Futbolculuğu, golcülüğü ve her türlü insani özelliğiyle bir Kral’dır O...
Metin Oktay - 2 Şubat 1936 – 13 Eylül 1991
KADİR İNCESU
Büyük ihtimalle televizyonumuz yoktu o günlerde… Misafir geldiğinde saatlerce sürerdi sohbet. Konu futbol olunca kulak kabartırdım. Topumuz varsa, bulduğumuz her yerde oynadığımız 7-8 yaşlarındaydık. Futbol sevilmez mi? Hiç unutmadım, babamın Malatya’dan İstanbul’a geldiğinde gittiği ilk maçı anlatmasını…
Profesyonel liglerin başladığı yıl. İki grup olarak oynanan lig sonunda gruplarını birinci olarak tamamlayan Galatasaray ile Fenerbahçe 2 maçlık bir final oynayacaklardır. İlk maç 10 Haziran 1959’da Dolmabahçe Stadı’nda oynanır. Maçı Galatasaray, 39. dakikada Metin Oktay’ın ağları yırtan, İslam Çupi’nin deyişiyle “ağların bile tutamadığı gol”üyle 1-0 kazanır. İsmet Gümüşdere de o anı fotoğraflar. Maçı izleyenler arasında İstanbul’a yeni gelen ve ilk kez bir futbol maçına giden babam da vardır. Yıllarca anlattı durdu o maçı. O maç sonrası gönül verdiğini söylerdi sarı kırmızılı renklere… Ali Sami Yen Stadında Galatasarayımın çok maçını izledim. İsmet Gümüşdere ile tanışma imkânı da buldum. Metin Oktay ile tanışamadık maalesef… Şimdi aramızda olmayan Metin Oktay, İsmet Gümüşdere ile babam Aziz İncesu'yu sevgiyle ve özlemle anıyorum. 13 Eylül 1991… İşten çıkmış eve gidiyordum, hızlı adımlarla. Gazetelerin akşam baskıları yapılırdı eskiden… Özelikle Eminönü’nde iskele civarında satılırdı. Gazete satıcılarının “Yazıyor, Yazıyor Metin Oktay’ın…” bağrışını duyunca kalakaldım olduğum yerde. Gözüm gazetede yazan manşeti görünce… Anlatması zor bir acı, üzüntü… Bağlarbaşı Spor Kulübünde futbol oynadığım günlerdi. O yıllarda, amatör sporcular sağlık hizmetlerinden ücretsiz faydalanamıyordu. Konuyla ilgili yaşanan sorunları anlatmak için Fotospor Haber Müdürü olan Ahmet Çakır ile görüştük birkaç kere… Sonra araya uzun yıllar girdi. Bizi edebiyatımızın usta ismi TRT prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu bir araya getirdi. 14 Nisan 2007’de Öztürk Tatar’ın düzenlediği Ümit Kaftancıoğlu Öykü Ödülü töreninde Atatürk Kültür Merkezi’nde kesişti yollarımız. Ahmet Çakır’ın, Ümit Kaftancıoğlu’nu anlattığı “Dostun Ölümü” adlı öyküsüyle aynı adı taşıyan öykü kitabını da okumuştum. Hem spor yazılarıyla hem de öyküleriyle beğendiğim bir isimdi. Yaptığımız kısa sohbette Metin Oktay üzerine bir çalışma yaptığını söyleyince, adresini alıp, arşivimdeki çok değerli iki kitabı yolladım kendisine: “Metin”, “Top ve Ben”… Yıllar sonra verdiğim kitaplarla birlikte “Taçlı Kral Metin Oktay” adlı paha biçilemez kitabını da yolladı. Demir Ajans Yayınları tarafından yayımlanan “Taçlı Kral Metin Oktay”, ne acı ki aradan geçen 10 yıldan sonra ancak ikinci baskısını yapabildi. O da