top of page
  • Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Doğum günü: Osman Numan Baranus, Bekir Sıdkı Sezgin, Yalçın Küçük, Cahit Zarifoğlu, Nejat Devrim...



Bugün 1 Temmuz. Osman Numan Baranus, Bekir Sıdkı Sezgin, Yalçın Küçük, Cahit Zarifoğlu, Nejat Devrim, Banu Alkan, Deniz Seki, Kamil Yazıcı, Halim Solmaz, Besim Ömer Akalın, Emin Cankurtaran, Suna Selen, Aydın Uğurlular, Mahir Ünal, Halil Aktaş ve Ezhel gibi ünlülerin doğum günü.

BRT Yayın Grubu olarak aramızda olmayan değerlerimizi saygıyla anarken, yaşayanlara uzun, sağlıklı, mutlu nice yaşlar dileriz.


Doğum günü: Osman Numan Baranus kimdir?



Büyük Çerkes sürgününde (1864) Kafkasya'nın Kabardey yöresinden sürülerek Anadolu'nun üzunyayla yöresine yerleşen Kaşırğa adlı bir Adıge ailesinin çocuğudur. 1930 yılında Pınarbaşı'nda doğdu. Orta öğrenimini Sivas ve Kayseri'de,

yüksek öğrenimini Ankara Ticari ve İktisadi îlimler Akademisi'nde yaptı. Makine Kimya Endüstrisi Kurumunda (M.K.E.) uzun yıllar çalıştıktan sonra bu kurumun Krediler Müdürlüğü'nden emekli oldu (1993). İlk şiir kitabı olan "Toygan"ı (1945) onbeş yaşındayken yayınladı. Başlangıçta şiirlerini "Dost", "Oluşum", "Türkiye Yazıları" vb, dergîlerde yayımlayan şair, daha sonra deneme ve eleştirilerinin de yer aldığı aylık "Özün" (1971-1973) gazetesini yirmidört sayı çıkardı. Otuz yıllık bir aradan sonra 1975-1991 yılları arasında yirmibir tane daha şiir kitabı yayınlandı. İki deneme ve iki de inceleme olmak üzere tüm eserleri yirmibeş kitapta toplanmıştır. Arı bir Türk diliyle kaleme aldığı "Özün" lerinde (şiir), sık sık ana dili Adıgece'den alınmış kelime ve kavramlar da yer alır. Şiir Kitapları: "Toygan" (1945,1985), "Sevmek Egemen" (1975), "Ağrılar Toprağı" (1982), "Tuzhurmatu," (1984), "Günberi" (1985), "Külünk" (1990), "Apansız Panayır" "Alaza Kesen Yürek", "Zor Yol", "Gebe Gece", "Dinago Triosu" (1990), "Huahualar", "Utkulu Kulvar", "Haykular ve Beyitler", "Bergamut", "Geriye Saymak", "Yıkanık Irıplar", "Kıyıda Horata", "Gunaydın Soyundan", "Tanatımı", "Sın Adlı Ulu Yaya" (1991). İnceleme deneme ve sohbetleri: "Zihni Hazinedaroğlu" (1980), "Anadamar" (1984), Okulsuzculuk... Kaynak: SEFER E.BERZEG / KAFKASYA DİASPORASI’NDA EDEBİYATÇILAR VE YAZARLAR SÖZLÜĞÜ

Doğum günü: Cahit Zarifoğlu kimdir?



Çocukluğu ve eğitim hayatı

Cahit, 1 Temmuz 1940’ta, Ankara’da Maraşlı aile Şerife Hanım ve Niyazi Bey’in oğlu olarak dünyaya geldiğinde, ailesi ona “Abdurrahman Cahit” adını verdi.

Soyadı gibi zarif, naif bir çocuktu Cahit ve bu özelliklere tezat düşecek derecede de inatçıydı. Bu inatçı yönü, bir ömür güdülecek bir kine de gebe olacaktı…

Babasının memurluk görevi sebebiyle çocukluğu Siverek, Maraş ve Ankara’da geçecek; ilk ve orta öğrenimini Siverek’te başlayıp, bir dönem Ankara Kızılcahamam’da devam ettikten sonra, Kahramanmaraş’ta tamamlayacaktı…

Lise sıralarına geldiğinde inatçı çocuktan inatçı bir gence dönüşmüştü Cahit. Pek dalgındı, içine kapanıktı; çok zekiydi ancak inadı zekasının önüne geçiyordu. Arkadaşlarına matematik ve geometri öğretecek kadar iyi olmasına karşın bir yıl Edebiyat ve Matematik; iki yıl da sadece Matematik derslerinden kaldı. İnadı inattı ve kitaplarının kapağını bile açmıyordu. Okuldan kaçıyor ve derin yalnızlıklara sürüklüyordu kendini. Tüm bunlar sınıf tekrarı demekti ve üç yılı uçup gitti. Cahit, birlikte liseye başladığı arkadaşlarından 3 yıl sonra mezun olabildi. Bir gün halkın seveceği, adı bilinir bir şair olacaktı ve Edebiyat dersinden sınıf tekrarına düşmüştü…

Okulda bu inadı sürdürüyordu; ancak bir yandan da şiirler yazıyordu ve mahalli gazetelerde çalışmaya başlayacaktı. Lakin öncesinde bu inadın sebebine inmeliydi…


Anne ve babasının arasında bir yalnızlıkta

Önce yalnızlığı, sonra onu yaşamayı öğreniyordu insan. Cahit de yalnızlığın koynunda uyumak ne demek, öğrenecekti…

Babası, annesinin üzerine başka bir kadınla evlenmişti ve Cahit, tüm ömrü boyunca bu durumu asla kabullenemedi. Babasına karşı büyük bir öfkeyle büyüttü yıllarını; ona karşı hep sert ve buz gibi oldu. Daha çocuk yaşta tattığı babasızlık karşısında hissettiklerinden ötürü onu affedemiyordu.

