Bugün 9 Ocak. Fahrettin Kerim Gökay, Cahit Külebi, Dede Efendi gibi değerlerimizin doğum günü.
BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.
Doğum günü: Fahrettin Kerim Gökay kimdir?
9 Ocak 1900 yılında Eskişehir’de doğdu. Yüksek öğrenimini, İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi’nde tamamladı. 1922-1924 yılları arasında Münih, Hamburg ve Viyana üniversitelerinde uzmanlık eğitimi gördü. Öğrencilik yıllarında Milliyetçi ve Ahrar gazetelerini çıkardı. 1926’da Tıp Fakültesi Seririyat-ı Akliye’de (Asabiye Kliniği) doçent, 1933 Üniversite Reformu’nda profesor oldu. 1942’de ordinaryus profesör oldu.
Sağlık ve maarif şûraları üyeliklerinde, Türkiye Kızılay ve Yeşilay dernekleri başkanlıklarında bulundu. 1949 yılında İstanbul valiliği ve belediye başkanlığına getirildi. Bu görevini 1957 yılına kadar DP iktidarı döneminde de sürdürdü.
Bern Büyükelçiliği (1957-1960), YTP İstanbul Milletvekilliği (1961-1965), Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı (1963) görevlerinde bulundu. Türkiye Sosyal Psikiyatri Derneği’nin kurucusu ve başkanı oldu.
22 Temmuz 1987 tarihinde İstanbul’da öldü.
Doğum günü: Cahit Külebi kimdir?
Cahit KÜLEBİ (d. Tokat, Zile, Çeltek Köyü, 09 Ocak 1917 – ö. Ankara, 20 Haziran 1997)
Mahmut Cahit, Nazmi Cahit, Cahit Külebi imzalarını da kullanan ve tam adı “Mahmut Cahit Erencan” olan Cahit Külebi, Niksar Gazi Ahmet Danişment İlkokulu’nu (1929) ve Sivas Lisesi’ni bitirdi (1936). İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi olarak İstanbul Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu (1940).
Edebiyat çevrelerinde Cahit Külebi olarak tanınmış olduğu için sonradan soyadını Külebi olarak değiştirdi.
Antalya ve Ankara’da edebiyat öğretmenliği, milli eğitim müfettişliği (1956-1960) yaptı. Kültür ataşesi ve öğrenci müfettişi olarak İsviçre’de bulundu (1960-1964), yurda dönünce iki yıl kadar Kültür Bakanlığı müsteşar yardımcılığı yaptı (1970-1971) ve yeniden Milli Eğitim Bakanlığı’nda başmüfettiş olarak çalıştı (1971-1973). 1972 sonunda görevinden ayrıldı, Türk Dil Kurumu genel yazmanı (ekim 1976-haziran 1983) oldu. TDK’nın yapı değiştirmesi sonrası kurumdan ayrıldı.
1983’te SODEP ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin kuruluşunda yer aldı.
Son yılları, yakınlarının ölümlerine duyduğu acılarla, üzüntülerle geçti. 20 Haziran 1997 tarihinde Ankara’da yaşama gözlerini yumdu.
Cahit Külebi’nin Edebi Kişiliği
İlk şiirlerini lise sıralarıdayken Sivas Erkek Lisesi’nin Toplantı adlı dergisinde, daha sonra Yücel dergisinde “Sivas Erkek Lisesi-Ahmet” imzasıyla yayımladı (1935). İstanbul’a gelişinden sonra Mahmut Cahit ve Nazmi Cahit imzasıyla Gençlik dergisinde şiirleri çıktı (haziran ve temmuz 1938). Varlık ve Sokak dergilerinde Cahit Erencan imzasını kullanan Külebi, daha sonra İnsan, Yaratış, Türk Dili, Kültür Dünyası, Söz ve Hisar dergilerinde yazdı.
Türk Dili dergisinin yöneticileri arasında yer aldı. 1940-1950 yıllarını kapsayan Yeni Şiir akımında kendine özel bir yer edindi.