Ahmet Çakır’ın kişisel imkânlarıyla. Ahmet Çakır hem edebiyat hem de spor kitaplığımıza birbirinden değerli kitaplar kazandırmıştır. Hatırlatması benden, alıp okuması sizden; “Dostun Ölümü” (Öykü-1982 Akademi Kitabevi Öykü Ödülü), “90 Soruda Galatasaray Tarihi”, “Fatih’in Aslanları Futbolun Anavatanında”, “Kartal Yuvasında 20 Yıl- Rıza Çalımbay’ın Futbolculuk dönemi”, “Milli Takım Avrupa Zirvesinde”, “O Bir İmparator”, “Milli Takım ve Dünya Kupası”, “100 Yılın Aslanı”, “Türk Futbolu Avrupa Sınavında”, “Ben Dememiş miydim? –Spor Gülmece Yazıları”, “108 Yılın Aslanı”, “Mucizeler Uçağıyla Paris Yolculuğu”, “Bana Derler Balatlı”, “Olimpiyat Kitabı”, “Milli Takımın Güneşli Günleri”… 1980 yılında “Dünyada ve Türkiye’de Sansür” adlı çalışmasıyla Yunus Nadi Ödülüne değer görülen Ahmet Çakır çok sayıda radyo oyunu da yazdı.
Hep, ülkemizin spor kitaplığının yetersizliğinden söz ederiz. Ancak konuşuruz… Olan kitaplara da ilgi göstermeyiz. Ülkemizin başarılar kazanmış değerli sporcularının yazmaktan kaçınmaları kadar, yayınevlerinin ilgisizliği de bunda etkili olsa gerek. Bir anda okunup kitaplığa kaldırılacak bir kitap değil “Taçlı Kral Metin Oktay”… Kitabın tamamında size her türlü duyguyu yaşatacak yazılar, incelemeler, yorumlar hatta fotoğraflar var. Kitapta yer alan Kıvanç Koçak’ın yazısının bir bölümünü okuyalım birlikte ve Ahmet Çakır ile söyleşimize geçelim: “Metin Oktay’ı efsane yapan 10 defa gol kralı olması, attığı 608 gol, kazandığı kupalar, şampiyonluklar değil sadece, işini, bir tür ‘futbol romantizmi’ içinde yapması; futbolculuğun, şöhretin, paranın nasıl gelip nasıl geçtiğini iyi kavramış olması. (…) Jübilesinde kısa süreliğine sembolik de olsa Fenerbahçe formasını giymesiyle, adına yapılan şarkıyla, halihazırda 40 yaş civarındaki ‘Metinlerin’ isimlerine kaynaklık yapmasıyla, (…) gönülçelen yakışıklılığıyla; her daim mütebessim ifadesiyle. Bir ‘gerçek efsanedir’ o…”
Metin Oktay’ın futbolun ötesinde efsaneleşmesine neden olan özellikleri nelerdir? Adamlığı, cömertliği, efendiliği, yakışıklılığı... Adamlığı deyince kuşkusuz bunları ve daha pek çok şeyi kapsayan bir çerçeve çizmiş oluyorsunuz. O, her şeyiyle bir adam olmanın da ötesinde soylu bir ruha ve davranışlara sahipti. Onu krallık düzeyine çıkaran sadece attığı goller değil aynı zamanda insan olarak taşıdığı özelliklerdi. Cömertlik de bunların içinde anlamlı bir yer tutardı çünkü varını-yoğunu buna gereksinmesi bulunan insanlarla paylaşmasına ilişkin çok duygulandırıcı örnekler vardır... Saha içindeki ve dışındaki efendiliği, ‘spor dediğin böyle yapılır’ düzeyinde olmuştur her zaman. Yakışıklılığı da görmezden gelinemeyecek bir yanıdır çünkü tam anlamıyla bir erkek güzelidir. Özellikle kadınların kalbine girmesinin nedeni de budur.
