top of page
  • Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Bülent Ecevit, İsmail Dümbüllü




Bugün 5 Kasım. Türk siyasetinin "Karaoğlan"ı, sosyal demokrasinin ideologlarından, CHP Genel Başkanı, DSP lideri, Başbakan Bülent Ecevit'in aramızdan ayrılışının 17. yıldönümü. Ayrıca bugün Geleneksel Türk Tiyatrosunun son temsilcisi, Orta oyunu ve Tulûat sanatçısı İsmail Hakkı Dümbüllü'nün de 50. ölüm yıldönümü. BRT Yayın Grubu olarak bu iki değerimizin saygıyla anıyoruz.


Bülent Ecevit vefatının 16. yılında anılıyor Bugün eski başbakanlardan Türk siyasetinin Karaoğlan'ı Bülent Ecevit’in 16. vefat yıl dönümü. Ecevit, bugün Devlet Mezarlığı'ndaki kabri başında anılacak


Bülent Ecevit 5 Kasım 2006 yılında hayatını kaybetti. 81 yıllık ömründe siyasetiyle olduğu kadar naifliğiyle de anılan Bülent Ecevit’in bugün ölüm yıl dönümü. 1987 yılında DSP’nin başına geçen ondan önce CHP’de yer alan Bülent Ecevit şiir yazmayı da çok severdi. Karaoğlan’i ölümünün 17. yılında kendi şiirleriyle anıyoruz. İşte Karaoğlan’ın 1925’ten 2006’a kadar uzanan hayatı ve geride bıraktığı şiirlerinden bazıları…


BÜLENT ECEVİT’İN HAYATI Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1925 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Kastamonu doğumlu Fahri Ecevit, Ankara Hukuk Fakültesi'nde adli tıp profesörüydü. İstanbul doğumlu olan annesi Fatma Nazlı Hanım ise ressamdı. Bülent Ecevit 1944 yılında Robert Koleji'nden mezun oldu ve aynı yıl içinde çalışma hayatına Basın Yayın Genel Müdürlüğü'nde çevirmenlik yaparak başladı. Ecevit ayrıca 1946 yılında, Robert Kolej'den sınıf arkadaşı olan Rahşan (Aral) Ecevit ile hayatını birleştirdi.

Ecevit'in Rahşan Hanım'a karşı beslediği aşk, şiirleri ve ikilinin 60 yıllık birlikteliği her zaman Türk halkı tarafından gıptayla takip edildi. Önce Ankara Hukuk Fakültesi sonra da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi İngiliz Filolojisi bölümüne kayıt yaptırmasına rağmen yüksek öğrenimine devam etmedi. 1957'de Rockefeller Foundation Fellowship Bursu ile ABD'ye giden Bülent Ecevit Harvard Üniversitesi'nde sekiz ay sosyal psikoloji ve Orta Doğu tarihi üzerine incelemeler yaptı. Bu sırada Ecevit'in sürekli “hocam” diye bahsettiği Henry A. Kissinger Harvard Üniversitesi rektörü idi. Harvard'da 1957 yılında, 1950-1960 arasında verilen antikomünizm seminerlerine sürekli Olof Palme, Bertrand Russell gibi kişilerle katıldı. 1950’lerde “Forum” dergisinin yazı işleri kadrosunda yer aldı. 1965’de “Milliyet” gazetesinde günlük yazılar yazdı. 1972’de aylık “Özgür İnsan”, 1981’de haftalık “Arayış”, 1988’de aylık “Güvercin” dergilerini çıkarttı.


