top of page
Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Belgin Doruk, İhap Hulusi Görey, Turhan Dilligil, Zühtü Bayar, Murat Çobanoğlu, Mahmut Cuda



Bugün 26 Mart. Belgin Doruk, İhap Hulusi Görey, Murat Çobanoğlu, Turhan Dilligil, Zühtü Bayar ve Mahmut Cuda'nın ölüm yıldönümleri.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.


Belgin Doruk kimdir?



Türk sinemasının 'Küçük Hanımefendi' ismiyle anılan yıldızı Belgin Doruk, 28 Haziran 1936'da Ankara'da doğdu. Sonraki yıllarda Ankara'dan İstanbul'a gelen Doruk ailesi Yeşilköy'e yerleşti.Belgin Doruk Annesinin desteğiyle 1952 yılında ortaokul son sınıftayken Yıldız dergisi ve Faruk Kenç'in Sahibi olduğu İstanbul Film'in ortaklaşa açtığı yarışmaya girdi. O yıl erkeklerde Ayhan Işık ve Mahir Özerdem, bayanlarda da Belgin Doruk birinci seçildi.

Bunun ardından kendini Yeşilçam'da buldu ve ilk filmi olan 'Çakırcalı'nın Definesi'ni çevirdi. Ayhan Işık'la oynadığı bu filmin yönetmeni Enver Paşa'nın yeğeni olan Faruk Kenç'ti ve ilk evliliğini kendisinden 26 yaş büyük olmasına rağmen onunla yaptı. Bu ilk filmini çektikleri Aydın yakınlarındaki Çakmak Çiftliği ise ilginç bir tesadüf, ikinci evliliğini yaptığı yapımcı Özdemir Birsel'indi.

Belgin Doruk, sinemada güzelilğiyle, oyun gücüyle ve yanağındaki gamzesiyle büyük sükse yaptı. Gamzesiyle ilgili anlattığı anıları da ilginçti ünlü yıldızın..."Annem bana hamileyken Ankara'da Gazi Çiftliği'ndeymiş. Benim gamzeli olmamı istediği için de bol bol ayva yemiş. Gerçekten de gamzeli doğdum. Tesadüf işte... Ama annem bunun tesadüf olmadığını söylerdi hep."

1953'te yapılan güzellik yarışmasında Türkiye İkinci Güzeli seçildi. Türk sinemasının bir döneminde en çok film çeviren ve en çok sevilen oyuncu oldu.Zeki Müren'le birçok filmde başrol oynadı. (1959'da 'Kırık Plak', 1961'de 'Hep O Şarkı', 1962'de 'Bahçevan', 1963'de 'İstanbul Kaldırımları', 1964'de 'Hayat Bazen Tatlıdır'). Ayhan Işık ile iyi bir ikili oluşturdu ve birlikte çevirdikleri "Küçük Hanım" serisi çok tutuldu. Sanatçı, çoğunlukla melodramların ya da duygusal güldürülerin değişmez oyuncusu oldu. 1964 yılında Orhan Elmas'ın yönettiği 'Duvarların Ötesi' adlı filmde Tanju Gürsu ile başrolü paylaştı.

1970 lerde hemen hemen tüm sinema starlarının yaptığı gibi O'da sahne denemesi yapmış ,ama 1971 yılında dönemin ünlü gazinosu Çakıl'da sahneye çıkmaya hazırlanan Doruk, genel provada söyleyeceği şarkıları unutunca bu hayalini gerçekleştiremedi.

1960'lı yılların bir numaralı yıldızı olan Belgin Doruk, 1970'lerde değişen sinemayla birlikte önce starlığını, sonra sağlığını yitirdi. Aşırı kiloları, içine düştüğü yalnızlık ve ekonomik kriz onu etkiledi. 1975'ten sonra sinemadan ayrıldı.

Zayıflamak için kullandığı anfetaminli ilaçlar yüzünden sinir sistemi altüst oldu, kilo almaya başladı. Şişli'deki Fransız Lape Psikiyatri Hastanesi'nde deli muamelesi görüp zincirlere vuruldu, evine icra gelip eski kocasının eski koltuklarına muhtaç oldu. bir kutu hapı yutarak intihara kalkıştı.

