top of page
  • Yazarın fotoğrafıHaberciGazete

Afife Jale, Adnan Yücel, Didem Madak, Agah Hün, Nevin Çokay



Bugün 24 Temmuz. Afife Jale, Adnan Yücel, Agah Hün, Nevin Çokay ve Didem Madak'ın ölüm yıldönümleri.

BRT Yayın Grubu olarak bu değerlerinizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.

Afife Jale kimdir?


Afife Jale Ödülleri ile günümüzde anısı yaşatılan ilk Türk kadın oyuncu Afife Hanım, sahneye çıktığı için tutuklanmak istendi ve oyunculuktan hiç vazgeçmedi. Jale, gönül verdiği oyunculuğu morfin bağımlılığı nedeniyle bırakmak zorunda kaldı. Peki, Afife Jale kimdir?

AFİFE JALE KİMDİR? Afife, 1902 yılında İstanbul''un Kadıköy semtinde dünyaya geldi. İstanbul Kız Sanayi Mektebi''nde eğitim gördü, Darülbedayi''nin 10 Kasım 1918''de tiyatro kursları için açtığı sınavı kazandı. Müslüman kadınların sahneye çıkması geleneksel olarak yasaktı ancak Darülbedayi, Müslüman kadınların sadece kadınlara özel gösterilerde oynayacakları gerekçesiyle Müslüman kadınları bünyesine aldı. Afife Hanım, kabul edilen beş Müslüman kadından biri idi. Diğer kadınlardan üçü kursu bıraktı; Refika Hanım suflör olarak Darülbedayi kadrosunda yer aldı. Afife Hanım ise ''''mülazim artistlik'''' (stajyer oyuncu) kadrosuna girdi. 1920 yılına kadar oyunların provalarına katıldı, fakat sahneye çıkamadı. TİYATRO OYUNU SIRASINDA TUTUKLANMAK İSTENDİ 1919 yılının 13 Nisan günü Kadıköy''deki Apollon Sineması''nda ilk gösterimi yapılacak olan, Hüseyin Suat''ın Yamalar adlı oyununda, Emel rolünü oynayan Eliza Binemeciyan''ın Paris''e gitmesiyle onun yerine "Jale" takma adı ile sahneye çıktı. Böylece sahneye çıkan ilk Türk kadını olarak tarihe geçti. O günden sonra Afife Jale olarak anılan Afife Hanım, ertesi hafta Tatlı Sır oyunu ile sahneye çıktı ve o gece tutuklanmak istendi. Olay sırasında kaçmayı başardı. Üçüncü piyesi olan Odalık oynanırken tiyatro polis tarafından basıldı ve tutuklanmamak için tekrar kaçmak zorunda kaldı. Babası Hidayet Bey, tiyatro oyuncusu olmasını istemiyordu ve böylelikle Afife Hanım, ayrılmak zorunda kaldı. Dahiliye nezaretinin Müslüman kadınların kesinlikle sahneye çıkamayacaklarına dair bildirisi Darülbedayi Yönetim Kurulu''na ulaştırılınca işten çıkarıldı.

RAHATSIZLIĞI NEDENİYLE MORFİN BAĞIMLISI OLDU Yaşadığı sıkıntılar nedeniyle şiddetli baş ağrıları çeken Afife Hanım, doktorunun morfinle tedavi yoluna gitmesi üzerine morfin bağımlısı oldu. Birkaç yıl sonra Burhanettin Tepsi Kumpanyası ile Anadolu''da turneye çıktı. Ardından Fikret Şadi''nin Milli Sahne''siyle çeşitli kentlerde temsiller verdi. 1923 yılında Türkiye''de Cumhuriyetin ilan edilmesiyle yeni rejim Türk kadınlarının sahneye çıkması önündeki yasal engeller kaldırılarak, kadınların sahne almasına izin verilmişti. Ancak morfin bağımlılığı nedeniyle sanatçının sağlığı bozuldu ve tiyatroyu bırakmak zorunda kaldı.