Efsaneleşmesinde futbolunun da yeri yadsınamaz. Futbolculuğu için neler söylersiniz? Söylenmiş ve söylenebilecek hemen her şeyi kitapta bir araya getirmeye çalıştım. Özellikle Ömer Madra’nın destansı tanımlamaları, Cemal Süreya’nın şiiri kadar değerli anlatımı, işin tekniğini en iyi bilen ve yorumlayan kişi olarak görülen Doğan Koloğlu’nun analizleri, onun futbolculuk değerini vurgular. Evet, çok hızlı değildir, başka eksikleri de olabilir, neyse ki o günün futbolunda golcüden savunma da yapması filan beklenmez. Gol için doğmuş gibidir. Elbette ki bu sadece doğuştan gelen özellikleriyle yapılabilecek bir iş değildir. Yeteneğinizi çalışmayla bütünleyecek bir çaba içinde olmanız gerekir. Metin Oktay da bunu yapmıştır. Gol becerisini geliştirmek için yaptığı çalışmalar, bugün bile örnek gösterilecek düzeydedir. Her iki ayağıyla da topa aynı güçte vurabilmesi, kafa vuruşlarının ‘üçüncü bir ayak düzeyinde’ oluşu, pozisyon bilgisi, gol sezgisi gibi özellikleri önemlidir. Bunların önemini, son iki yılında birlikte oynadığı Gökmen Özdenak’a öğretmeye çalışırken daha iyi anlarız.
“Gerçek golü kalelere değil, insanların gönlüne atıyordu” nitelemesi bir bütün olarak Metin Oktay’ı tanımlıyor diyebilir miyiz? Bunun gibi pek çok şairane tanımlama yapılmıştır Metin Oktay’ın oyunu ve golleri için. Bu, sadece golleri için değil, oyunu sanat düzeyine çıkaran öteki özellikleriyle bir bütün olarak tanımlama yapabilmek için gereklidir. Golü herkes atıyor ama öncesinde ve sonrasında sporun ruhuna uygun olmayan bir davranış, o golün değerini ve anlamını ortadan kaldırabiliyor... Onun golleri, cezaalanı içindeki itiş-kakış sırasında son bir dokunuşla atılan türden goller değildir. 600’ün üzerindeki golünün büyük bir bölümünde estetik vardır, vuruş becerisi vardır, başka güzellikler vardır. Sonrasında da o golün sevincini adam gibi yaşar, rakibi incitecek bir taşkınlıktan kaçınır. Bütün bunlar da gönülleri kazanan davranışlardır.
“Unutmayalım ki Metin Oktay sadece başarılarıyla değil eksikleri ve kusurlarıyla da Kral’dır,” tespitinizi biraz açabilir misiniz? Onun gibilere yaşarken gerekli değeri verip veremediğimiz yolundaki endişelerimiz ölümünden sonra bitmez-tükenmez bir abartı yarışına neden olur. Aman efendim, şöyle aslandı, böyle kaplandı. Hayatı boyunca hiçbir konuda en küçük bir yanlışı ve kusuru olmadı, falan filan. Sanki bir ölümlüden değil de Olemp tanrılarından söz ediliyormuşçasına anlamsız birtakım abartılar yapılır. Metin Oktay’ın bunların hiçbirine gereksinmesi yoktu. Yaptıklarının önemi ve değeri ortadaydı ama hepimiz gibi onun hayatında da ‘keşke öyle olmasaydı’ denilebilecek bir yığın durum vardı. Örneğin, Palermo serüveni hiç de parlak geçmemişti çünkü böyle bir şeye hazır değildi. Milli Takımdan uzak kaldığı dönemler oldu çünkü efsane teknik adam ve onu oğlu gibi seven Baba Gündüz bile yeterince çalışmadığından yakınıyordu. Belki de hepsinden önemlisi, aramızdan erken ayrılmasına yol açan süreçti. Kendisini futbolculuk sonrasındaki döneme hemen hiç hazırlamamıştı. Teknik adamlık, yöneticilik, futbol yorumculuğu gibi işler onu hiç mutlu etmedi. Ticari birtakım girişimler ise zaten umurunda bile değildi. İçinde bulunduğu yeni durumun gerçeklerini göz önüne alma, hayata tutunma, yeni ufuklara yelken açma diye adlandırılabilecek yönde adımlar atmayı pek istemedi... Onu çok büyük övgülerle anlatanlardan bazılarının başka ortamlarda bunların tam tersi şeyler söyleyebildiklerine tanık olmuşluğum vardır. Örneğin, takım arkadaşlarından biri, ‘Her şeyi o mu yaptı? Biz yok muyduk?’ diyebilmiş, bir başkası içkiyle arasının gereğinden fazla iyi olmasının yol açtığı sıkıntıları öne çıkarabilmiştir. Sporcular aktif spor yaşamları bittiğinde zamanla unutulurlar. Hayatın gerçeği… Kral’ın sırrı neydi? O yıllardaki toplumsal yaşamımız diye adlandırabiliriz bunu. Kapalı bir hayatımız vardı. Sinema ve spor dışında bu hayatı renklendirebilecek fazla bir şey yoktu. Metin Oktay, futbolculuk döneminde elde edilebilecek şöhretin zirvesine çıkmıştı. Rakip takım taraftarları arasında bile onun gollerini anlatan, bunu canlı olarak izlemişlikten duyduğu mutluluğu ortaya koyanlar bulunurdu. Onu stadyumda hiç izlememiş, dışarda da görmemiş olanlar bile onunla aynı dönemde yaşamış olmaktan duydukları mutluluğu belirtir birtakım noktalar bulmaya çalışırdı. Attığı gollerle ilgili anlatımlar, ünlü yazarlar tarafından bile hayranlık dolu bir tonda dile getirilmiştir. Toplumumuzdaki anlatı geleneği de yaşananları besler gibiydi. Yani parayı değil de Galatasaray’ı seçmesi, bunun gibi başka olaylar, zaman içinde çeşitli ortamlarda çok değişik biçimde dilden dile aktarılmıştı.
Kral için söylenen “Metin olmak” deyiminin tam karşılığı nedir? Bunu iki yönlü ele almak gerekir. Birincisi, yaşarken böyle bir kavramın oluşmasını sağlamış olmasının önemi. Elbette ki ‘Metin olmak’ tam anlamıyla bir adamlık tanımıdır. Futbolculuğu, golcülüğü ve bunun dışındaki her türlü insani özelliğiyle bir Kral’dır o... Ölümünden sonra bu kavram ikinci anlamını kazanmış oldu. İslam Çupi’den Hıncal Uluç’a, Necmi Tanyolaç’tan Kahraman Bapçum’a kadar onun yanında, yakınında bulunmuş olanlar, Metin Oktay’ın bu şekilde aramızdan ayrılmış olmasını nasıl metanetle karşılayabilecekleri yolunda bazı anlatımlarda bulundular, bunun zorluğunu vurguladılar. Böylece kavram ikinci bir anlam kazanmış oldu. Keşke olmasaydı. “Taçsız Kral” filmi, plaklar, şiirler, kitaplar… Hakkında edebiyatçılarımızın yazdığı yazılar. Gerçekten de düşünüldüğünde imrenilecek bir sevgi… Haklısın. O dönemin koşulları içinde tam anlamıyla bir zirve. Ben pek anlamlı bulmam ama mutlaka, ‘bugün futbol oynuyor olsaydı neler yaşanırdı?’ diye düşünenler hatta konuşup yazanlar olmuştur. Sezonda 3-5 gol attığı için önemsenen, saha dışındaki en küçük bir hareketi göklere çıkarılan günümüz prensleri düşünüldüğünde onun önemi ve değeri biraz daha belirginleşir. Döneminde ülkenin çok sevilen kişileri arasında yer almış olmak için neler yapılması gerektiğini anlatmak uzun sürer. Metin Oktay bunları yapmış biri. Bu toplumun yoksul kesiminden çıkmış biri oluşunu hiçbir zaman unutmayışı, yaşamının sonuna kadar koruduğu tevazuu, samimiyeti, eşsiz denilebilecek yardımseverliği gibi nitelikler kolay bulunacak değerler değil. Hepsinin yanında tam anlamıyla bir erkek güzeli oluşu da çok sevilmesinde etkendir. Zaten Taçsız Kral filminin önemli bir nedeni de budur.
