodram Festivalinde En iyi monodram seçildi.)
Filmografisi
Birçok tiyatro oyununda rol alan sanatçı, Erdoğan Kar'ın yönettiği 1986 yapımı Su adlı filmde de oynamıştır.
Yönettiği oyunlar
Uzaktan Piyano Sesleri : Jofrey Maddow-John Driver - Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu - 1991
Ar mı, Kar mı? : Kabare - 1990
Görüşme-Kutlama-Çağrı : Waclav Havel - İstanbul Şehir Tiyatrosu - 1990
Sayın Muhbir Vatandaşlar (Başar Sabuncu) - 1986
Çıkmaz Sokak : Tuncer Cücenoğlu - 1985
Batı Yakası Hikayesi (Müzikal) : 1985
Kamp 17 : 1985
Yalnızlar Parkı (Hayvanat Bahçesi(oyun) : 1984
Baba : Güner Sümer - 2984
İkiz Kardeşim David - 1983
Gökyüzünde Bir Kıyı : Oben Güney - 1979
Dönüş (oyun) : Üsküdar Şehir Tiyatrosu - 1978
Hukuymetin Kesesi : Oben Güney - 1968
Eşşeği Saldım Çayıra : Oben Güney - 1968
Pamuk Prenses ve 7 Cüce : Oben Güney - 1968
Gültepe Oyunları : 1968
Kırmızı Şapkalı Kız : Oben Güney - 1966
1966 oyunlar : (Tardieu) - Deneme Tiyatrosu - 1966
Bir Evlenme Teklifi : Anton Çehov - 1995
Saf Adam ve Kundakçılar : Max Frisch) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1965
Dönüş (oyun) : Arthur Miller - 1964
Denemeler : Montaigne - (amatör bir topluluk çalışması) - 1960
Paydos (oyun) : Cevat Fehmi Başkut - (amatör bir topluluk çalışması) - 1955
Rol aldığı oyunlar
Simavnalı Şeyh Bedreddin (Orhan Asena) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1968
Keloğlan : Birkan Özdemir - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1965
Arturo-Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı : Bertolt Brecht - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1965
Saf Adam ve Kundakçılar : Max Frisch) - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1965
Ayak Bacak Fabrikası : Sermet Çağan - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1964
Sultan Gelin : Çahit Atay - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1964
Yosma : Ruzante - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1964
Mezarsız Ölüler : Jean Paul Sartre - Ankara Sanat Tiyatrosu - 1963
Yazdığı oyunlar
Dilenci
Yük (Wór) [1]
Suç
Kan (Büyük El)
Çöp
Gökyüzünde Bir Kıyı
Sınır
Duvar
Bir Kadının Zaman Dışı Yaşamı.
Adem ile Havva
Dazlak
Kavanozya
Metin Çeliker kimdir?
Metin Çeliker, (d. 1952- ö. 28 Ağustos 2001, Karabük), Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu.
Metin Çeliker, sanat yaşamına Şehir Tiyatroları'nda başladı. Bu kuruma 25 yıl hizmet verdikten sonra 1999 yılında emekli olan sanatçı, ayrıca tiyatronun dışında kamera karşısına da geçerek, sinema ve dizi filmlerde rol almış, Evdeki Yabancı gibi tv dizilerinde de oynamıştı. Namuslu filminde çizdiği karakterle unutulmaz bir portre yaratmıştır.2001 yılında Karabük'te geçirdiği bir trafik kazasında vefat etmiştir.
Rol aldığı bazı oyunlar
Sarı Naciye
Balaban Ağa
Çil Horoz
Koca Sinan
Eşik
Filmografisi
Benimle Evlenir misin - 2001
Evdeki Yabancı - 2000
Doğum Yeri Absürdistan - 1999
Komşular - 1993
Güneşin Solduğu Gün - 1989
Kurtar Beni - 1987
Pusu - 1987
Namuslu - 1984
Org. Turgut Sunalp kimdir?
Turgut Sunalp, 1917 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. 1924 yılında Bursa Işıklar Askeri Lisesi'ne giren Sunalp, 1945 yılında İstanbul'da Harp Akademileri'nden mezun oldu. 1962 yılında tuğgeneralliğe, 1968 yılında korgeneralliğe getirilen Sunalp, 1972 yılında da orgeneralliğe yükselerek, Genelkurmay 2. Başkanlığı'na, daha sonra da Harp Akademileri Komutanlığı'na atandı.
Sunalp, emekli olduktan sonra da Kanada'da büyükelçilik görevinde bulundu. 12 Eylül 1980 harekatından sonra siyasi parti çalışmalarına izin verilmesiyle emekli Orgeneral Turgut Sunalp ve 41 arkadaşı Milliyetçi Demokrasi Partisi'ni (MDP) kurdu ve partinin Genel Başkanlığı'na seçildi.
Sunalp, 1985 yılında, daha sonra fesedilen, bu partinin genel başkanlığından istifa etti. 6 yıldan beri kalp ve böbrek yetmezliği nedeniyle tedavi altında olan Sunalp, 28 Ağustos 1999 tarihinde vefat etti.
Sunalp, evli ve 2 çocuk babasıydı.
Comments