Siyah-beyaz Türk filmlerinin 'Küçük hanımefendisi' Belgin Doruk, sağlığı bozulup aşırı kilolanınca, "Hayranlarım beni hep filmlerdeki gibi hatırlasın" diyerek inzivaya çekildi. Ölene kadar da kimseye görünmedi.

Kalp yetmezliği sonunda 26 Mart 1995 de İstanbul'da hayata veda etti.

İlk evliliğini 17 yaşında iken yönetmen faruk kenç ile yapmış, bu evlilkten "gül" adını verdiği bir kızı , ikinci evliliğini yapımcı özdemir birsel ile gerçekleştirmiş ve bu evlilikten de "aydın" adını verdiği bir oğlu var.

Evlilikleri : Faruk Kenç (1954-1958) (1956'da Gül adında bir kızı oldu ) Özdemir Birsel (1961-1995) ( 1967'de Aydın adında bir oğlu oldu.)


İhap Hulusi Görey kimdir?



Türk afiş ve grafik sanatçısı (Kahire, 1898-İstanbuI, 1988). 1921 yılında Almanya’ya giderek Münih’te, Kunstgevverbe Schule’de 1924 yılına kadar öğrenim gören İhap Hulusi Görey, daha sonra Heiman’ın atölyesinde bir yıl afiş alanında çalıştı^ Öğrenciliği sırasında yaptığı afişler 1923’te İstanbul’da Galatasaray Lisesi salonlarında sergilendi ve sergiyi gezen Halife Mecid Efendi’nin beğenisini kazandı. 1925’te Türkiye’ ye dönen İhap Hulusi Görey, kısa bir süre için dışişleri bakanlığında görev yaptı; 1926’da bu görevinden ayrılarak serbest çalışmaya başladı. Bir süre Akbaba dergisini resimledi, devlet kuruluşları için afiş ve etiket çalışmaları yaptı, Milli Piyango biletlerini resimledi, Kulüp rakısı için bir etiket gerçekleştirdi (bu, günümüzde de kullanılmaktadır).


İhap Hulusi Görey’in Sanat Hayatı



İlk afiş sanatçımız olan İhap Hulusi Görey, genellikle fotoğraflardan yararlanarak bir-iki rengin tonlarıyla çalışır. Gerçekçi anlayıştaki yapıtlarında Alman sanatçısı Ludwig Hohlvvein’ın etkisigörülür.Sanat yaşamına başladığı yıllarda, baskı tekniğinin gelişmemiş olması, yapıtlarında daha özgün arayışlara yönelmesini engellemişse de, İhap Hulusi Görey kişisel bir üslup yaratmasını bilmiştir.


1950 yıllarına kadar grafik ve afiş alanının Türkiye’deki tek sanatçısı olarak çalışan İhap Hulûsi Görey, 1966’da Şişli Terakki Lisesi salonlarında, 1975’te Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulunda sergiler açtı; bu okulun Grafik Sanatlar Bölümü tarafından kendisine onur belgesi verildi. 1978’de de Grafikerler Meslek Kuruluşu tarafından onur üyesi seçildi. 1982’deki eski yapıtlarından oluşan sergisini, 1984’te Milli Piyango Sanat Galerisi’nin hizmete girişi dolayısıyla açılan “Retrospektif İhap Hulûsi Sergisi” izledi.


Turhan Dilligil kimdir?

Gazeteci-yazar, siyaset adamı, Adana milletvekillerinden (D. 1920, Kafkasya - Ö. 26 Mart 1997).

Trabzon’un Vakfıkebir kazası yerlilerinden Dillioğulları’na mensup olan Turhan Diligil, babasının demiryolu görevlisi olarak bulunduğu Batum’dan 1920 yılının baharında, ailesiyle birlikte kara yolundan yurda dönerlerken Kafkas bölgesinde dünyaya gelmiştir.