“Aydın bir saz şairi içtenliği, bir Karacaoğlan rahatlığı ve temiz bir dille zaman zaman kötümser, güvensiz, kendi türküsünü söyledi. Yarım kafiyeler, iç sesler, duygu ve düşüncelerine eklediği zarif benzetmeler ve söyleyişindeki titizlikle en sevilen şairler arasına girdi. Yurt köşelerinin manzara ve insan gerçeklerini, modem bir biçim ve yeni bir romantizmle yaşatış, anılarla güçlü içten bir duyarlık; başlıca özellikleridir” (Behçet Necatigil). “
Atatürk Kurtuluş Savaşında” adlı şiiri Nevit Kodallı tarafından Atatürk Oratoryosu olarak bestelendi.
Külebi, şiir serüvenini şöyle açıklar:
“Ben hep yaşamdan yola çıktım. Bunun içindir ki hadi övünelim, Anadolu’nun türküsünü ilk kez başkalarından ayrı bir biçimde söyledim. Gerçekleri anlattım. Gücüm yettiğince de içine şiir katabildiğim için, bu tutumumu beğenmeyen art düşüncelilere, küçümseyicilere rastlamadım. Bugün 20 yaşında yazdığım şiirler bile güncelliğini tüketmiyorlarsa, elbette başka niteliklerinin yanı sıra, bu sürekli gerçeğin kalıcılığından güç alıyorlar.”
Cahit Külebi, şiirinin özelliklerini de şöyle sıralar:
“Benim şiirim halkçıdır. Toplumculuk da halkçılığın içinde yer alır. Halkçılık, toplumculuktan daha geniş ve kapsamlıdır. Elbette benim şiirimde, herhangi bir belirtisi yoktur. Herhangi bir belirtiye dayanarak da şiir yazmıyorum. Toplumcu ülkelerde de artık öğreti açısından şiir yazma modası gittikçe azalmaktadır. Ama, toplumculuktan çok halkçılığı benimsemiş bir insan olduğum için, toplumculuğuma gölge düşürmenin yanılgı olduğunu belirtmek isterim. Ben halkçı bir şairim.”
Cahit Külebi’nin Eserleri:
ŞİİR:
Adamın Biri (1946)
Rüzgâr (1949)
Atatürk Kurtuluş Savaşında (1952)
Yeşeren Otlar (1955)
Süt (1965)
Şiirler (1969)
Türk Mavisi (1973)
Sıkıntı ve Umut (1977)
Yangın (1980)
Bütün Şiirleri (1982)
Güz Türküleri (1991)
Bütün Şiirleri (1997)
ANI:
İçi Sevda Dolu Yolculuk 1986
DÜZ YAZI:
Şiir Her Zaman 1985
ÖDÜLLERİ:
1955 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü Yeşeren Otlar ile
1981 Yeditepe Şiir Armağanı Yangın ile
Cahit Külebi’nin Şiirlerinden Örnekler:
ATATÜRK KURTULUŞ SAVAŞINDA
I
Edirne’den Ardahan’a kadar
Bir toprak uzanır,
Boz kanatlı üveyikler üstünden uçar
Ardahan’dan Edirne’ye
Edirne’den Ardahan’a kadar.Kop dağı’nda akar bir çeşme var
Serçe parmak kalınlığında suyu
Haram etmiş gece gündüz uykuyu
Akar da akar.Samsun’un evleri denize bakar
Sokakları yosun içinde.
Çaparlar, takalar, mavnalar
Bilyalar gibi suyun yüzünde
Bir iner bir kalkar.
İstanbul’dan bir yar sevdim Adamı günaha sokar.
Savaştepe köprüsünden geçen trenler Sel olur İzmir’e akar, İzmir’in denizi kız, kızı deniz Sokakları hem kız, hem deniz kokar.
Güneyde mis kokulu bir ağaç Yuvarlak yaprakları ince, Yaz gelip de güneş vurunca Dallarından bal akar.
Bu toprak bizim yurdumuzdur; Deli gönül yücesine çıkar. Bir üveyik olur ,uçar gider Ardahan’dan Edirne’ye Edirne’den Ardahan’a kadar. Bir gün kara bulutlar göklerimizde konaklamıştı
II Yaylılar gelip geçiyordu güneyden, Örtük kara perdeler sallanıyordu, Utanıyordu Anadolu’dan gelip geçen, Milletin yüreği kan ağlıyordu.