“Top beni bırakmadan ben topu bırakmalıydım,” diyerek futbola veda eder. Takımı şampiyon, kendisi de gol kralıyken… Kralın futbolu bırakmasıyla ilgili kitabınızda yer alan yazılar, eminim ki her okuyanın kafasında soru işareti bırakacaktır. Hıncal Uluç’un “Metin’i en iyi zamanında bıraktırdılar,” yorumu için ne düşünüyorsunuz? Böyle bir tartışma ortaya çıktığına göre haliyle iki tarafın da haklı olduğu noktalar vardır. Hiç uzatmaya gerek yok, doğru zamanda bıraktığı kanısındayım. O, 2 Şubat 1936 doğumlu. 1969 yazında bıraktığına göre 33,5 yaşında. Bugün bile bu bırakmak için uygun bir yaş olarak görülebilir... Kaldı ki onun bir sonraki sezona hazırlanma durumunu gözünüzün önüne getirin. 15 yılı aşkın bir futbolculuk hayatının getirdiği yorgunluk, sürekli idmanların ve deplasman yolculuklarının bezginliği gibi etkenler yaşamayanların kolay değerlendirebilecekleri durumlar değil. Hıncal Uluç’un başını çektiği bir iddia, Fenerbahçeli basının ona futbolu bıraktırdığı, daha doğrusu geri dönmesini engellediği yolundadır. Bunda, Galatasaray’ın Metin Oktay ayrıldıktan sonra içine düştüğü inanılması zor gol kısırlığı da etkendir. Sarı-kırmızılı takım 1969-70 sezonunun ilk yarısında ligde oynadığı 15 maçta sadece 10 gol atabilmiştir! Metin Oktay’ın sahaya formasını koysanız tek başına bu kadar gol atar, diye bir abartıda bulunabiliriz. O da kendini bir boşlukta bulmuştur. İdmanlarda attığı goller o haliyle bile oynayabileceğini gösterir gibidir. Dolayısıyla futbola dönmeyi ciddi biçimde düşünmüş ama Necmi Tanyolaç’ın efsane yazısı ‘Bir Kral Palyaço Olamaz’ sonrasında vazgeçmiştir. Türk futbolu deyince akla gelen ilk isimlerden Metin Oktay… Ligimizde hala bir Metin Oktay sezonu olmamasını nasıl değerlendirmeliyiz? Bu tür sıkıntılar, bizim gerçek anlamda bir futbol yönetimine sahip olmayışımızdan kaynaklanıyor. Elbette ki bunun en büyük sorumlusu Futbol Federasyonu. TFF başka pek çok konuda feci denebilecek yanlışlar yapıyor. Örneğin, salgın neden gösterilerek küme düşmenin kaldırılması ve sonrasında Süper Ligi 21 takımla oynanması, hiçbir futbol adamının asla geçit vermeyeceği bir yanlıştı. Olumsuz etkileri de yıllarca sürecektir. Yabancı oyuncu sayısından tutun da hakemlere kadar futbolun her alanında sapır sapır dökülen bir yönetememe durumu gözlerimizin önünde. Bu ortamda futbolun efsane isimlerinin bu şekilde onurlandırılması hoş bir uygulamaydı. Kimsenin karşı çıkması düşünülemeyecek bir Metin Oktay sezonunun niçin yapılamadığını ben de merak ediyorum. Belki de TFF ile Galatasaray arasındaki çatışmadan kaynaklanmıştır. Fakat Ahmet Çalık'ın kaybedilmesinin ardından yıldırım hızıyla geri geldi uygulama. Elbette ki çok iyi bir iş yapıldı. Anlamsız birtakım tartışmalara kulak asmadan uygulama Metin Oktay ile sürdürülmeli. Tabii bunu soracak, arkasını kovalayacak bir medyamızın olmayışı da hazin bir durum...