Ankara Lisesini bi­tirdi. Ankara Radyosu Temsil Kolu ve Çocuk Kulübü çalışmaları ile İzmir Şehir Tiyatrosunun kuruluşuna katıldı. Tiyatro adlı bir dergi (1946-50) çıkardı. İzmir’de çıkan Ege Güneşi gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Ankara’da İstiklâl, Türkiye İktisat ve Zafer gazetelerinin yazı işleri müdürlüklerinde bulundu.

Zafer gazetesinde yayımlanan bir yazı­sından dolayı tutuklandı (1960). Adalet gazetesini kurdu (1962). Adana milletvekili olarak TBMM’de (1965-69) bulundu. 1969’da ve 1970’te yılın gazetecisi seçildi. 1971 ve 1981’de haber ödülleri ve 1986’da Burhan Felek Ödülünü kazandı.

Turhan Dilligil, 26 Mart 1997 günü Ankara’da hayatını kaybetti. Dilligil için ertesi günü TBMM’de tören düzenlendi. Cenazesi, 28 Mart 1997 günü Kocatepe Camiinde kılınan öğlen namazı ardından kılınan namazdan sonra İstanbul’a götürülerek Karacaahmet Mezarlığında toprağa verildi.

ESERLERİ (Araştırma-İnceleme):

Ta­rih Boyunca Tiyatro: Renaissance’a Kadar (1. kitap, 1953), Allahsız Gardiyan (1966), Bayar-İnönü Yakınlaşması (1969), İmralı’da Üç Mezar (1988, 1989), Hepiniz Suçlusunuz (1989), Eğriye Eğri Doğruya Doğru, Bir Demokrat Parti Vardı, Erbakan ve Erbakancılık, Hepiniz Suçlusunuz, Mektup Adalet, 27 Mayıs’tan 12 Eylül’e Adaletten Mektuplar, Asaletmeap, Türk Tarihinin Kayıp Yılları İnönü Dönemi, Özgür Basın İçin.


Murat Çobanoğlu kimdir?

Karapapak (Azeri) Türkleri’nden ve asıl soyadı Çobanlar olan Çobanoğlu'nun annesi Lala (La’li) hanımdır ve babası, Âşık Şenlik’in çıraklarından Âşık Gülistan’dır. Babası Arpaçay’ın Koçköyünden olup 1920’de Kars’a yerleşmiştir. Karısının erken ölümü dolayısıyla oğlunu o büyütüp yetiştirdi. İlkokul mezunu olan âşık evli ve dört çocuk babasıdır. Saz çalmaya ve şiir söylemeye 1951 ‘de gördüğü bir bir rüyada bade içtikten sonra başlamıştır. Murat Çobanoğlu 1966 yılından başlayarak sürekli olarak Konya Aşıklar Bayramına katıldı. Artvin, Konya, Erzurum ve Mut’ta yapılan yarışmalarda dereceler aldı. Özellikle atışma dalında başarı gösterdi. Sık sık radyoda ve televizyonda -değişik konularda- söyledi. Saza egemenliği, ulusal duygularının güçlülüğü ve kendine özgü sesiyle ilgi çekti. Yurt içinde ve dışında düzenlenen bazı şenliklere katıldı. Aşıklık geleneğinin bir parçası olan türkülü hikâyeler anlatma konusunda da başarılı örnekler veren Çobanoğlu, kendi türkülerinin yanı sıra usta malı türküleri de genç kuşaklara aktarmaktadır. Türkiye'nin her yerinde bilinen, tanınan Çobanoğlu yıllarca radyo programları yaptı. Halk edebiyatı ve aşıklık geleneği üzerine çeşitli seminerler verdi. Şiirleri çeşitli dergilerde yayımlandı. Türkiye dışında, Avrupa’dan İran’a dek birçok ülkede konserler verdi, yarışmalara katıldı. 1971 yılında Kars’ta açtığı, özellikle usta-çırak ilişkinden her alanda aşıklık geleneğinin sürdürülmesinde katkısı anlamında bir okul niteliğinde olan Çobanoğlu Halk Ozanları Kahvesi yörenin aşıklar merkezi oldu. Murat Çobanoğlu, saz çalmaya ve şiir söylemeye başlamasını şöyle anlatıyor: “Göç mevsimi yaylaya göçerken susadım. Yol kenarında bulunan çeşmeye su içmeye gittim. Ben oyalanınca göçlerimiz dağı aştı. Akşamın alacakaranlığında uyuyakaldım. İşte o zaman nasibim olan aşıklık ilhamı bana verildi. Sabah, yaylada beni bulamayan babam düşer yollara, beni aramaya. Beni çeşmenin başında uyurken bulunca, âşık olacağımı söyledi. Saz aldı. Saz tutmasını öğretti. O zamandan bu yana saz çalmaya, şiir ve türküler söylemeye başladım.” 1965’e kadar Devrani, 1967’ye kadar Yanani, ondan sonra da Çobanoğlu takma adını kullandı. 1968-1987 yılları arasında çıkardığı yirmiye yakın plak ve kaseti vardır. 2 tane de altın plağı bulunmaktadır. Kiziroğlu türküsünü tüm Türkiye’ye tanıtmıştır. Son yıllarında televizyon proglamlarında Karapapak ağzıyla söylediği türküleriyle herkesin beğenisini kazandı. Çobanoğlu’na ilişkin Ali Kafkasyalı’nın hazırladığı Aşık Murat Çobanoğlu, Hayatı-Sanatı-Eserleri (1998) adlı bir kitap bulunmaktadır. 26 Mart 2005 tarihinde Ankara’da vefat etti ve memleketi Kars’ta toprağa verildi. Kars Belediyesi her sene 6 Mayıs-7 Mayıs tarihlerinde anısına Murat Çobanoğlu Âşıklar Bayramı düzenlemektedir.