CHP DÖNEMİ 1957-1980 arasında, önce Ankara, sonra Zonguldak’tan Cumhuriyet Halk Partisi’nin Milletvekili oldu. 1960'ta Kurucu Meclis Üyesi, 1961'de Çalışma Bakanı oldu. Bakanlık görevini 1965'e kadar sürdürdü. 1965'te Zonguldak'tan milletvekili seçildi. Bu seçimleri Süleyman Demirel'in başında bulunduğu Adalet Partisi kazanınca, CHP muhalafet partisi oldu. Bu tarihten sonra da Bülent Ecevit, “Ortanın Solu” fikrini benimsemeye ve bu akımın öncüsü olmaya başladı. Ama zaman zaman komünizme kaymakla suçlandı. 1971’de partisinden istifa etti. İsmet İnönü'nin 12 Mart Muhtırası'na karşı tavrı, Ecevit'i bu davranışa itti. GENEL BAŞKAN SEÇİLDİ 1972 yılında yapılan 5. Olağanüstü Kurultay'da güvenoyunu Ecevit'in alması üzerine İsmet İnönü istifa etti. Böylece Ecevit, 4 Mayıs 1972'de CHP Genel Başkanı seçildi. 1973 seçimlerinde en çok oyu aldığı halde hükümet kuramayan Ecevit, 1974 yılında CHP-MSP (Milli Selamet Partisi) koalisyonunun başbakanı oldu. Aynı yıl 20 Temmuz 1974 tarihli Kıbrıs Barış Harekatı'nı gerçekleştirdi. Bülent Ecevit'in cumhurbaşkanı Fahri Korutürk onayıyla 1977'de kurduğu azınlık hükümeti güvenoyu alamayınca, “2. Milliyetçi Cephe“, Demirel başkanlığında AP, MHP ve MSP ile kuruldu. Aynı zamanda 5 Haziran 1977 seçimlerinde CHP'nin aldığı %41'lik oy oranı, Ecevit'i tek başına iktidara getiremese de, Türkiye tarihinde sol bir partinin aldığı en yüksek oy oranı olarak tarihe geçti. 21 ay boyunca bu hükümetin başbakanlığını yürüttü. 3 KEZ HAPSE GİRDİ

Ülkede gittikçe tırmanan gerginlik, şiddetli sol-sağ çatışmaları ve eleştiriler bir yandan darbe yolunu açarken, bir yandan da Ecevit'in 1979 ara seçimerlerinde başarısız olmasına yol açtı. Bunun sonucunda Süleyman Demirel, MHP ve MSP ile bir azınlık hükümeti kurdu. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında, askeri darbelerin antidemokratik olduğunu düşünerek karşı çıktığı askeri yönetim tarafından üç kez hapse mahkum edildi, birçok siyasetçi ile birlikte 10 yıl süreyle politikadan uzaklaştırıldı. Bu çalkantılı dönemde Ecevit, gazeteciliğe dönmeye karar verdi ve 1981'de “Arayış Dergisi“ni çıkartmaya başladı ancak dergi askeri yönetim tarafından kapatıldı. DEMOKRATİK SOL PARTİ DÖNEMİ 1985 yılı, Ecevit'in isminin yanında her zaman hatırlanacak olan bir olaya şahit oldu; Demoktarik Sol Parti, Ecevit siyasi yasaklı olduğu için eşi Rahşan Ecevit'in başkanlığında kuruldu.

1987 yılında yasağı kalkan Ecevit, partinin başına geçti. Ancak 1987'de yapılan seçimlerde partisi barajı aşamayınca siyasetten çekilme kararı aldı. 1989'da Genel Başkanlık koltuğu boşalınca, Olağanüstü Kurul'da tekrar DSP'ye dönmesine ve Genel Başkan olmasına karar verildi ve 1991 seçimlerinde Zonguldak'tan milletvekili oldu. Bu seçimler sonucunda Demirel önderliğindeki Doğru Yol Partisi ve Erdal İnönü'nin Sosyal Demokrat Halkçı Partisi bir koalisyon hükümeti kurdu. Bu hükümet, AP'yi ve CHP'yi siyaset sahnesine tekrar kazandırdı; AP kendisini feshettiyse de CHP Deniz Baykal'ın girişimleriyle yoluna devam etti. Bunun sonucunun solun parçalanması olduğu düşünüldüğü için CHP ve DSP'yi birleştirme girişimleri, Ecevit'in Baykal'inkinden farklı kulvardaki siyasi tarzı nedeniyle gerçekleşmedi. 2002 YILINDA SİYASETTEN ÇEKİLDİ 1994 seçimlerinden sonra DSP, solun en büyük partisi konumuna geldi. DTP ve ANAP ile kurulan hükümette başbakan yardımcısı, daha sonraki DSP-DYP-ANAP azınlık hükümetinde de başbakan oldu. 1999 seçimleri sonrasında ise 2002 yılına kadar DSP hükümeti ile başbakan oldu. Ancak 2002 seçimlerinde DSP barajı aşamadı ve Ecevit, yaşının da oldukça ilerlediğini ve sağlığının bozulduğunu göz önüne alarak siyasetten çekilme kararı aldı. ŞAİR VE YAZARDI Bülent Ecevit, dürüstlüğüyle tanınan bir siyasetçi olmasının dışında aynı zamanda bir şair ve yazardı. Birçok yapıtı Türkçe'ye çevirdi, İngilizce, Sanskritçe ve Bengalce çalışmaları ve incelemeleri yürüttü. 1976'da “Şiirler“, 1978'de “Işığı Taştan Oydum“, 1997'de “El Ele Büyüttük Sevgiyi” ve 2005'te “Bir Şeyler Olacak Yarın” isimli şiir kitaplarını çıkarttı. Şiir kitapları dışında, siyaset konulu kitapları işe şöyleydi; “Ortanın Solu” (1966), “Bu Düzen Değişmelidir” (1968), “Atatürk ve Devrimcilik” (1970), “Kurultaylar ve Sonrası” (1972), “Demokratik Sol ve Hükümet Bunalımı” (1974), “Demokratik Solda Temel Kavramlar ve Sorunlar” (1975), “Dış Politika” (1975), “Dünya – Türkiye – Milliyetçilik” (1975), “Toplum – Siyaset – Yönetim” (1975), “Türkiye / 1965 – 1975” (1976), “İşçi – Köylü Elele” (1976) ve “Umut Yılı” (1977).