SELAHATTİN PINAR İLE EVLENDİ İlklerin kadını Afife, 1928 yılında gittiği Hafız Burhan konserinde ona tamburuyla eşlik eden Selahattin Pınar ile tanıştı ve 1929 yılında evlendi. Selahattin Pınar; Nereden Sevdim O Zalim Kadını, Anladım Sevmeyeceksin Beni Sen Nazlı Çiçek gibi birçok şarkıyı besteledi. Afife Hanım''ın morfin bağımlılığı evliliklerinin 1935 yılında sonlanmasına neden oldu. BAKIRKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI HASTANESİ''NDE HAYATINI KAYBETTİ Afife Jale, son yıllarını yatırıldığı Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'' nde geçirdi. Hastanenin morfimanlar koğuşunda 24 Temmuz 1941''de vefat etti. Mezarı Kazlıçeşme Kabristanında bulunuyor.

ANISINA DÜZENLENEN PROJELER 1997 yılından bu yana sanatçının anısına Yapı Kredi tarafından Afife Tiyatro Ödülleri düzenleniyor. Hayatı, Şahin Kaygun''un yönettiği 1987 yapımı Afife Jale ve 2008 yapımı Kilit filmine konu oldu. Selahattin Pınar ile ilişkisi Can Dündar tarafından çekilen 2003 yapımı Yüzyılın Aşkları: Afife ve Selahattin adlı belgeselin içeriğini oluşturdu. 1998 yılında Bestesi Turgay Erdener''e, koreografisi Beyhan Murphy''e ait Afife Jale Bale Süiti ve Selva Erdener''in Afife adlı müzik albümü sanatçının anısına yapıldı.

Adnan Yücel kimdir?



(1953-2002)

27 Mart 1953’te Elazığ’ın Dilek köyünde dünyaya gelen Adnan Yücel, Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü’ne girdi. "Şiirimizde Garip Hareketi" üzerine master yaptı. Ankara değişik liselerde öğretmenlik yaptı. 1987'da Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne Türk dili öğretim görevlisi olarak atandı. Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN, Edebiyatçılar Derneği, Çukurova Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği üyesi de olan Yücel 24 Temmuz 2002'de öldü.

İlk şiiri "Ter Şiirleri" adıyla Yeni Adımlar dergisinde yayımlandı. Şiir ve yazıları Yapıt, Petek, Yeni Olgu, Somut, Türkiye Yazıları,Yazko Edebiyat, Anadolu Ekini, Dönemeç, Artı Oluşum, Edebiyat 81, Evrensel Kültür, Söylem, Sanat Emeği gibi dergilerde ve bazı gazetelerde yayımlandı. Bazı şiirleri Holandaca'ya çevrildi.

Yapıtları:

Şiir: Kavgalara Sözlenen Sevda (1979) Soframda Kaval Sesi (1982) Bir Özlem Bir Türkü (1983) Acıya Kurşun İşlemez (1985) Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek (1986) Rüzgârla Bir (1989) Ateşin ve Güneşin Çocukları (1991) Çukurova Çeşitlemesi (1993) Sular Tanıktır Aşkımıza (1998)

Araştırma: Karacaoğlan, Yaşamı, Sanatı, Kişiliği ve Şiirleri (1993)

Didem Madak kimdir


Edebiyat sahnesinin çiçekli ve anne kokan şiirlerinin güzel kadın şairi, Didem Madak’ın hayat hikayesidir. Didem Madak, 8 Nisan 1970’de İzmir’de doğar. Annesi Füsun, Madak doğduktan 6 yıl sonra şiirlerinde bahsettiği ‘uzun siyah saçlı kız’ Işıl’ı dünyaya getirir. Öğretmen olan anne babaları ile birlikte çok mutlu olan bu iki kız kardeş aynı zamanda çok iyi arkadaştırlar. “Işıl çocuktu o zaman, ben de öyle, Mevsim kesin yazdı, karpuzdan feneriyle, Hani her çocuğu başka bir çocuğa yaklaştıran bir şarkı vardır ya, Kıyıya yanaşan bir gemi gibi.”