Zühtü Bayar kimdir?




Niğde’de doğdu (1943). Mersin Gazi İlkokulunu okudu. Lise öğrenimi siyasal eylemde bulunması nedeniyle verilen sürgün cezası üzerine yarım kaldı. Küçüklüğünden itibaren ilginç çalışmalar yaptı. Roket vb. araçlar için çeşitli deneyler yaparak o dönemde girişimlerini sürdürdü. Bu ilginç çalışmaları ile ilgili olarak on altı yaşındayken Hürriyet, Milliyet ve Hafta Sonu dergisinde kendisiyle yapılan röportajlar yayımlandı. O dönemde Hürriyet, Milliyet Tercürnan ve Ekspres gibi gazetelerde hakkında haberler çıktı. Okulu bıraktıktan sonra Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı dergisi Gençlik'te düzeltmen ve sekreter olarak gazeteciliğe adım attı. İlk yazısını bu dergide yayımladı. Gençlik dergisinde Asım Bezirci ile tanıştı. G. Akarsu ile Nurten Tuç'un birlikte kurdukları İzlem Yayınevi ve Oyun dergisinde ve Günaydın gazetesinin çeşitli birimlerinde çalıştı. 1978'de silahlı bir çatışma sonucunda tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi Siyasiler Koğuşuna konuldu. 1980'lerin başında eski sikke ve antika ticareti yaptı. 1983'te Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Danışma Kurulu üyesi oldu. 1989'dan itibaren beş yıl süre ile İspanya'da yaşadı. Orada çeşitli radyo programlarına katıldı. 1992'de sahaf ve antikacı dükkânı açtı. Nâzım Hikmet Vakfı Danışma Kurulu üyeliğine seçildi ve özel arşivini vakfa açtı (1995). Özellikle 1990'lı yılların sonunda hakkında çeşitli yayınlarda özel dosyalar hazırlandı. Birçok televizyon programına katıldı. İstanbul Belediyesi Kısa Öykü Yarışması'nda “Güneşe Köprü” adlı öyküsüyle mansiyon kazandı (1988). Türkiye Bilişim Derneği tarafından Türk bilim ve edebiyatına yaptığı katkılardan dolayı kendisine plaket verildi (2003). 26 Mart 2011 günü İstanbul'da vefat etti. 1950’li yıllarda Çağlayan Yayınları tarafından yayınlanan “Yeni Dünyalarda" isimli ilk bilimkurgu kitap dizisinin içinde yer alan Feza Canavarları sayesinde geleceğinin şekillendiğini dile getiren Bayar, daha sonra bu alanda roman, öykü ve makaleler yazar. İnkılap Yayınevi tarafından 1999'da piyasaya sürülen Geyşa Android Şirketi isimli öykü kitabında Bayar, on üç kısa öyküsünü bilimkurgu okularıyla buluşturmuştur. Bu öykü kitabı ile aynı yıl basılan Sahte Uygarlık isminde bir de