ÖLÜMÜ Bülent Ecevit, 18 Mayıs 2006 tarihinde geçirdiği beyin kanaması sonucunda GATA'da tedavi altına alındı. Yaklaşık 6 ay boyunca bu hastanede tedavi gördü, yoğun bakımda kaldı. 5 Kasım 2006'da, 81 yaşında, solunum yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti. Devlet Mezarlığı'na gömülebilmesi için 9 Kasım'da yapılan kanun değişikliği sonucu 11 Kasım 2006'da buraya defnedildi.

ÖZEL HAYATI Bülent Ecevit, Türk siyasetinde ayrı bir yere sahip olan bir siyasetçidir. Edebiyata düşkünlüğü, siyasetçi kimliği kadar ilgi görmüştür. Siyaset ve şiir kitaplarının dışında “Özgür İnsan” (1972), “Arayış” (1981), “Güvercin” (1988) gibi dergiler çıkartmıştır. “Bitlis” ve “Meclis” sigaralarını içer, klasik Batı müziğini ve Türk halk müziğini sever. Kendisine 6 kez suikast girişiminde bulunulmuştur. En göze batan noktalardan biri de, eniştesi İsmail Hakkı Okday'ın ona hediye ettiği 70 yıllık “Erika” marka daktilosudur. Bu daktiloyu ODTÜ Bilim ve Teknoloji Müzesi'ne armağan etmiş, kendisini de yazılarını hep bu daktilonun başında yazarken hafızalara kazımıştır. 1973 yılında, CHP'nin seçim kampanyası sırasında yaşlı bir kadının sarf ettiği “Karaoğlan nirede ha evlatlar, Karaoğlan'ı görmek istiyom” cümlesinden sonra Ecevit, Türk siyasi sahnesinin “Karaoğlan”ı olarak anılmaya başlamıştır.