Askerler gelip geçiyordu güneyden, Yaralı, hasta, yorgun askerler. Akşam olmuştu, yurda toplanıyordu Sağ kalan yiğitler birer birer.
Analar haber soruyordu güneyden Tarlalar kadar, ırmaklar kadar durgun analar, Örtük kara perdeler sallanıyordu Utanıyordu Anadolu’dan gelip geçen Ama kalanlar anayurtta toplanıyordu.
III Gökyüzünde kara kara bulutlar Başımıza nerden geldiniz! Bizler konukseveriz ama Düşmanları sevmeyiz.
Gökyüzünde kara kara bulutlar! Harmanlar çürüdü yüzünden! Sizinle görecek işimiz yok Gidin üstümüzden!
Mavi değil artık denizlerimiz! Tarlalar sürülmez oldu! Sütü kesildi davarların! Öksüz kaldı bebelerimiz!
Gökyüzünde kara kara bulutlar Hayın mı hayın! Bir gün gelir hesabını sorarız Buralarda durmayın.
Ne bulutlar gitti, ne göklerden bir haber geldi. Bu seferde padişahlara seslendi.
IV Biz yoksul bir milletiz Gözlerimizde solgun ışıklar yanar. Nasılsa yenilmişiz bir kere Ama uzun sürmez o kadar!
Bir yüce umutları umut etmişiz kendimize Gerdeğe girmedik kızlar, tüy gibi çocuklar, Yiğitler, ihtiyarlar, Bu toprak için yaşıyoruz! Yol verin bize!
Bu toprak bizim yurdumuzdur! Deli gönül yücesine çıkar! Bir üveyik olur uçar gider. Ardahan’dan Edirne’ye Edirne’den Ardahan’a kadar.
Ne bulutlar gitti, ne padişahlardan bir haber geldi. Kemal Paşa derler bir yiğit vardı. Bu sefer de millet türkülerle Kemal Paşaya haber saldı.
V Kemal Paşa, yenilmez yiğit, şanlı komutan! Savaş girer gibi yetiş bize! Yetiş bize, çöllerde bile olsan! İnanç doldur, güç doldur içimize! Bin kere yurdumuzu kurtaran! Bir görseydin ağlardın hâlimize! Kuşun kanadında türküler Kemal Paşanın gönlüne vardı, Cevabından önce kendi geldi.
VI Bir gemi yanaştı Samsuna sabaha karşı Selâm durdu kayığı, çaparı, takası, Selâm durdu tayfası Bir duman tüterdi bu geminin bacasından bir duman Duman değildi bu! Memleketin uçup giden kaygılarıydı. Samsun limanına bu gemiden atılan Demir değil! Sarılan anayurda Kemal Paşanın kollarıydı. Selâm vererek Anadolu çocuklarına Çıkarken yüce komutan Karadeniz’in hâlini görmeliydi. Kalkıp ayağa ardı sıra baktı dalgalar Kalktı takalar, İzin verseydi Kemal Paşa Ardından gürleyip giderlerdi. Erzurum’a kadar. Bu ne inançtı ki, Kemal Paşa Atının teri kurumadan Sürüp geldin yeni yeni savaşların peşinde
VII Bir selâm gibi gitti Erzurum’a, Bin selâm gibi geldi Sivas’a Erzurum’dan. Dağlar alçaldı yol vermeğe, Temizlendi ılkımından karından. Analar bacılar yola döküldü, Cephane taşıdı arkasından. Irmaklar suyundan faydalattı, Ağaçlar daldasından. Yer gök inledi bir yol daha Kurtuluş savaşından.
VIII Biz biliriz bizim işlerimizi İşimiz kimseden sorulmamıştır. Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle Başımız bir kere eğilmemiştir.
Kuzumuz var, yaylalarda meleşir, Çeşmemiz var, gece gündüz söyleşir. Yazımız var, pehlivanlar güreşir, Bu toprağa kimse girememiştir.