Kendisinden sadece 1,5 yaş büyük bir abisi vardı; Sait. Babası gitti ve Cahit, Sait’i babası belledi. Ona artık “Baba Sait” diye seslenecek; içinde kopan her fırtınayı onda dindirecekti.

Bu kısım inatçı ve öfkeli yönünü açıklıyordu. O, aslında sadece yaralı bir çocuktu ve derdini anlatacak cümleler boyunu aşardı; kuramazdı. O da inat etmeyi, öfkesine sığınmayı ve kuramadığı cümleleri duygulara, tepkilere dönüştürmeyi tercih etti. Başka türlü davranamaz; içindekilerle başka türlü baş edemezdi…

Yalnızlığa gelince; onu da, annesinin yalnızlığından öğrendi. Terk edilen, yalnız bırakılan sadece annesi değildi. Cahit, küçük kalbiyle annesinin yanında olup, yalnızlığını eksiltmek isterken; bir de bakmış, yalnızlığı benimsemişti. Hayatta karşılaşabileceği her şeye karşı dimdik ayakta durmak onun için çok önemli bir şeydi. Öyle ki, kimseye muhtaç olmamak için kopan düğmelerini dahi dikmeyi öğrenmeyi ihmal etmemişti. Her zaman yemeklerini kendisi yapar; dostlarına ziyafet verirdi. Yalnız kalan annesine yük olamazdı…


Sonsuz maviliğe derin tutku

Cahit’in delicesine bir tutkuyla bağlı olduğu bir şey vardı: Pilotluk. Kuşlar gibi, hatta kuşlarla birlikte uçmak istiyordu. Ne zaman bir gökkuşağına denk gelse, ona doğru süzülmeliydi; sonsuz mavilik, onun evi olmalıydı.

Bu hayale tutkuyla bağlandığında henüz bir lise öğrencisiydi. Gökyüzüne duyduğu eşsiz sevgi, bulunduğu şehirden kaçma fikrini düşürdü aklına. Lise ikinci sınıftaydı ve ardını arkasını düşünmeden bavulunu toplayarak Maraş’tan, Eskişehir’e giden ilk otobüse bindi; pilot olacaktı.

Türk Kuşu Derneği, başvuran adaylardan yetenekli olanları seçiyor ve ücretsiz uçuş kursu veriyordu. Cahit, bir planörün koltuğunda oturmuş, gökyüzünde süzüldüğünü yol boyunca hayal etmişti. Hayalinin başlangıcına ulaştı da. Eğitim alıp, bir uçak kullanabilir düzeye geldi.

Şimdi aşması gereken son bir nokta vardı. Eğitimden geçen herkesin son olarak, bir de sağlık kontrolünden geçmesi gerekiyordu. Cahit, sağlık kontrolüne girdiğinde gözünde ve kulağında teşhis edilen hastalığı sebebiyle, pilotluk kariyerinin başlayacakken bittiğini öğrendi.

Sonrası, derin bir sessizlik…


Uzun üniversite yılları

Uzun süreli ve maceralı bir lise hayatının üzerine Cahit, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kayıt yaptırmak için İstanbul’a geldi. En az lise hayatı kadar çalkantılı bir üniversite hayatı olacaktı.

İnsanlardan ve kendinden kaçmaya başladığı dönemdi. Daha doğrusu bunun resmen fark edilmeye başladığı zamanlar. Öyle ki üniversite eğitimini tam 10 yılda bitirdi…

Herkesten farklı, herkesten başkaydı işte. Okulda çok zaman geçiriyormuş gibi yazın da evine dönmüyordu. Genelde bir kayıkçının yanında karın tokluğuna çalışıyor; zaman öldürüyordu. Bir başka yaz tatilinde ise otostop çekerek Avrupa’yı gezebiliyordu. Kendi özgür ruhu içinde böylesine sessiz ve sakin kalabilmek şaşılacak şeydi doğrusu…


Cemal Süreya’ya hayran bir öğrenci

Cahit, lisede olduğu gibi üniversitede de şiirler yazmaya devam ediyordu. Cemal Süreya’ya ise hayrandı.

Cemal Süreya, dönemin en bilinen şairlerindendi. Uçlarda bir yerlerde yaşamaktan keyif alan Cahit, Süreya’ya bir mektup yazdı. Net bir şekilde dile getirmişti isteğini. Çünkü“İstanbul’a döndüğünüzde sizinle ev tutup birlikte oturabilir miyiz?” diye yazacak kadar emindi kendinden; ne istediğini biliyordu.

Süreya, o sıralar Paris’teydi; bunaltılı bir ruh halindeydi. Bu genç adamın az buçuk ölçüyü kaçırmış mektubunu okuduğunda şaşkınlığını kendine sakladı ve bir cevap vermedi. Ancak Cahit Zarifoğlu bir gün tanınıp da öldükten sonra şunları yazacaktı günlüğüne:

“Cahit Zarifoğlu ölmüş. Bugünün adı bu olacakmış.

İyi şairdi. İlk şiirleri de iyiydi. Sezai Karakoç çevresinden. Daha yüz yüze gelmeden, 1962’de bana, Paris’e bir mektup yollamıştı. Adresimi Sezai Karakoç’tan almış. Saklamamışım o mektubu.