romanı bulunan Zühtü Bayar’ın aynı zamanda tür ile ilgili yazılarını içeren Bilimkurgu ve Gerçeklik isminde önemli bir kaynak kitabı da bulunmaktadır. Bunlara ek olarak Filler Mezarlığı adında bir roman, Zaman Aynası adında bir şiir kitabı ve Nazım Hikmet ile çeşitli konular üzerine de inceleme kitapları yayımlanmıştır. İlk şiiri, “Güngör Okan” takma adıyla 1964'te Oturum dergisinde yayımlandı. Deneme ve eleştirileri, çalıştığı Gençlik ve Oyun (1961-63), yönettiği Oturum (1964), Türk Solu (1968), kurucuları arasında yer aldığı Yeni Gerçek (1967), Gelecek (1971), Yansıma (1972) dergileri ile Yeni Ortam (1972), Çaltı, Yelken, Papirüs, Forum, Ulus, Barış, Türk Dili, Soyut Milliyet Çocuk, Varlık, İnsancıl, Evrensel, Collection, Aydınlık gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. İstanbul Sanat ve Tarih Ansiklopedisi'ne çeşitli konularda katkıda bulundu. 1997' de Giovanni Scognamillo, Metin Demirhan ve Nilgün Birgül ile birlikte Nostromo Bilim Dergisi’ni kurdu. Atilla Özkırımlı onun yazılarına ilişkin şunları söylemiştir: “Anlatımda ise çeşitliliği yeğliyor. Birinci ve üçüncü tekil şahıs arasında gidip geliyor, iç monologlardan yararlanıyor. Böylece öz ve biçim arasında bir denge sağlıyor. Tek kusuru söz konusu iç konuşmalarda, okuyucunun belli bir düşünsel disiplinden geçmiş insan karsısında olduğu izlenimine kapılması. Ama eleştirmen olarak edebiyata giren ve kendi çizgisinde belirli bir gelisimi sürdür"mektedir. (Özkırımlı, 1982).


Mahmut Cuda kimdir?



Türk ressam Mahmut Cuda 1904’te Fethiye’de doğdu. Küçük yaşta annesini ve babasını yitiren Mahmut Cuda, 1918 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi’nin (Güzel Sanatlar Akademisi) hazırlık bölümüne girerek, ilk resim derslerini Hikmet Onat‘tan aldı; yarışmalarda başarı elde ederek, okul yönetmeliği uyarınca “asil” öğrenci oldu ve resim eğitimini, İbrahim Çallı‘nın yanında sürdürdü. 1919 yılından başlayarak Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin Galatasaray sergilerine katıldı. Beş yıl süren Akademi eğitimini tamamladıktan sonra, 1923’te Münih’e giderek kuşağının öbür ressamları Ali Çelebi ve Zeki Kocamemi’yle, Hans Hofmann atölyesinde çalıştı. Bir buçuk yıllık bir eğitimden sonra İstanbul’a dönerek yeniden İbrahim Çallı’nın yanına girdi.