Zorluklarla geçen çocukluk yılları Didem Madak’ın çocukluğu fırtınalı geçmiştir. 12 Eylül döneminde babası okul müdürüyle tartıştığı için Uşak’a sürülür. Fakat annesi Füsun Hanım’ın tayini çıkmadığı için kızlarıyla birlikte Burdur’da kalır. Ülkenin çok karışık bir süreçten geçtiği bu dönemde yalnız kalan Füsun Hanım ve kızları korku dolu günler geçirir. Füsun Hanım bir gün, geceleri onları uyutmayan arka bahçedeki mısır yapraklarının hışırtılarını engellemek için bıçakla hepsini yok eder. Madak’ın her şiiri yaşanmış bir anıdır… Bu olayla ilgili de şu dizeleri yazmış defterine; “Sen bir çocuk romanı annesi ol isterdim. Ölü mısır tarlaları hışırdıyordu Ve kalbimde çıngıraklı yılan sürüleri Diye başlayan bir çocuk romanında.” Annesini kaybettiği (onu şiire iten) yıllar Didem Madak 13 yaşındayken, henüz 38 yaşında olan annesini beyin kanseri nedeniyle kaybeder. Madak’ın zorlu günleri başlamıştır. “Ölen her kadın için şiir yazdım. Onları Muc’a evin karşılığında verdim, Çok ucuza. Artık bütün üzgün oluşlarımın adı: Anne!” Füsun Hanımın ölümünden kısa bir süre sonra babası ikinci evliliğini yapar. Bu evlilik artık Didem ile babasının arasına bir duvar örmüştür. “O günleri hatırlayınca Edip Cansever’in şu dizesi gelir aklıma: ‘Bir azarlamayla ölümü düşünen çocuklar gibi…’ Bir azarlanmayla ölümünü düşünen çocuklar gibi.” Hayatın elini beline koymuş sinirli bir üvey anne gibi bizi azarladığını ve kardeşimle el ele tutuşup hayallerden balkonumuza sığındığımızı hatırlıyorum.” Bu olay sonrasında babası için de tabii ki birkaç dize yazmıştır Didem Madak; “Babam… Çıkarılmış bir adam bütün fotoğraflardan. Kader neydi sanki o zaman, Masada açık unutulmuş Turuncu kulaklı bir makastan başka…” “Yaşasaydın, hayatının ortasına Güller yığan bir adam olsun isterdim babam.” Bir gün Işıl’la oturup annesinden onlara bir şey kalmamasından yakınırken, teyzeleri onlara hayatlarını değiştirecek birkaç hediye verir. Bu hediyeler el yazması bir şiir defteri ve Varlık Dergisi koleksiyonudur. Bu andan sonra Didem Madak şair olur işte… Üniversite yılları ve ilk evliliği Tüm yaşadıklarını kaleme dökmeye başlayan Madak Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başlar. Üvey anne ve babasıyla yaşadığı evden ayrılmak istediği için kendince bir yöntem bulur. Birinci sınıfta tanıştığı biriyle gizlice evlenir, evden ayrılır ve okulu bırakır. “Ardımda kırık bir ayna Üvey anneleri hayatımın. Batsın diye güneşe tempo tutan o kız çocuğu… Evden kaçışımın pembe spor ayakkabıları vardı. Hüzün neydi sanki o zaman Artık kullanılmayan dikiş makinası annemden kalma.” Evden kaçışı sonrasında çok zor dönemler geçiren Didem Madak, birçok farklı işte çalışır geçimini sağlamak için. Genç yaşta yaptığı evliliği pişmanlıkla sonuçlanır ve boşanır. Boşandıktan sonra maddi sorunlarla boğuşur ve bir bodrum katında yaşamaya başlar. Bu eve taşındıktan sonraki halini “Birden yazmaya başladım.” diye ifade eder. Bodrum katında yaşadığı tüm zorlukları anlatır şiirlerinde. Bir söyleşide “Rutubete dayanıldığı sürece şiir yazmak için çok iyi yerler.” diye bahseder bodrum katından. Didem Madak, bu dönemde çok yalnız kalır. Kardeşi Işıl, sadece süt ve çikolata yiyerek ayakta durduğunu, hayattan memnun olmadığını, hiçbir şeyin istediği gibi gitmediğini anlattığını söyler. Didem Madak, üç yıl boyunca kaçar sevdiklerinden. Yakın arkadaşı Müjde Bilir bir röportajda onun kaçışını şöyle anlatıyor: “Didem beni bir akşam aradı ve annesini özlediğini anlattı. Taksiye binip bana gelmesi için ikna ettim. Geldiğinde mahcup ve çekingendi. Anne şefkatine duyduğu özlem derinden belli oluyordu. ‘Çok mutsuzum’ dedi. Ertesi gün buluşmak için sözleştik. Ancak Didem gelmedi. Didem’in evine gittiğimde duvara iliştirilmiş bir not buldum. ‘Sevgili Müjde, Maviş Anne içimden hiçbir şey söylemeden gitmek geldi. Seni seviyorum. Dün gecenin şiiri zaten yazılmıştı, ben sadece kaleme alacağım.’” Müjde Bilir için yazdığı şiirde şöyledir; "İki kendim varmış maviş anne Biri benmişim biri mutsuz Ben ölürsem maviş anne, mutsuz için dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al. Ben ölürsem mutsuza iyi bak! " "Kadınlık kimliğimden sıyrıldım" Sonraki üç yıl boyunca Madak’tan haber alınamaz. Sadece kardeşi Işıl’ın yanına gider ara sıra. Gidişlerinden birinde Işıl’ı çok şaşırtır. Örtünmüş olarak çıkar karşısına. “Örtündüm ben… Her şeye karşı… Kadın kimliğimden de sıyrıldım. Bu beni rahatlattı.” der. Didem Madak, bu dönemde tasavvufla ilgilenir. Kardeşi Işıl Madak’ın bu dönemiyle ilgili “Çok umutsuzdu. Kapanarak bu durumdan bir çıkış yolu bulacağını umdu. Ablam o dönemden inanarak kurtuldu. Yoksa kayıp gidecekti. Hukuk Fakültesi’ni de bu dönemde bitirebildi.” der. Bu durumu da şiirlerinde şöyle anlatıyor şair: “Allah benim çaresizliğimdi, artık konuşabileceğim kimsem kalmadığı için konuştuğumdu.” Çok şey yaşadığı bu dönemi “Ah’lar Ağacı” şiiriyle anlatır: “Ben acılarımın başını Evcimen telaşlarla okşadım bayım. Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum. İnsan kaybolmayı ister mi? Ben işte istedim bayım.”