Zarifoğlu, o sıra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenci. Yurtlardan sıkılmış herhal, İstanbul’a dönüşümde, birlikte ev tutup oturmayı öneriyordu mektubunda. Bende bir tuhafım o günler. Bir ölçüsüzlük görmüştüm bu öneride. O ara otuz yaşı dönmüşüm. İyi sayılan bir aylığım var. Ne yani, bu çocuk öğrenci hayat koşuluna mı indirmek istiyor beni?

Dönüşte yeniden tanıştık. Zaman zaman vapurda, yolda, Sezo’nun (Sezai Karakoç) evinde bürosunda rastlaştıkça konuşurduk, (ama her şeyden)…”


Şiir gibi güreş tutan şair

Cahit, sessizdi; içine kapanıktı. Evde yalnız kalmak gibi bir seçeneği varsa kesinlikle dışarı çıkmaz; bir melankoli ruhuna bürünerek radyoda klasik batı müziği dinlerdi. Her zaman bu müziklerle evin küçücük odasında kaybolan, belki de hiç sahip olamadığı ruhunu aradı.

Ancak dışarıya çıktığında da bambaşka bir yönü ortaya çıkıyordu Cahit’in. Dostlarıyla buluşuyor ya da çoğunlukla güreş topluluklarına katılıp güreş tutuyordu. Çocukluğundaki gibi zayıf ve zarif bedeni halini koruyordu; ama evet, Cahit tüm tezatlığıyla güreş tutuyordu. Güçlüydü de… Pilotluktan sonraki en büyük tutkusu güreşti.

Hatta bir güre müsabakasında arkadaşları arasında en güçlü ve kalıplı olanı Halil ile eşleşti. Bütün arkadaşları Halil’in, Cahit’i alt edeceğine emindi. Ancak Cahit, teknik bir hareketle Halil’in sırtını yere getirdi.

Bu hikayeyi, Cahit’in iyi arkadaşlarından biri olan Alâeddin Özdenören yıllar sonra anlatacak ve “Cahit, şiir gibi güreş tutardı” diye gururlanacak; arkadaşını da onurlandıracaktı…


Aristo Cahit

Cahit, o kadar içine kapanıktı ki, arkadaşları onun çoğu zaman hasta olduğunu düşünüyordu. Hatta kesinle aşk acısı çekiyor olmalıydı; suskunluğu bundandı. Başka türlü yüzyıllık suskunluk tadındaki bu suskunluğu açıklayamıyorlardı.

Oysa Cahit sadece kaçıyordu; insanlardan ve insanlıktan… Bu kaçma uğraşı bir süre sonra onun bir bilge olduğu kanaatine vardırdı. Hasta olmadığından emin olduklarına göre, bu sakin ve suskun halinin karşılığı bilgelik olmalıydı. Dostları bu sebepten ona, “Aristo”demeye başladı…


Artist Cahit

Cahit, artık “Aristo Cahit” diye anılıyor ve de çağrılıyordu. Ancak o taşkın halleri ona bir lakap daha getirecekti.

Bir gün Necip Fazıl Kısakürek’in evinde bir sohbet meclisi kuruldu. Herkes dikkat kesilmiş üstadı dinliyordu ki, elini ayağını nereye koyacağını kestiremeyen Cahit, ayağa kalktı ve üstadın konuşmasının ortasında evin içinde dolaşmaya başladı. Gayet rahat bir tonda adımlarını atarken Necip Fazıl’ın kitaplığında durdu ve plaklarını karıştırmaya başladı. Üstattan duyacağı söz gecikmedi: “Ya hu burada muhteşem bir konser varken, sen notalarla meşgulsün, Artist!”

O gün, Necip Fazıl’ın dilinden dökülen “Artist” sözü, Cahit Zarifoğlu’nu anarken kullanılan ikinci lakabı oldu.


İlk şiir kitabının başına gelenler

Gökyüzünde uçmak istiyor, güreş tutuyordu. Yine de hayatındaki en özel ve önemli şey, şiirdi. Bunların yanında resim ve müzikle de ilgilendi; ancak o bir şairdi.

Para kazanmak için de çalıştı elbet. Öğrenciliği zamanında çalımak zorunda kaldığında, sayfa sekreterliği yapmıştı. Bir yandan da Diriliş Dergisi‘nde şiirlerini yayımladı.

1976’dan sonra da kurucusu olduğu Mavera Dergisi‘nde şiirlerini, hikayelerini, günlüklerinden seçkileri ve senaryo çalışmalarını yayımlayacaktı. Hatta “Okuyucularla” adını verdiği bir de sohbet köşesi vardı.

Bunlar dışında farklı zamanlarda İlkokul Öğretmen Vekilliği ve Almanca Öğretmenliği yaptı. Mavera’dan sonra TRT Genel Müdürlüğü’nde Mütercim Sekreter olarak da bulunacaktı.

Ve bir gün ülkenin “Yedi Güzel Adam”ından biri olacaktı…

Ancak şu an bir şair olduğuna göre, sanatının ilk meyvesini dalından koparmaya başlamalıydı. İlk şiir kitabını hazırladı; ona, “İşaret Çocukları” adını vermişti. Baskıya yollarken, bu kitabın ekonomik anlamda sonunu getirdiğinin farkında değildi.

Evet, tüm parasını bu kitaba yatırmıştı ve yaşayacağı talihsizlik ona anlatılsa kahkahalarla güler de inanamazdı. Kitabının çok az bir kısmını dağıtmıştı ki, geriye kalan büyük bir kısmını da aracı olan bir arkadaşının dayısının yazıhanesine bıraktı. Aslında sadece emaneten bırakmıştı. Birkaç ay boyunca kitaplarını almayan Cahit, geri döndüğünde hepsinin dayı tarafından ısınmak için sobada yakıldığını öğrendi.