1924’te devlet hesabına Avrupa’ya öğrenci göndermek amacıyla açılan sınavı kazanarak, dört yıl süreyle Paris’te Lucien Simon’un atölyesinde çalıştı. 1928’de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde, Namık İsmail‘in yanında yardımcı öğretmenlik yapmaya başlayan Mahmut Cuda, devletin sanatçıyı kollaması ve koruması gerektiğini savunup, toplumun sanat beğenisinin yaygınlaştırılması yolunda çaba göstererek, Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’nin kurucu üyeleri arasına katıldı (1928). Bu arada görevli bulunduğu Akademi’deki eğitim uygulamalarını eleştiren yazılar yazdı ve Akademideki görevinden kendi isteğiyle ayrılarak, bir yıl kadar Bursa Kız Öğretmen Okulunda, sonra da Kırklareli’nde resim öğretmenliği yaptı.

1931’de, askerliğini yapmak için İstanbul’a döndü. Askerlik hizmetini tamamlayınca, İstanbul Edebiyat Fakültesi Coğrafya Enstitüsü’nde kartograf olarak görev aldı. Resim çalışmalarının yanı sıra heykel etütleri gerçekleştirirken, Müstakiller’in grup sergilerine de düzenli olarak katıldı. 1939 yılından başlayarak, yayımcılığını İ.H. Baltacıoğlu’nun yaptığı Yeni Ada dergisi için kapak kompozisyonları hazırladı ve 1941’de ikinci kez askere alındı. Bir yıl sonra Türk Ressamlar ve Heykeltraşlar Cemiyeti’nin kurulmasına önayak oldu ( bu Cemiyet, ilk ortak sergisini 1943’te Akademi salonlarında düzenledi).

Trabzon ve Bitlis’te resim çalışmaları yaptıktan sonra, 6. Devlet Sergisi’nde ikincilik ödülü kazandı; 1949’da Edirne’den resimler yaptı. Bağlı bulunduğu Cemiyet kapanınca, onun yerine 1950’de Türk Ressamlar Derneği’ni kurdu. Ayrıca serbest sanat kursları düzenledi. 1969’da Coğrafya Enstitüsü’ndeki görevinden emekliye ayrılarak, 1973’te Kılavuzun Böylesi ve Bir Bardak Yağmursuyu İçiverin Gitsin adlı eleştiri kitaplarını yayımladı. 1978’den başlayarak kişisel sergiler düzenledi. 1980’de Kültür Bakanlığı tarafından Onur Ödülü verildi.

sanat anlayışı

Mahmut Cuda’nın sanatı, kuruluşunda görev aldığı Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’nin hacim ve plan değerlerine bağlı anlayışıyla yakından ilgilidir. Bu bakımdan sanatçıyı, 1930 kuşağının, empresyonist ve akademik anlayışa tepki gösteren ortak eğiliminden ayırmamak gerekir. Ancak Mahmut Cuda, bu eğilimi paylaşmakla birlikte, özellikle natürmortlarında, kişisel bir bakış ve yorum getirmeyi de başarmıştır. Natürmortlarını oluşturan her nesne, boşluk içinde plastik bir kitle duygusunu içermesinin yanı sıra, nesne-uzam ilişkilerinin net ve parlak görüntüsüyle, bu kitle duygusunun ötesine geçer. İzleyiciyi doğanın ötesinde, “daha çok doğa” olan bir dünyanın gizemine çeker.

Müstakiller’deki biçim bozma çabalarının görülmediği sanatçı, tersine, doğaya klasik denebilecek bir beğeni düzeyinde saygılı olmuştur. Klasik resim ustalarıyla bağıntıyı her zaman korumakla birlikte, bu bağıntının yeniden canlandırılması yoluna gitmeyen Mahmut Cuda’nın doğa karşısındaki dolaysız ve içten gözleminin ürünleri olan resimlerine, nesnelerin fotoğrafa geçirilmiş görüntüsü değil, doğrudan doğruya kendileri model olmuştur. Mahmut Cuda ayrıca, Batılı akım ve eğilimlerin tartışmasız benimsendiği bir dönemde, yalın ve yapmacıksız bir anlayıştan hareket ettiği için de, çağdaşları arasında özgün yeri olan bir sanatçıdır.

222 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page