Davranı da deli gönül davranı! Kemal Paşa dinlemiyor fermanı! Anası, bacası, kızı kızanı Bizim gibi millet görülmemiştir. İnönü’de iki kılıç gibiydik düşmanla biz.
IX İnönü’de iki kılıç karşı karşıya Aşk olsun birinciye su veren kılıççıya!
İnönü’de iki kılıç karşı karşıya Aşk olsun birincinin yapıldığı çarşıya!
Birinci kılıca su veren usta Hakkı, yiğitliği, sevgiyi Bu kılıcın kabzasına işlemiş tek nakışta.
Birinci kılıçla dövüşen yiğit vur ki! Anandan emdiğin süt helal ola!
Birinci kılıçla dövüşen yiğit vur ki! Gelinler, çocuklar ağlamaya!
Birinci kılıçla dövüşen yiğit vur ki! Önü al önlüklü yüzü peçeli Hanım kızlar nişansız kalmaya!
Vur ki anam babam, vur ki kardaşım! Hayın düşman yurdumuza almaya!
X Bizim süvarimiz amma da ata biner! Ayağı yere değer, başı göğe değer.
Bizim piyademiz yola yeğin gider Bastığında toprağı ezer!
Bizim topçumuz narası hay babam hay! Gülleden beter.
Sağdıçlarım! Sizin gibi yiğitleri oldukça Bu millet yaşar.
Düşman koymuş meydanları kaçıyordu.
XI Kattı Kemal Paşanın ordusu düşmanı uğruna Pişman eti anasından doğduğuna. Çevirdi Sakarya, çevirdi süvariler, Veryansın etti topçu, Veryansın etti piyadeler.
Kattı Kemal Paşanın ordusu sürdü gitti, Yetiştikçe vurdu düşmana. Hayın düşman sarhoş gibi sallana sallana On beş günde İzmiri dar buldu, Ölen kurtuldu, sağ kalan teslim oldu. Kaçtı gemiler. Alnı sargılı, kolu sargılı, boynu sargılı, Ahmetler, Bekirler, Aliler, Mahmutlar, Kâzımlar, İsmailler Peşlerinden yettiler, Diz çöküp Kordon boyuna Ta yürekten çekip tetiği Gemilere yaylım ateş ettiler. Bu ne inançtı ki, Gazi Paşa! Atının teri kurumadan Sürüp gittin yeni yeni savaşların peşinde.
XII Sana borçluyuz ta derinden! Çünkü yurdumuzu sen kurtardın, Hasta, yorgun düşmüştük, Yaralarımızı iyice sardın.
Yiğittin, inanç doluydun yapıcıydın, Sanatkârdın, denizler kadar engin; Kimsenin görmediğini görürdü Sevgiyle bakan gözlerin.
Dedin ki: Bu millet, bu büyük millet Yüzyıllar boyunca geri kalmış; Bu yurt, bu güzel yurt, bizim yurdumuz Her yanından yaralar almış.
Dedin ki: Bir güzel savaşmalı Kurmak için yeniden; Bilgiyle, inançla, coşkunlukla “Öğün, çalış, güven!”
Sana borçluyuz ta derinden! Işığısın bu yurdun. Dilimizi, ulusallığımızı öğrettin bize, Çünkü cumhuriyetimizi sen kurdun.
Hürriyeti sen yaydın içimize, Halkçıyız dedin halk içinden, İnançta hür yetiştirdin bizi, Borçluyuz sana ta derinden!
Devrimlerle yüceltti, çok yüceltti, Bu milleti temiz ellerin. Sana borçluyuz ta derinden En büyüğü Mustafa Kemallerin!
XIII Davullar zurnalar dövende Biz seni hatırlarız.
Binip trene gezende Biz seni hatırlarız.
Önce adını öğrenir çocuklarımız Eli kalem tutup yazanda.
Binler yaşa, yurdumuza hizmeti büyük! Kemal Paşa! Ölümsüz insan! Şanlı Atatürk!