BÜLENT ECEVİT ŞİİRLERİ

YAPAMADIĞIMIZ Rahşan´a- akşam kapı eşiğinde bir terli giysi gibi soyunmak vardı derdinden evrenin bir entari serinliğini giyinmek kendi derdini tespih gibi çekmek elinde yün örmen vardı akşamları koltuğa gömülü karşında polisiye roman okumak vardı sorgusuz bakışmak yoruldukça gözlerimiz sevinçsiz gülmek üzüntüsüz ağlamak oturmağa konuklar gelmesi bazen çevresinde bir masanın kaygısız sıcacık konularda bir demli çay gibi bilmedik komşularla konuşmak dünyamızla uyuşmak vardı oyunda sonunu görmeden oynamak sevinebilmek kazandığına yitirdiğine yerinebilmek düşünmiyebilmek yoruldukça düşünmekten kamaştıkça örtebilmek gözlerini düşlerde bile ışıktan sakınarak kendini uyayabilmek vardı vaktinde rahat YARIN birşeyler olacak yarın duruşundan belli kırdaki atların bulutların koşuşundan belli kazışından köstebeklerin toprağı karıncaların telâşından belli birşeyler olacak yarın belki bir tomurcuk belki bir ağacın düşen yaprağı belki de bir çocuk pek o kadar göremesek de uzağı kuşların uçuşundan belli birşeyler olacak yarın öbürgünden önemsiz yarından önemli İNSAN elbette senden guzel olacakti cizdigin resim yaptigin heykel senden buyuk olacakti senden yakisikli elbette senden dogru soyleyecekti yazdigin siir elbette senden cok duyacakti soyledigin turku sen oldugundan buyuksun sen oldugundan iyisin sen oldugundan guzel ELELE BÜYÜTTÜK SEVGİYİ Birlikte öğrendik seninle avcumuzda yüreği çarpan kuşa sevgiyi elele duyduk kumsalda denizin milyon yılda yonttuğu taşa sevgiyi tırtılları tanıdık seninle baharda tırtılken daha sevmeyi öğrendik sevgiden üreyen kelebeği toprağı evimiz gibi sevdik seninle birlikte sevdik kuru toprakta ev küren köstebeği köstebeğinden toprağına taşına tırtılından kelebeğine kuşuna elele sevdik bu dünyayı acısıyla sevinciyle sevdik yazıyla kışıyla sevdik köy-köy ülke-ülke gökler gibi sardı dünyayı yağmur gibi sızdı dünyaya dünya kadar oldu sevgimiz elele büyütüp elele derdik elele derip insana verdik verdikçe çoğalan sevgimizi MAĞARA mağaranın duvarına hayvanları taştan oydum kükrediler karanlıkta türkülerle karşı koydum karanlıktı mağara ışığı taştan oydum üşüyordum bir de güneş koydum aşk oydum mağaranın duvarına aşk oydum ağrıdı taşlar yarıldı mağara BACH SONATI ne ben sorayım seni ne sen beni sor soyunmuş seslerimiz tenden boşlukta bir aşk örüyor ses olmuş duygular yaklaşır dalga dalga zamansız kavuşsa da seslerimiz birbirine biz kavuşamayız ne kollarımız var saracak ne öpecek dudaklar ne görülecek yüzümüz var ne görecek göz biz aşk örüyoruz boşlukta çizgiden soyut zerreden öz YARGI öldürenle katiliz çalanla hırsız tümümüz sanığız tümümüz savcı tümümüz suçlu tümümüz yargıç kimi aklar kimi suçlarız kimi bağışlar kimi asarız kendimizi başkasında hergün bıçak saplı birinin arkasında vurulan da biziz vuran da İsmail Hakkı Dümbüllü kimdir?

Geleneksel Türk Tiyatrosunun son temsilcisi, Orta oyunu ve Tulûat sanatçısıdır. Sahne ve sinema oyuncusu İsmail Dümbüllü tuluat geleneğinden yetişti. Birçok Türk seyirlik oyununun ve çeşitli oyunculuk tekniklerinin günümüze aktarılmasını sağlamış, ortaoyunu, operet ve filmlerdeki rolleriyle öne çıkmıştır. İsmail Dümbüllü, 1897 yılında Üsküdar Süleymanağa Mahallesinde doğmuştur. Babası II. Abdülhamid’in silahşörlerinden Zeynel Abidin Efendi, annesi Fatma Azize Hanım’dır. Üsküdar İttihat-ı Terakki Mektebi’ni bitirdikten sonra askeri ortaokuluna başladı. Tiyatro merakı yüzünden askeri ortaokulunun üçüncü sınıfından ayrıldı. Önceleri amatör olarak Karagöz Hüseyin‘in sahnesinde oynayan Dümbüllü, sonraları, profesyonel olarak, Kel Hasan‘ın tiyatrolarında sahneye çıktı. 30 yaşına kadar Kel Hasan’ın yanında çalıştı. Bu dönemde tuluat (önceden hazırlanmadan, sahnede akla geliveren sözlerle oynandi. Kavuklu Hamdi, Naşid, Abdi, Küçük İsmail, Abdürrezak gibi dönemin ünlü ortaoyuncularıyla çalıştı. Geleneksel kavuğu Kel Hasan’dan aldı. Kendiside, ölmeden bu kavuğu Münir Özkul‘a devretti. 1989 yılında da ortaoyuncular kavuğu Ferhan Şensoy‘a devroldu. Dümbüllü, Tevfik İnce ile birlikte kendi topluluğunu kurarak 1928 yılında perdesini Direklerarası‘ndaki Hilal Tiyatrosu‘nda açtı. 1933‘den sonra Anadolu turnelerine çıktı. Dönemin tiyatro anlayışı ve beğenisi giderek değişmesine rağmen Naşid’in ölümünden sonra geleneksek tiyatronun en ünlü adı oldu ve ortaoyunu geleneğini tek başına sürdürdü. Bu dönemde Ayşem, Cebe Gitti, Bülbül gibi operetlerde de oynadı. II.Dünya Savaşı yıllarından sonra özgün ses tonu, saf görünüşü ve sevimli mimikleriyle 1947‘de itibaren sinemada da görünmeye başladı. Memiş(1947), Dümbüllü Macera Peşinde(1948) ve Keloğlan (1948) filmlerinde başrol oynadı.