Kralınki nasıl bir Galatasaray aşkıydı? Özellikle, "Bizi sevenleri üzmeyelim baba,” demesi… Sadece o değil, ilk eşi Oya Sarı’dan ayrılışı da böyle destansı bir olaydır. Taçsız Kral filminde doğal olarak biraz dramatize edilerek verilmiştir ama buna hiç gerek olmadan da Galatasaray’ı seçmiş olması yeterince dramatik bir durumdur. Hayatının hiçbir döneminde para peşinde olmamıştır. Galatasaray’a gelirken de düşündüğü ailesinin geçimine yardımcı olabilmektir. Fenerbahçe 20 000 TL önerirken o Galatasaray’ın 8 000 TL’siyle mutlu olmuştur. Para babası Fenerbahçe yöneticisi Müslim Bağcılar’ın açık çek önerisi karşısında neyin değerli olduğunu ona da öğretecek bir yanıt verir. O gün önerilen parayı kabul etmesi, erken bir Tanju Çolak vak’asına yol açabilirdi. Doğru seçimle Kral Metin Oktay olmuştur.
“Taçlı Kral Metin Oktay”ın taçı nerede? Tanju Çolak, bununla ilgili programdan hemen sonra tacı iade ettiğini söylüyor. Yalan söylenecek bir durum değil, inanıyorum. Aileyi böyle bir konuyla rahatsız etmiş olmamak için o yönde bir soruşturmaya girişmedim ama o tacın 1996-97 sezonunda 38 gol atan ve bu sayıda Metin Oktay’ı geçmek istemediğini özellikle vurgulayan Hakan Şükür’e verilmiş olması, ciddi bir olasılık. Çünkü daha sonraki dönemde aradaki bir tatsızlık nedeniyle Şükür’ün aile isterse tacı iade edebileceği yolunda bir beyanı var.
İlk baskıda olmayan neler var yeni baskıda? Sakınılan göze batan çöp misali birtakım ıskalar vardı. Örneğin, Mustafa Denizli’den yazı almamış olmak, böyle bir eksiklikti. Doğan Koloğlu ve başka bazı Metin Oktay’ı çok yakından tanımış kişilerin yazıları atlanmıştı. Gökmen Özdenak’ın tanıklığı da öyle... Bazı kaynaklardaki hataları aynen aktarmak gibi sıkıntılar olmuştu. Örneğin, attığı gol sayısında kesin bir noktaya ulaşmak hala mümkün değil. Bunun yanında senin verdiği jübile için hazırlanmış kitabın aynen aktarılması bazı gereksiz tekrarlara yol açmıştı. İç düzenlemenin bu kez çok daha iyi olduğu kanısındayım. Ayrıca, 10 yıl içinde epeyce yeni fotoğraf elime geçti, onları da değerlendirmek istedim. Daha derli-toplu bir çalışma oldu.