"Grapon Kağıtları" Bu dönemde kardeşi Işıl, ‘İnkılap Kitapevi 2000 Şiir Ödülü’ yarışmasından bahseder. Didem Madak bununla ilgilenmeyince kendisi bütün şiirlerini toplayarak yarışmaya gönderir. Üstünden bir süre geçtikten sonra “Grapon Kağıtları” dosyasının yarışmayı kazandığı haberi gelir. Didem Madak, bu süreçte internette şair ve avukat olan biriyle tanışır. Şair olmasından çok etkilenerek bu adamla buluşur. Günün sonunda genç adam bir şiir yazmalarını teklif eder. Adam, ikinci buluşmada kendi şiirini okur. Sıra ona geldiğinde ise Didem şu şiiri okur; "Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Alt katında uyumayı bir ranzanın Üst katında çocukluğum... Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı. Aşk diyorsunuz, Limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!"


“Kadın kimliğine geri dönüş” Ödül töreni için İstanbul’a giden Madak, yarışma öncesinde örtüsünü çıkarır. Bu bir nevi onun tabiriyle “kadın kimliğine geri dönüş” sayılabilir. Didem Madak, ödülünü aldıktan sonra İstanbul’da yaşamaya başlar. Bir süre sonra eşi Timur ile evlenir ve 3 yıl sonra kızı Füsun’u dünyaya getirir.