Yanan tüm emeği, değeri, gözünün nuruydu…


Cahit Zarifoğlu evlendi

Cahit’i kendisini içine hapsettiği yalnızlıktan tutup çıkarmak o kadar kolay değildi. Necip Fazıl gibi bir üstat ona dokunana kadar da kimseye bu konuda en ufacık bir kapı aralığı dahi bırakmadı.

Necip Fazıl, Cahit’in dibe doğru çeken hayatının yönünü gökyüzüne çevirdi. Uçmak için illa pilot olması şart değildi; bunu, ona yaşayarak öğretti.

Necip Fazıl, önce Cahit’e uygun bir eş düşünerek başladı. Onun için en uygun kadın kesinlikle Necip Fazıl’ın Hocası Abdülhakim Arvasi’nin soyundan gelen Berat Hanım idi. Necip Fazıl, Cahit’i yanına kattı ve Van’a gittiler. Ya koşullanmış olarak gittiğindendi ya da bu, ilk görüşte aşktı. Cahit, yıllardır sadece kendine ayırdığı kalbine Berat’ın aşkını kattı da geldi.

Hemen nikahları kıyıldı ve tabii ki şahitleri de Necip Fazıl oldu. Bu evlilik ona, Ahmet ve Betül adında iki güzel çocuk kazandırdı. Emin olduğu tek şey, o babası gibi bir baba olmayacaktı…

Eşine duyduğu sevgiyi belki hemen oracıkta, kalbine, aklına düşüp yar olduğu anda şiire döktü Cahit Zarifoğlu…

Ey Berat Hanım!

Dersen ki, “Bu ne zalim adam Halimi bilmez, halden anlamaz. Küçük bir şeyi mesele yapar” -Ne büyük yalan- Doğrusu var hakkın N’etsem n’apsam Kollarını bilezik Boynunu kordon Ayağını hal hal donatsam Yine hakkın kalır.


Çocuklara masallar

Cahit Zarifoğlu, çocuklara düşkünlüğüyle de biliniyordu. Belki kendini kollarına bıraktığı yalnızlıkta, çocuk yanını hep canlı tutmak istiyordu. Büyüdüğünü kabul etmek istemediği her an, onu herkes çocuk olarak tanısın istiyordu.

Çocuklar için birçok masal kitabı yazdı. Belki içindeki baba boşluğunu tüm çocuklara ucundan kıyısından babalık ederek doldurmak istiyordu. Başarıyordu da; sadece kendi çocuklarının değil, tüm çocukların sevgilisi olmuştu.

Yıllar sonra bu durumdan bahsederken Erdem Beyazıt, “Bizim çocuklarımız, bizden çok ona yakın” diyecekti…


Ölüme düşkün rüyalar içinde

Cahit Zarifoğlu, çocukluk ve gençlik yaşlarını kaçırsa da, olgunluk yaşlarında sesi ve mutluluğu yakalamıştı. Ancak sadece yıllardı; ruhunda her şey onarılmışa benziyordu. Belki de gerçekten bir kadını sevmekle başlıyordu her şey; sevgi iyileştiriyordu…

Ancak sonra bir sessizlik daha oldu. Bu kez sevenlerinin kulaklarını sağır etti bu sessizlik ve kalplerine düştü elem Cahit Zarifoğlu, pankreas kanseri olmuştu…

Günden güne eriyordu. Bir süre sonra yataktan da çıkamaz oldu. Başta mesken tuttuğunu söylediği yatağını, artık cehennemi olarak adlandırıyordu.

Dostları, sevdikleri gün aşırı ziyarete geliyordu ve Cahit, kimse kötü olduğunu anlamasın savaşı veriyordu. Hele çocuklara hep, hep gülümsüyordu. Ancak hastalığı ilerledikçe ilerledi ve ziyaretine gelen Erdem Beyazıt’ın elinden tuttu ve “Erdem!” dedi; “Kırlarda çiçekler, artık bensiz açacak”…

Artık uykuları ölüme yattığı rüyalarla bölünüyordu. Sürekli terler içindeydi. Bir gün yine acı dolu uykusundan uyandı aniden. Karşısında dostu Rasim Özdenören duruyordu. Sanki onu bekliyormuş da bulmuşçasına, “Rasim!” dedi; “Bir rüya gördüm. Necip Fazıl, bana ‘Yirmi beş yıl sonra burada buluşacağız’ dedi”…

Yarı umutlu muydu ne?


Cahit Zarifoğlu öldü

Cahit Zarifoğlu, Necip Fazıl’a büyük bir hayranlık ve saygı duyuyordu. Babasına karşı ısıtamadığı içi, onun karşısında eriyordu.

4 yıl önce üstadını kaybettiğinde, babasını kaybetmiş gibi dağlanmıştı ruhu. Şimdi gördüğü rüyasıyla kendisine bir mesaj veriyordu işte. Ancak Cahit Zarifoğlu, rüyasının ya da ağrılarının rehavetinden olsa gerek tam hatırlayamıyordu belli ki rüyasını.

O, 25 yıl diye duymuştu; ama Necip Fazıl 25 gün demiş olacak ki, Cahit Zarifoğlu, rüyasının üzerinden 25 gün geçtiğinde hayata gözlerini kapadı. Dostuna da söylediği gibi, artık kırlarda çiçekler onsuz açacaktı…

Sessizliğin, yalnızlığın kollarında geçirdiği yıllarının üzerine yazdığı şiirler ve çocuklara bıraktığı masallarla bir Cahit Zarifoğlu geçti bu dünyadan…

İyi ki…

Damla Karakuş

damla.karakus@ensonhaber.com

Doğum günü: Besim Ömer Akalın kimdir?