Cahit KÜLEBİ
Doğum günü: Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi
(9 Ocak 1778, İstanbul - 29 Kasım 1846, Mekke), Türk hânende, neyzen ve bestekâr. Babası geçimini hamam işletmeciliğiyle sağladığı için kendisine "Hammâmîzâde" denilmiştir. Ancak günümüzde "Dede Efendi" diye anılır. Dede Efendi bestekârlığının yanı sıra neyzenliği ve hânendeliği ile de ünlüdür. Sesinin güzelliği ve müzik yeteneği çok küçük yaşta ortaya çıkınca, devrin meşhur mûsikîşinaslarından Uncuzade Mehmet Emin Efendi'den özel dersler almaya başladı. 1798'de Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Ali Nutkî Dede'ye bağlandı. Çilede iken bestelediği ilk şarkısıyla pâdişah III. Selim'in dikkatini çekti, art arda bestelediği yapıtlarla devrin gözde bestekârları arasına girdi. Yüksek saray görevlerinden pâdişah musâhipliğine ve müezzinbaşılığa atandı. Sultan III. Selim'den sonra Sultan II. Mahmud'un da yakın alâka ve desteğini gördü. İsmâil Dede Efendi, bir yandan saray fasıllarına hânende (Ses Sanatçısı) olarak katılırken, bir yandan da Enderûn'da ve Yenikapı Mevlevihâne'sinde mûsikî dersleri verdi. Evliliğini de saraydan bir hanımefendi ile yapıyor. Fakat Dede Efendi'nin başına ilginç hadiseler geliyor. Evlendikten 1 sene sonra oğlunu, annesini ve üvey annesini kaybediyor. Bunu da eserlerinde işliyor. Yetiştirdiği çok sayıda öğrenci arasında özellikle, kendisinden sonra XIX. yüzyılın en büyük bestekârları arasında yer alan Zekai Dede Efendi, Dellalzade İsmâil Efendi ve Eyyûbi Mehmet Bey sayılabilir. Art arda yeni makamların bulunduğu klasik Türk mûsikî repertuvarının en gözde parçalarının bestelendiği III. Selim devrinde ilk yapıtlarını veren İsmâil Dede Efendi bilhassa Sultan Abdülmecid devrinde Batı Mûsikîsi'ne ciddi alâka gösterilmesine üzülür, Türk Mûsikîsi'ne bağlı kalmış bir bestekârdır. Onun temel gereci insan sesidir. Mevlevî âyininden ilâhiye, kardan köçekçeye, her biçimde ürün veren Dede Efendi içtenlik ve akıcılığa büyük ehemmiyet vermiştir. İsmâil Dede Efendi'nin bestelediği eserlerden 300'e yakınının notası günümüze ulaşmıştır. 500 dolayında beste yapmışsa da, nota kullanımının yaygın olmayışı ve mûsikî öğretiminin ezbere dayanması sebebiyle, bunların yarısına yakını unutulmuş 8'i çalgısal, geri kalanı sözlü olmak üzere 267 eseri günümüze ulaşabilmiştir. Sözlü eserlerinden 49'u dinsel tasavvufî, 218'i din dışıdır. En mühim tasavvufî eserleri Hüzzam, Sabâ ve Ferahfeza Mevlevî âyinleridir. Dede Efendi, Hacc vazîfesini yerine getirmek üzere gittiği Hicaz'da hastalanarak vefat etti.
Eserlerinden...
Hüzzâm Mevlevî Âyîni Mâhest_ü ne-mî dânem hurşîd(i) ruhat yâ nê
Rast Semâi Yine bir gülnihâl aldı bu gönlümü
Hicaz köçekçe Şu karşıki dağda bir yeşil çadır
Rast Kar-ı Nev Gözümde daim hayali cânâ
Hicaz Yürük Semâi Yine neş'e-i Muhabbet etti dil-ü canım etti şeyda
Hüzzam Yürük Semâi Reh-i Aşkında edip kaddimi kütah gönül
Ferahfezâ Yürük Semâi Bu gece ben yine bülbülleri hâmûş ettim
Hicaz Semâi Ey büt-i nev-edâ olmuşum müptelâ
Talaa'l bedrü aleyna
Comments