Anne kokan şiirleriyle veda ettiği yıllar Kızının doğumundan sonra şiir yazamayan Madak tıpkı annesi gibi kansere yakalanır. 24 Temmuz 2011'de yani 41 yaşında kolon kanseri nedeniyle yaşamını yitirir. Didem Madak’ın ödül töreni sırasında tanıştığı arkadaşı Şükran Yücel’e gönderdiği e-postadaki metin şöyledir: “Canım Kızım Sana mektup yazacağım. Çünkü artık başka bir şey yazamıyorum. Bu konuda pek de dertli değilim doğrusunu istersen. Sen bana belki bugüne kadar yazdığımdan başka türlü bir yazı yazmayı öğretirsin. Kendimi bir sonbahar ağacı gibi hissediyorum. Mutlu bir sonbahar ağacıyım ben. Yere düşen yapraklarımı eğilip topluyorum. Saçıma tutuyorum. Bakın yakışmış mı diye soruyorum. Sonra yaprakları havaya savuruyorum. Ben iki kişilik bir kabilenin me isimli kölesiyim. Çünkü sen acıktığında me diye ağlıyorsun ve bu ismimi seviyorum reis! Canım kızım, cehaletimden şair oldum… Annesizlikten. Sen sakın şair olma!” "Anlatarak bitiriyorum hayatımı Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat. Bir çiçek çizdim bu akşam avucuma, İsmini her şey koydum. Simli ojeler sürdüm yanlızlıktan sıkıldığımdan, Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım, Yıldızlı bir gecenin"


Agah Hün kimdir?



Doğum Tarihi : 1918, İstanbul Ölüm Tarihi : 24 Temmuz 1990, İstanbul (Kalp Krizi) Tiyatro ve sinema oyuncusu, film yönetmeni Agah Hun, Hadi Hun'un kardeşidir. 1937 de Devlet Konservatuarına girdi. 1942 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı'ndan mezun olan sanatçı, bir süre Devlet Tiyatroları'nda çalışmış, daha sonra Şehir Tiyatrosu'na geçmiştir. 1947 de Devlet Tiyatrosunda Julio Sezar oyunuyla sahne aldı. 1939-1958 yılları arası 47 oyun ile tiyatroya emek verdi. Sanatçı sinemaya 1953'de ilk renkli Türk filmi olan Halıcı Kız'la geçmiştir. 1955'de ilk filmini yönetti. 1960'da Küçük Operada rejisörlük yaptı. Oyunculuğun yanı sıra özellikle karakter tiplemeleriyle dikkat çekti. 1974 yılında yapımcı Hulki Saner, William Friedkin’in gişeleri alt üst "The Exorcist / Şeytan"ının aynı adla Türk versiyonunu gerçekleştirmeyi tasarlar. Metin Erksan’ın yönetmenliğini yaptığı filmde Canan Perver, Cihan Ünal, Meral Taygun ve Agah Hun rol alır. İyi bir seslendirme sanatçısıydı. Sinemada bir çok Ünlü oyuncuyu seslendirdi. Türkiye'nin en bilge sesine sahip insanıydı denir. Dini ve tarihi filmlerdeki arka ses, hatta tanrı sesi olarak tanınırdı. Davudi sesiyle aksakallı dede rollerini oynamış ve uygunsuz durumda karşılaştığı genç çiftlere söylediği "benden size zarar gelmez" repliğiyle de hafızalarda yer etmiştir. Çeşitli sinema ve dizi filmlerde de rol alan Hün, aynı zamanda seslendirme sanatçısı olup yönetmenlik ve senaristlik te yapmıştır. 1983 yılında emekli olmuş, 1990'da yaşamını yitirmiştir.