(1862- 1940)


Doktor, Rektör, Yazar, Milletvekili Besim Ömer 1862’de İstanbul’da doğmuştur. Babası Ömer Şevki Paşa, annesi ise Yaşar Paşa’nın kızı Afife Hanım’dır. Anne tarafından Yahya Kemal (Beyatlı) ile akrabalığı vardır. Besim Ömer, ilkokulu Priştine’de okumuş, Kosova Mülkiye ve İstanbul Askerî Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra 1879’da 17 yaşındayken Kuleli Askerî Tıbbiyesi İdadisinden mezun olmuştur. Bundan sonra ise 1885 yılında Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane’yi bitirmiştir. Besim Ömer’in hekimlik mesleğini seçmesinde ailesinin hekimlere duyduğu saygının, yenilikçi fikirlere ve pozitif bilimlere açık aile ortamının büyük etkisi olmuştur. Başarılı bir eğitim hayatından sonra 1885’te Tabib Yüzbaşı rütbesi almıştır. Haydarpaşa Tatbikat hastanesinde Tabib Yüzbaşı olarak görev yaparken, girdiği sınavı kazanmış ve Mekteb-i Tıbbıye’de Ebelik Öğretim Görevlisi olmuştur. Yine 1885 yılında bir süre Askerî hastanelerde Asker Tabib olarak görev yapmıştır. Modern ebelik, kadın ve çocuk hastalıkları konusunda uzmanlaşmak için 1887’de Paris’e gitmiştir. 1891 yılında yurda dönen Besim Ömer, Modern Ebelik Muallimi olarak vazife almıştır. 1892’de aynı zamanda Haseki Nisa hastanesinde doğum (vilade) koğuşunda görevlendirilmiştir. 1896’da doğum kliniği muallimliğine de atandı. Ebelik eğitimi ve mesleğinin gelişiminde büyük katkıları olan Besim Ömer Bey için “Ebelerin Ebesi” ifadesi kullanıldı. Görevlerinde üstün başarı gösteren Besim Ömer Bey, 1899’da Miralay iken, 1900’de artık Mirliva (Tuğgeneral) olmuştur. Bir süre sonra Ferik rütbesi alan Besim Ömer Paşa’ya tıp alanındaki çalışmalarından dolayı Murassa Osmanlı Âlî nişanı verilmiştir. Akalın, uluslararası kongre ve konferanslarda Osmanlı Devleti’ni, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmiştir. Yine bazı toplantılara Hilal-i Ahmer adına katılmıştır. Besim Ömer Paşa’nın doktor sıfatıyla katıldığı uluslararası toplantıların yerleri ve yılları şu şekildedir: Brüksel (1892), Amsterdam (1899), Londra (1907), Washington (1912), Stokholm (1918), Cenevre (1921), Prag (1922), Cenevre (1923), Kopenhag (1936), Bratislava (1937), Paris (1939), İsviçre (1939). Hem Osmanlı hem de Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde tıp alanında ülkeyi temsil kabiliyetine sahip, uluslararası tanınma ve saygınlığı olan kişilerin başında Besim Ömer Paşa’nın geldiği görülmektedir. Hilal-i Ahmer (Kızılay) tarihinde önemli bir yere sahiptir. Londra’da 1907’de gerçekleşen 8. Uluslararası Salib-i Ahmer (Kızılhaç) kongresinde Osmanlı Devleti temsilcisi olarak Kızılay’ın bugünkü ambleminin benimsenmesini kabul ettirmiştir. 1911’de Hilal-i Ahmer Cemiyeti Genel Merkez İdare Heyeti’ne seçilmiş, 1912’de cemiyetin ikinci başkanı olmuştur. Paşa’nın da katkılarıyla Kızılay adeta yeniden ayağa kalkmıştır. 1912 yılının, hayatında önemli bir yere sahip olduğunu belirtmek gerekmektedir. Paşa, 7-17 Mayıs 1912 tarihinde Washington’da gerçekleşecek konferansa Osmanlı Devleti’ni temsilen katılmak üzere hareket etmiş ve Fransa’nın Calais limanına gelmiştir. İngiltere’ye geçerek Southampton limanından kalkacak Titanik gemisiyle ABD’ye gidecekti. Fakat hava muhalefeti nedeniyle İngiltere’ye zamanında geçememiş ve bileti olduğu halde Titanik’in ilk ve son seferine yetişememiştir. Böylece, dünyanın en büyük yolcu gemisinin 15 Nisan 1912’de battığı yolculuğu bileti olduğu halde kaçırmış ve muhtemelen hayatı kurtulmuştur. Besim Ömer Paşa, siyasete karşı ihtiyatlı ve mesafeli durmuş, meşrutiyet döneminde ittihatçılara sempati duymakla birlikte çok ön plana çıkmamaya çalışmıştır. Nitekim mesleğinde hızlı yükselişi ve unvanlar almasında sivri muhalif olmamasının payı olmuştur. Osmanlı Devleti’nde genel sağlık meseleleriyle ilgilenmek, uygulamaları hayata geçirmek üzere kurulan Meclis-i Tıbbıye-i Mülkiye ve Sıhhıye-i Umumiye başkanlığına 1909’da seçilmiş olan Besim Ömer Paşa, bu görevdeyken frengi, tifüs, kolera, menenjit gibi hastalıklarla mücadele edilmesi ve sağlık alanında kadınların eğitimine önem verilmesi için çok çaba göstermiştir. Paşa’nın gayretleriyle hemşirelik ve hastabakıcılık teşkilatının yapılandırılması ve meslek olarak kurumsallaşmasında önemli mesafe kat edildi. “Hastabakıcılığa Dair” adlı eserinde bu mesleğin ülkedeki durumu ve işlevi değerlendirilmiştir. Hilal-i Ahmer Cemiyeti Kadınlar Kolu’nun açılmasını sağlamış, hanımları eğitici konferanslar vermiştir. 1915 yılında yazdığı “Hastabakıcılık Dersleri” kitabında savaş zamanında hastabakıcının vazifeleri anlatılmıştır. Paşa’nın ders ve konferanslarına katılan hanımların önemli bir kısmı savaş döneminde askeri hastanelerde görev almıştır. 1917’de Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin (Çocuk Esirgeme Kurumu) kurulmasında Akalın’ın öncülüğünün büyük katkısı vardır. Bu kuruluşta üye ve başkan olarak yer almıştır. Yine, 1918’de kurulan Veremle Mücadele Osmanlı Cemiyeti’nin başkanlığını yapmıştır. Cemiyetin 1 numaralı yayını Paşa’nın 1919’da yazdığı “Verem Tehlikesi ve Veremle Mücadele” adlı çalışma olmuştur. Kitapta, veremle mücadelenin halkın bilinçlendirilmesi ve verem hastanelerinin kurulmasıyla başlayacağı ifade edilmiştir.