Çeşitli ortamlarda anlattığınız 1960 yılında Metin Oktay’ın 5-0’lık maçta Fenerbahçe’ye attığı 4 gole bağlı olarak babanızdan yediğiniz sopa var... Evet. Gerçi onun bundan yıllar sonra benim anlatmamla haberi olacaktı ama Metin Oktay’la aramızdaki ilk sıcak ilişki budur, diyebilirim... Babam 1954’te İstanbul’a gelmiş, ailece 1960 yazında taşındık. Halıcıoğlu’nda oturuyorduk. Yaşadığımız ev yıkılıp yerine apartman yapılacaktı. Bir geçiş dönemiydi ve nedense evin elektriği kesilmişti. Babam da dindar biridir ama kısa süreli bu sıkıntı nedeniyle evimizin neredeyse içinden geçen elektrik teline bir kanca atıp kaçak kullanım sağlamıştı. 18 Aralık 1960 Pazar günü, annemle birlikte Okmeydanı’nda oturan teyzemi ziyarete gitmişler, ben de evde kalmıştım. Maç saatinde radyoyu açtım. Goller gelmeye başlayınca da coşup radyonun sesini en yüksek düzeye çıkardım. Tabii komşular bundan rahatsız olup şikâyet etmişler. Babam, işin içinde kaçak elektrik durumunun da bulunmasından doğan tedirginlikle öfkelenip sıkı bir sopa çekmişti bana. Yani Metin Oktay’ın 4 golünün bana böyle bir faturası olmuştu.
Galatasaray kulübü tesislerine adını vererek Metin Oktay’a saygısını gösterdi ama 2013’te onun adına konulan ödülün bir daha verilmemiş olması ciddi bir eksiklik değil mi? Hem de nasıl! Bu konunun en şiddetli takipçisiyim. Ödüllendirme, bir uygarlık işidir. Ne yazık ki biz dünya spor uygarlığının epeyce uzağındayız. Sözkonusu ödül dediğiniz gibi 2013’te bir kez verildi ve sonra unutuldu. Bu, Galatasaray’a yakışmayan bir ciddiyetsizlik. Üstelik hiçbir zorluğu da yok. Jürisi zaten ülkenin tanınmış spor yazarlarından seçiliyor. Galatasaray yönetimi bu işi çok sayıdaki derneklerden birine ya da hepsinin ortak organizasyonuna verebilir. Maliyeti de konuşmaya değmeyecek kadar düşük olur. Zaten sponsor de bulunur... Bu sadece Galatasaray’ın sorunu değil, Beşiktaş’ın Baba Hakkı ödülleri nerede, Fenerbahçe’nin Fikret Arıcan ödülleri ne zaman konulacak? Spor kültürü denilen, derin özlemini duyduğumuz durumun kendiliğinden oluşabileceğini sanıyoruz galiba...
Ağırlıklı olarak Kral’ın kişiliği üzerine konuştuk. Sportif başarılarını da değerlendirir misiniz? İnsani niteliklerinin yüksek oluşu sportif başarılarını gölgelememeli. En başta toplam 600’ün üzerindeki gol sayısı kesinlikle erişilemez bir yerde duruyor. 6’sı Süper Lig düzeyinde olmak üzere 10 gol krallığı, şampiyonluklar ve kupalar kitapta ayrıntılı biçimde yer alıyor. 26 maçta 38 gol atmak, dünyanın en büyük golcülerinin bile harcı değil. Sadece 20 Avrupa Kupaları maçı oynayıp 15 gol atmak, oransal olarak aşılması mümkün olmayan bir başarı. Milli Takımda 36 maçta attığı 19 golle listenin ilk sıralarında... Tabii birtakım talihsizlikler de var. 1956’dan 1962’ye kadar tam 6 yıl Avrupa Kupalarında maç oynamamış olmak, büyük bir kayıp. Geçirdiği sağlık sorunları, sakatlıklar ve birazı da kendi hatası olmak üzere Ay-yıldızlı formayı da yeterince giyememiş olması var... Oysa henüz 19 yaşını bitirmişken oynadığı Macar maçı ve attığı gol, ilk yıllarda hemen her maçta gol atışı çok daha fazlasını vaadediyordu.
NOT: Bu söyleşinin ilk yayımı KE dergisindedir.
Ahmet Çakır, TRT'den arkadaşı Alâettin Bahçekapılı ile Maçka/Trabzon'da Bahçekapılı'nın baba evi bahçesinde... (1980'ler...) Ahmet Çakır sevenlerine armağan olsun...
Comments