Yönetmen Filmografisi

Sevdiğim Sendin - 1955 Meçhul Kahramanlar - 1958 Ben Kahpe Değilim - 1959 Kanlı Değirmen - 1959 Yak Bir Sigara - 1960 Öldür Beni - 1963

Senarist Filmografisi

Sevdiğim Sendin - 1955 Ben Kahpe Değilim - 1959 Üç Kurşun - 1959 Yak Bir Sigara - 1960 Sonbahar Yaprakları - 1961 Öldür Beni - 1963

Oyuncu Filmografisi

Yavuz Sultan Selim Ağlıyor - 1952 Halıcı Kız - 1953 Kadın Severse - 1955 Sevdiğim Sendin - 1955 O Günden Sonra - 1958 Kanlı Değirmen - 1959 Bir Yavrunun Gözyaşları - 1960 Yak Bir Sigara - 1960 Hazreti Ömer'ın Adaleti - 1961 Şahane Kadın - 1961 Akasyalar Açarken - 1962 Hazreti Yusuf'un Hayatı - 1965 Şeytan - 1974 Exorcist Çirkef - 1975 Dokuzuncu Hariciye Koğuşu - 1985 Paşa Ölümünün Ellinci Yılında Mehmet Akif Ersoy - 1986 Uzak Kentin İnsanları (Köprü) - 1986 Yuvasızlar - 1987 Nadir Zeynepler Ölmesin - 1987 Sen Ağlama - 1987 Hafız Yusuf Efendi - 1987 Dede Gönülden Gönüle - 1987 Stres - 1988 İnsanlar Yaşadıkça - 1989 Gönüller Sultanı Mevlana - 1989 Sahibini Arayan Madalya - 1989 Sütçü İmam Düğün / Die Heirat - 1990

Ödülleri

Sevdiğim Sendin - 1955 Türk Film Dostları Derneği, Yılın En Başarılı Yönetmeni. 1955

Nevin Çokay kimdir?



1930 - 2012


1930 yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Anadolu'nun çeşitli kentlerinde tamamladı. 1947 yılında girdiği Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ni 1953 yılında Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi'nde bitirdi.


Öğrencilik yıllarında kurdukları "On'lar gurubu" yankı uyandırmıştı. Adalet Cimcoz'un "Maya" galerisinde ilk kişisel sergisini açtı (1953).


Resim uğraşları yanında, Nedim Otyam'ın İstanbul Radyosu'ndaki halk türküleri korosunda dört yıl çalıştı (1950-1953). Bu dönemde İtalya’da konserler verip halk oyunları gösterilerinde bulundular (1952). Nedim Otyam'ın yönetmenliğinde "Yurda Dönüş" adında bir film çevirdi. Film dublajları yaptı. 1954'den sonra kendini tamamen resim çalışmalarına verdi.


Her yıl açtığı kişisel sergilerden başka, çeşitli toplu sergilere katıldı. Bunlar arasında Devlet Resim-Heykel Müzesi, Paris Genç Sanatçılar Biennale'i de bulunmaktadır. 1961 yılında düzenlenen "İstanbul Sanat Festivali"nde ikincilik ödülü aldı.


1979 yılında Hollanda'ya çağrılı olarak gitti, resimleri bir yıl süreyle Deventer, Den Haag ve Rotterdam'ın çeşitli müze ve galerilerinde sergilendi. 1998 yılında Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği tarafından onur ödülü verildi.


Devlet Resim ve Heykel Müzesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Belediyesi, İstanbul Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, Yugoslavya'da Umjetnicka Galerij'nin yanısıra Hollanda, Almanya ve Türkiye'de özel ve resmi koleksiyonlarda tabloları bulunmaktadır.


On yedi yıl lise resim ve sanat tarihi öğretmenliği yaptı. Ayrıca kendi atölyesinde üç yıl, Levent Sanat Galerisi resim atölyesinde dört yıl, Çizgi Sanat Evi atölyesinde üç yıl resim dersi verdi. Evli ve bir çocuk annesiydi.


24 Temmuz 2012 günü İzmir - Foça'da sonsuzluğa uğurlandı.

137 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page