Paşa’nın üniversite yöneticilikleri süreci de hayatında önemli bir yere sahiptir. Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılında Mekteb-i Tıbbıye Reisliği’ne (Dekan) atanmıştır. Savaş döneminde öğrencilerin cepheye gitmesiyle dersler ciddi şekilde aksamıştır. Yine, Besim Ömer’in gayretleriyle Mart 1916’dan itibaren “Tıb Fakültesi Mecmuası” adlı süreli yayın hayata geçmiştir. Savaştan sonra mütareke döneminde Darülfünun Emini (Rektör) olmuştur. İki dönem Rektörlüğe seçilen (1919-1925) Paşa, mütareke döneminde işgal kuvvetlerinin üniversiteyi (darülfünun) işgaline karşı mücadele etmiştir. Ayrıca, Besim Ömer Paşa’nın gayretleri neticesinde 1922 yılında kadın öğrencilerin de Tıp Fakültesine kabulleri gerçekleşti. Paşa, 1933’te Üniversite Reformu esnasında kadro dışı kalmış ve emekli olmuştur. Besim Ömer Akalın’ın son görevi 1933 ve 1939 yıllarında iki dönem Bilecik Milletvekili seçilmesi olmuştur. 19 Mart 1940’ta Ankara’da geçirdiği bir kalp krizi neticesinde 78 yaşında hayatını kaybetmiştir. Sağlıklı bir hayat sürmekle ilgili araştırma yapmış ve kitaplar yazmış Besim Ömer Paşa, hayatı boyunca kronik astım sorunu yaşamış ve sık sık yurt dışına çıkarak kaplıca tedavisi görmeye çalışmıştır. Kadınların ve çocukların sağlığı ve eğitimi için çaba gösteren sembol bir isim olmakla birlikte evlenmemiş ve çocuğu olmamıştır. Besim Ömer Akalın öldüğünde basın, kaybın ne kadar büyük ve önemli olduğu hususunu özellikle vurgulamış ve Tıp ile Tıp Edebiyatı’nın kaybının tarifsiz olduğu belirtilmiştir. Besim Ömer Akalın basın tarafından, “hekimlik tarihimizin timsali”, “kadın hastalıkları ve doğum kürsüsünün kurucusu”, “millî iftihar”, “tıp kahramanı” ifadeleriyle değerlendirilmiştir.

Eserleri: Besim Ömer Akalın, aynı zamanda ciddi bir yazardır. 1897-1906 yılları arasında çıkardığı Nevsal-i Afiyet adlı sağlık yıllıkları çok ilgi görmüş ve okunmuştur. Üzüm’ün tedavide kullanımını önemsemiş, annesinin tedavisinde yararlanmış ve bu konuyla ilgili kitap yazmıştır. Öğrencilik yıllarından itibaren sağlık ile ilgili yazmaya özen göstermiş ve çok sayıda eser meydana getirmiştir. Bu çalışmalarda halkın bilinçlendirilmesi hedeflenmiş, özellikle çocuk ve kadın sağlığı konu edilmiştir. Bu kitaplardan bazıları şunlardır: Su, Kardeşi Azmi Bey’le Birlikte, Ceride-i Askeriye Matbaası, İstanbul 1300; Dişlerin Hıfzıssıhhati, Mihran Matbaası, İstanbul 1301; Üzüm ve Üzümle Tedavi Mebahis-i Tıbbıye’den, Mahmud Bey Matbaası, İstanbul 1304; Zayıf ve Vakitsiz Doğan Çocuklara Edilecek Takayyüdat, Mahmud Bey Matbaası, İstanbul 1306; Çiçek Hastalığı ve Suçiçeği, Alem Matbaası, İstanbul 1309; Çocuk, Alem Matbaası, İstanbul 1309; Seririyat-ı Viladiye Dersleri, Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane Matbaası, İstanbul 1313; Emraz-ı Nisa, Serirî ve Cerrahî, Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane Matbaası, İstanbul 1314; Doğururken ve Doğurduktan Sonra, İstanbul 1320; Kolera Sağlığında İttihazı Lazım Gelen Tedabir ve Etıbbaya Rehber, Arşak Garoyan Matbaası, İstanbul 1327; Hastabakıcılık Dersleri, Hilal Matbaası, İstanbul 1331; Nüfus Meselesi ve Küçük Çocuklarda Vefeyat, Kanaat Matbaası, İstanbul 1339; Çocuklara Dair Sıhhî ve İçtimaî Teşkilât ve Tesisât, Matbaa-i Ahmed İhsan ve Şürekası, İstanbul 1925; Anne Olacaklara ve Annelere (Çocuk Yetiştirmek, Püerikültür), Ahmed İhsan Matbaası, İstanbul 1930; Fenn-i Vilade, 3 cilt, II. Kitap, Güç Doğum, Ahmed İhsan Matbaası Ltd, İstanbul 1933; Türk Çocuğu Yaşamalıdır, (Küçük Çocuklara Bakım ve Sosyal Yardım), Ahmed İhsan Matbaası Ltd, İstanbul 1936; Türk Çocuğunu Nasıl Yaşatmalı (Nüfus Siyasetinde Çocuk: Sağlam Çocuk, Öjenik, Öjenizm, Sağlam Irk), Ahmed İhsan Matbaası Ltd, İstanbul 1939. Besim Ömer Akalın’ın yukarıda sadece bir kısmı zikredilen bu eserlerinin dışında birçok eseri, tarihi belirtilmemiş çalışmaları ve Fransızca kitapları da bulunmaktadır. Bülent BAKAR