Harman sonu(1950), İncili Çavuş(1952), Ne Sihirdir Ne Keramet(1951), Sihirli define(1951) adlı filmlerde ününü pekiştirdi. Ancak bir çok eleştirmene göre, çok seyirci toplamasına karşın, filmlerdeki Dümbüllü, tiyatrocu Dümbüllü kadar başarılı olamamıştı. Kel Hasan’dan ortaoyunu konusunda öğrendiklerini kendi kişiliğiyle birleştirerek oluşturduğu “Dümbüllü Tarzı”nı hem sahnede hem de perde de sergilemeyi sürdürdü. 1953‘de Kırk Gün Kırk Gece, 1954‘de Mihrimah Sultan, 1956‘da Dümbüllü Tarzangibi filmlerde oynadı. 1968‘de jübile yaparak tiyatroyu bıraktı.Ama sanattan kopmayarak zaman zaman sahneye çıkmayı ve radyo oyunlarında yer almayı sürdürdü. Oynadığı oyunlardan en çok Gözlemeci, Kavuklu’ya Hile, Çifte Hamamlar, Ters Biyav ve Kanlı Nigar’ı severdi. Oynadığı filmlerde de en çok Nasreddin Hoca ile özdeşleşmişti. Bilinen adıyla Dümbüllü İsmail Efendi, ‘Dümbüllü’ adını nasıl aldığını şöyle anlatır: “Peruz Hanım vardı kantocu, Samran’dan evvel. Bu Peruz Hanım o zamanın en birinci kantocusuydu. Hem de beste yapar, güftesini de kendisi yazardı. Dümbüllü diye bir kanto söylerdi. Buna bir gazel ilave ederek söylemeye başladım. ‘Dümbüllü, Dümbüllü, Gabarala, mabarala, Dümbüllü’ diye oynardık. Böylece Dümbüllü adı üzerimde kaldı”. İsmail Dümbüllü, 1970 yılında Çalıkuşu Operetinde; Nurhan Damcıoğlu ve Halit Akçatepe ile birlikte oynamıştır. Bir trafik kazasının bir ay sonrasında 5 Kasım1973’de İstanbul’da 76 yaşında öldü. Kabri, Üsküdar’da Karacaahmet Mezarlığı’ndadır.

Oynadığı Filmler : 1971 – Nasreddin Hoca 1971 – Afacan Küçük Serseri 1968 – Kanlı Nigar 1965 – İstanbul Kazan Ben Kepçe 1965 – Soytarı 1965 – Serseri Aşık 1965 – Nasreddin Hoca 1963 – Temem Bilakis 1962 – Ekmek Parası 1962 – Gol Kralı Cafer 1959 – Şeytan Mayası 1954 – Fındıkçı Gelin 1954 – Bayram Gecesi 1954 – Canlı Karagöz (Mihriban Sultan) 1954 – Nasreddin Hoca ve Timurlenk 1954 – Dümbüllü Tarzan 1953 – Kırk Gün Kırk Gece 1952 – Yıldızlar Revüsü 1952 – Vur Patlasın Çal Oynasın 1952 – Dümbüllü Sporcu 1951 – İncili Çavuş 1951 – Ne Sihirdir Ne Keramet 1950 – Harman Sonu Dönüşü 1950 – Sihirli Define 1948 – Keloğlan 1948 – Dümbüllü Macera Peşinde 1947 – Memiş 1947 – Kılıbıklar 1946 – Kızılırmak – Karakoyun 1946 – Harman Sonu / Anadolu Köy Düğünü

57 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commenti


bottom of page