Doğum günü: Yalçın Küçük kimdir?



(d. 1 Temmuz 1938, İskenderun); Türk araştırmacı yazar, düşünür, ekonomist, isim-bilimci, medya ve edebiyat eleştirmeni, Kürdolog, Sovyetolog, siyaset bilimci, teorisyen, gençlik önderi. Yalçın Küçük, İskenderun'a Halep'ten gelip yerleşmiş bir ailenin çocuğudur. Baba tarafından Türkmen, anne tarafından ise Kafkasyalı bir aileye mensuptur Kabataş Lisesinden mezun olmasının ardından, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesindeki öğrencilik hayatı boyunca; Fikir Kulüpleri Federasyonu, ardından Sosyalist Fikir Kulüpleri Federasyonu, Dev-Genç ve Türkiye Halk Kurtuluş Partisi olan Fikir Kulübü başkanlığını yaptı. Siyasal Bilgiler’i 1960 senesinde birincilikle bitiren Küçük, 27 Mayıs Darbesi'nde, büyük öğrenci eylemlerinin başında yer aldı. 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında Devlet Planlama Teşkilatı'nda görev aldı. Bir süre sonra Uzun Vadeli Planlar Dairesi Müdürlüğüne getirildi, ardından istifa etti. Yalçın Küçük, buradan ayrılınca Amerika'ya gitti, Yale Üniversitesinde lisans eğitimi aldı. Ardından mülakatı kazanarak dört ay boyunca da Dünya Bankası'nda staj yaptı. 1966'da Orta Doğu Teknik Üniversitesinde öğretim üyeliğine başladı. Yön, Emek, Ant dergilerinde, sosyalist devrim yanlısı yazılar yazdı. 1968-70 yılları arasında Birmingham Üniversitesi Rus ve Doğu Avrupa Araştırmaları Merkezinde bulundu. Sovyetoloji araştırmalarını kitaplaştırdı. Bu kitaptan dolayı sekiz yıla mahkûm edildi. 1971'de doçent oldu. 12 Mart 1971 Muhtırası'ndan sonra görevden alındı. 1973-76 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinin ekonomi servisini yönetti. 1970'lerde, Türkiye İşçi Partisi'nin ikinci kez kuruluşu için çalışmalara katıldı, 1973 yılı sonlarında askere alındı. Kıbrıs Harekâtı'na katıldı. Bu savaşta yaşadıklarını anlattığı bir anı-söyleşi kitabı bulunmaktadır. 1975'ten itibaren yayınlanan ve partiye yakınlığıyla bilinen Yürüyüş gazetesinin editörlüğünü yaptı. 1978'de partiden ihraç edildi. 1979'da kendisiyle beraber TİP'ten ihraç edilenlerle birlikte Sosyalist İktidar dergisini çıkarmaya başladı. Aynı yıl Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde öğretim üyesi oldu. 12 Eylül Darbesi'nden sonra üniversiteden uzaklaştırıldı. 1983'te Bir Yeni Cumhuriyet İçin adlı yapıtından ötürü tutuklanarak cezaevine girdi; daha sonra aklandı. 1987'de Gazi Üniversitesinde profesör oldu ve 1994'te emekli oldu. 12 Eylül 1980 Darbesi'nden sonra aydınların yönetime karşı örgütlenmesinde büyük çaba gösterdi. Aziz Nesin ile birlikte "Aydınlar Dilekçesi Hareketi"ni örgütledi.[8] 1987-1992 yılları arasında Toplumsal Kurtuluş adlı sosyalist bir aylık dergi çıkardı. Daha sonra bu dergi kapanarak yerine Hep İleri adlı bir dergi çıkmıştır. "Özgür Üniversite" adıyla bilinen "Özgür Ekin Derneği"nin kurucusudur. 1993'te Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı olmasını ve Matild Manukyan'ın vergi rekortmeni olmasını öne sürerek Fransa'ya gitti. Küçük, burada İranoloji ve Kürdoloji okur; Kırmançi, Sorani, Farisi öğrenir. Onomastik üzerine çalışmalarına yoğunlaşır. Daha sonra gene 1993 yılında Suriye'de Bekaa Vadisi'ne giderek PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüştü. Bu görüşmeyi "söyleşi" adıyla kitaplaştırdı. Çeşitli sol dergiler çıkarttı. 28 Şubat sürecinde, 16 Eylül 1996'da yurt dışından Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na Refah Partisi'nin kapatılması için harekete geçmenin zorunluluğunu ifade eden bir dilekçe sundu.[10] 29 Ekim 1998'de Türkiye'ye geri döndü ve "Kürtçülük Propagandası" yapmaktan suçlu bulunarak iki yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2000 yılında tahliye oldu.[6] 2000'li yılların başından itibaren Türkiye'nin yakın tarihiyle ilgili iddialar ve eserler sunarak isimbilim araştırmalarına yöneldi. "Avdeti" kültürü, Sabetayizm, İbraniyet, kripto Yahudilik, gizli din taşıma, çift dinlilik konuları ile ilgilendi.[11][12] 7 Ocak 2009 tarihinde, Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara'da gözaltına alındı.[13] Mahkemeye çıkarılmak üzere İstanbul'a sevk edilen Yalçın Küçük, 11 Ocak 2009 tarihinde tutuklandı. 12 gün sonra tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi.[14] 3 Mart 2011 tarihinde aynı soruşturma kapsamında evi arandıktan sonra yeniden gözaltına alındı. 6 Mart 2011'de çıkarıldığı nöbetçi mahkemede tutuklandı. 5 Ağustos 2013'te İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından karara bağlanan Ergenekon davasında 22 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.[15] 10 Mart 2014'te 5 yıllık tutukluluk süresinin dolması üzerine tahliye edildi. Kitapları[değiştir | kaynağı değiştir]

  • 100 Soruda Planlama Kalkınma ve Türkiye (1971) (yeni basım: Planlama Kalkınma ve Türkiye, 1975, 1978)

  • Endüstrileşmenin Temel Sorunları: Sovyet Deneyimi, 1925-1940 (1975)

  • Türkiye Üzerine Tezler I (1978)

  • Türkiye Üzerine Tezler II (1979)

  • Bir Yeni Cumhuriyet İçin (1980)

  • Seçme Teknik Çalışmalar (1981)

  • Aydın Üzerine Tezler, 1830-1980 (1984-1987) (5 cilt)

  • Bilim ve Edebiyat (1985)

  • Quo Vadimus-Nereye Gidiyoruz? (1985)

  • Türkiye Üzerine Tezler III (1986)

  • Küfür Romanları (1986)

  • Estetik Hesaplaşma (1987)

  • Sovyetler Birliği'nde Sosyalizmin Kuruluşu (1987)

  • İtirafçıların İtirafları: TKP Pişmanları (1988)

  • Bir Soran Olursa (1987)

  • Yirmi Bir Yaşında Bir Çocuk: Fatih Sultan Mehmet (1987)

  • Kurtuluş Yazısı (1988) (Çelik Bilgin ile birlikte)

  • Türkiye Üzerine Tezler IV (1989)

  • Davalarım (1989)

  • Ermeni Rahiple Mektuplaşmalar (1989)

  • Kürtler Üzerine Tezler (1990)

  • Türkiye Üzerine Tezler V (1991)

  • Sovyetler Birliği'nde Sosyalizmin Çözülüşü (1991)

  • Emperyalist Türkiye (1992)

  • Marksist Damar (1992)

  • Kürt Bahçesinde Sözleşi (1993), (Abdullah Öcalan ile söyleşi)

  • Bir Dikine Ülke (1993)

  • Dirilişin Öyküsü (1993) (Abdullah Öcalan ile söyleşi)

  • Yürüyüş (1996)

  • Bakış (1996)

  • Tarihçe (1997)

  • Sicil (1997)

  • El Kitabı (1997)

  • Sol Marksizm (1998)

  • Aydınlık Zindan (2000), (Bilgesu Erenus ile birlikte)

  • Tekelistan (2000)

  • Sırlar (2001) (ikinci cilt: 2002)

  • Şebeke: Network (2002) (genişletilmiş basım: Şebeke-Network 1, 2004)

  • İsimlerin İbranileştirilmesi/Tekelistan 1 (2003) (2 cilt)

  • Tekeliyet 1 (2003)

  • Tekeliyet 2 (2003)

  • Putları Yıkıyorum – Önsözler 1 (2004)

  • İsyan 1 (2005)

  • İsyan 2 (2005)

  • Türkiye Büyülü Hapishanem (2005)

  • Gizli Tarih 1 (2006)

  • Ders 1: Küçülme Savaş (2006)

  • Devlet ve Hürriyet (2006)

  • Caligula: Saralı Cumhur (2007)

  • Sol Müdahale (2007)

  • Aforizmalar (2008)

  • Epilepsi ile Orgazm: Mediko-Politik (2008)

  • Çöküş (2010)

  • Haberci (2010)

  • Fitne (2010)

  • Hasta Despot (2010)

  • Cumhuriyet'e Karşı Küfür Romanları (2011)

  • Atamanoğlu Fatih (2012)

  • Çıkış - Ansiklopedi 1 (2015)

  • Çıkış - Ansiklopedi 2 (2015)


Bugün aynı zamanda Bekir Sıdkı Sezgin, Nejat Devrim, Banu Alkan, Deniz Seki, Kamil Yazıcı, Halim Solmaz, Emin Cankurtaran, Suna Selen, Aydın Uğurlular, Mahir Ünal, Halil Aktaş ve Ezhel gibi ünlülerin de doğum günü.


Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page